Bu Blogda Ara

17 Aralık 2019 Salı

ANTİK YUNAN EFSANELERİ 1


ANTİK YUNAN EFSANELERİ ile ilgili görsel sonucu




ANTİK
YUNAN EFSANELERİ

EFSANE
Efsan ve fesane şekillerinde de görülen kelime, aslen Farsçadır. Hikâye ve sergüzeşt manasına gelmektedir. Geçmiş halleri nakil ve anlatmak için kullanılmıştır. Zamanla hakikatler görünmez olmuş. Halk, mesel muharrefi olarak masal şeklinde söylemiştir. Kelime; meşhur ve şayi manalarında da kullanılmıştır. Bu yönüyle dillerde destan olmuş manasına gelmiştir. Gerçekte efsane asılsız, boş mesel; kıssa ve hikâye demektir.
Bu şekilde sözlü gelenek olarak tanımlanan masallara Osmanlı Türkçesinde Arapça usture sözcüğünün çoğulu olan esatir denmiştir. Yunancada “mitos, mit” kelimeleri zamanla dilimize girmiş, kelime mythe şekliyle batı dillerine de geçmiştir. Türkçede, Fransızcadan geçen legend kelimesinin yer yer kullanıldığı görülmüştür.
Efsaneler, halkın hayal gücüyle şekillenerek, dilden dile aktarılagelen ve genellikle olağanüstü özelliklerde olan anlatılardır. Bir başka ifadeyle çok önceden yaşanmış tarihsel olayların, tasavvurların halkın hayal gücüyle ya da şairane buluşlarla şekil değişikliğine maruz kaldığı olağanüstü ögeleri mesnet edinen anlatıdır, efsane.
Efsaneler, halkın arasında doğar, büyür ve gelişirler. Olaylar ya da tasavvurlar, yaşandığı andan başlayarak dilden dile dolaşır ve kuşaktan kuşağa aktarılagelirler. Ancak yüzyıllar sonraki kuşaklara gelinceye değin içeriğe sadık kalınmak suretiyle hem kişilerin hem de olayların olağanüstü vasıflarla süslenerek daha varsıl hale geldikleri yadsınamaz. Bu süslemeler de ancak halkın özlemleri doğrultusunda olabilir. Efsanelerde halkın ve şairlerin hayal gücü ile tarihin bir noktada buluşması gerekir. Efsaneler, halkın özlemini ve dünya görüşünü yansıtmak ve gereksinimlerini karşılamak durumundadırlar. Yoksa antikçağda yaşanmış efsanelerin günümüze değin ulaşmış olması mümkün müydü? Efsanenin ömrü, kuşaktan kuşağa aktarılan halk öykülerinin halkı tatmin edecek olaylarla işlenmesi ya da bir masalcının, çağının özlemlerini dile getiren özgün yapıtlar olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Yani halkın özlemlerini yansıtmayan, çağının gereksinimlerini karşılamayan efsanelerin uzun soluklu olmalarını beklemek realist bir yaklaşım olmaz.
Efsane, masal ile destan arasındaki bir yerde duran bir anlatı biçimidir. Zira ne masal kadar gerçekdışıdır, ne de destan kadar sanatsal bir kimliğe sahiptir. Genel olarak gerçek olaylarla beslenir. Olağanüstü olaylara yer vermeleri nedeniyle efsane ile masal birbirine benzer ve birbiriyle iç içelik gösterirler. Efsaneler, anlatılanları gerçekten yaşanmış gibi kabul ederler. Bu yönleriyle masaldan uzaklaşıp destana yaklaşırlar.
Bir ulusun malı olabildikleri kadar, bir masalcının ya da bir şairin hayal gücünün özgün ürünleri de olabilen Efsaneler, insan ile insanı, insan ile coğrafyayı, insan ile öteki varlıkları, insan ile maneviyatı birbirine gönül bağı ile bağlayan unsurlardır.
Efsanelere konu edilen olaylar, kimi zaman gerçeküstü bir kimliğe sahip olsalar da genelde gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır. Bunların büyük bölümü kahramanca işler yapan kişilerle ilişkilidir. Eski Yunanlı şair Homeros, İlyada ve Odysseia destanlarını kaleme alırken krallar ve kahramanlar hakkında söylenegelen söylencelerden yararlanmıştır.
Başladığı tarih her ne kadar bilinmese de bir efsanenin, bir masalın ya da bir destanın çeşitli değişikliklere maruz bırakılarak günümüzde ayrı ayrı anlatış biçimleriyle yaşadığı gerçeğini değiştirmez. Bu söyleyiş şekillerindeki farklılığı asıl mevzuu kaybetmemekle birlikte efsanelerde de görmek mümkündür.
Efsaneler, genelde inanca ilişkin konularda tezahür etmiş, pek çok konuda söylenmiş; kâinatta var olan varlıkların ortaya çıkış biçimleri, ister gerçek ister gerçek dışı olsun bir nedene dayandırılmak suretiyle açıklamaya çaba gösterilen halk yazınının sözlü ürünleridir. Kaynakları her ne kadar tarih ve din olsa da masalları beslenme alanı seçen efsanelerin ağırlık noktasını inançsal olaylar oluşturmaktadır. Buna rağmen efsanelerde yer alan inanca ilişkin konular, insanlığın asıl doğru inancı sınırları içinde olmakla birlikte ulusal ve yerel inançların, hurafelerin etkisinde kaldığı yadsınamaz bir gerçektir. Dile getirilen olaylar, insanoğlunu belirli bir yere bağladığı gibi geçtiği mekân adlarının verilmesine de yol açmıştır.
Yaşamlarını sürdürdükleri coğrafyaya özgü önemli gördükleri kişileri, nesneleri ve mekânları kutsallaştırmayı görev edinen insanlar, sırrına mazhar olamadıkları konulara farklı yorumlar getirirler. Bunlara, yaşanmış kimi olayları da ekleyerek kuşaktan kuşağa aktarılmasına katkıda bulunurlar. Kutsallaştırma, yorumlama ve aktarmaların çok büyük bölümü sözlü olarak yayılır. Bu, sonuçta bir sözlü kültür oluşturur.

İNSANIN YARATILIŞ EFSANESİ
Bilindiği üzere Olymposlular öncesindeki Tanrılar, Titanlılardır. Olymposlularla aralarında yaşanan savaştan yenilgiye uğrayan bu tanrılar grubunun yaratıcıları, Uranos ile Gaia’dır. Uranos kendi çocukları olan Titanları, doğar doğmaz Gaia (toprak) 'nın bağrına gömüyordu (Titanlıların dışındaki çocukları olan Hekatonkheir ve Kyklopları da Tartaros’a gönderir). Artık bu ağırlığı taşıyamayacak duruma gelen Gaia, Uranos'tan olma oğlu Kronos'un yardımıyla Uranos'u yenerek çocuklarını özgürlüğüne kavuşturur. Bu ikilinin çocuklarından biri de İapetos’dur. İapetos’un Menoitios, Atlas, Prometheus ve Epimetheus adlarında dört oğlu vardır. Bunlardan Menoitios ile Atlas; Zeus'a başkaldıran Titanlarla birlikte hareket ettikleri için Baştanrı Zeus tarafından cezalandırılırlar. Menoitios, ihaneti ve ölçüsüz cüreti nedeniyle Yeraltı Dünyası Hades’in ilk bölümü olan Erebos'e gönderilirken, Atlas da dünyanın öbür ucunda ve Hesperideslerin(Hera’nın altın elmalarına bekçilik eden dört peri) önünde omuzlarına gök kubbeyi yüklenerek ayakta beklemekle cezalandırılır. İnsanların yaratılışında önemli görev üstlenen Prometheus ve Epimetheus adlarındaki iki kardeşin yazgıları, öteki iki kardeşten daha farklı olur.
İktidar ve güç, Olymposluların elinde bulunmaktadır. Buna karşın Prometheus'un da kurnazlığı ve üstün zekâsı vardır. Prometheus, Titanlarla Olymposlular arasında meydana gelen Tanrılar Savaşı’nda tarafsız davranmış ve Zeus’a saygıda kusur etmemiştir. Bu nedenle Zeus, kendisini Olympos’ta tanrılar arasına kabul ederek onu ödüllendirir. Ancak içinde, kendi ırkına zulmeden Zeus'a karşı büyük bir nefret ve öfke duyan Prometheus, Tanrıları tanımayacak, kaale almayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanları bile geride bırakacak, dünyanın başına belâ olacak bir yaratık olan insanı yaratarak onun eliyle intikam almaya karar verir.
Bu kararı alan Prometheus ilk insanı, gözyaşlarıyla yoğurduğu topraktan yaratır. Gözyaşlarıyla yoğurduğu topraktan var ettiği insanın mayasına aslanın gücünü, tavus kuşunun kibrini, tilkinin kurnazlığını ve tavşanın ürkekliğini eklemeyi de unutmaz. Böylece ilk insanın yaratılışı tamamlanmıştır. Ancak örtünecek hiçbir şeyi olmadığı için çıplaktır. Kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildir. Yaratıldığı günden başlayarak acıları, üzüntüleri ve sonsuz gereksinimleri sıralanan ilk insan, çiğ yiyecekler ve kanlı etlerle beslenmeye, giysi olarak bitki yapraklarıyla örtünmeye başlar. Güneşin yararlarını bilmiyor, onun tüm canlılar için mutlaka olması gereken bir şey olduğundan habersizdir. Bundan ötürü ondan korunma gereği duyuyordu. İşte bunun içindir ki karanlık oyuklarda saklanıyorlardı. Kendisi tarafından yaratılan insanlara acımaya başlayan Prometheus, onların daha iyi koşullarda yaşayabilmesi, iç içe yaşadığı yabanıl hayvanlardan daha iyi korunabilmesi için etkili silahlarla teçhiz edilmesi, toprağı işlemede gerekli aletleri elde edebilmesi ve madenleri işleyebilmesi için onlara, ateşi vermeyi kararlaştırır.
İşte bunun için iç kısmı tamamen oyuk, ancak yanabilir bir özle kaplı olan ve bir adı da "Şeytantersi" olan Ferule ağacından kopardığı bir dalı yanına alarak Lemnos Adası’na gider. Çünkü Lemnos Adası’nda Ateş Tanrısı Hephaistos'un alevler fışkıran ocağı bulunmaktadır. Gizlice ocağa yaklaşan Prometheus, Hephaistos’un ocağından madenleri eriten kızgın ateşten bir kıvılcım çalar. Çaldığı bu kıvılcımı, yanında taşıdığı Ferule ağacından yapılma sopasının özünün içine saklar ve onu tanrıların bir armağan olarak insanlara götürür.
İnsanlar o günden başlayarak ateşin yardımıyla daha iyi koşullarda yaşama yollarını öğrendiler. O güne dek çiğ olarak yedikleri yiyeceklerini pişirerek yemeye, soğuk havalarda ısınmaya, karanlık mağaralarda yaktıkları çıralı odunların aleviyle birbirlerinin yüzlerini görmeye başladılar. Aradan bir zaman geçtikten sonra geldikleri yeri unutan insanlar, kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus, buna hiç şaşırmadı. Çünkü o insanların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti.
Kendisinin haberi olmadan insanlara ateşi armağan ederek onların şımarmasına yol açan Prometheus’a kızan Zeus, onu Kafkas dağlarının tepesine gönderir ve aynı zamanda oğlu olan Ateş Tanrısı Hephaistos'tan onu sarp kayalara çakılmasını emreder. Demirci tanrı, istemeyerek babası Zeus'un bu emrine boyun eğer ve Prometheus'un kollarına ve ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çakar. Prometheus'un cezası bununla da kalmaz. Her sabah, kanatlarını açarak gökten yere doğru süzülen kocaman bir kartal, yanına geldiği Prometheus'un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didiklemeye başlıyordu. Akşama kadar yediği ciğer, sabaha kadar yeniden bitiyor, çoğalıyor ve eski haline dönüşüyordu. Bu işkencenin tam bin yıl sürmesi kararlaştırılmıştı. Ancak aradan otuz yıl geçtikten sonra Zeus, Prometheus'u affeder ve tekrar Olymposlular arasına alır.

AGAMEMNON
Agamemnon, Yunan mitolojisine göre Miken Kralıdır. Sparta Kralı Menelaos’un da büyük kardeşi olan Agamemnon, Yunan ordularını, Truva Savaşı’na götüren Başkomutan’dır. Atreus ve Aerope’nin oğludur. Yunan orduları; Avlid’de, Truva’ya doğru yola çıkmak için toplandıkları zaman gemilerin yelkenlerini şişirecek kadar rüzgâr esmiyordu. Bunun üzerine rüzgârın esmesine engel olan tanrıça Artemis’in isteğine boyun eğmek zorunda kalan Agamemnon, farkında olmadan karısı Klytaimnestra’nın kendisini öldürmesine değin giden yolun ilk adımını atar ve karısı Klytaimnestra’ya; “kızı İphigeneia’yı Akhilleus ile nişanlayacağım, bunun için İphigeneia’yı alıp Aulis’e getir” diye haber gönderir. Bunun üzerine İphigeneia Aulis’e götürülür. Annesi tarafından Aulis’e gönderilen İphigenia, kurban edilmek üzere sunağa götürülür. Tam kurban edileceği sırada Artemis, kendisine acıdığı İphigenia’nın yerine gönderdiği bir dişi geyiği kurban olarak kestirir. Kurban edilmekten kurtardığı İphigenia’yı da Artemis Tapınağı’na rahibe yapar.
İphigenia’yı kurban edilmekten son anda kurtaran Artemis, rüzgârları serbest bırakır. Truva Savaşı’nda kazanılan zaferden sonra Agamemnon, tutsak olarak aldığı Priamos’un kızı, güzel Kassandra’yı da yanına alarak evine döndü. Kızları İphigenia'yı öldürmesini ve Kassandra ile dönmesini içine sindiremeyen karısı Klytaimnestra, sevgilisi Aigisthos ile birlikte Agememnon’u öldürür. Bu olaydan yedi yıl sonra oğul Orestes, annesi ile sevgilisini öldürerek babasının intikamını alır.
Yakışıklı Paris, Truva Kralı yaşlı Priamos’un oğludur. Paris, Aşk Tanrıçası Aphrodite’in de yardımıyla Arkadhia Kralı Menelaos’un güzel karısı Helena’yı kaçırır. Bu olay, Truva Savaşı’na neden olur. Savaşın öncülüğünü, Helena’nın kız kardeşi Klytaimnestra ile evli olan Miken kralı Agamemnon üstlenir. Çünkü Agamemnon, Menelaos’un hem kardeşi, hem de bacanağıdır. İphigeneia, Elektra ve Orestes’in babaları olan Agamemnon, Truva Savaşı’nda Yunan ordularının başkomutanlığını yapar. Lekesizliği ve el değmemişliği sembolize eden ve Av Tanrıçası olan Artemis’in hışmından korunmak amacıyla kızı İphigeneie’yi kurban Edecek olan Agamemnon, Ege’de vuku bulan bir savaş sırasında kocası Lyrenessos’u öldürdükten sonra esir aldığı güzel Brisseis’i, Teselyalı kahraman Akhilleus’un elinden alarak onun savaşlardan çekilmesine yol açar. Truva’nın yenilgiye uğraması üzerine savaş ganimeti olarak Truva Kralı Priamos’un kâhin kızı prenses Kassandra’yı alan Agamemnon, on yıl sonra baba ocağına döndüğünde karısı Kltaimnestra ve Aigisthos adlı aşığı tarafından öldürülür.

AİETES
Aietes, başlangıçta Korinthos’un, ardından da günümüzdeki Gürcistan’ın yerinde kurulan Kolkhis’in kralıdır. Güneş Tanrısı Helios ile Okeanos’un Perseis adlı kızının oğludur. Büyücü Tanrıça Kirke ile Girit Kralı Minos’un karısı Pasiphae’nin kardeşidir. Altın postu almaya gelen İason’a yardımcı olup onunla kaçan Medeia ile Apsyrtos (Absyrtos)’un da babalarıdır.
Üvey anneleri İno’nun zulmünden kurtulmak isteyen Phriksos, kız kardeşi Helle’yi de yanına alıp kanatlı, altın postlu kutsal koça binip kaçarlar. Bu kaçış sırasında kız kardeşi Helle, denize düşüp ölür. Tek başına kalan Phriksos, Kolkhis’e sığınır. Burada kanatlı koçu, Zeus’a kurban eder. Koçun altın postunu da Kolkhis kralı Aietes’e armağan eder. Kolkhis kralı Aietes, Phriksos tarafından kendisine armağan edilen bu altın postu, Savaş Tanrısı Ares’e adanan ormandaki ağacın birine asar ve korkunç bir ejderhayı de onu korumakla görevlendirir.
Aietes, Argonautlarla birlikte altın postu almaya gelen İason’a birkaç denemeyi başarması halinde altın postu kendisine vereceğine dair söz verir. Ancak iş denemeye kalmadan İason, kralın büyücü kızı Medeia’nın yardımıyla ele geçirdiği altın postu ve kendisine âşık olan Medeia’yı alarak Kolkhis’ten kaçar. Olaydan haberdar olan Aietes, hemen peşlerine düşer. Ancak onları yakalayamaz. Çünkü kızı Medeia’nın, kendilerini izlemelerine engel olmak için parça parça ederek denize attığı oğlu Apsyrtos’un parçalarını toplamaya çalışınca zaman geçer ve ara açılır. Bunun üzerine karamsarlığa kapılan Aietes, ülkesine geri döner. Ancak döndüğünde ülkesinin yönetiminin başkası tarafından ele geçirildiğini görür. Böylece hem tacını hem de oğlunu kaybeden Aietes, yıllar sonra ülkesine dönen büyücü kızı Medeia’nın yardımıyla tahtını geri alır.

Odysseia’da (X/135) Aietes hakkında şunlar yazılıdır:
“ Gide gide Aiaie Adasına vardık sonunda,
Orada Kirke otururdu, güzel belikli,
İnsan sesli korkunç tanrıça,
kız kardeşiydi o kötü niyetli, Aietes’in.
Doğmuştu ikisi de ölümlülere ışıyan Güneşten,
Anaları da Perse’ydi, Okeanos’un kızı.”

