Bu Blogda Ara

22 Haziran 2019 Cumartesi

Altay Yaradılış Destanı Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt


                                       

                             Altay Yaradılış Destanı 


                                                           GİRİŞ

 “Dünya bir deniz idi; ne gök vardı, ne bir yer, Uçsuz bucaksız sonsuz sular içindeydi her yer.” Türk söylencelerindeki temel unsurlar ve bileşenlerin tespit edilip bir sözlük halinde dizgeli bir biçimde ortaya konulması amaçlanan bu çalışma bu anlamda belki de bir ilk olacak kadar geniş kapsamlıdır. Bu amaçla var olan tüm çalışmalar tek tek taranmış ve gözden geçirilmiştir. Buna rağmen gözden kaçmış, eksik ve ayrıca derlemelere girmeyen başlıkların olması da kaçınılmazdır. Ayrıca belirtilmesi gereken diğer bir husus da bu sözlük oluşturulurken sadece derlemlerden veya başkalarına ait yapıtlardan yararlanılmadığı, ilave olarak Anadolu’nun değişik yerlerinde kırsal hayatın içinde bulunarak pek çok motifin, figürün bizzat işitilmiş olduğudur. Örneğin Radloff’un Asya’da derlediği bir cümle, Anadolu’nun küçük bir köyünde benzer bir üslupla hattâ birebir aynı yapıyla işitilebilmektedir.

Bu duruma defalarca, sayısız kereler tanık olunmuştur. Çünkü halk kültüründe, köy odalarında anlatılanlar ister Asya’da ister Anadolu’da olsun aynı kökenden kaynaklanmaktadır. Tüm Türk Dünyasının ortak olarak kabul edeceği bir biçimde listedeki kişi ve tanrı adları ayrıntılı olarak derlenip genişletilmeli ve her birinin nitelikleri açıklanmalıdır. Yapılan çalışmada Türk ve Moğol ayrımına çok fazla gidilmemiş, iki kültürün de ortak ve iç içe geçmiş unsurlara sâhip olduğu gerçeğiyle hareket edilmiştir. Hattâ ortak geçmişe sâhip olduğumuz Macar söylenceleri de yer yer ele alınmıştır. Tam olarak ifâde etmek gerekirse, izlenen yöntem şudur. Türk kültürüne dışarıdan giren etkiler mümkün mertebe dışarıda bırakılmaya çalışılarak, binlerce yıllık öze inilmeye çalışılmış, dışarıdan gelen unsurlara sınırlı olarak ve gerek görüldüğü için yer verilmiştir. Moğol kültüründe ise ister dil, isterse kültürel olarak tamamen Moğol olan ve Türklere bütünüyle yabancı olup, anlaşılması bile mümkün olmayan etkenlere de yer verilmemiş ancak bu iki kültürün kesişim bölgesi ve tamamen ortak paydası olan kavramlar ise hiç düşünmeden ele alınmıştır. Hattâ biraz zorlama yapılarak, ama çok da aşırıya kaçmadan Moğolca tabirlere de yer verilmiştir. Bunun dışında Macar, Nart, Çeçen, Ugor kültürlerine ise katkı yaptığımız unsurlar oranında yer verilmiş, onlardan gelenlere yer vermemeye gayret edilmiştir. Sümerlere ise henüz ispatlanmamış olmakla birlikte Ön-Türk bir kavim oldukları çerçevesinde yaklaşılmış ve gerekli bağlantılar kurulmaya çalışılmıştır. Her ne kadar bu durum ispatlanmamış olsa da, tersine bir iddianın geçersizliği kesinleşmiştir. Yâni Sümerlere kesin olarak Türk kökenli bir kavim olarak bakamasak da, en azından dilleri açısından Hint-Ari (ve İran-Avrupa) ve Hâmi-Sâmi (ve Arapİbrani) kökenli olmadıkları yüzde yüz kanıtlanmıştır. Günümüzde kültürel etkileşim kapıları sonuna kadar açıktır ve Dünya toplumlarının düşünsel ve toplumsal birikimlerine dair bilgi edinmek ve yararlanmak son derece kolaydır. Fakat buradaki en sakıncalı durum, egemen kültürlerin küçükleri yok etmesi, tekdüzeliğin belirmesidir. Aynı durum doğrudan söylenceler için de geçerlidir.

