Bu Blogda Ara

22 Ağustos 2019 Perşembe

Göç Destanı

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi
                        Göç Destanı
Göç Destanı, Uygurlara ait bir destan olup Türeyiş Destanı’nın devamı niteliğindedir. Destanda Türklerin kutsal taşı Çinlilere verince Tanrı tara­fından cezalandırılması, ülkelerinde açlık ve kuraklığın başlaması ve ana vatanlarını terk edip güneybatıya doğru göç etmesi anlatılır.
Uygur ülkesinde, Tuğla ve Selenge Irmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır. Adına Hulin dağı derlerdi. Hulin dağı'nda da birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Biri Kayın ağacıydı . Bir gece kayın ağacının üzerine gökyüzünden bir mavi ışık düştü , iki ırmak arasında yaşanan insanlar bu ışığı gördü ve ürpererek izlediler. Kutsal bir ışıltı. Kayın ağacının üzerinde aylar ayı kaldı. Kutsal ışık, kayın ağacının üstünde kaldığı süre içinde kayın ağacının gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı . Oradan çok güzel türküler gelmeye başladı. Gece oldu mu , ağacın otuz adım ötesinde bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu! Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı, içinden beş küçük çadır, beş küçük odacık görünümünde ortaya çıktı. Her odacığın içinde bir çocuk bulunmaktaydı. Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı, onlar bu emziklerinden süt etmiyorlardı. Işıktan doğmuş olan bu kutsal çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler. Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin'di , ondan sonrakinin adı Kutur Tekin, üçüncüsünün ki Türek Tekin, dördüncüsünün Us Tekin, beşincisinin adı Buğu Tekin'di. Beş çocuğun Tanrı tarafından gönderildiğine inanan insanlar, içlerinden birini hakan yapmak istediler. Buğu Han en büyükleriydi ; ötekilerden daha güzel, daha zeki , daha yiğit görünüyordu. Buğu Tekin'in hepsinden üstün olduğunu anlayan halk onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Buğu Han'ın tahta oturttular. Böylece yıllar yılı kovalamış , bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş. Bu hakanın da Gah Tekin adında bir oğlu varmış. Hakan oğlu Gah Tekin'e , Çin prenseslerinden birini, Kiu-Lien'i almayı uygun görmüş. Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien sarayını Hatun Dağı'nda kurdu. Hatun Dağı'nın çevre yanı dağlıktı; bu dağlardan birinin adı Tanrı Dağı'ydı . Tanrı Dağı'nın güneyinde Kutlu Dağ dedikleri bir başka dağ vardı. Kocaman bir kaya parçası.
Bir gün Çin elçisi falcılarıyla birlikte Kiu-Lien'in sarayına geldiler. Kendi aralarında konuşup dediler ki : “ Hatun Dağı'nın varı yoğu, bütün bahtiyarlığı kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkleri yıkmak istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız."
Bu konuşmadan sonra varılan karar üzerine Çinliler, Kiu-Lien'e karşılık olarak o kayanın kendilerine verilmesini istediler. Yeni hakan , isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti, yurdunun bir parçası olan bu kayayı onlara verdi. Halbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; bütün Uygur ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı. Bu tılsımlı kaya Türk yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu; düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak Türklerin bütün saadeti yok olacaktı. Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürülecek türden değildi. Bunu anlayan Çinliler, kayanın çevresine odun kömür yığıp ateşlediler. Kaya iyice kızınca üzerine sirke döküp paramparça ettiler. Her bir parçayı aldılar ve ülkelerine taşıdılar. Olan o zaman oldu işte. Türkeli'nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi. Kendi dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra günahı bağışlanmaz olan bu düşüncesiz hakan öldü. Ne var ki onun ölümüyle ülke felaketten kurtulamadı. Bir Çin prensesi uğruna çekinmeden bağışlamış olan yurdun bir kayası Türkeli'nin felaketine sebep oldu. Halk rahat huzur yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar yarıldı, ürün yeşermez oldu . Günlerden sonra Türk tahtına Buğu Han'ın torunlarından biri hakan olarak oturdu. O zaman canlı cansız, evcil yaban, çoluk çocuk bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden “ Göç! Göç!" Diye çığrışmaya başladı. Derinden, iniltili, hüzün dolu, eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu.
Yürekler dayanmazdı . Uygurlar bunu bir ilahi emir diye bildiler. Toparlandılar , yollara düştüler; yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere doğru göç etmeye başladılar. Sonunda bir yere gelip durdular, orada sesler de kesildi. Uygurlar, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yere kondular, beş mahalle kurup yerleştiler; bunun için bu yerin adını da Beş-Balığ(k) koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.
( Bahattin uslu, Türk mitolojisi sayfa: 105, 106, 107. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...