AİGİSTHOS
Yunan mitolojisine göre cinayet, ana-baba katilliği, zina ve anne, bacı ve kızı gibi birinci derecede akrabalarıyla cinsel ilişkide bulunma gibi nahoş davranışlarla tanınan Atreidai Ailesi’nin bir bireyi ve Klytaimestra’nın sevgilisidir. İkizi olan Atreus’un karısı Aerope’yi baştan çıkaran Thyestes ile babasının tecavüzüne uğrayan Pelopia’nın yasak aşklarından doğma oğludur.
Atreus ile Thyestes kardeşler arasındaki taht kavgası, Atreus’un kendi ikizi olan Thyestes’in oğullarını öldürüp kendisini de Mykenai’den sınır dışı etmesiyle doruğa tırmanır. Kendi ikizi olan Atreus’tan intikam almanın yollarını arayan Thyestes, bir tanrı sözcüsünün ancak kendi öz kızından doğacak olan bir çocuğun Atreus’ü öldürebileceğini söyler. Bunun üzerine gecenin birinde gizlice öz kızı Pelopeia’yla cinsel ilişkiye girerek onu gebe bıraktıktan sonra kaçar. Bu ilişkiden bir süre sonra kimden olduğunu bilmediği çocuğu doğuran Pelopeia, onu kırlara bırakır. Bırakıldığı yerden çobanlar tarafından bulunarak keçi sütüyle beslenip büyütülen bu çocuk, Aigisthos’tur. Adı, Yunanca’da keçi anlamındaki "aix"ten türemedir.
Bu arada Pelopeia kendisini tanımadığı amcası Atreus’la evlenir. Bir zaman sonra Aigisthos da Mykenai Sarayı’na gelir. Aigisthos’u, kendi öz oğlu gibi benimseyerek yetiştiren Atreus, onu kendisinin ikizi olan Thyestes’i öldürmekle görevli kılar. Ancak öldürmekle görevlendirdiği Thyestes’in kendi öz babası olduğunu öğrenen Aigisthos, babasının yerine amcası Atreus’u öldürür. Bunun üzerine bir süre Mykenai’de hüküm süren baba-oğul Thyestes ile Aigisthos, daha sonra Atreus’un oğlu Agamemnon tarafından Mykenai’den sürülürler. Truva Savaşı’na katılan Agamemnon, savaş sonrasında ülkesine döndüğünde karısı Klytaimnestra ve aşığı Aigisthos tarafından öldürülür. Aigisthos’un kendisi de bu olaydan yedi yıl sonra Agamemnon’un oğlu Orestes’in elinde can verir.
Öz kız kardeşinin oğlu olma bahtsızlığının yanı sıra, hem amcası Atreus’u hem de karısıyla seviştiği amcaoğlu Agamemnon’u öldüren Aigisthos, babası Thyestes ve öldürdüğü amcası Atreus, anneleri Hippodameia’nın kışkırtmasıyla bir nymphadan doğma kendi öz kardeşleri Khrysippos’u da öldürür. Bu ailenin, baba Pelops’un lânetiyle yaşamlarını süsleyen cinayetlerle lekelenmesinin nedenlerinden biride bu olsa gerek.

AİOLOS
Homeros’un İlyada ve Odysseia’sında yazılanlara göre Denizler Tanrısı Poseidon’un oğlu; Hesiodos'un Theogonia'sına göre de Eos ile Astrois’in çocuklarından biridir. Kendisi de Rüzgâr Tanrısı’dır.
Öyküsü, İthaki’nin söylencesel kralı Odysseus’un öyküsüyle iç içelik teşkil eden ve tulumlara doldurulan rüzgârların yöneteni olan Aiolos tarafından Odysseus’a verilen içi ters rüzgârlarla doldurulup kapatılan tulumlardan çıkan rüzgârlar, fırtınaları meydana getirmiştir.
Aiolos, Notos (lodos), Boreas(poyraz), Euros (keşişleme) ile Zephyros(karayel) adlı dört büyük yeli bir tulum içinde kapalı tutar ve sonradan da ancak Zeus'tan aldığı emirlerle ortaya salarmış. Odysseia Destanı’nda Odysseus'un, Aiolos'un bulunduğu adaya varması anlatılır. Bu ada şu şekilde tanımlanır (Odysseia, X. Bölüm, 3–5):
“..........ölümsüz tanrıların sevgilisiydi o.
Yıkılmaz tunçtan bir duvarla çevriliydi bu yüzen ada,
kent oturtulmuştu göğe yükselen bir kayanın üzerine.”
Konağında bir düzine çocuğuyla yiyip içen, şölen yapıp gönül eğlendiren Rüzgârların Tanrısı Aiolos, adasına gelen Odysseus'u iyi karşılar ve onu bir ay konuk eder. Ardından Homeros'un anlattığına göre, Odesseus'a eve dönüş yolculuğunda kullanacağı rüzgârları ve ters rüzgârları toplaması için sığır derisinden yapılma bir tulum vererek gemisini yolcu eder. Odysseus ve arkadaşları, dokuz gün dokuz gecelik bir yolculuktan sonra İthaki topraklarına yaklaşırlar. Tam bu sırada Odysseus uykuya dalar. Onu çekemeyen arkadaşları, teknenin dibinde bulunan tulumu alıp çözerler. Rüzgârlar bir anda dışarıya fırlar ve korkunç bir fırtına kopar. Bu güçlü fırtına, Odysseus'un gemisini, tekrar Aiolia Adası’na atar. Ancak Tanrı Aiolos, bu kez kendisine müsamaha etmediği Odysseus’u sert sözlerle azarlayarak adadan kovar. Çünkü tanrıların lânetine maruz kalmış bir adamı tutmaktan çekinir. Odysseia'nın X. Bölümünde (1–79) sözü edilen bu macera, destanın en renkli öykülerinden birini oluşturur.

AKHELOOS
Yunan mitolojisine göre oturulan toprakları kuşatan engin denizin kişilik kazandırılmışı olan Okeanos ile Deniz Tanrıçası Tethys’in oğlu, denizkızlarının da babasıdır. Batı Hellas (günümüzde Yunanistan)'ın, Akarnania ile Aitolia bölgeleri arasında akan en uzun ırmağıdır. Hesiodos'un Theogonia’sında ve Homeros'un İlyada’sında adından söz edilen Akheloos, üç bin ırmağın en büyüğü ve ırmak tanrıların kralı olarak adlandırılır.
İstediği her şekle girebilen bu Irmak-tanrı, Irmak-Tanrıça Deianeira’ya olan aşkı uğruna gücün simgesi olan Herakles ile savaşır, ancak boynuzunun Herakles tarafından koparılmasından ötürü savaşın mağlubu olur. Bunun üzerine çiçek ve meyve ile dolu olan “Bollukboynuzu”nu verdiği Herakles’ten koparılan boynuzunu geri alır. Bir başka söylenceye göre de ünlü “Bereket Boynuzu” Irmak-tanrının kendisine ait olanıdır.
Herakles Destanı’nda yer alan bir söylenceye göre Akheloos, Kalydon kralının kızı Deianeira'ya âşık olur. Ancak ırmak tanrısı olarak Akheloos’un başkalaşma yeteneği vardır; istediği şekle girebilmektedir. Kimi zaman boğa, kimi zaman ejderha vs. olabilmektedir. Bu yetenek, böylesine rahatsız edici bir kocayla evlenmeyi düşünmeyen Deianeria’yı korkutur. Herakles, Oineus’un sarayına kendini takdim edip kızı Deineria’ya evlenme teklif edince güzel kız da bu teklifi hemen kabul eder. Bununla birlikte Herakles, yerinin alınmasına kolay kolay razı olmayan Akheloos yüzünden kızı elde etmekte zorluk çeker. İki talipli arasında kıyasıya bir çatışma olur. Akheloos bütün yeteneklerini, Herakles de bütün gücünü kullanır.  Akheloos, İlk karşılaşmada Herakles’e yenik düşer. Bunun üzerine Akheloos koca bir yılan kılığına bürünmüş. Herakles, onu boğmak üzere iken bu kez de azgın bir boğaya dönüşüvermiş. Heraakles, bu kez de boğanın bir boynuzunu kopararak onu yener.  Bunun üzerine Irmak tanrı Akheloos, Deianeira'dan vazgeçer. Ancak boynuzunu geri almak için Herakles'e Zeus'un Amaltheia adlı keçisinin çiçek ve yemiş veren bolluk boynuzunu verir. Bir başka söylence uyarınca da ünlü bereket boynuzu, ırmak tanrının kendisine aittir. Zira geniş toprakları sulayan ırmaklar bereketin sembolüdür.


AKHERON
Homeros’un Odysseia’sında (X. Bölüm, 508) yeraltında akan ırmakları şöyle tanımlar:
“Ama geçtiğin zaman Okeanos'u geminle,
orda Alçak Kıyı var ve Persephone'nin koruluğu,
uzun kavaklar göreceksin, kısır söğütler,
derin anaforlu Okeanos'un kıyısında çek karaya gemini,
sonra çık yola, Hades bataklarına doğru,
orada Akheron'a Pyriphlegeton ve Kokytos akar,
Styks'ten gelen sular da dökülür oraya”
Aeneas Destanı(VI, 295)’nda da adından söz edilen ve Pyriphlegeton, Kokytos ve Styks ırmaklarının döküldüğü Akheron, çamurlu suların kaynayıp girdaplandığı dipsiz bir bataklıktır. Yeraltı dünyası olan Hades’e, Kharon'un kayığıyla bu çamur ırmağı geçtikten sonra varılır. Bir başka ifadeyle Kharon adlı sandalcı, ölülerin ruhlarını, adı cehennemle anlamdaş olan bu ırmağın kapkara sularından geçiriyordu.
Yunan mitolojisine göre Helios'la Gaia'nın (güneşle toprağın) oğlu olan Akheron, Olymposlularla Titanlar arasında yaşanan savaşta susuzluktan kavrulan devlere su içirdiği için Zeus'un lânetine maruz kalmış ve yeraltı ülkesine kapatılmıştır.

Ama geçtiğin zaman Okeanos’u geminle,
Orda Alçak Kıyı var ve Persephone’nin koruluğu,
Uzun kavaklar göreceksin, kısır söğütler,
Derin anaforlu Okeanos’un kıyısında çek karaya gemini,
Sonra çık yola, Hades bataklarına doğru,
orada Akheron’a Pyriphlegeton ve Kokytos akar,
Styks’ten gelen sular da dökülür oraya. (Odysseia, X/511)

AKHİLLEUS
Teselyalı söylence kahramanı ve aynı zamanda M.Ö. VIII. yy’da yaşayan ünlü epik şairi Homeros tarafından kaleme alınan İlyada Destanı’nın da başkahramanı olan Akhilleus, İolkas Kralı Peleus ile Deniz Tanrıçası Thetis’in oğludur. Vücudunun yaralanabileceği tek yeri; yaralara karşı bağışıklık kazanması amacıyla kendisini Styks Irmağı’nın sularına daldıran annesinin tuttuğu ve bundan ötürü de ıslanmayan topuğudur. Kendisine ok atmayı, yaraları sağaltmayı ve savaşmayı öğreten Fenikelilere adını veren kahraman Phoiniks ve bilgeliğiyle tanınan Kheiron gibi usta öğretmenlerden ders alır.
Ünlü kâhin Kalkhas tarafından Truva önlerinde öleceğinin haber verilmesi üzerine annesi, onu Skyros’ta gizler. Ama onun kıymetini bilen Yunanlılar tarafından Odysseus’un vasıtasıyla gizlendiği yerde bulunan Akhilleus, misafir olarak saklandığı evin kızına âşık olmasına rağmen hiç duraksamadan aralarında yer aldığı Yunanlılarla birlikte büyük bir coşkuyla katıldığı Truva Savaşı’nda kılıç sallar, ok atar. Fakat Argos Kralı Agamemnon’un herhangi bir gerekçe göstermeksizin savaşta esir aldığı Lyrenessos’un güzelliğiyle ün salan kızı Briseis’i elinden alması üzerine küsüp çadırına çekilen Akhilleus’un yokluğundan yararlanan Truvalılar, pekçok zafer elde ederler. Onun silahlarını kullanarak Truvalıların taarruzlarına engel olmaya çalışan can dostu Patrokles’in, Truva Kralı Priamos’un yiğit oğlu Hektor’un darbeleriyle can vermesi üzerine dostunun intikamını almak isteyen Akhilleus, annesi Tanrıça Thetis tarafından Ateş Tanrısı Hephaistos’a yaptırılan süslü, büyülü silahlarını kuşanarak yeniden savaşa girer. Dostu Patrokles’i öldüren yiğit Hektor’u öldürüp cesedini kentin surları çevresinde sürüklemeye çalışır. Aynı zamanda Truva Kralı da olan Yiğit Hektor’un babası yaşlı Priamos’un yalvarılarına daha fazla dayanamayan Akhilleus, neticede Hektor’un cesedini, babası Priamos’a teslim eder. Ama kendisi de; yiğit Hektor’un kardeşi Paris tarafından atılan ve onun kendisini bir zafer sarhoşluğuna kaptırmasını hoş karşılamayan Tanrı Apollon tarafından yöneltilen bir okla, bedeninin yaralanabilir tek yeri olan topuğundan vurularak öldürülür. Bu yüzden ayak topuğunda yer alan tendona “aşil tendonu” adı verilir.

AKTAİON
At adam Kheiron tarafından Kithairon Dağları’nda yetiştirilen Aktaion öyle yaman bir avcıymış ki, o bölgenin tamamında onun üstüne avcı yokmuş. Gururuna yenik düşen Aktaion, tanrıça Artemis'ten daha usta bir avcı olmakla övünmüş. Bununla da yetinmeyip bir gün tanrıçayı derede çıplak yıkanırken gözetlemiş. Bir efsaneye göre bu yüzsüzlüğe içerleyen tanrıça tarafından, “kemik” biçimine dönüştürülüp köpeklere parçalattırılır. Bir başka efsaneye göre de “geyik” biçimine dönüştürülüp Aktaion’un elli köpeğini de üstüne salarak paralattırır. Parçaladıkları geyiğin kendi efendileri olduğunu anlamayan köpekler, uluyarak Aktaion'u aramaya başlamışlar. Bu şekilde Kheiron'un mağarasına değin varmışlar. At adam Kheiron’un da hayvanları avutmak için Aktaion'a benzer bir heykel yapıp önlerine diktiği rivayet edilmektedir.

AMAZONLAR
Mitolojiye göre aralarında erkeklerin yaşamalarına izin vermeyen savaşçı kadınlar topluluğu olan Amazonlar, Anadolu’da Karadeniz kıyılarında “Pont” adı verilen bölgede yaşarlarmış. Muhtemelen Farsça, savaşçılar anlamına gelen “hamazan” kelimesinde türetilmiştir. Ünlü tarihçi Herodot, Amazonları erkekleri öldürenler anlamına gelen androktones olarak tanımlamaktadır. İskit dilinde de kendilerine oiorpata denmektedir. Amazonların öne çıkan kraliçeleri arasında Truva Savaşı’nda yer alan Penthesilea ve kardeşi Hippolyta’yı saymak mümkündür.
Dede Korkut eserlerinde adlarından Alp Kızları olarak söz edilen Amazonların, Azerbaycan'da yaşadıkları iddia edilir. Herodot'a göre Sarmatyalılar, Amazonlar ve İskitlerin atalarıdır. Sarmatyalılarda da kadınlar, sık sık erkeklerle birlikte ava çıkar, savaşta yer alırlardı. Ona göre savaşta bir adam öldürmeyen kadın evlenemezdi. Sezar, yaptığı bir konuşmada Senato’ya Semiramis ve Amazonların Önasya’da yaptığı fetihleri anlatır. Ayrıca Pompeius Trogus, Amazonların vatanı olarak Kapadokya'yı göstermektedir. Çeşitli Romalı tarihçilere göre Amazonların yaşadıkları yerler arasında farklılıklar bulunmaktadır: Philostratus'a göre Toros Dağlarında, Ammianus'a göre Tanais'de, Procopius'a göre ise Kafkaslarda yaşamışlardır.
Ünlü tarihçi Herodot; Amazonları, erkekleri öldürenler anlamına gelen androktones olarak tanımlamaktadır. İskit dilinde de kendilerine oiorpata denmektedir. Bazı efsanelere göre Amazonların erkeklerle cinsel ilişkiye girmesi kesinlikle yasaktı ve Amazon bölgesinde erkekler yaşayamazdı. Nesillerini idame ettirebilmek amacıyla yılda bir kez komşuları olan Gargarlarla buluşup birliktelik yaşayan Amazonlar, bu buluşma sonrasında doğurdukları çocuklardan erkek olanlarını ya öldürür ya da babalarına teslim ederlerken, kız olanlarını da eğitime tabi tutup onlara ata binmeyi, silah kullanmayı ve ok atmayı öğretirlermiş. Kızların ok atmalarını daha basitleştirmek amacıyla sağ memelerini yakarlarmış. “Amadzos =memesiz” anlamına gelen Amazon adının da buradan geldiği söylenir. Symnra (İzmir), Sinoppe (Sinop) ve Paphos kentlerinin kurucuları sayılırlar. Zamanla Thermodon Vadisi’nden Yunanistan’a yayılırlar.
Eski çağlarda Lycia'yı işgal eden Amazonlar, Bellerophontes tarafından mağlup edilmişlerdir. Homeros’un İlyada’sında anlatılanlara göre Amazon kraliçesi Penthesilea, Aşil tarafından öldürülür. Amazonların Tuna Nehri üzerinde bulunan Leuke Adasın’a sefer düzenlediği de rivayet edilmektedir. Seferin amacı Aşil'in küllerini elde etmektir.

“Eskiden bağlık bahçelik Phrygia’ya gitmiştim,
atları dörtnal giden bir sürü Phrygialı görmüştüm.
Otreus’un tanrıya benzer Mygdon’un halkı,
ordular yayılmıştı Sakarya’nın kıyılarına,
Amazonlar gelmişti hani, erkek gibi, işte bu gün,
aralarına bir savaş ortağı almışlardı beni.
Gözleri dört dönen Akhalılar kadar kalabalık değillerdi”

( İlyada; III- 185)


“Bellerophontes uydu tanrıların isteğine,
onu bir anda yere serdi.
Çarpıştı sonra ünlü Salymolarla.
Girdiği savaşların en çetiniydi.
Erkek gibi Amazonları öldürdü sonra.”