Yunan-Roma eksenli söylence anlayışı baskın ve başat olarak filmlerden, dizilerden, kitaplardan ve en tehlikelisi bilimsel terminoloji üzerinden tüm Dünyaya empoze edilmektedir. Astoronomi, kimya, psikoloj vs. hep bu kültürlerden oluşturduğu terimlerle
genişletilmektedir. Etkileşim kaçınılmazdır ancak dengeli ve karşılıklı olduğu müddetçe olumlu
sonuçlar doğurabilir. Türk kültürü târih boyunca etkileşime açık olmuş ve pek çok şey aldığı
kadar, pek çok kültürel katkıyı da komşu kültürlere aktararak gerçekleştirmiştir. Macar, Fin,
Kafkas (Çeçen, Adıge, Kabartay) haklarıyla iç içe geçmiş, Fars ve Arap kültüründen etkilenmiştir.
Asya’da ise Çin ve Hint medeniyetlerinin kaçınılmaz sonuçları olmuştur. Dinler açısından da
Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve İslam çok büyük rol oynamıştır. İslâmiyete girişle birlikte
Tek Tanrılı bir din anlayışı yavaş yavaş yerleşmiş ve nihayetinde mutlak geçerlik kazanmıştır.
Bunun sonucunda da yine yavaş yavaş eski Tanrı ve Ruhlar geniş coğrafyalarda etkilerini
yitirerek unutulmaya başlanmışlardır. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, İslam öncesi döneme
ait çok Tanrılı sistemi inceleyip sınıflandırmak her şeyden önce bilimsel bir çalışmadır ve bu
durumun dinsel olarak çekinilecek bir yönü yoktur. Örneğin Kuran-ı Kerim kimi ayetlerinde
tarihten sildiği bazı Tanrıların adlarını saymaktadır (Necm Suresi 19, 20. ve Nuh Suresi 23.
Ayetler). Kuran-ı Kerim’in dünya durdukça yokolmayacağı anlayışı da göz önüne alındığında;
İslam dininin yasakladığı hususlarda dâhi insan ve toplum hafızasını yok etmeye değil, korumaya
açık bir yaklaşıma sâhip olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Orta Asya’da Şamanist geleneği İslam ve
Hrıstiyanlıkla bir biçimde bağdaştırarak sürdüren topluluklar olduğu gibi, bir inanç sistemi olarak
Kamlık (Türk Moğol Şamanizmi) dışında başka bir din kabul etmeyen topluluklar da az da olsa
günümüzde dâhi mevcuttur. Bunun dışında geçmiş dönem inançlarına ait pek çok uygulama ve
anlayışın örtülü bir biçimde günümüzde varlığını sürdürdüğü de görülmektedir. Belirli düzeydeki
belirli istisnalar (meselâ Gagavuzlarda ve Ruslara yakın bazı Türk boylarında Hrıstiyanlık,
Karaylarda Musevilik, Moğollarda Budizm, kimi Sibirya boylarında Kamlık gibi) dışında İslam tüm
Türk Dünyasının ortak değerlerinden ve en önemlilerinden birisidir.

Türk – Moğol kültüründeki söylencesel unsurlar genel olarak dört sınıfta toplanabilir. Türk kültüründe bu unsurların arasında kesin çizgilerle belirlenmiş net farklar ve ayrımlar yoktur. Hemen hepsi de bir ruh ve koruyucu niteliğindedir. Burada ruh kavramından anlaşılması gereken şey de yine soyut bir varlıktır. Bilinen anlamda insan ruhunu düşünmek bu kavramları çok fazla daraltmaya ve yanlış algılamaya sebebiyet verecektir. Türk kültüründe bitkilerin, hayvanların hattâ cansız varlıkların da ruhları vardır. Fakat bu ruhlar insandaki gibi onunla kaynaşmış olmayıp, ona bağlı ve onu koruyan bir olgu olarak ele alınmalıdır. Ancak yine de mümkün olabilecek temel farklılıklarla yapılabilecek bir sınıflandırma şu şekildedir.

                                    A. TİNSEL (RUHANİ) VARLIKLAR:


                A. TİNSEL (RUHANİ) VARLIKLAR:


 Yaratıcı ve yönetici güçlerdir. Kişiliğe büründürülmüşlerdir. Eril Tanrılar Han, dişil Tanrılar Hanım sıfatıyla tanımlanırlar. Veya hepsine birden Toyun sıfatı eklenebilir. İnsan biçimine bürünmüş olsalar bile, bu şekli bir durumdur ve asıl Tanrı vasıfları hep ön plandadır. Tanrı adları özel ad oldukları için geldikleri şîve veya lehçede olduğu korunmuş gibi fakat okunuş kolaylığı olması bakımından Anadolu ve Türkiye Türkçesi’ne uygun telaffuzlarla yazılmışlardır. Örneğin: Pura Han çeşitli kaynaklarda Puura Han diye yer almaktadır. Oysaki aslında tam karşılık olarak Buğra