( İlyada; VI-186)


ANTİGONE

Oidipus adındaki Thebaili kahramanın söylencesinde adından söz edilen Antigone; Oidipus ile İokaste’nin kızı ve Thebai Dönemi kahramanlarından Eteokles ile Polyneikes’in de kız kardeşleridir.
Babası Laios’u bilmeyerek öldürdükten sonra Thebai’ye kral olan  Oidipus’un, annesi olduğunu bilmeden evlendiği İokaste’den iki kız, iki oğlan çocuğu oldu. Babasını öldürüp annesiyle evlendiğini öğrendiği zaman, gözlerine mil çekerek kendisini cezalandırdı. Artık kör bir kraldı. Kör bir kral, çevresindekilerden ziyade çocuklarının oyuncağı olur. Oğluyla evlendiğini öğrenen İokaste de kaderine yönelmiş, kendini asarak yaşamına son vermiştir. 
Oğulları, kör kral Oidipus’a öylesine çok hakaret ederler ki krallığını bırakarak kızı Antigone’yle birlikte Kolonnas’a kaçmak zorunda kalır. İşte Antigone, bundan sonraki yaşamında aynı zamanda babası olan kör kral Oidipus’a rehberlik eden kişidir.
Babası ölünce Thebai'ye dönüp, kız kardeşiyle birlikte, erkek kardeşleri Eteokles ile Polyneikes'in kavgalarına son vermek için çaba gösterdi. Çünkü iki kardeşi arasında büyük bir kavga başlamıştı. Hâlbuki Oidipus, ölümü öncesinde oğullarına ilenecek, birbirlerinin kanına girmelerini dileyecekti. Kör kralın bu ilenişi çok kısa zaman içinde gerçekleşmeye başladı. Birer yıllık süreyle Thebai tahtını paylaşan oğullarından Eteokles, krallığı, süresi gelen Polyneikes’e bırakmak istemedi. Polynekies, Argos’a kaçtı. Argos kralı Kreon’un kızıyla evlenerek kayınbabasının yardımını sağladı. Argos ordusuyla Thebai kentine yürüdü. Savaş, Argosluların bozgunuyla sona ermesine rağmen iki kardeş de birbirlerini öldürdüler. Thebai krallığını eline alan dayıları Kreon, Eteokles’i törenle gömdürdü, yabancı bir orduyu kendi ülkesine saldırttığından ötürü vatan haini saydığı Polyneikes’i de kurtlara kuşlara bıraktı, onu gömmeye yeltenecek olanı da ölümle cezalandıracağını bildirdi.
İki kardeşi de ölünce, kral olan dayıları Kreon'un, Thebai’ye ihanet ettiği gerekçesiyle Polyneikes’in cesedinin gömülmesine izin vermedi. Ancak Antigone, dayısının yasağına karşın kardeşinin cesedini gizlice gömünce Kreon, onu cezalandırarak diri diri mezara kapattı. Zira onun canlı canlı ölmesini istiyordu. Ancak Antigone ile nişanlı olan Kreon'un oğlu, Antigone’a zarar verilmesi durumunda kendisini de öldüreceğini öne sürerek şantaj yaptı. Bu acıya daha fazla dayanamayan Antigone, intihar edince nişanlısı yani Kreon'un oğlu da intihar eder. Oğlunun intihar ettiğini öğrenen Kreon'un eşi de intihar eder.
Katı kurallara karşı çıkmanın sembolü haline gelen Antigone için; “hem fiziksel olarak erkekler karşısında yalnız, hem de erkek aklın karşısında çırılçıplaktır”, derler.

ANTİOPE
Yunan mitolojisine göre Thebai Kralı Nikte’nin kızıdır. Yarı-insan yarı-hayvan görünümlü tanrısal varlıklar olan Satyrler kılığına bürünen Baş tanrı Zeus tarafından iğfal edilince babasının öfkesinden korkarak Sicilya'ya kaçar ve sonradan ikisi de Thebai hükümdarı olacak olan ikizleri Amphion ile Zethos'u dünyaya getirir.
Usta bir müzisyen olan Amphion, lir çalarak büyülediği ağır taşlarla Thebai’nın çevresindeki suru ördü. Zethos, savaşçılığıyla ün saldı ve Thebai’nın adını aldığı Thebe'yle evlendi.
Bu konuma gelene kadar büyük sıkıntılar çeken Antiope; Thebai’nın söylencesel kralı ve amcası olan Lykos ve karısı (Antiope’in de teyzesi) Dirke tarafından hapse atılarak cezalandırılır. Ancak Antiope, amcası Lykos ile teyzesi Dirke’yi öldüren Amphion ile Zethos adlı ikiz oğlu tarafından hapsedildiği yerden çıkarılarak özgürlüğüne kavuşturulur. Ama Şarap ve Sarhoşluk Tanrısı Dionysos; Dirke’yi öldüren Amphion ve Zethos adlı ikizlerden öç almak amacıyla Antiope’yi delilikle cezalandırır.
“Göz alıcı cazibesiyle Antiope
Yüreğine yangın olur düşer Zeus’un
Bulutların üstünde yürürken delice
Şimşek gibi çakan bir düşünce
İndirir Zeus’u tanrılık tahtından
Ayinlerin ağır başlı Sytrosu
Tanrı Zeus’un yüzünde ışıldar
Fırat’ın kenarında hayallere dalan
Güzeller güzeli Antiope irkilir
Hisseder yüreğinde aşkın nefesini
Tatlı bir melodi gibi çağlayan
Fırat’ın kollarına atar kendini
Vücudu sırılsıklam ihtiras kokar
Dayanamaz Zeus ıslak ten heyecanına
Sarılır büyük bir tutkuyla
Tatlı su kokan tenine Antiope’un
Yakamozları göz kırparken Fırat’ın
Ay çekilir bulutların arasına
Yeni gün doğar âşıkların gözlerinde
Zeus’tan hatıra taşıyan Antiope
Bırakır kendini serin suların derinliğine
Zaman Fırat gibi akan bir su
Durdurulamaz bir küheylan gibi azgın
Tanrılığını hatırlayan Zeus
Çekilir sessizce göklere yine
Antiope’nin kederli yüzünde iki ben
İhanet tanrısı Zeus’tan yadigâr
Tanrıçada olsa yine kadın mahkûm
Sadakatsizliğin yarattığı cehennemde
Antiope gözyaşlarıyla doğrulur
Tanrı Zeus’a inat yaşar hem de
Serin nefesinde Fırat’ın
Ölümsüzleşir sonra Zeugma efsanesinde
Gökkuşağını bir gül gibi ellerinde taşıyan
Sikyon Kralı Epopeus’un yüreğinde dirilir

APHRODİTE 
Birbirilerine sevgiyle yaklaşmalarını sağlamak için karşıt cinsteki insanların üzerlerine aşk iksiri saçan, bahar gelende çiçekleri ve ağaçları rengârenk bezeyerek doğayı canlandıran üretken bir tanrıçadır, Aphrodite. O aynı zamanda büyük bir sanatkâr olan topal ve hiç de yakışıklı sayılmayacak kadar çirkin bir görünüme sahip olan Ateş Tanrısı Hephaistos ile evlenmiş. Bu ikiliye ilişkin mit, ikisinin de temsilcisi oldukları sanat ile âşkın kol kola olması gerektiğini vurgulamaktadır. Güzellik, Aphrodite'yle gelirdi. Rüzgârlar, fırtına bulutları onu görünce kaçar, çiçekler toprağı süsler, denizin dalgaları kahkahalar atardı. Onsuz bir sevincin de mutluluğun da düşünülmesi olanaksızdı. Güzel tanrıça Aphrodite’in adı Homeros’un İlyada’da anlattığına göre Truva (Troya) savaşının başlama nedeni olarak anılmaktadır.
Doğumu hakkında iki söylenti vardır. Birincisi; ünlü tarihçi Herodotos’a ve IX. yy.’da yaşayan Yunanlı şair Hesiodos’a göre Kronos hadım edildiğinde denize atılmış olan organından damlayan kan damlalarından doğmuş ve kocaman bir midye içinde Kıbrıs'ta karaya çıkmıştır. İkincisi; İlyada ve Odysseia’nın yazarı Yunanlı epik şairi Homeros’a göre ise Baştanrı Zeus ile Tanrıça Dione’nin kızıdır. Yunan mitolojisinde Aşk, cinsel istekler ve Güzellik Tanrıçası’dır. Doğal yeteneklerinin yanında, herkesin kendini arzulamasını sağlayan büyülü bir kuşağı bulunmaktadır.
Homeros’un kaleme aldığı Odysseia Destanı’na göre Savaş Tanrısı Ares ile sevişen ve Romalılar tarafından Venüs adı verilen Aphrodite, sevgiyi ve sevişmeyi sembolize eden bir tanrıçadır. Khrysee, Anadyomene, Kipris gibi daha birçok adı bulunan Aphrodite, M. Ö. 323-M.Ö. 30 arasını kapsayan Helenistik Dönem’in dışında Rönesans Sanatı’na da konu olmuş ve asırlar boyunca daima hem resim, hem de heykel sanatına işlenmiştir.
Mezopotamya tanrıçası Aştar’dan izler taşıyan geleneksel Aphrodite’ye kutsal kuşlar refakat ederlermiş. Ağacı mersin, hayvanları güvercin, kuğu ve serçedir.
Mitolojiye göre Ateş Tanrısı Hephaistos’un sadakatsiz eşidir. Truva Kralı İhtiyar Priamos’un yakışıklı oğlu Paris tarafından Evlilik Tanrıçası Hera ile Zekâ Tanrıçası Athena arasından en güzel tanrıça olarak seçildi. Bunun üzerine Hera ile Athena’nın, Truvalılara karşı kin duymaya başlamalarına neden oldu. İşte Paris’in bu kararı, Aphrodite’in Truva Savaşı’na neden olmasının yolunu açar. Eros ve Anteros adlarında iki çocuğu bulunan Aphrodite, Anadolu’da da büyük bir saygıya değer görülmüştür. Hatta adına, en ünlüsü Afrodisias (Geyre) olan birçok kent ve Geyre ile Knodos kentlerinde de yaptırılmış tapınaklar bulunmaktadır.

“Zeus’un kızı Aphrodite, Aineias’ın anası,
Sığır çobanı Ankhises’ten doğurmuştu Aineias’ı,
Keskin gözleriyle görmeseydi onu,
Erlerin başbuğu Aineias, oracıkta ölecekti.
Ak kollarını döktü oğlunun iki yanına,
Onu kargılardan korumak istiyordu,
Parlak elbisesinin bol eteği ile örttü,
Çevik atlı bir Argoslu saplar da tuncu göğsüne
Canını alıverir, diye ödü kopuyordu” (İlyada, V/311-317)

APOLLON
Yunan mitolojisine göre Girit Adası’nda Minos Çağı’nda hayvanların kutsal efendisi olarak bilinen “Paean” ya da “Paian”ın neslinden gelmedir. Baş tanrı Zeus ile Titanlar soyundan Leto’nun oğlu ve lekesizliği ve el değmemişliği sembolize eden Av Tanrıçası Artemis’in ikiz kardeşi olarak Delos’ta doğmuştur. Altın bir lir çalar; müziğin tanrısıdır. Gümüş bir yayı en uzağa atan kişidir ve okların tanrısıdır. Tıbbı insanlara o öğretmiştir; iyileştirici tanrıdır. Asla yalan söylemez. Işığın ve gerçeğin tanrısıdır. Apollon, dört atlı arabasıyla her gün göğü bir uçtan öbür uca dolaşırdı. Bunun sonucunda da güneş doğardı. Avrupa’nın kuzey ucunda yaşayan Hyperboreoiler adlı söylencesel halkın ülkesinden dönünce Python adlı canavarı öldürüp Delphoi Tapınağı’nı ele geçirerek buraya yerleşir. Delphoi'de bir nasihatçi olarak tanınır. Yunanistan’ın dört bir yanından insanlar ondan nasihat almak için Delphoi'ye gelirler. Kutsal ağacı defne, hayvanları yunus ve kargadır.
Lapithai Kralı Phlegyas’ın kızı Koronis; Pinios’un kızı Daphne; Okeanos ile Tethys’in kızı Klytia; Kadmos’un kızı Leukothae gibi Nymphe denilen su perilerinin gönlünü çalan Apollon, sonbahar gelince sürekli temiz olan ülkeye yani kuzeye gider, ilkbahar gelince de şarkılar ve törenlerle Eski Yunan’a dönüş yapar. Çok yönlü bir kişiliğin sahibi olan Apollon; Ege uzlaştırmacılığına denk düşer şekilde tanrıların pek çoğunu bünyesinde bir araya getirir. Apollon aktivitelerinin bir kısmı, onun; Güneş Işınları gibi ya hastalığa maruz bırakan, ya da sağaltan okların sahibi olan Güneş tanrısı olduğunun bir ifadesidir.
Heykellerinin ilk yapılanlarında omzunda hep bir kuzu taşır şekilde sembolize edilen ve bir “Lykeus” yani “Kurt öldürücü” olarak bilinen Apollon; hayvan sürülerinin koruyucu tanrısıdır. Fare-tanrı “Sminth”in görünümüne bürünmüş bir örneği olan Apollon; aynı zamanda bir fare yakalayıcısı olan “Smintheus”tur da. Asırlar boyu dünyanın dört bir yanından gelen hazinelerle dolup taşan Delphoi Tapınağı’nın kehânetleriye insanları akın akın çeken bilici rahibesine ilham kaynağı olan da Apollon’dur.
Müzik ve şiiri kendi ölümsüz zevki için yaratan ve lir çalarak “Musagetes” denilen “Musalar Korosu”nun da bizzat yöneteni olan Apollon; aynı zamanda müzik ve şiirin de tanrısıdır. Çocukların kızlı-erkekli art arda koro halinde şarkılar söyleyerek tapınağın etrafında dans etmeleri, Apollon’un çok hoşlandığı şenliklerden biridir.

ARES
Yunan mitolojisine göre silahlı bir savaşçı şeklinde tasvir edilen Ares; Trakya menşeli Savaş Tanrısıdır. Öldürücü ve kana susamış bir tanrıdır, ama çok korkaktır. Baştanrı Zeus ile Evlilik Tanrıçası Hera’nın oğludur. On iki Olymposludan biridir. Barış tanrıçası Athena'nın karşıtıdır. Mitolojide sevgilisi Aphrodite ile olan kaçamakları ile büyük ün kazanmıştır. Aynı zamanda yaşamında bağlandığı tek kadın Aphrodite’dir. Aphrodite’nin kocası Ateş ve Demircilik Tanrısı Hephaistos, Savaş Tanrısı Ares ile karısı Aphrodite’i suçüstü yakalayıp onu o suçüstü haliyle bir ağın içine kapatarak tanrılara göstermesinden ötürü kısa ömürlü olur. Ares’i bir ağın içinde ve suçüstü haliyle gören tanrılar, bir türlü durmak bilmeyen bir gülme krizine tutulurlar.  Başlıca kült merkezleri, Sparta kenti ve Trakya bölgesidir. Kutsal hayvanı akbaba ile köpektir.
Ares’in Roma’daki karşılığı olan Mars; Romalılar tarafından ne kadar çok sevilip değer görmüş ise Yunanlılarda da o denli nefret uyandırmış ve hor görülmüştür. Akıl savaşını sembolize eden tanrıça Athena’ya karşı saldırganlığı simgeleyen, onunla savaşıma girişen kan dökücü Ares; Phobos (dehşet), Enyo (öldürme), Deimos (Korku) ve Eris (Kavga) adlı dört çocuğuyla kavga ederdi. Oğulları Phobos (Dehşet) , Deimos (Korku) ile Harmonia adındaki kızı, sevgilisi Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite’ten doğmadır. KyknosLykaon ve Oinomaos adlı çocukları şiddetten yana ve soyguncu olan Ares’e dair söylencelerin sayısının azlığı onun sevilmediğinin bir ifadesidir. Adının geçtiği her öyküde genelde yenilgiye uğrayan bu kan emici tanrının, zekâsı daima kaba gücüne galip gelen tanrıça Athena’dan nefret etmesi de bundan ileri gelir.
Trakya’daki kışkırtmaları sonucunda karşı karşıya getirdiği Trakyalılarla Amazonlar arasında çıkan savaştan zevk alan oğlu Kyknos, önüne gelen herkesi öldürür (3 nehir, su yerine insan kanı akıtır). Öldürdüğü insanların kafatasları ile babası Ares adına bir piramit inşa eder. Piramit tamamlanmak üzeredir. Zirvede tek bir kafatası için boş yer kalmıştır. Teselya kralının kafasıyla zirveyi tamamlamayı düşünür. Ancak tam o sırada Herakles’in orada geçtiğini görür. Herakles'e meydan okuyunca Herakles tarafından öldürülür. Bu haberi alır almaz savaş arabasına atlayan Ares, kendisini kafatasından tapınakla onurlandıran oğlunun intikamı için Herakles’in üstüne saldırır.
Yunan tanrıları içinde fazla sayıda utanç verici durumlara düşenlerden biri olan Ares, kimsenin sevmediği bir tanrıdır. Çok sık bir şekilde zor durumlara düşürülür. İşlediği bir suçtan ötürü tunçtan yapılma bir küpe 13 ay boyunca hapsedilmesi düşürüldüğü bu zor durumların başında yer alır.
Günün birinde bir ziyafette bir araya Gelo Olymposlu tanrılar, müthiş gürültülerle ayağa fırlarlar. Olymposlu tanrılar arasına alınması kabul görmeyen ve bir ölümlüden doğan dev cüsseli Poseidon'un oğulları Othos ve Ephialtes tanrılara karşı savaş açmışlar. Olympos tanrıları arasına kabul edilmeyi isteyen bu yarı tanrı iki kardeş; gökyüzünü, fırlattıkları dev kayalarla bombalamaya başlamışlardır. Olympos'a kabul edilmelerinin yanı sıra en güzel tanrıçalar olan Athena ve Hera'yı da isterler. Hera, Zeus'un karısıdır. Bundan ötürü çok sinirlenen Zeus, bu işi halletmesi için Ares'i görevlendirir. Ares, Athena'nın alayları arasında savaş arabasına biner. Büyük bir hışımla iki devin üstüne saldırır. Ancak, gafil avlanan Ares, devlerden birinin fırlattığı kayanın kendisine çarpması sonucunda bayılır.  İki dev, Ares'i tunçtan bir küpün içine kapatırlar. Diğer tanrılar Ares’i hiç sevmezler. Buna rağmen iki güçlü tanrıçaya göz koyacak kadar yoldan çıkmış bu iki devin kazanmasını da istemezler. Tunçtan yapılma bir küpün içine kapatılan Ares, tanrıların habercisi Hermes’in uzun aramaları sonucunda 13 ay sonra ölmek üzereyken bulunur. Uzun zaman sonra tekrar güneş ışığını gören Ares, Othos ve Ephialtes'in büyük bir cezaya çarptırıldığını öğrenir. Othos ve Ephialtes, Ölüler Ülkesi’nde yılanlar tarafından bir sütuna bağlanmışlardır. Yılanlar her defasında dayanılmaz acılar veren zehirlerini boşalttıkları ısırıklarla iki devi rahat bırakmazlar. İşkence, bununla da sınırlı değildir. Omuzlarına tüneyen baykuşlar devamlı öterek Othos ve Ephialtes’in beyinlerini tırmalarlar.
Ares'in Truva Savaşı’na karışması, başta tanrıça Hera olmak üzere Olymposlu tanrıları tarafından hoş karşılanmayan bir sonuç doğurmuştur. Ares’in, Truvalıların saflarında Truva Savaşı’na katılıp Yunanlıları öldürmeye başlaması eski bir defterin yeniden açılmasına yol açar. Truva kralının çapkın oğlu Paris, ilk Güzellik Yarışması’nda Hera'nın yerine Aphrodite’i güzel seçmiştir. Bu durum, Truva Savaşı’nın nedenlerinden biridir. Hera, doğrudan savaşa müdahil olmadan önce Zeus'tan onay ister. Karışının savaşa müdahil olmasına onay vermeyen Zeus’tan aynı yarışmanın diğer mağduru Athena'nın savaşa müdahil olmasına onay çıkar. Ares'ten en az Hera kadar nefret eden Athena, savaşçılığıyla ünlü bir kahraman olan Diomedes'e destek vererek Ares'in üzerine saldırmasını sağlar. Ares, görmediği Athena'nın varlığını, elindeki mızrağın anlam veremediği bir şekilde yere düşmesinden sonra anlar. Bu fırsatı değerlendiren Diomedes’in yaraladığı Ares, Truva savaş meydanından çekilmek zorunda kalır.
Baş tanrı tanrısı Zeus'un hiç de hoşlanmadığı Ares’in adı bir destanda şu şekilde geçer: “Bulutları devşiren Zeus yan yan baktı, dedi ki; Böyle ağlayıp durma dizimin dibinde dönek. Olympos'ta oturan tanrılar arasında benim en tiksindiğim tanrısın sen !”
Sonunda Olympos tanrıları Ares'e karşı savaş açarlar, ancak çıkan savaştan Olympos yenik düşer. Ares’in oğlu Phobos’un saldığı dehşet, Zeus'un tamamen Olympos’tan düşmesini sağlıyordu. Ancak tek amacı Olympos'a katılmak olan Ares, Zeus'u eski yerine geçirir. Bunun sonucunda beş tanrı, Ares ve yardımcıları, Olympos'un en büyükleri oldular. Zeus, her ne kadar Ares'i sevmese de onun bağlılık yeminini sürekli devam ettirecektir.
Yunan mitolojisinin en büyüklerinden biri konumunda olan Ares, dünyanın yönetimini tamamen eline geçirmiş, insanlara her türlü korkuyu ve acıyı tattırmıştır. Olympos’a kabul edilmekle amacına ulaşan Ares, Olympos'ta yer alması sonrasında Zeus'la son anlaşmasını yaparak artık hiç bir tanrının dünyaya karışmaması zorunluluğu koyar. Zeus’un, bu koşulu kabul etmemesi durumunda Olympos düşecek ve Ares, dünyanın egemeni olacaktı. Fakat Zeus Ares'in şartını kabul eder ve dünyaya giden kapıların hepsini kapatır.

ARİADNE
Yunan mitolojisine göre Girit kralı Minos ile Pasiphae’nin kızıdır. Girit tanrıçasıdır. Söylenceye göre tanrıların hışmına maruz kalan annesi Pasiphae, beyaz bir boğadan hamile kalarak insan bedenli boğa başlı Minotauros adlı canavarı doğurur. Kocası Kral Minos Minotauros’u, mimar ve heykeltıraş Daidalos’a yaptırdığı Knossos Labirenti’ne kapatır. Kral Minos tarafından haraca bağlanan Yunanlıların, her yıl gönderdiği yedi genç kız ve yedi delikanlı Minotauros’a kurban edilmektedir. Bu geleneğe son vermek isteyen Atina’nın söylencesel Kralı Theseus, boğayı öldürmek üzere Girit’e gider. İnsan bedenli boğa başlı Minotauros adlı canavarı öldürmeye gelen Atina’nın söylencesel Kralı Theseus’a âşık olan Tanrıça Ariadne, Theseuss’a Minotauros’un içine kapatıldığı lâbirentin yolunu kolayca bulabilmesi amacıyla bir yumak ip verir. Bu şekilde kendisine ulaştığı Minotauros’u öldüren Theseus, Ariadne tarafından kendisine verilen ipin yardımıyla yolunu kolayca bulup labirentin dışına çıkar. Labirentin dışına çıkan Theseus, kendisine yardımcı olan Ariadne’yi Naksos Adası’na kaçırır. Ancak Theseus, gecenin birinde Ariadne’nin uykuda olduğu bir sırada onu, orada bırakarak ayrılır, adadan. Ariadne, görür görmez kendisine âşık olan Şarap ve Sarhoşluk Tanrısı Dionysos tarafından Olympos’a götürülür ve orada evlenirler. Dionysos, Ariadne’ye düğün hediyesi olarak da daha sonradan gökte yıldıza dönüşen ve Ateş Tanrısı Hephoistos’a özel olarak yaptırdığı bir taç verir.
Bir başka rivayete göre Ariadne adada Artemis tarafından öldürülmüş.

“Çünkü ünlü topal, kalkana bir de oyun alanı koydu,
Bir zaman Daidalos’un, yaygın Knossos’da,
güzel örgülü Ariadne için yaptığı alana benziyordu.
Orada delikanlılar oynuyordu” (İlyada, XVIII/591)

ARTEMİS
Yunan mitolojisine göre Baştanrı Zeus ile Titanlar soyundan gelme Leto’nun kızı olan Artemis, namusluluğun ve el değmemişliğin sembolüdür. Phoebe olarak da bilinir. Ares'in dostu ve en büyük Yunan tanrıçalarından biridir. Güneş Tıp ve Güzel sanatlar Tanrısı Apollon’un kardeşi olan Artemis’in kendisi de Vahşi Hayvanlar ve Av Tanrıçasıdır. Roma'daki adı Diana’dır. Gençlerin koruyucusudur. Apollo gibi o da gümüş oklarla atış yapar. Erdemin, namusun simgesidir. Çocukların doğumlarını yönetir. İkizi olan Apollon’dan bir gün önce doğmuş ve Apollon’un doğumu sırasında annesine yardım etmiştir. Annesinin çektiği acıyı gören Artemis, evlenmemeye ve bâkire kalmaya ant içmiştir. Delos Adası’nda doğmuştur. Apollon güneşin, Artemis de ayın temsilcisidir. Apollon’a "Phoebos" (parlak, ışıklı) denildiği gibi, Artemis’e de "Phoebe" denilirdi. İkisi de yayla silahlanmış durumda olup ok atarlar. Attıkları oklar, güneş ve ay ışınlarının simgesidir. Kutsal ağacı servidir. Özellikle geyik olmak üzere tüm hayvanlar ona kutsaldır.
Güzel, endamlı, ciddi yüzlü, tanrısal bir bâkire olan ve Saf ışık tanrıçası olarak afifliği simgeleyen Artemis kültünün kanunu olarak -erkek, kadın- tüm duacıları afifliğe, uymak zorundaydı. Ona tapınan ve onun gibi dünya düşkünlüğünün uzağında kalan ve dağlar ile ormanlar arasında yaşayan Hippolyt, afiflikten ötürü yok olduğunda Artemis, yüksek şerefler müjdeleyerek kendisine moral vermiştir.
Avcıları ile birlikte bâkirelik andı içen Artemis, bütün avcıları 13-15 yaşlar arasında ölümsüz olarak sabitlemiştir. Satirler, Artemis ve avcıların hayranıdırlar. Zira Artemis, hem hayvanları hem de doğayı çok sevmektedir. Buna rağmen hiçbir erkek ya da satir, Artemis ve avcılarına yaklaşma cüretini bulamamışlar. Kendine yaklaşmaya kalkışan erkekleri, ya bir çeşit geyiğe ya da tavşana çevirmek suretiyle cezalandıran Artemis, ev ve orman tanrıçasıdır. Artemis, bununla birlikte bakireliğini bir erkeğe verip gebe kalan kadınları oklarıyla öldürmüştür.
Kendisini elde etme hevesine kapılarak sürekli peşinde dolaşan arıcı Aristaios’un Aktaion adlı avcı oğlunu geyiğe dönüştürerek kendi köpeklerine parçalattırır. Kendisine kötülük etmek isteyenleri gözünü hiç kırpmadan öldürmek için yanında hep yay ve ok bulunduran Artemis, her zaman bir dişi geyik ve köpeklerle dolaşır. Dolaştığı zaman yürüyüşüne engel olmasın diye etekleri hep yukarıya doğru kıvrık şekildedir. Özde avcı olan bu geleneksel Yunan tanrıçası, doğrudan Eski Girit mitolojisinde yer alan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar tarafından korunan “Potnia Theron” denilen “Vahşi Hayvanların Efendisi”nden türemedir. Tavri kentinde başında bir hilâl bulunan bir yıldız tanrıçası şeklinde betimlenen Artemis, Efes kentinde başının üstünde bir modius bulunduran vücudunun etek kısmı örtüyle kapatılmış ve çok sayıda memesi bulunan Doğulu bir Ana-Tanrıça şeklinde tasvir edilirdi. Artemis, Yunan dünyasının hemen her yerinde gerek VII. yy’ın başında Delos’ta olmak üzere Ege adalarında ve gerekse Asya’da ya da başta Marsilya ve Siracusa olmak üzere Batı’da tapınım görürdü.

“Doya doya ağlayıp da avutunca gönlünü,
Bu tanrısal kadın yakardı ilkin Artemis’e:
Artemis, ulu tanrıça, Zeus’un kızı, ne olurdu,
Atsaydın göğsüme okunu, alıverseydin canımı şuracıkta,
Ya da kaldırsaydı bir kasırga, alıp götürseydi bulutların ovasından,
Atsaydı ağzına çepeçevre akan Okeanos’un” (Odysseia, XXI /60-61)

ASKLEPİOS
Yunan Mitolojisi'ne göre başlangıçta köstebek-tanrı şeklinde ortaya çıkan Asklepios, Yunan sağlık tanrısı yani tıbbın ve sağlığın tanrısıdır. Apollon ve Koronis'in oğludur. Hygieia, Meditrina, Iaso, Aceso, Aglæa ve Panacea'nın babasıdır.
Yunan söylencelerinde Apollon’un oğlu olarak geçer. Elinde yılanlı bir asası vardır. Teselya Kralı’nın kızı olan Koronis, seviştiği tanrı Apollon’dan hamile kalır. Ancak tanrının çocuğunu karnında taşırken Arkadhia’dan gelen bir yabancıyı da yatağına alır. Bu haber, tanrının kutsal kuşu olan karga tarafından tanrıya ulaştırılır. Apollon bunun üzerine kız kardeşi Artemis'i, Koronis'i cezalandırmakla görevli kılar. Artemis, Koronos’u bir odun yığınının üzerinde diri diri yakmakla cezalandırır. Yaktırdığı ateş öylesine büyüktür ki bu büyüklükten ötürü, o zamanlar köpükler gibi bembeyaz olan karganın tüyleri, o günden sonra is karası rengine dönüştüğü rivayet edilir. Kadın, alevler üzerinde can vermek üzeredir ki; Apollon çocuğunu Koronis’in karnından alır. Çocuğu yetiştirmesi için at adam Kheiron’a verir. Bu olay hekim-tanrının son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir. Asklepios’a hekimlik sanatını öğreten Kheiron, at adamların tamamı gibi doğanın içinde yaşayan ve doğanın sırrına mazhar olan bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre; Kheiron’un açık havada, güneşin altında şifalı otlardan ve sulardan yararlanma yollarını bilmesi de gerçek olarak gün ışığına çıkmaktadır. Böyle büyük bir ustanın yanında hekim olarak yetişen Asklepios, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini özümseyerek büyür. Elindeki yılanlı asasını (ki bu asa da bugün bildiğimiz, tıbbın simgesi olan yılan dolanmış asadır) hiç yanından ayırmayan Asklepios, yorulduğu zamana ondan destek alır. Daha da ileri giden Asklepios, ölüleri bile diriltmeye çalışır. Asklepios’un bu gizi efsanelerde şu şekilde dile getirilir: “Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios’a vermiştir. Gorgo’nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan varmış. Asklepios bu şifalı kanla ölüleri diriltme yoluna gitmiş. Ancak insanların ölümsüz olması düşüncesi, hem baş tanrı Zeus'un iktidarının sarsılmasına hem de aynı zamanda Zeus’un kardeşi olan yeraltı tanrısı Hades'in kızmasına neden olmuş. Bunun üzerine Hades tarafından kışkırtılan Baş tanrı Zeus, başına bir şimşek fırlattığı Asklepios’u öldürür. Rivayet olunur ki öldüğü an Asklepios'un elinde reçete yazılı olan kâğıt, toprağa düşmüş ve yağan yağmurların etkisiyle reçetenin üzerinde bulunan yazılar, toprağa karışmış. Oradan da her derde deva sarımsak bitmiş (aynı hikâye, Lokman Hekim için de anlatılır). Apollon da, Zeus’a yıldırımları armağan eden Keyklopsları öldürerek, oğlunun intikamını almış.”
Asklepios’un ölümü sonrasında hekimlik sanatı; adı Yunancada sağlık anlamına gelen kızı Hygieia ve oğulları tarafından Asklepiades adında bir lonca düzeni içinde devam ettirilmiş ve Atina'da, Bergama'da, İzmir'de Asklepios adına tapınaklar kurdurulmuştur. Bergama'da asclepion adıyla bilinen sağlık sitesi, antik Yunan dünyasında mevcut olan üç büyük sağlık sitesinden biri olarak kabul edilir.
Bir başka söylencede anlatılanlara göre Asklepios, sürekli elindeki yılanlı asasıyla dolaşırmış. Bu asa, Asklepios hastalarına gittiği zaman kendisine destek olur ve asasına yaslanan hekim, ondan aldığı güçle yorulmadan hastadan hastaya koşarak şifa dağıtırmış. Yılanlı asası hekimliğin simgesi ve tıbbın sembolü olan Asklepios'un simgeleri arasında çam kozalakları, defne dalları, keçi ve köpek de bulunmaktadır.
Yunan tanrıları içinde ününü en uzun zaman devam ettiren tanrılardan biri olan Asklepios, ortaçağa kadar karşımıza çıkar. Hekimler, kurdukları Asklepiades adındaki bir loncada bir araya toplanırlar. Kos (İstanköy) Adası’nda yaşayan Hippokrat da bu geleneğe uyanlardan biridir.

ATHENA
Yunan Zekâ Tanrıçası’dır. Roma’nın Minervası ile eş değerdedir. Bir adı da Palas olan Athena, Eski Yunan’ın en büyük tanrıçalarından biridir. Baştanrı Zeus ile adı, Yunancada “Akıl ve düşünme yetisi” anlamına gelen Metis’in kızıdır. Yılan ve baykuşla sembolize edilen avcı bir tanrıçadır. Metis’ten doğacak çocuğun kendisinden daha akıllı, daha güçlü ve tanrılara hâkim olacağı şüphesi taşıyan Baştanrı Zeus, yıldırımlarıyla çarparak yaşamına son verdiği Metis’in karnında bulunan ve kendi dölü olan Athena’yı alarak kendi bedenine aktarır. Sonunda zamanı gelince de silahlarını kuşanmış bir şekilde babası Baştanrı Zeus’un kafasından doğan Athena; babasıyla akıl ve tefekküre dayalı hâkimiyetini bölüşür. Hem babası olan Baştanrı Zeus’un sevgili kızı, hem Savaş ve Barış Tanrıçasıdır. Savaşta acımasız ve cesurdur ancak sadece şehri düşmanlardan korumak için savaşır. Kentin, el sanatlarının, tarımın ve zekânın tanrıçasıdır. Yuları icat edip, insanların atı evcilleştirmesini sağlamıştır. Trompet, flüt, çömlek, tırmık, saban, gemi ve savaşta kullanılan at arabası onun gerçekleştirdiği icatlar arasında bulunmaktadır. Bilgelik, akıl ve saflık tanrıçasıdır. Zeus'un en sevdiği çocuğu olmasından ötürü, şimşekleri dâhil, babasının silahlarının tamamını kullanmaya izni vardır. Kutsal şehri Atina, ağacı zeytin, hayvanı da baykuştur.
Olymposlular arasında önemli bir konuma sahip olan Athena; başında tolga, elinde mızrak ve kalkan bulunduran mavi gözlü bir kız oğlan kızdır ve kızlığını da büyük bir kıskançlıkla korumaktadır.
Aklın ve zekânın gücünün sembolüdür. Atina’nın yanı sıra daha başka birçok kentin koruyucu tanrıçasıdır. Öldürdüğü kadın bedenli yılan saçlı, kanatlı, Gorgon adındaki canavarın kafasıyla kalkanını süsleyen Athena; bir söylenceye göre Palas adındaki devin, bir başka söylenceye göre de Amaltheia adındaki keçinin derisinden bir zırh yapmıştır, kendine. Koruyucusu olduğu kentlerde elinde mızrak, başında miğferle gösterilen mucizevî tılsımlı-heykelleri dikilen tanrıça Athena’da sitenin ruhu ve koruma garantisi bulunmaktadır. Aynı zamanda barışçı bir tanrıça olan Athena, Atina’ya kendi sembollerinden biri olan zeytin ağacını vermiştir. Yeni kurulacak olan Atina kentine bağış yapmada kentin akropolü üzerinde büyük bir tuz gölü oluşturan Denizler Tanrısı Poseidon’la yarışan Athena, kentte büyük bir zeytin ağacı yaratır. Bu konuda görevli olan yargıç tanrılar, zeytin ağacının kent için daha yararlı olacağına karar verince Athena, Atina kentinin tanrıçası olma hakkını kazanır. Palas Athena adıyla anılan tanrıçanın inancı, M. Ö. 2000’in başlarında M. Ö. V.yy. başına değin süren Klasik Çağ’da Atina’da doruk noktasına ulaşır. Çömlekçi ve marangoz gönyelerinin de, maharetiyle ün salan Tanrıça Athena tarafından icad edildiği söylenir. “Zanaatçı kadın” anlamına gelen Athena Ergane, bütün Attike’nin en mahir nakışçısıydı. Her yıl Panathenaia Şenlikleri’nin düzenlendiği Atina’da, maden sanatlarını koruyan ve kadınların işlerini gözeten Athena için yaptırılan tapınakların en önemlisi Parthenon Tapınağı’dır. Tanrıça Athena, bu tapınakta Bakire Tanrıça anlamına gelen Athena Parthenos adıyla anılır. Apteros Zafer Tapınağı da, adı “zafer” anlamına gelen Athena Nike’ye ayrılmıştır.