 Han’dır. Burada ne Puura Han ne de Buğra Han tercih edilmemiştir. Çünkü ilki telaffuza dayalı ikincisi ise anlama dayalı bir yazımdır. Tanrı adları içerisinde önemli olanlar, bir sözlüğün elverdiği ölçüde ayrıntılı bir biçimde incelenmiş fakat ikinci ve üçüncü derecedeki tanrılara dair yeterince ayrıntı zaten halk kültüründe mevcut olmadığı ve buna ihtiyaç duyulmadığı için sadece kısa tanımlamalara yetinilmek zorunda kalınmıştır. Ayrıca fazla önemi bulunmayan bazı adların da kaynaklarda yer almadığı göz önüne alınırsa, listenin daha titiz derleme çalışmalarıyla çok daha fazla genişleyebileceği kesindir. Fakat şu an için mevcut liste yeterli görünmektedir. Tanrı adlarıyla bağlantılı olarak ele alınması gereken çok önemli bir hususa değinmek zorunludur. Türk inanç sisteminde Batı Çoktanrıcılığında olduğu gibi bir Tanrılar topluluğu mevcut değildir ve Tanrı olarak vasıflandırılan (biri hâriç) tüm varlıklar aslında koruyucu ruhlardır ve bunların diğerlerine göre daha üst seviyelere çıkmış olmaları temel belirleyici özelliktir. Bunun aslında Tek istisnası Kayra Han olup soyut ve mutlak bir yaratıcı olarak düşünülür. Eski Türk kültüründe Melek kavramı yoktur ancak bu kavram yer almış olsaydı, Kayra Han haricindeki tüm Tanrıları/Ruhları melek olarak adlandırmak hiç de yanlış olmazdı. Çünkü Türk söylencelerindeki Tanrı kavramını Yunan veya Roma mitolojilerindeki biçimiyle anlamak çok yanlış sonuçlar doğuracaktır. Daha ötede ise aslında Kayra Han da Tanrı (Kuday, Oğan) olarak adlandırılan kapsayıcı ve yaratıcı varlığın yansımasıdır. Bu bağlamda İslam öncesi Türk inanç sisteminin en üstteki tek Yaratıcıya doğru ilerleyen fakat tanrılaşmış koruyucu ruhları da kapsayan karmaşık bir yapıda olduğunu söylemek doğru olacaktır. Budizm (Lamaizm mezhebi), Maniheizm, Hristiyanlık ve İslâmiyetin etkileri, yöresel algı farklılıkları ve hattâ Batılı bilim adamlarının bazen doğru bazen de yanlış yaklaşımları sonucu bu konu içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

                           2. ATA-ANA’LAR:


       Genellikle soyundan gelindiğine inanılan bir varlığı veya yine soya dayalı yaratıcı doğa unsurlarını niteler. Bunlar da belirli bir kişiliğe sahiptirler veya bir canlının biçimindedirler. Tanrısal özelliklere sâhip oldukları için Tanrı sınıflandırılması içerisinde de değerlendirilebilirler. Burada değinilmesi gereken en önemli husus, benzer isimlerdeki eş sözcüklerin tanımlayıcı veya niteleyici olup olmadığıdır. Bu ayrıma dikkat edilmediği için çoğu zaman çeşitli karışıklıklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Ak Ana, Ak Ata ve Ak Han farklı kişilerdir. Ancak Ak Ata isminde Ata yerine Han kullanıldığında kişiler ve özellikleri birbirine karışmakta ve aynı kişiye dönüşmekte ya da öyle sanılmaktadır. Bir başka örnek verilecek olursa Ay Ata bir tanrıdır. Ay Han ise Oğuz Han’ın oğlu olan bir kişidir. Diğer önemli bir husus da bu kitapta Tanrı sınıflandırmasında ele aldığımız isimlerin sonunda Han veya Hanım ünvanı yer almakla birlikte Ana veya Ata tanımlamasının aslında onlar içinde geçerli olduğudur. Meselâ Umay Hanım için Umay Ana ifadesi çoğunlukla kullanılır.

                                3. İYELER:


: Koruyucu ruhlardır. Çoğu zaman kişilik özellikleri net olarak ortaya koyulmaz, çünkü sayıları çok fazladır. Pek çok doğa unsurunun koruyucu ruhu vardır.


                  4. DİĞER SOYUT VARLIKLAR:

Bunların pek çoğu da aslında İye veya Ruh olarak değerlendirilebilir. Fakat çok daha fazla özelleşmiş anlamları ve nitelikleri olan varlıklardır. Örneğin Çor (Cin), Abası (Şeytan) gibi.

                     B. İNSANİ VARLIKLAR:

1. KİŞİLER:   Söylencesel olmakla birlikte soyut nitelikte olmayıp, insan olarak tanımlanan bireylerdir. Çoğu zaman bir topluluğun önderi veya kahramanlık yapmış kişiler olarak görülürler. Erkekler Han, kadınlar Hanım olarak tanımlanır. Sıradışı güçleri ve insanüstü özellikleri olsa da, insani niteliklerini yitirmemişlerdir.

2. HAYVANLAR / BİTKİLER: Kutlu hayvanlardır. Özel bir öneme sahiptirler. Soyundan geline bir hayvanın kendisidir. Bozkurt, Alageyik gibi…

C. DÜŞSEL VARLIKLAR: Çoğu zaman masal yaratıklarını ve hayali özellikleri olan canlıları içerir. Albıs (Cadı), Yelbeğen (Dev), Tepegöz gibi…

D. CANSIZ / NESNE VARLIKLAR: Özel bir öneme sâhip olan veya kutsallık içerdiği düşünülen somut nesnelerdir. Kopuz, Ok, Otağ, Ak Dağ, Kan Irmağı gibi.

     E. KAVRAMLAR:   Soyut kavramlardır. Örneğin kut, yom, arpağ gibi…



(Kaynak: Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...