Gök gözlü Athena yaklaştı ona, dedi ki;
“Kurnaz Odysseus, Zeus’tan doğma Laertesoğlu,
Çok kürekli gemilerimize sığınıp da
Böyle mi kaçacaksınız sevgili baba toprağına?
Bir şanlı zafer belirtisi diye mi bırakacaksınız,
Priamos’la Troyalılara Argoslu Helene’yi?
Birçok Akhalar bu Troya’da,
Baba toprağından, sevgili yurtlarından uzakta
O Helene uğruna ölmediler miydi?
Hadi git, karış tunç zırhlı Akhaların arasına,
Yumuşak konuş, yola getir her adamı,
Kıvrık burunlu gemileri denize sürmesinler.” (İlyada, II/166)

ATLAS
Yunan mitolojisine göre Klymene adındaki deniz perisi ile İopetros adındaki Titanlının 13 çocuğundan biri ve en güçlü olanıdır. Bu mitolojik dayanakla tıpta kafatasını taşıyan ilk omura da atlas adı verilmiştir. Şarap ve Sarhoşluk Tanrısı Dionysos’a sütanneliği yapan Hyadesler ile sayıları yedi olan Peliadlar adlı kızların babalarıdır. Atlas; Titanlarla Olymposlular arasında meydana gelen savaşta Titanlıların tarafını tuttuğu için Baştanrı Zeus tarafından gökyüzünü sırtında taşımakla cezalandırılır. Başları yılanlarla çevrilmiş olan üç kızkardeşin Medusa adlı en tehlikeli olanını görünce taşlaşan Atlas’ın dağa dönüştüğüne inanılırdı.
Eski bir söylencede Herakles ile aralarında geçen bir olay şöyle dile getirilir: Atlas’ın koca tanrı Zeus ile savaşmak istemesi, Kral-tanrı Zeus’u, son derece kızmıştır. Kocatanrı, bunun üzerine Atlas’ı büyük bir cezaya çarptırır. Bu ceza, Atlas’ın sonsuza kadar Dünya'yı sırtında taşıma cezasıydı. Uzun bir süre bu cezayı çektiği için yorulup bu yorucu görevden kurtulmak isteyen Atlas, son derece sinsi bir plan yapar. Bir bahçede, bir ejderha tarafından korunan üç altın elmayı ele geçirmek isteyen Herakles, Atlas’tan yardım talebinde bulunur. Atlas, Herakles’e kendisi dönünceye kadar Dünya'yı sırtında taşırsa karşılığında elmaları kendisine getireceğini söyler. Kurduğu sinsi planla dünyayı Herakles’e yüklemeyi başaran Atlas, elmaları alır, getirir. Herakles’e: “Sen dünyayı sırtında taşımaya devam et, der. Herakles, Atlas’ın bu önerisini kabul eder. Ancak sırtına bir omuzluk yerleştirene kadar birkaç dakika Atlas'ın tutmasını ister.  Herakles’in bu sözüne kanan Atlas, Dünya'yı sırtına alır. Atlas, dünyayı sırtına alınca Herakles oradan kaçar. Atlas kandırıldığını anlar, ama iş işten geçmiştir. Kimi söylencelere göre gökgürültüsü Atlas'ın Herakles'e haykırışından başka bir şey değildir.
Titanların Olymposlulara karşı isyan etmesi sonrasında Baş tanrı Zeus tarafından gökyüzünü taşıma cezasına çarptırılan Atlas, genellikle küre biçimli bir şey taşırken tasvir edilir. Flaman Mercator’un toplu halde yayınlanan haritalarının kapağında kullanılan betimleme, bu tasvirlerin en mükemmelidir. Daha yakından bakıldığı zaman bu kürenin, aslında dünya değil, gökkubbe olduğunu rahatça görmek mümkündür. Bununla birlikte Mercator kitabının adını, Titan’dan değil, ilk kez “göksel” küreyi (“yerküre”nin aksine) ürettiği kabul edilen (dağlara da adını vermiş olan) efsanevi filozof, Moritanya Kralı Atlas’tan almıştır.

ATREUS
Yunan mitolojisine göre lânetli soyun atası olan Pelops ile Hippodameia’nın oğludur. Thyestes ile Nikippe’nin kardeşidir. Kleola ile evliliğinden Pleisthenes doğar. Bir zaman sonra, dul kalan gelini Aerope ile evlenir. Bu ikinci evliliğinden Agamemnon ile Menelaos adlı iki oğlu ve Anaksibia adında bir kızı olur.
Annelerinin kışkırtması sonucunda Atreus; kendi karısı olan Aerope’yi baştan çıkaran Thyestes adlı kardeşiyle birlikte Nymphe (Su perisi)’den doğan Khrysippos adındaki üvey erkek kardeşini öldürür. Bunun üzerine babaları Pelops tarafından lânetlenerek ülke dışına sürülürler. İki kardeş Mykenai kralına sığınırlar. Hiç çocuğu olmayan kral ölünce Mykenaililer, bu iki kardeşten birini ülkelerine kral seçeceklerini söylerler. Bunun üzerine iki kardeş arasında zorlu bir çatışma gündeme gelir. Thyestes, kardeşi Atreus’un sürüsünün içinde bulunan altın postlu koçu çaldıktan sonra kimin kral olacağı konusunda tartışan Mykenaililere; altın post kimde ise onun kral seçilmesini önerir. Öneri kabul edilir ve neticede altın postun kendisinde olduğunu kanıtlayan Thyestes, Mykenaililer tarafından kral seçilir.
Bunun üzerine Baştanrı Zeus’un aracılığıyla fikir danışmak üzere düşünde buluştuğu Çoban Tanrısı Hermes’in kendisine söyledikleri doğrultusunda hareket eden Atreus, Mykenaililer’e: “Eğer güneşin yönünü değiştirirsem Thyestes’in yerine beni kral seçin” önerisinde bulunur. Thyestes tarafından kabul gören bu öneri, hemen o akşam gerçekleşip Güneş, Batı yerine Doğu’dan batınca Atreus kral seçilir ve kardeşi Thyestes’i hemen ülkeden kovar.
Bir zaman sonra karısı Aerope ile kardeşi Thyestes arasındaki ilişkiden haberdar olan Atreus, barışmış gibi davranarak bir süre önce ülkeden kovduğu kardeşi Thyestes’i, Mykenai’ye geri çağırır. Atreus, kendisinin çağrısı üzerine Mykenai’ye gelen kardeşi Thyestes’e; öldürtüp pişirdiği Theyestes ile ölümlü su perileri olan Naiadeslerden doğma üç kız çocuğun etlerini yedirir. Karşısında kızlarının kesik başlarını görerek çılgına dönen Thysestes’in dehşet verici lânetleri üzerine güneş, doğuşunu tamamlamadan geri döner. Bunun üzerine Sikyon’a sığınan Thyestes, daha önce birlikte olduğu öz kızı Pelopeia’dan doğma oğlu Aigisthos ile Pelopeia’yı kardeşi Atreus’un sarayına gönderir. Atreus, kim olduğunu bilmeden kendi öz yeğeni olan Pelopeia ile evlenirken, Aigisthos’a da Thyestes’i öldürme görevini verir. Ancak öldürmekle görevlendirildiği Thyestes’in kendi öz babası olduğunu öğrenen Aigisthos; babasının yerine amcası Atreus’u öldürür.

BELLEROPHONTES
Yunan mitolojisine göre Denizler Tanrısı Poseidon ile ölümlü olan Glaukos adlı kadının birlikte olmaları neticesinde doğan Bellerophontes, Korinthoslu bir söylence kahramanıdır. Bir kaza neticesinde kardeşinin ölümüne neden olunca ülkesini terk etmek zorunda kalır. Ülkesinden kovulunca Argos kralı Proitos’un sarayına sığınır. Proitos’un karısı Likya ülkesinin kralının kızı olan Anteia (Sthenaboia) delicesine âşık olur Bellerophontes’e. Ancak Bellerophontes, kendisine âşık olan Anteia’nın âşkına karşılık vermez. Bunun üzerine Anteia, onu, kendisine sarkıntılık edip yoldan çıkarmaya çalıştığı yalanıyla kocası Proitos’a şikâyet eder. Kral, karısının bu şikâyeti üzerine içinde ölüm fermanı bulunan kapalı bir tableti verdiği Bellerophontes’i aynı zamanda Lykia kralı olan kayınpederi İobates’e gönderir. Lykia Kralı, damadı tarafından gönderilen konuğu, günlerce ağırlamış. Bir zaman sonra damadından gelen mektubu açmış. Mektupta olayı anlatan damadı, gencin öldürülmesi gerektiğini yazıyormuş. Evine gelen konuğu öldürmeyi kendisine yakıştıramayan Likya Kralı, sonunda kendince bir çözüm yolu bulmuş
Ülkesini sürekli tehdit eden Khimaira adında bir canavar varmış. Likya kralı, Bellerophontes’e ağzından alevler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu bu canavarı öldürme görevini verir. Her şeyden bihaber olan Bellerophontes, kendisine hürmette kusur etmeyen kralın bu isteğini kabul eder. 
 Bu işi nasıl başaracağını danıştığı kâhinler, Bellerophontes’e tapınağa gidip orada bir gece geçirmesini ve tanrılara adak adamasını tavsiye ederler.
Kâhinlerin tavsiyesine uyarak tapınakta bir gece uyuyan Bellerophontes’in güzelliğine dayanamayan tanrıçalar, ona Pegasus’un gemini verirler. Pegasus uçan bir atmış, bakanı taşa çeviren yılanbaşlı Medusa’nın kesilen başının kanlarından dünyaya gelmiş. Tanrıçalar tarafından sanat perilerine armağan edilen Pegasus, sadece bu perileri ve sanatçıları bindirirmiş sırtına.
Tanrıçalar tarafından kendisine verilen gem ile Pegasus’u aramaya başlayan Bellerophontes, günler sonra onu bir pınarın başında bulur. Elindeki gemi başına geçirdiği Pegasus’un sırtına binip göklerde dolaşmaya başlar.
Khimaira ile savaşmak için Pegasus’la göklerden aşağı inen Bellerophontes’in Khimaira ile savaşı, günler boyu devam etmiş. Bellerophontes tarafından atılan okların kurşun uçları, canavarın ağzından saçan alevlerle eriyerek boğazını tıkaması sonucunda canavar ölür. Böylece Lykia bölgesi, Bellerophontes’in sayesinde bu azılı canavardan kurtulmuş.
Lykia kralı, bu görevi başarıyla yerine getiren Bellerophontes’e bu kez de Amazonlarla savaşma görevini verir. Bu işi de başarılı bir şekilde yerine getiren Bellerophontes, bunun yanı sıra kendisine verilen başarılması çok zor pek çok işi de başarıyla yerine getirir. Lykia kralı, bu süre içinde suçsuzluğu anlaşılan Bellerophontes’e küçük kızını vererek kendisine damat yapar.
Kazandığı başarılardan ötürü zafer sarhoşu olan Bellerophontes, bir müddet sonra Olympos tanrılarını küçümsemeye başlar. Buna kızan Baş tanrı Zeus, bir at sineği göndererek Bellerophontes’in Pegasus adlı atını sokmasını sağlamış. Canı yanınca şahlanan Pegasus, sırtındaki Bellerophontes’i göklerden aşağı atar. Yere düşen Bellerophontes hem kör, hem de topal olur ve bir süre sonra yaşamını yitirir.

“Bellerophontes doğdu ondan sonra,
Glaukos’un kusursuz oğlu.
Erkeklik, güzellik bağışladı tanrılar ona.
Ama Proitos geçirdi gönlünden kötü şeyler,
Kendisi ondan çok daha güçlüydü,
Sürdü onu Argoslular arasından;
Zeus almıştı Bellerophontes’i Proitos’un eli altına.”
(İlyada, IV, 155)

BRİSEİS
Yunan mitolojisine göre asıl adı Hippodameia olan Briseis, Lyrnesos kentindeki Güneş Tıp ve Güzel Sanatlar Tanrısı Apollon’un tapınağında rahip olarak çalışan Brises’in güzelliğiyle ün yapmış kızı, Truvalı Lyrnessos’un da karısıdır. M.Ö. VIII. yy.’da yaşayan Yunanlı epik şair Homeros tarafından kaleme alınan İlyada Destanı’nda anlatılanlara göre Truva Savaşı sırasında Akhilleus tarafından ele geçirildikten sonra yağmalanıp yok edilen Lyrnessos kentinin kralı olan Lyrnessos da öldürülür. Kral Lyrnessos’u öldüren Akhilleus, Apollon Tapınağı’nın rahibi olan Brises’in güzelliğiyle ün salmış kızı ve kral Lyrenessos’un karısı Briseis’i köle olarak alır. Ancak sonradan Briseis’i Truva Savaşı’nda Yunan ordularının Başkomutanlığı’nı yapan Agamemnon’a vermek zorunda kalır. Agamemnon, bu olay üzerine savaşı bırakıp çadırına çekilen Akhilleus’un yakın arkadaşı ve Lokrisli kahraman Patrokles’in öldürülmesinin ardından Briseis’i, tekrar savaşmaya ikna ettiği Akhilleus’a geri verir. Bu olay, İlyada Destanı’nda yer almaktadır.

CERBERUS (KERBEROS)
Yunan mitolojisine göre Typhon ile yarı-kadın, yarı-yılan bedenli Ekhidna’nın oğludur. Hades’in egemen olduğu Ölüler Ülkesi’nin bekçiliğini yapan ve kimi efsanelere göre üç, kimilerine göre elli ya da yüz başlı bir köpektir. Kuyruğu yılan kuyruğu biçimli olan Kerberos’un sırtında kara kara yılanlar dikilmiş durumdadır. Bu ürküntü verici durumu ve Hades (Ölüler Ülkesi)’in giriş kapısında zincirlerle bağlı bulunduğu yerden havlamasıyla ölülerin ruhlarına korku salar. Isırıkları zehirlidir. Ölüler, cehennem kayıkçısı Kharon’a taşıma ücreti olarak verecekleri Obolos (Madeni para)’un yanı sıra mezarlarına konulan ballı böreklerle Kerberos’u sakinleştirmeye çalışırlar. Mitolojik ozan Orpheus, onu lir çalıp büyüleyerek sakinleştirirken; M. Ö. 70- M. Ö. 19 arasında yaşayan Latin şair Publius Maro Vergilius tarafından kaleme alınan geniş kapsamlı ulusal destan olan Aeneias Destanı’nda anlatıldığına göre Aineias’ı yeraltına götüren Sbylla, Kerberos’u uyuşturucu bir yiyecekle sakinleştirir.
Üç başlı cehennem köpeği Kerberos, yeraltına gelenleri kuyruğunu sallayarak, okşayarak içeri alır, ama çıkmak isteyenler için de üç ağzını birden açarak, sipsivri ve kapkara dişlerini göstererek tehdit edip, yukarı çıkmasını önler. Hesiodos'a göre, Kerberos'un üç değil tam elli tane başı varmış.
Kerberos'u yeryüzüne çıkarmak Herakles'in on ikinci görevi olmuştur. Bundan ötürü Kerberos’a boyun eğdiren tek kişi Herakles’tir. Onu zincire vurduktan sonra Trezene’ye götüren Herakles, daha sonra tanrıların isteği ile onu yerine götürmüştür.

DAPHNE (DEFNE)
Yunan mitolojisine göre bir nymphe (Su Perisi) olan Daphne,  Peneus’un kızıdır. Peşinden koşturan Güneş, Tıp ve Güzel Sanatlar Tanrısı Apollon’dan kurtulabilmek amacıyla defne ağacına dönüşür.
Av Tanrıçası bâkire Artemis’in hizmetinde çalışan vahşi bir bâkire olan Daphne hakkında iki söylence bulunmaktadır. Birinci söylence şöyledir: Babası, kendisinden torunlar istedikçe, babasına yalvaran Daphne: “Zeus, kızı Artemis’e nasıl sonsuz bakirelik bağışladıysa, sende benden bu lütfû esirgeme babacığım” dermiş. Sonra da ibadete başlarmış. Âmâ onun yıldızlar gibi parlayan ışıl ışıl gözlerine, dolgun dudaklarına, narin ellerine vurulan Apollon’un içi, Daphne’ye sahip olma arzusuyla yanıp tutuşurmuş. 
Apollon’un arzu dolu bakışlarının farkına varan Daphne, kaçıp uzaklaşmak istemiş. Onun kendisinden uzaklaştığını gören Apollon arkasından yalvararak: ”Dur, güzel peri kaçma benden. Beni, senin ardında dolaşmaya zorunlu kılan senin âşkındır. Koşma ki düşüp narin ellerin berelenmesin, yoksa acına dayanamam ben. Senin ardına düşen kişi, ne bir dağlı, ne de bir sığır çobanıdır. Delphoi toprağının, Klaros’un, Tenedos’un, Patara’daki kral sarayının efendisi olarak bilinirim ben. Babam, tanrıların tanrısı Zeus’tur benim. Geçmiş zamanlarda olanlardan ve gelecek zamanlarda olacaklardan ancak benim sayemden haberdar olunur. Sıradan biri değilim ben.” dermiş.
Apollon hem böyle yalvarır hem de koşarmış kızın ardından. O, kızın ardından gittikçe kız daha da hızlanırmış. Hızlandıkça nefes nefese kalırmış. Neredeyse gücü tükenmek üzere olan Daphne, güçlü tanrının nefesini ensesinde hissediyormuş. O zaman; “Eğer sen bir tanrıysan, tanrısal gücün varsa benim yardımıma gel sevgili babacığım! Bana acı veren bu güzelliğimi benden alarak şeklimi değiştir, benim” diyerek yalvarmış babası ırmak tanrı Peneus’a.
Yalvarıda bulunur bulunmaz bir uyuşma belirir narin bedeninde. Kolları soğumaya, bacakları toprağın içine kök salmaya, yumuşacık göğsü ince bir kabukla örtülmeye ve uzun saçları yapraklarla bezenmeye başlamış, Daphne’nin. Yüzü görünmez olmuş, yaprak yığınları arasında. Ama buna rağmen güzelliğinin parıltısından hiçbir şey yitirmemiş.
Ardından koşturan güçlü tanrı Apollon, böyle de sevmiş onu. Okşamış narin dallarını, dokunmuş yapraklarına, onu incitmekten korkarak. Taze kabukların arasında yüreğinin attığını duymaktaymış hâlâ. Öpücüklere boğmak istemiş, Daphne’nin ağaca dönüşen narin bedenini. Ama dallar adeta kaçar gibiymiş onun dudaklarının dokunuşundan.
“Karım olamadın ama bundan böyle ağacım olacaksın, benim. Taç gibi taşıyacağım seni başımın üstünde, lirimin süsü, okumun kılıfı sen olacaksın bundan sonra. Zafer kazanmışların tacı, sen olacaksın. Nasıl ki genç kızlık saçlarına makas zarar vermemişse, yemyeşil yapraklarını kış da dökemeyecektir, senin. Her mevsimde güzelliğinin süsü olacaktır yaprakların. Adın Defne olacaktır, bundan sonra.” demiş tanrıların tanrısı Koca Zeus’un oğlu. 
Hakkındaki ikinci söylence, bir Lakonia söylencesidir. Buna göre Eleia Kralı’nın Leukippos adlı oğlunun âşık olduğu Daphne, Av Tanrıçası Artemis’in hizmetinde çalışan vahşi bir bâkiredir. Leukippos adlı delikanlı, ona yakın olabilmek amacıyla kadın kılığına girerek arkadaşlarının arasına karışır. Ama yıkanmak için giysilerini çıkarmamakta direnen Leukippos, kimliği ortaya çıkınca kızlar tarafından öldürülmekten son anda kurtulur.

DEUKALİON
Yunan mitolojisine göre Baş tanrı Zeus’un, insan neslini ortadan kaldırmak amacıyla evreni sular altında bıraktığı zaman insanoğluna verdiği bu cezaya dâhil edilemeyecek kadar dürüst oldukları için bu cezanın dışında tuttuğu iki kişi vardır. Bunlar; Olymposlular öncesi tanrılar grubu olan Titanlardan biri olan Prometheus’un oğlu Deukalion ile karısı Pyrrha’dır. Bu dürüst karı-koca, yaptıkları bir gemiyle dokuz gün suların üzerinde dolaşırlar. Dokuz günlük bu dolaşmanın ardından kıta Yunanistan’ındaki Tesalya’da bulunan Parnas Dağı’nda karaya çıkarlar. Karaya çıkan Deukalion-Pyrrha ikilisi, dünyayı tekrar insana kavuşturmak amacıyla karaya çıktıkları yerdeki toprağa erkek ve kadına dönüşen taşlar ekerler. Bu taşlardan meydana gelen insanoğlu, yeniden üreyerek dünyayı doldurmaya başlar. Sonunda Deukalion-Pyrrha ikilisi, Yunan ırkının atası olarak kabul görürler.
Çağcıl açıklamalar, tufan söylencesiyle birlikte varlıkları gerçek olan bu taşların mevcudiyetini bazen bir yanardağ ifrazatıyla, bazen de Tesalya’da dağınık bir şekilde bulunan Yenitaş Çağı’na ait fazla sayıdaki dikili taşla ilişkilendirmektedir.

DİONE
Hesiodos’un, Thegonia adlı yapıtında (Theog. 253) Okeanos ile Tethys'ten doğma üç bin Okeanos kızı arasında saydığı Dione; Homeros’un destanlarında Aphrodite'nin anası olarak gösterilir. Bunun yanı sıra kimilerinin Okeanos'un kızı Doris'le Nereus'un kızları olarak gösterdiği Dione; kimileri tarafından da Titanlı Atlas’ın kızı ve yeraltında sonsuz cezaya çarptırılmış Tantalos’un karısı olarak gösterilmektedir. Zeus’un sevgilisi, Aphrodite ve Niobe'nin annesidir. Rhea, Themis ve Leto ile bir tutulurdu.
Mitolojik Lydia kralı Tantalos ile evli olan Dione, Tantalos’tan lânetlenmiş sülâlenin atası olan Pelops ile anaerkil toplumun bir yansısı olan Niobe’yi doğurur.
Güzellik tanrıçası Aphrodite, oğlu Aineias'ı korumak için savaşa karışıp da Diomedes'in kargısıyla yaralanınca, Dione onu tam bir ana şefkatiyle sarar, öğütler verir, yarasını iyi eder ( İ l . V, 370 vd.):
Aphrodite, anası Dione'nin kapandı dizlerine.
Dione kollarıyla sardı kızını, okşadı diller döktü:
"Hangi tanrı kıydı sana, yavrucuğum, göz göre göre bir kötülük mü işledin ki?" Karşılık verdi cilveli Aphrodite, dedi ki:
"Tydeus oğlu, taşkın canlı Diomedes vurdu beni, sevgili oğlumu, Aineias'ı çekiyordum savaştan; tekmil insanlar arasında onu severim en çok.
Kavga Troyalılarla Akhalar arasında değil artık,
Danaolar başladı ölümsüzlerle çarpışmaya".
Karşılık verdi yüce tanrıça Dione, dedi ki: "Aldırma kızım, sık dişini, bağrına taş bas. Biz Olympos'ta saray kurmuş tanrılar çok çektik insanlardan, epey de çektirdik birbirimize... Diomedes'i de gök gözlü Athena saldı senin üstüne.
Ama şunu bilmiyor Tydeus'un o çılgın oğlu: Ölümsüzlerle savaşan insan çok yaşamaz". Böyle dedi, sildi iki eliyle Aphrodite'nin bileğindeki özü, yara iyi oldu, ağır acılar dindi.

DİONYSOS
Yunan mitolojisine göre Yunanlıların Şarap ve Bağcılar Tanrısı ile kimliği hakkında bilgi bulunmayan bir Trakya Tanrısı’nın kaynaşması neticesinde ortaya çıktığı zannedilen Dionysos, Eski Yunan’ın Şarap ve Sarhoşluk Tanrısı’dır. Her ne kadar kimi mitolojik öykülerde kesin geç gelen yabancı tanrı olduğu söyleniyor olsa da bunun göreceli olduğu kanısı yaygındır. Zira tıpkı kendi gibi rutubetli bir ortamın tanrısı olan ve M. Ö. 1700- M. Ö. 1200 yılları arasını kapsayan Mykenai Dönemi’nde tapınım gören Denizler Tanrısı Poseidon ile irtibatı olan Dionysos’un adının; M. Ö. XV. yy.’da Eski Yunan’da liman kenti olan Pylos (Navarin)’a geçtiği bilinmektedir. Medeniyetin destekçisi ve barış âşığıdır. Helen pantheonuna aykırı düşen bir tanrıdır. Bütün efsaneleri tepki ve direnç örgesi üstüne kuruludur. Sembolü olan asma ağacı gibi ölüp yeniden doğan Dionysos, haz ve acı arasındaki iki uçta gidip gelmesinden ötürü psikiyatride manik depresif duygu durumunu temsilcisi olarak kabul görür.
Daha önce Trakya Tanrısı olarak ormanlık alanların zirvelerinde oturup kehanetle iştigal eden, tarımı koruyup ona destek veren, dinsel ayinleri alkolün yaratmış olduğu esrikliğe dayalı bir inancı idare eden geleneksel Dionysos’un ana hatları, Trakya’nın izlerini taşımaktadır. Bir söylenceye göre çıplak vücutlarını “nebris” adı verilen ceylan derileriyle örterek Dionysos-Bakkhos dinî ayinlerini kutlayan kadınlar olan Bakkhalar, esrarengiz eğlencelerle gece vakti dağlarda, Boitialilarca Yunanistan’da benimsenen Dionysos’a yakıştırılan bir söylenceye göre; Dionysos Baş tanrı Zeus ile Baş tanrı Zeus’u tüm heybetiyle görmek istediği için onun yıldırımlarıyla çarpılıp yanan Trakya menşeli yeraltı tanrıçası Semele’nin oğludur. Ancak Semele, henüz doğum yapmadan Baştanrı Zeus’un yıldırımlarıyla çarpılıp öldürülünce Baştanrı Zeus, Dionysos’u birkaç aylığına uyluğunda saklı tutar. Daha sonra doğunca Nymphe denilen su perileri tarafından yetiştirilen Dionysos, kapıldığı bir çılgınlıkla gittiği yerlere bağcılığı da götürerek dünyayı dolaşır. Başarıyla neticelenen bir gezi sonrasında panterler tarafından çekilen bir arabanın üzerinde Hindistan’a girdiği rivayet edilir. Dionysos, Bacchus adıyla anıldığı Roma’da, İtalya Tanrısı Liber Pater ile özdeş tutulur.
İnsan eli değmemiş haşin doğayı ve topraktan fışkıran bolluğu sembolize eden ve tapınaklarda yer alan taştan yapılma masaların çevresinde bulunan sembolik sütunlara sarılan sarmaşık ile çamın simgelediği Dionysos, Bitki Örtüsü Tanrısı’dır. Kimi zaman teke (erkek keçi) ya da boğayla özdeş tutulması onun bir üreme tanrısı olarak da görüldüğünün bir ifadesidir. Neticede yeraltı tanrıları arasında sayılan Dionysos’un Nysaios, Bromios, Bakkhos, Sabadzios, Evios, Lyaios,  Dithyrambos ve Zagreus gibi takma adlarının bulunması, onun, tanrısal kimliğinin birbirinden farklı birçok öğeden oluştuğunun kanıtıdır. Eski Yunanlı Doğa-Tanrı Pan; Anadolu’nun eski Doğa Tanrısı Praipos; doğayı simgeleyen yar-insan, yarı–hayvan görünümlü tanrısal yaratıklar olan Satyrler ve onların yaşlıları olan Silenoslar ile kendisinin dinsel törenlerinin kadın kutlayıcıları olan Bakhaların bulunduğu şen bir alayın önünde sembolize edilen Dionysos’un kendisine inananların, kendisiyle kaynaşması olarak kabul gören ayinleri; ilk kez esriklik ve kendinden geçme hallerinden ortaya çıkmıştır. Adı geçen tanrıya adanan kurbanların, pişirilmeden diri diri eller ve dişlerle parçalanarak yenmesi anlamına gelen Omofaji’ye değin varması, klasik Yunanlılarca yadsınan ve bunun bir neticesi olarak siteler tarafından benimsenmesi engellenmiş olan bu inancın primitif bir realite ile irtibatı bulunmaktadır.
Bağ bozumu tanrısı olarak da bilinen Dionysos’un onuruna düzenlenen bağ bozumu şenliklerinde tiyatronun temeli atılmıştır. Bu şenliklerde bir koro bulunmaktaydı; daha sonraları koronun önüne bir oyuncu, daha sonra ikinci bir oyuncu geçmiş, böylece tiyatronun temelleri atılmıştır
Bütün bunların yanı sıra Dionysos’un emrindeki coşkulu çalışanları ve özellikle cinsel hazlara yönelik zevk ve eğlence düşkünü olan arkadaşları; trajik Yunan şiirlerinin ve Eski Yunanlılar tarafından Dionysos onuruna okunan ve adına dithyramboslar adı verilen tören şarkılarının kaynağını oluşturmuştur. Roma imparatorluğu döneminde de eğlentileri devam eden Dionysos inancının, Eski Yunan halkı üzerindeki etkinliği oldukça büyüktür.
Thebai kralı Pentheus tarafından yasaklandığı söylenen sarhoş bir coşkuyla başlayarak neticede politik bir isyana dönüşen Dionysos ayinleri; Roma Senatosu tarafından M. Ö. 186 yılında yasaklanır. Kimi gizemci tarikatların yanı sıra halk törenlerini de etkisi altına alan Dionysos İnancı’nın, Anadolu menşeli olduğu tahmin edilmektedir.

EOS
Yunan mitolojisine göre Şafak Tanrıçası’dır. Olymposlular öncesindeki tanrı grubu Titanlılardan biri olan Hyperion ile Theia’nın kızı, Helene ve Helios’un kardeşleridir. Gül renkli parmaklara sahip, güzel ve gönül alıcı bir bâkiredir. Her sabah doğu tarafından göğün kapılarını açarak güneşe yol verirdi. Her gün okyanustan doğarak kanatlı dört at tarafından çekilen parlak arabasıyla gökyüzüne yükselen Eos, rüzgârların, yıldızların ve Eosphoros denilen Sabah Yıldızı’nın yaratıcısıdır.
Günümüzdeki adı Kaz Dağları olan İda Dağı’nda sürüsünü otlatırken kartal kılığına bürünen Zeus tarafından kaçırıldığı Olympos’ta tanrılara içki sunmakla görevlendirilen yakışıklı Ganymedes’in kardeşi ve Truva Kralı Laomedon’un oğlu olan Tithonos, Titanidlerden Atlas’ın Titanidler olarak adlandırılan kızlarından biri olan Şafak Tanrıçası Eos’a âşıktır.  Başka söylencelere göre Ganymedes, kardeşi Tithonos’la birlikte kendisine âşık olan Şafak Tanrıçası Eos tarafından kaçırılmıştır. Buna göre Eos, iki kardeşin ikisiyle de gönül eğlendirmektedir. Homeros tarafından kaleme alınan ilâhîlerde ise, Anadolu tanrıçası Milaslı Selene gibi sevdiğine, kendiliğinden ölümsüzlük sunamayan altın tahtlı kraliçe Eos, Tithonos’a “ölümsüzlük ”verilmesi için tanrılara yalvarır. Tanrılar, ona acıyıp isteğini yerine getirmişler. Ancak tanrıçanın sevgilisinin yaşlanmasına engel olmayı düşünememişler. Yüzyıllar boyu yaşayan Tithonos, kuruyup hortlağa dönünce Eos, tarafından terk edilir. Homeros tarafından kaleme alınan ilâhîlerde yer alan bilgilerde anlatıldığına göre ihtiyarlık çökünce eline ayağına sahip olamayan Tithonos, anlamsız sözler etmeye başlayınca Eos tarafından kapatıldığı kapıları ışıldayan bir odada bunak saçmalıklarıyla baş başa kalır.
Daha sonraki söylencelerde ağustos böceğine dönüştürüldüğü rivayet edilen Tithonos’un, ebedî yaşamı boyunca ölüme kavuşmak için sürekli yalvarıp durduğundan söz edilir. 
Memnon ve Emathion Eos ile Tithonos’tan doğma iki kardeştir. Bu iki kardeşten esmer tenli olan Memnon, büyüdüğünde Etiyopya kralı olur. Truva Savaşı sırasında öldürülen kuzeni Hektor’un intikamını almak için savaşa katılır ve Akhilleus tarafından öldürülür.  Memnon’un görkemli bir heykeli Mısır’ın “Thebai” antik kentinde dikilmişti. Şafağın ilk ışınlarının bu heykel üzerine düştüğünde harpa’nın telleri gibi tıngırdadığından söz edilir. Kimi yazarlar, Tithonos’un “Cissia” adlı bir ölümlü karısının bulunduğundan söz ederler.
Birçok kocası ve sevgilisi bulunduğu söylenen Eos’un eş ve çocukları şöyle sıralanmaktadır:
Astraios ile evliliklerinden Boreas, Eurus, Eosphoros, Hesperus, Notus, Tüm yıldızlar ve gezegenler ve Zephyrus; Tithonos ile birlikteliklerinden Emathion ve Memnon; Cephalus ile birlikteliklerinden Phaeton ve Tithonos; Baş tanrı Zeus ile birlikteliklerinden Ersa ve Carea doğar.

EPİMETHEUS
Yunanca’da “düşünmekte geç kalan” anlamına gelen Epimetheus, Yunan mitolojisine göre Olymposlulardan çaldığı ateşi insanlara getirdiği gerekçesiyle Baş tanrı Zeus tarafından cezalandırılan Prometheus’un kardeşidir. Bilimin, bilincin, medeniyetin ve özgürlüğün sembolü olan ateşi insanların kullanımına sunan Prometheus, kardeşi Epimetheus’a Olympos Tanrıları’na asla güvenmemesi konusunda defalarca telkinde bulunur. Ancak kardeşi Prometheus’un bu telkinlerini kulak ardı eden Epimetheus, ne yazık ki Baştanrı Zeus tarafından kendisine gönderilen güzel kadın Pandora’yı ve Pandora’nın ölüme yol açan kutusunu (Pandora’nın Kutusu ) kabul etme saflığını gösterir.
Yunan mitolojisinde Prometheus'un erkek kardeşidir. Pro; önce anlamına epi; sonra anlamına gelmektedir. İki kardeş birbirinin karşıtıdır. Prometheus önce düşünüp sonra yaparken, Epimetheus önce yapar sonra düşünür.... Günlerden bir gün Epimetheus evinde otururken kapı çalar ve karşısında Zeus'un oğlu Hephaistos tarafından kilden yaratılan, Athena tarafından süslenip giydirilen, Aphrodite tarafından cazibeli kılınan veHermes tarafından cin fikirlerle donatılan Andora çıkagelir. Elinde de çeyiz sandığı vardır. Bu güzellik karşısında vurulmuşa dönen Epimetheus, ağabeyi Prometheus’un; “tanrılardan gelen hiç bir hediyeyi kabul etmemesi” şeklindeki sözlerini bir an bile düşünmeden Pandora ile hemen evlenir.
Tanrılar; Pandora'ya çeyiz sandığını verirken hiç bir şekilde açmaması gerektiği telkininde bulunurlar. Ancak Hermes'ten aldığı cin fikirleri ve merak duygusu Pandora’yı suç işlemeye zorlar. Bunun sonucu olarak Pandora, merakla sandığın kapağını aralar. O sandığın kapağını aralayınca günümüzdeki mevcut tüm kötülükler, bir hışımla sandıktan dışarı çıkıp çevreye yayılırlar. Pandora korkuyla sandığı kapatır ve içinde insanlığın her zaman en fazla ihtiyacı olan tek iyi şey kalır: umut!

ERİS
Yunan mitolojisine göre Savaş Tanrısı Ares’in hem kız kardeşi hem de karısı olan Eris, Nifak Tanrıçası’dır. Uyku, ölüm ve düş gibi kavramların annesi olarak kabul gören Gece’nin kızı ve Acı’nın, Kıtlık’ın ve öteki felâketlerin de anasıdır. Daha ziyade kanatlı bir tanrıça olarak tasvir edilen Eris, katıldığı dövüşlerde dövüşenleri kışkırtır.
Peleus ile Thetis’in Olympos’ta gerçekleştirilen düğünlerine tanrıların tamamı çağrılı olmasına rağmen Nifak Tanrıçası Eris davet edilmemiş. O da üzerinde ‘en güzel olana’ yazılı altın bir elmayı Hera, Afrodit ve Athena’nın oturduğu ziyafet sofrasına atmış. Üzerinde “en güzele” yazılan elmayı sahiplenmeye kalkışan tanrıçaların arasında tartışma yaşanır. Bunun üzerine tanrıçaların en güzelinin, Baştanrı Zeus tarafından seçilmesi karara bağlanır. Ancak Zeus, elmayı karısı Hera’ya verse öteki tanrıçalar kıyameti koparacaklar, öteki tanrıçalardan birine verse bu kez de Hera’nın gazabından kurtulamayacaktır. Boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz misali bir türlü işin içinden çıkamaz olur, Koca Zeus. Düşünür taşınır sonra bu işi, Troya Kralı Priamos’un oğlu ölümlü Paris’e havale eder. Bunun üzerine Hera, Athena ve Aphrodite çeşitli vaatlerle Paris’i etkilemeye çalışırlar. Athena; kendisine savaşta yenilmezlik gücü vereceği vaadinde bulunmuş. Hera; Paris’i Asya’nın hâkimi yapacağını söylemiş. Aphrodite ise dünyanın en güzel kızını kendisine vereceğini vaat eder. Athena ve Hera giysilerinin en güzellerini giyip mücevherlerinin en süslülerini ve en pahalılarını takıp takıştırırlar. Hâlbuki güzellik, örtü istemez. Ama bunu bilmiyorlar. Güzellik, zaten kişinin kendi doğal örtüsüdür diyen Aphrodite, bunların hiçbirini yapmaz. Kendi doğal haliyle katılır yarışmaya. Paris, yarışmaya katılan bu üç tanrıça arasında, kendisine dünyanın en güzel kadınını vaat eden Aphrodite’i yarışmanın birincisi seçer ve üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı, ona verir. Paris, bu seçimden ötürü Hera’nın nefretini kazanırken Truva kenti de Yunanlıların nefretine maruz kalır. Aphrodite tarafından Paris’e vaat edilen bu güzel kadın, Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helene’dir. Aphrodite’in yardımıyla Sparta’ya giden Paris, Helene’yi kaçırarak prensi olduğu Truva’ya götürür. Paris tarafından karısı kaçırılan Menelaos, Akha ordularını toplayarak Truva’ya karşı savaş açar. Böylece 10 yıl sürecek olan Truva Savaşı başlamış olur. Olympos’ta bir köşeye çekilen Eris de iki ulusun savaşçılarının on yıl süre ile birbirlerini kırmalarına seyirci olur.

EROS
Yunan mitolojisine göre Aşk Tanrısı olan Eros, mitolojik şiirlerden oluşan en eski Thegonialarda ilk Khaos (Boşluk)’tan ortaya çıkan var edici tanrılardan ve dünyanın ana unsurlarından biri şeklinde gösteriliyordu. Bununla birlikte Çiy’in tanrısallık kazandırılmış şekli olarak görüldüğü algılanmaktadır. M.Ö. VI. yy.’dan itibaren aşk ihtirasının tanrısı olmasından ötürü sanatçı ve şairlerin hemen hemen tamamına konu olmuştur. Sonradan en genç tanrı olarak kabul edilen ve tanrılarla insanlar arasında sefalet ve kederle belirlenen bir aracı sayılan Eros, zaman içerisinde son şeklini alarak gönülleri meşalesiyle yakan veya oklarıyla yaralayan kanatlı/ kanatsız bir çocuk şeklinde betimlendi. O günden bu yana, en önemlisi yavaş yavaş simgesel bir anlam kazanan Psykhe söylencesi olan birçok söylencede adı geçer oldu.
Annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getiren, insanların gönüllerini âşk ateşiyle tutuşturan, insanların mutluluklarını ya da sonlarını hazırlayan Eros, sırtında yer alan bir çift kanatla uçarak dünyayı dolaşır ve geçtiği yerlere çiçek kokuları saçarmış.
Elinden düşmeyen oklarla insanları kalplerinden vurarak onların birbirilerine âşık olmalarını sağlayan Eros’un kendisi de sonunda âşık olmuş bir güzele. Psykhe (Ruh)’dir, vurulduğu güzelin adı.
Bir kralın üç kızının en güzelidir, Psykhe. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyor ve ona tapınıyorlardı. Bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç haz duymayan Aphrodite, günün birinde yanına çağırdığı oğlu Eros’a, Psykhe’yi dünyanın en çirkin erkeğine âşık ederek cezalandırmasını istedi. Annesinin isteğine boyun eğen Eros, hemen kolları sıvar. 
Psykhe’yi bulduğu zaman, son derece gururlu olan ve kimseye âşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin ve en kötü erkeğine âşık etme arzusunda olmasına rağmen tam da kalbini nişan alarak oku atmak istediği anda Psykhe’nin güzelliği Eros’un aklını başından alarak onu derin sevdalara gark eyler. Psykhe’yi başkasına âşık etmek isteyen Eros’un kendisi âşık olmuştur, ona.
Kolundan tuttuğu Psykhe’yi ormanların ortasında kurulan harikulâde ancak ıssız olan büyülü bir saraya götüren Eros, gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu.
Eros’un, Psykhe’yi götürdüğü bu sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey mevcut olmasına rağmen kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmek, Psykhe’nin tek arzusuydu. Ancak gece hep karanlıkta gelip güneş doğmadan saraydan ayrılan ve sarayda ateş ya da mum yakılmasını yasaklayan Eros, bunu bir türlü kabul etmiyordu. Psykhe’nin yalvarıları fayda etmedi. “Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın” diyen Eros, “Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu ya da kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev, senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatını elinden kaçırma.” dedi.
Bunu kabul eden Psykhe, Eros’u görmeden, onun kim olduğunu bilmeden seviyordu onu, körü körüne. Birlikte olmaktan son derece mutluydular. Ancak onların bu mutluluğunu kıskanan Psykhe’nin kız kardeşleri günün birinde kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona; “Senin sevdiğin delikanlı dünyanın en çirkin, en iğrenç, en vahşi görünümlü adamıdır. Eğer güzel bir delikanlı olsaydı, senden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmazdı” derler. Sonra da ona; “Gece Eros gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine bir vazoyu ters çevirip koy. Eros uyuduktan sonra da lambanın üzerindeki vazoyu kaldır. Böylece aydınlıkta onun yüzünü görebilirsin” dediler.
Merakına yenik düşen ve kardeşlerinin söylediklerini harfiyen yerine getiren Psykhe, yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başlar. Her şeyden habersiz saraya dönerek kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakan Eros, kısa sürede uykuya daldı.
Eros uyuduktan sonra gürültüsüz bir şekilde yataktan yavaşça kalkan Psykhe, vazoyu ters çevirir, lambayı eline alır ve yatağa yaklaşmaya başlar. Yatağa yaklaşınca gördükleri karşısında hayrete düşer. Çünkü çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken, genç ve çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros’un yakışıklılığı dünyadaki başka hiç bir erkekle kıyaslanamayacak kadar can alıcıydı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel olan bu delikanlıyı gören Psykhe’nin ona duyduğu aşk, giderek artmaya başlar.
Sevdiğini alnından öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros’un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaşır.
Eros, oradan uzaklaşınca Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozulmaya başlar. Psykhe, üzüntüden ne yapacağını bilmez olur. Yaptığı hatadan ötürü dünyada her şeyden daha çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düşer. Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaşır, sayısız yerler gezer ama Eros’un izine bir türlü rastlayamaz.
Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde, kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini umduğu Aphrodite’in sarayının kapısını çalar. Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başlar. Zavallı Psykhe, sevdiğine ulaşabilmek için buna da boyun eğer ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yapar. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı olur.
Günün birinde yanan omzu iyileşen Eros, kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek amacıyla Olympos’a gider. Zeus’un ayaklarına kapanıp Psykhe’nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvarır. Zeus, onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes’e Psykhe’nin Olympos’a getirilmesini emreder. Psykhe, tanrılar katına getirilir ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir yaşam sürer.



GANYMEDES
Yunan mitolojisine göre Truva’nın kurucusu olan Tros ile Kallirrhoe adlı bir Nymphe (Su Perisi)’nin oğludur. Ganymedes, günümüzdeki adı, Kaz Dağı olan İda Dağı’nda sürülerini otlattığı bir sırada kartal görünümüne bürünen ve kendisinden hoşlandığı için saki (içki sunucu) olarak Olympos Dağı’na götüren Baştanrı Zeus tarafından kaçırılır.
Efsanenin bir diğer anlatımında ise bizzat Zeus kartal biçimine girip, oğlanı kendi pençeleriyle Olympos'a taşımıştır. Ölümlülerin en güzeli sayılan Ganymedes'in görevi, Olympos'u mekân tutan tanrılara içki sunmaktır. Bu konudaki efsanelerden birinde Zeus'un Ganymedes'e cinsel bir aşk duyduğu ve onunla birlikte olduğudur.
Yunanistan'da bu Ganymedes efsanesi nedeniyle erkeklerin bir delikanlıya cinsel eğilimi dinsel nitelikte bir sevap olarak kabul edilirmiş. Bu düşünce, Yunan uygarlığında uzun bir zaman varlığını korumuştur. Yunanistan'da bu eğilim zamanla yaygınlık kazanınca kadınlar, ginese/gynekaion adı verilen bir tür harem dairesine kapatılmaya başlanmıştır. Sokrates'e atfedilen Sokratvari sevgi teriminde de bu eğilimi görmek mümkündür. Platon'a mal edilen "Platonik aşk" sözü, günümüzde kullanılan anlamdan çok farklıdır. Platon, özellikle Phaidros adlı eserinde öğrencisine duyduğu ilgiyi mazur göstermek amacıyla Ganymedes efsanesini her zaman gündemde tutmaya çalışır.

 “Erikhtonios’tan Tros doğdu, Troyalıların kralı.
Kusursuz üç oğlu oldu Tros’un da:
İlos, Assarakos, tanrılara denk Ganymedes.
En güzeliydi Ganymedes ölümlü insanların,
Tanrılar kaçırdı onu Olympos’a,
Zeus’a şarap sunsun diye,
Dediler güzelliğiyle yaşasın tanrılar arasında.”
(İlyada, XX/231-235).

HADES
Hades, Yunan mitolojisinde ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Tanrı kardeşler, yeryüzünün hâkimiyetini kendi aralarında paylaşırken Zeus'a gökyüzü, Poseidon'a denizler ve Hades'e yeraltı düşer. O artık ölüler ülkesi tanrısıdır, korkunç bir tanrıdır, ancak kötü değildir. Yeraltının tüm hazineleri Hades'in olduğu için Romalılar onun adını, varlıklı anlamına gelen, Pluton olarak değiştirirler. Karısı, Demeter ile Zeus'un kızı Persephone'dir.
Her ne kadar birçok zenginliğe sahip olsa da ortalıklarda pek gezinmeyen, övünmeyen, konuşmayan Hades’in tercihi, kendi yeraltı ülkesinde oturmaktır. Zira maliki bulunduğu yeraltı ülkesi öylesine çirkin bir ülkedir ki, efendisi sürekli saklanır. Günün birinde Poseidon, Hades'i utandırmak için üç başlı mızrağını yere saplar ve yeryüzü boydan boya yarılarak Hades'in çirkin yeraltı ülkesi gün ışığına çıkar. Buna çok sinirlenen Hades, daha sonra yetmiş bin kişilik Ölüler Ordusu ile Atlantis Denizi’ni kurutur.
Kullarının sayısını artırmak amacıyla durmadan uğraşan, açgözlü bir tanrıdır. Erynyesler onun en değerli misafirleridir. Kendisini ziyaret etmeye gelenlerin, yeraltı dünyasını terk etmeleri hususunda son derece isteksizdir. Kimsenin oradan ayrılmasına gönlü razı olmaz.  Aynı zamanda, yerden çıkan değerli metaller onu bolluk çokluk ve servet tanrısı yapmıştır.
Kelime anlamı olarak "Hades", görünmez manasına gelmektedir. Onu görünmez kılan bir miğferi bulunmaktadır. Yeraltı zenginliklerinin sahibidir, yerden çıkan değerli metaller; onu bolluk, çokluk ve servet tanrısı yapmıştır. Acımasız ve hatta korkunçtur; ama sözünden dönmez ve birçok tanrının aksine kaprisleri bulunan bir tanrı değildir. Mitolojik öykülerde adı çokça yer almamaktadır. Bilinen en önemli öyküsü karısı Persephone'yi kaçırması ile ilgili olandır. Ancak Hades ölüm tanrısı olmasına rağmen adı, Thatanos olan ölüm de başlı başına bir tanrıdır.
Aynı zamanda ölüler ülkesinin adı da olan Hades; Asphodel, Tartaros ve Elysium olmak üzere üçe ayrılır. Ölen insanlar, bu dünyadaki yaşamlarında iyi olmaları durumunda Elysium'da; ne kötü, ne de iyi olmaları durumunda Asphodel'de yaşamlarını sürdürürler. Zeus ve Olimpos tanrılarının düşmanları, katiller vb. kişiler ise ceza olarak Tartaros'a atılırlar.
Ne ilginçtir ki, Hades'in yeraltı ülkesine; sadece ölenler değil yaşayanlar da ölmeden geçebilmektedir. Ancak ülkenin, girişi üç başlı şeytani bir köpek olan Kerberos tarafından korunmaktadır. Herkes o köpeğin dehşetinden korkar ve kimse o kapıyı geçemez. Herakles, bir macerasında bu köpekle yüzleşmeye gider.

HEBE
Yunanca gençlik anlamına gelen Hebe, Yunan gençlik tanrıçasıdır. İda Dağı’nda sürülerini otlatırken Baştanrı Zeus tarafından kaçırılan Tros ile Kallirrhoe’nin oğulları Ganymedes’in Olympos’a getirilişinden önce Olympos Tanrıları’na “nektar” denilen içkiyi Hebe adlı bu genç kız sunardı.
Zeus'la Hera'nın kızıdır. Olympos'ta eli, her işe yatkın bir tür ev kızıdır. Asıl görevi, tanrılara “ambrosia”  içki sunmaktır. Ancak bu görevi, tanrılar tarafından İda Dağı’ndan Olympos’a kaçırılan güzel delikanlı Ganymedes'e bıraktı.
Kendine has bir söylencesi mevcut olmayan, yalnızca kendisiyle evlendiği Herakles’in söylencesinde adı geçen Hebe, Yunan öncesinde de tapınılan bir tanrıçadır. Hebe, Hitit yazıtlarında adından Hepa, Hepat ya da Hepatu diye söz edilen büyük güneş tanrıçası Arianna'nın Yunanlılaştırılmış adı olma olasılığı yüksektir. Hitit yazıtlarında, bu tanrıçaya sedir ağaçları ülkesi olarak bilinen Lübnan ve Filistin'de tapınıldığı söylenir.  Bununla birlikte Hepa/Hebe ise Tevrat'ta, ilk insan olarak kabul edilen Âdem’in eşi ve tüm insanoğlunun anası olarak gösterilen Havva'nın ta kendisidir.

Hebe, Hera’nın arabasını donatır:
“Bir yandan Here, büyük Kronos’un kızı, saygılı tanrıça,
Koyuldu işe, altın alınlıklı atları koştu arabaya,
Bir yandan Hebe, arabanın iki yanına,
demir dingilin bir o yanına, bir bu yanına,
sekiz tunç parmaklıklı yuvarlak tekerleri koydu.”
(İlyada, V/722-731)

HEKATE
Hekate, ay ve gece ile ilişkilendirilmiş bâkire bir tanrıçadır. Yunan mitolojisine göre Baştanrı Zeus ile Ekili Topraklar Tanrıçası Demeter ya da Doğu masal kahramanlarını andıran Titan soylu Perseus ile Altın Çağı’nda insanlar arasında yaşam süren Astreia’nın kızı olduğu zannedilen Hekate, Ay, Cehennem ve Deniz’in üç şekilli tanrıçasıdır.
Ay ve gecenin dışında ölüler, yeraltı ve büyücülük ile ilişkilendirilen Hekate, korkuyla karışık bir saygı uyandırır. Mitolojide çok ön planda olmayan Hekate'ye, özellikle erken Hıristiyanlık döneminde birçok olumsuz anlam yüklenmiştir. Günümüzde Neopaganizmde sevilen bir tanrıçadır.
Kendisine kurban olarak köpek adanan, adının menşei bilinmeyen ve M.Ö. VIII. yy’da yaşayan Yunan epik şairi Homeros’un destanlarında adından söz edilmeyen Hekate; denizcilerin koruyucusu olmasına ve yolculuklarının iyi geçmesine yardımcı olmasına karşın insanlara gece varlıkları, hayalet ve hortlakları gönderen bir tanrıça olarak kabul görür. Kendisi için Kameri aylarının son günlerinde sunaklarının üzerine hediyeler bırakılan Hekate’nin Aigina’da; Trakya’ya yakın olan Semadirek Adası’nda, Anadolu’da Karia ve Lagina’da sırlarının kutlandığı tapınakları mevcuttu. Romalılar, Atina’da tapınımı VI. yy.’da yaygınlaşmaya başlayan Hekate’yi,  resimlerini kavşaklara koydukları Kavşak Tanrıçası “Trivia” (Diana) ile aynılaştırdılar. İmparatorluk Dönemi Roma’sında Hekate’nin şahsında Cehennem Sihiri Tanrıçası’na tapınıldı. Av Tanrıçası Artemis gibi Peplos adı verilen kadın giysisi giyinmiş olan Hekate, çoğu zaman saçları düşük veya yüksek silindir şeklinde yapılmış ve elinde uzunca meş’aleler taşıyan gencecik bir kadın şeklinde betimlenir.
Daha çok Karyalılar tarafından sevilen Hekata, Anadolu ya da Trakya menşelidir. Anne tarafından Artemis ve Apollo ile kuzendir. Baştanrı Zeus; dünyayı, kendisi gökyüzünü, kardeşleri Poseidon denizleri, Hades ise yeraltını alacak biçimde bölüşmesine rağmen tanrıça Hekate’yi üç alanda da yetkili kılar. Mitolojide Persephone'nin kaçırılışı efsanesinin bazı sürümlerinde yer alır.
Tanrıçanın üç yüzlü tasviri, süreç içerisinde ay tanrıçaları Hekate-Artemis-Selene şeklinde bir üçleme(teslis) inanıcının doğmasına neden olmuştur. Trakya açıklarında yer alan Semadirek Adası, tanrıçanın bir başka önemli kült merkezidir. Tanrıçanın bazı kült isimleri ve bunların karşılıkları şunlardır:
*Aedonaea: Yeraltının Hanımı
*Brimo: Kızgın olan / Korkunç olan
*Perseis: Yokedici / Perses'in kızı
*Trimorphis: Üç vücutlu
Hesiodos, Thegonia adlı eserinde, Homeros'un yapıtlarında adından söz edilmeyen tanrıça hakkında şunları söyler;
"Phoibe Koios’la gerdeğe girdi
Leto ve adı güzel Asteria’yı getirdi dünyaya
Perses sarayına götürdü bir gün
Ve sevgili eşi oldu onun
Ve Asteria Hekate ’yi doğurdu.
Ölümsüzlerin saygısı büyüktür Ona,
Bütün yeryüzünde kurban kesen her ölümlü
Hekate’nin adını anar yakarışlarında.
Kimin dileğini iyi karşılarsa o tanrıça
 Ona bütün mutlulukları vermek elindedir
Ünlü Gaia ve Uranos’un çocukları
Kendi paylarından pay vermişlerdir ona
Kim hoşuna giderse Hekate’nin
Yardım görür ondan.
Meydanlarda kalabalıklar içinde
Kimi isterse onu parlatır Hekate "

HEKTOR
Yunan mitolojisine göre yıkılışını on yıl geciktirdiği Truva’nın, Truva Savaşı sırasındaki ordu komutanı olan Hektor, Truva’nın son kralı Priamos ile Hekabe’nin oğlu, Paris'in ağabeyi, Dardanus'un torunu, Truva Savaşı sırasında Odysseus tarafından kentin surlarından aşağıya atılarak öldürülen Astyanaks’ın babası ve savaş sonrası bölüşümde esir olarak Akhilleus’un oğlu Neoptolemos’un payına düşen Andromakhe’nin kocasıdır. Halkı tarafından çok sevilir. Tüm zamanların en büyük savaşlarından biri olarak kabul edilen Truva Savaşı'nda mücadele eden Truva prensiydi. Ayrıca bu savaşı konu alan İlyada destanının da kahramanlarındandı.
Tanrıların tanrısı Zeus zaferi; kimsenin karşılaşmaya bile cesaret edemediği yarı-tanrı Akhilleus'a (Aşil) karşı duran, Truva ordularını komuta eden ve kentin düşmesini 10 yıl geciktiren Hektor'a ve Truvalılara vermeyi kararlaştırır. Ancak tanrıça Hera ve Athena'nın entrikalarıyla Hektor'un ölüm kararını vermiştir. Zeus'un talimatıyla Hektor'u koruyan tanrıların tamamı savaştan çekilir. Aineas’ın kılığına bürünen Athena, kışkırttığı Hektor’un savaşmasını sağlamıştır.
Aineas şeklinde ortadan kaybolan Athena, Hera’nın yanına gidip onunla birlikte Akhilleus’un yanında Hektor’a karşı savaşmış ve Akhilleus, Athena’nın yardımıyla Hektor’u öldürmeyi başarır. Bu olay Hektor'u efsanevi bir kahraman yapmıştır. Bu cesaret, tarihte hiçbir kahramanda görülmemiştir. Hektor sadece bir adamla değil Akhilleus’un yanında bütün tanrılarla savaşmıştır. O bir Prens, Komutan ve her babanın sahip olamayacağı özelliklerde bir oğul'dur. Cesedinin Akhilleus tarafından kentin çevresinde defalarca döndürülmüş olması, Truvalıların moral açısından çökmesine yol açmıştır.
Savaşta yenilgiye uğrattığı Protesilaus’u öldüren, Diomedes ve Aiaks ile cenge girişen, Yunan Donanması’nı ateşe verdikten sonra Lokrisli kahraman Patrokles’i öldüren ve M. Ö. VIII. yy.’da yaşayan Yunan epik şairi Homeros tarafından kaleme alınan destanların başkişilerinden biri olan Hektor’un cesedi, kendisini mağlup edip öldürdükten sonra arabasının arkasına bağlayan Akhilleus tarafından yedi kez Truva surlarının çevresinde sürüklenerek dolaştırılır. Bu dehşet verici, tüyler ürpertici manzaraya gönülleri razı olmayan Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite ve Güneş, Tıp ve Güzel Sanatlar Tanrısı Apollon, Hektor’un cesedinin başında nöbet tutarlar. İlyada Destanı’nda kendisine ağıtlar düzülen yiğit Hektor’un cesedi, daha sonra babası Priamos’un yakarıları üzerine Akhilleus tarafından babasına teslim edilir.
Hektor'un cesedi, Truvalılar tarafından şanına yaraşır bir cenaze töreni ile defnedilmiştir. Hektor olmadan Truvalılar yine de dayanmış ve kent ele geçirilmemiştir. Bunun üzerine Athena ve Hera çeşitli entrikalara başvurup hileyle kentin düşmesini sağlamışlardır. Akhilleus’un, Hektor’un ölüsüne yaptığı saygısızlık karşılıksız kalmamış ve Hektor’un kardeşi Paris tarafından öldürülmüştür.

HELENE
Günümüz tarihçilerinin Minoslu bir Bitki Tanrıçası olarak gördükleri Helene, sadece bir söylence kahramanı olmakla kalmıyor. O, Eski Yunan değerlerini aydınlığa taşıyan ve farklı yönlerden değerlendirilen zengin kimliktir. M.Ö. VIII. yy.’da yaşayan Epik şair Homeros tarafından kaleme alınan destanlarda adından söz edilen efsanevî Yunanlı bir kadın ve çağdaş sanatçılar için güzelliğin ölümsüz örneği olan Helene; Baştanrı Zeus ile söylencesel Sparta Kralı Tyndareos’un karısı Leda’nın birlikteliklerinden doğar. Aşığı Aigisthos ile birlikte, kocası Agamemnon’u öldüren Klytaimnestra, Kastor ve Polydeukes’in kız kardeşleri olan Helene; M. Ö. VIII. yy.’da yaşayan Yunan Trajedi yazarı Hesiodos ile “Agamemnon” adlı yapıtı kaleme alan Yunan trajedi yazarı Aiskhylos (M. Ö. 525-M. Ö. 456)’a göre uğursuz bir güçtür.
Tyndareos’un karısı Leda tarafından doğurulan bir yumurtadan çıkıp kısa süre içinde güzelliğinden söz ettirir duruma gelince Atinalı kahramanlardan Theseus tarafından kaçırılarak Attike’ye götürülen Helene, Kastor ve Polydeukes adlı kardeşleri tarafından kurtarılarak Sparta’ya geri getirilir. Kendisiyle evlenmek isteyen Atinalı kahramanların tamamının aşklarını karşılıksız bırakan güzel prenses, Agamemnon’un kardeşi Arkadhia kralı Menelaos ile dünya evine girer. Kocası Menelaos’un bulunmadığı bir sırada araya giren Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite’in yardımıyla Sparta’da bulunan Truva’nın son kralı Priamos’un yakışıklı oğlu Paris tarafından kaçırılır. 
Helena’nın kaçırılışı sonrasında eski rakiplerini yardımına çağıran kocası ve Arkadhia kralı Menelaos, Eskiçağ ozanları tarafından dile getirildiği üzere karısını kurtarmak için Akhaları savaşa sürükler ve neticede Truva Savaşı başlamış olur. M.Ö. VIII. yy.’da yaşayan Yunan epik şairi Homeros tarafından dile getirilenlerin dışında M.Ö. 480–420 yılları arasında yaşayan Yunanlı tarihçi ve tarihin babası sayılan Halikarnas (Bodrum)’lı Herodotos ile M.Ö. 480–406 yılları arasında yaşayan Yunanlı manzum trajedi yazarı Euripides’in de mutabık kaldıkları değişik yolculuk öykülerine giren Paris ile Helene Anadolu’dan Sidon (Fenike)’a oradan da Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite’in adası olan Kıbrıs’a geçer burada yıllarca birlikte yaşarlar. Birlikte yıllarca yaşadığı Paris’in Truva Savaşı’nda ölmesi üzerine Paris’in kardeşi Delphobos’la evlenen Helene, kocası Delphobos’u Truva yağmalanması sırasında gözü dönmüş Yunanlılara teslim ederek kendisini affettirir. İlk kocası Menelaos ile birlikte Sparta’ya dönen ve Menelaos’un ölümünün ardından Menelaos’un çocukları tarafından ülkeden kovulan Helene, Rodos’a sığınır. Orada Herakles’in oğlu Tlepolemos’un karısı Argoslu Polykso tarafından öldürtülür. Baştanrı Zeus tarafından Tanrılar katına çıkartıldıktan sonra gökte yıldıza dönüştürülür. Bir başka söylenceye göre de Helene, kendisiyle evlendiği Akhilleus ile birlikte gözden uzak Karadeniz’in bir adasında, güzelliğinden ötürü başından geçen trajik olaylardan uzak sonsuz bir ongunluk yaşar.
“Troya ovasındaki savaşın en kızgın bir anıdır. Menelaos'la Paris teke tek savaşa girişecekler ve kazanan Helena'yı alıp götürecektir, böylece bu bitmez tükenmez savaş kendiliğinden sona erecektir. Başlarında Troya kralı Priamos olmak üzere ihtiyarlar Batı kapısının üstündeki kulede savaşı seyretmektedir. Birden Helene görünür”(İl. 1 1 1, 154 vd.):
Helene'nin görünce çıktığını kuleye şu kanatlı sözleri söylediler usulcacık: Troyalılarla Akhaların, böyle bir kadın İçin yıllardır acı çekmeleri hiç de ayıp değil. Yüzüne bakan ölümsüz tanrıçalara benzetir onu.
Ama gene de binse gemiye keşke gitse, gitse de, bizi, çocuklarımızı belâya sokmasa Priamos da tatlı tatlı konuşur, Helene ile. Şöyle seslenir: Buraya, yanıma gel kızım, otur şöyle, gör bak işte, eski kocan, hısım, akraban, dostların. Bence suçlu sen değilsin, tanrılar asıl, onlar yığdı başıma kan ağlatan savaşı.
Bundan daha uygarca, daha insanca bir görüş, bir davranış akla gelmez ve böylesini yaklaşık üç bin yıl önceki bir metinde bulmak şaşırtır insanı. Ne var ki bu uygarlık, bu insanlık yalnız Troyalılara vergidir, Akhalarsa sert, kaba, hodbin, Yunan deyimiyle barbardırlar. Helene bir Troyalı gelin olmuştur, odasında hanım hanımcık kumaş dokuyan, güzelim nakışlar yaparken yurdunu, eski kocasını, kızını düşünen ve özlem çeken bir kadındır. Kendi kendini suçlar. Priamos'un sözlerine şöyle karşılık verir (İl. III, 172 vd.):
Senden hem korkarım, hem saparım seni, sevgili kayınbabam, oğlunla buraya gelmeseydim keşke evimi barkımı, o nazlı büyüttüğüm kızımı, hısım akrabamı, can yoldaşlarımı bırakmasaydım, kara ölüme razı olsaydım keşke. Böyle olmadı ne yapalım ki, bak eriyip gidiyorum gözyaşı döke döke. Köpek gözlü der kendine. Priamos'a olduğu kadar Hektor'a da sevgisi ve saygısı büyüktür. Ona da aynı pişmanlıkla yakınır (İl. VI, 342 vd.). Helene tam bilinçli bir insandır. Paris'i eleştirir. Paris'i Menelaos'la teke tek savaştan kaçıran tanrıça Aphrodite'nin çağrısına uymak istemez, Paris'in yatağına dönmekten tiksinir ve tanrıçaya karşı gelecek kadar yiğit ve yüreklidir, meydan okur ona (İl. III, 399 vd.):
Gene mi sensin, tanrıça, neden hep baştan çıkarmak istersin beni? Söylesene, niyetin ne, beni daha uzaklara, Phrygia'ya, şirin Meionia'nın bakımlı bir iline götürmek mi?
Oralarda, ölümlülerden bir adamın mı var ki?.. Paris'in yanına kendin git yerleş hadi.
Çık, ayrıl tanrılar yolundan, bir daha ayak basma Olympos'a, ona bak, dert edin kendine onu, sonunda da karısı yapsın seni, ya kölesi.
Tanrıya böylesi hakaret başka hiçbir metinde görülmemiştir. Ancak Homeros'un romancıdan farksız derin psikolojik görüşüyle anlaşılabilir.
Odysseia'da Helene saygın bir kraliçe, iyi bir ev kadını ve sevgi dolu bir ana gibi görülür. Telemakhos babasını aramaya çıkıp Menelaos'un sarayına varınca, en sıcak, en candan konukseverliği Helene'den görür. Zeki kadın onu kendi çocuğuymuş gibi kucaklar, sever, okşar, babası Odysseus'la ilgili bir sürü anı sayar, olayların da, kendinin de eleştirmesini yapar (Od. IV, 261 vd.).
Üstün bir tavrı, Telemakhos'u anlayan, acılarını paylaşan insanca bir davranışı vardır, ona tekmil acılarını unutturacak bir ilaç verir, kendi eliyle işlediği bir yaşmak verir ve sonunda büyüler delikanlıyı, Telemakhos da Helene'ye bundan böyle bir tanrıça gibi tapacağını söyler (Od. XV, 104 vd.).
Homeros Helena üstüne söylenecek ne varsa hepsini söylemişti, Homeros'un çizdiği Helena portresine kimse bir şey ekleyememiştir. Nesnel düşünceyi, halkoyunu ve Helena'nın başkalarınca eleştirilmesini de İthaki çobanı Eumaios'un ağzından yapar (Od. XIV, 68):

HEPHAİSTOS
Yunan mitolojisine göre yeraltı ateşinin, ardından evlerin ve zanaatçıların ateşinin de odak noktasında yer alan Hephaistos, Yunan Ateş Tanrısı’dır. Demircilik sanatı ile maden işlemeciliğinin piri sayılan Hephaistos, Baştanrı Zeus ile Evlilik Tanrıçası Hera’nın ya da tek başına Hera’nın oğlu olarak gösterilir. Fiziksel olarak son derece çirkin ve topal olan tek tanrıdır. Ama acı yazgısı, onu gümüş ayaklı Hukuk ve Adalet Tanrıçası Thetis’i evinde ağırlayan parlak başörtülü güzel Kharis, ardından Baştanrı Zeus’un, adlarına, Kharites denilen üç güzel kızından biri olan Aglaia ve en sonunda kendisine sık sık ihanet eden Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite gibi en güzel kadınları sevmeye itmişti. Dumanları, volkanlardan tüten yeraltı atölyelerinde belinden yukarı kısmı çıplak ve başında Atinalı işçiler tarafından başlarına takılan baret bulunan ve durmadan çalışan Hephaistos’un; gücün sembolü olan Herakles’in zırhının, Baştanrı Zeus’un asası ile kalkanının, İlyada Destanı’nın başkahramanı Akhilleus’un kalkanının vb. araçların yapımcısı olduğu söylenir.
Efsaneye göre Hera, kendi başına doğurmuştur, Hephaistos’u. Zeus'un Athena'yı kafasından çıkararak dünyaya getirmesine kızan Hera da Hephaistos'u yaratmış denilir. Hephaistos çirkin, iki ayağı da topal bir ölümsüzdür. Çirkinliğinin bir sebebi de, Zeus'un onu kaldırıp Olympos'tan aşağı atması ve yere çarptığında sakatlanması yüzünden de denilir. Hera, çirkinliğinden ötürü 9 yıl boyunca Okeanos ırmağının yanında saklar, onu(İl. XVIII, 394 vd.). Hephaistos'a metalleri işleme sanatını da periler öğretmişlerdi. Hephaistos, büyüyünce, kendisini istemeyen annesinden intikam almak için içine zincirler sakladığı bir taht yaparak ona gönderir. Hera, tahta oturur oturmaz zincirler onu sıkıştırırlar ve bir daha kurtulamayacak hale gelir. Olympos tanrıları Hephaistos'u çağırmak zorunda kalırlar Hera'yı kurtaramayınca. Dionysos'u gönderirler. Şarap tanrısı, Hephaistos'u bir eşeğe bindirip Olympos'a getirince tanrılar eşeğin üzerindeki haline katıla katıla gülerler. Bu yüzden Olympos tanrılarına hep kızan Hephaistos, iki kez kovulur Olympos'tan.
Hephaistos’un topal oluşunun nedeni hakkında iki efsane bulunmaktadır: Birinci efsane şöyledir: “Bir gün Zeus, Hera ile kavga etmeye başlar. Çekişirlerken Hephaistos, annesi Hera'yı destekler. Buna alınganlık gösteren Zeus da Hephaistos'u tuttuğu gibi Olympos'tan aşağıya doğru Lemnos Adası’na fırlatır. Hephaistos bu yüzden topal kalmıştır (İlyada I, 590).”
İkinci efsane şöyledir: “Hephaistos doğuştan topaldı. Hera, onun çirkin ve topal bir bebek olmasından hoşlanmayınca Olympos'tan aşağı atar. Akhilleus'un annesi ve bir Titan olan deniz perisi Thetis ile Eurynome, bebeği kurtarıp bakımını üstlenmişlerdir (İlyada XVIII, 394).”
Rivayet edildiğine göre Olympos tanrılarının evleri tunçtan yapılmaymış. Tanrıların bu tunçtan yapılma evleri, mutlu bir şekilde yaşayan insanları cezalandırmak amacıyla Zeus tarafından sipariş edilen ve Prometheus'un Epimetheus adındaki kardeşine eş olarak gönderilen yeryüzünün ilk kadını Pandora, Prometheus'u Kafkas dağlarında tutan zincirler, Eros'un okları, Helios'un arabası, Akhilleus'un zırhı, kalkanı ve kılıçları, Girit adasındaki tunçtan yapılma bekçi Talos, Atina'daki Thesion tapınağı ve Baş tanrı Zeus'un yıldırımları Hephaistos tarafından yapılmıştır. Akhilleus'un annesi Thetis'in düğününde Kheiron tarafından Peleus'a verilen mızrağın ucunda bulunan ve hiç aşınmayan sivri mızrak ucu da Hephaistos tarafından yapılmıştır. Kendisine de altından iki cariye yapmıştır. Hareket eden, konuşabilen, kendisinin hizmetkârlığını yapan bu kızlara dayanarak yürürmüş Hephaistos. Böyle güzel şeyler yaratan sanatçı, çirkin ve sakat olmasına rağmen en güzel tanrıça olan Aphrodite ile evlenmiştir.
Hephaistos, Titanlılarla Olymposlular arasında yaşanan savaşta Olympos'un tüm tanrılarından kendisine yardım etmelerini isteyen baş tanrı Zeuz’tan yardımını esirgememiştir. Erimiş haldeki demirle, bir Titan olan Mimas'ı öldürür. Phlegra'daki Titanlarla savaş esnasında güç durumda kalan Hephaistos, göklerden gelip arabasına alan Helios tarafından kurtarılmıştır. Bir ara Zeus'u yenmeyi başaran Typhon'u, Zeus ne yapıp edip Etna yanardağına atmıştır. Zeus, Hephaistos'a dağın etrafında gözcülük yapmasını rica etmiştir. Bunun üzerine Hephaistos, örsünü ve diğer demir işleme aletlerini dağdaki bir mağaraya taşımış ve orayı kendine mesken tutmuş, bizzat Typhon'un ensesindeki en sıcak yerde işlerini görmüştür.
Hephaistos, Truva Savaşı'na da katılmıştır. Kendisine çok sadık olan Dares ismindeki rahibin iki oğlu vardı: Phegeus ve İdaios. Yunanlı kahraman Diomedes tarafından Phegeus'a fırlatılan bronz balta, Phegeus'un göğsündeki zırha gelir ve bu darbe onu atından düşürür. İki göğsünün ortasına gelen darbede Phegeus yaralanmaz bile. Kardeşi İdaios, onu korumak amacıyla mızrağıyla koşarak gelir ve Phegeus'un önünde, Diomedes'e karşı durur. Diomedes’in, karşısında İdaios'un hiç şansının bulunmamasından ötürü yardıma koşan Hephaistos oğulları Diomedes'ten kaçırarak saklar. Savaşın sonlarına doğru ırmak tanrısını kızdıran Akhilleus'u kovalayan Skamandros'un kolu, Hephaistos tarafından buharlaştırılarak yok edilmiştir.

 “Böyle dedi Hephaistos da şaşılacak bir ateş hazırladı.
İlkin ovada başladı yangın,
Yaktı kurbanlarını Akhilleus’un,
Yaktı ırmaktaki binlerce ölüyü, kurudu baştanbaşa bütün ova,
Durdu parlak suyun akışı.” (Odysseia XXI/342)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...