Bu Blogda Ara

24 Ocak 2020 Cuma

Eski Türk Cenaze Törenlerinde Ölü Yakma Âdeti





Eski Türklerde ölüleri gömme çeşitlilik arz eder. Bununla birlikte cenaze törenlerinde cesedin ne yapılması gerektiğine ilişkin üç temel yöntemin uygulandığı görülmektedir. Bu yöntemlerden biri de cesedin yakılmasıdır. İnsan cesedin yakılmasının en büyük sebebi, ateşin ölüleri temizlediği ve insanı günahlardan arındırdığına dair eski Türk inanç anlayışıdır. Bu inanıştan ötürü M. Ö. 1200 yıllarından itibaren eski Türklerin cesedi yakmaya başladıkları görülmektedir. Bu adet daha sonraları Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Hazarlar, Peçenekler ve bazı Türk topluluklarında görülmektedir.

 Eski Türklerde ölüleri gömme şekilleri çeşitlilik arz eder. Bununla birlikte cenaze törenlerinde cesedin ne yapılması gerektiğine ilişkin üç temel yöntemin uygulandığı görülmektedir. Bu yöntemlerden biri cesedin toprağa gömülmesidir. Diğeri cesedin teşhir edilmesi ve sonuncusuysa cesedin yakılmasıdır. Söz gelimi Tarihi Kaynaklar Kırgızlar hakkında “onlar ölülerini gömerler”, “onlar cesetlerini teşhir ederler” ve “onlar ölülerini yakarlar” gibi çeşitli kayıtlar yer alır. İşte biz bu araştırmamızda, arkeolojik ve tarihi kaynakları da esas alarak, eski Türk cenaze töreni âdetlerinden olan “cesedi yakma” konusunu değerlendirip var olan karmaşıklığa açıklık getirmeye çalışacağız.


M. Ö. üç bin yıla ait kurganlarda yapılan arkeolojik kazılardan, o dönemde cesetlerinin toprağa gömüldüğünü ortaya koymaktadır. M. Ö. iki bin yılında, yani Andronovo kültüründe, cesedi yakma olayının ortaya çıktığı sanılmaktadır. Cesedi yakma olayı M. Ö. 1200 – 700 yılları arasında Karasuk kültüründe, Minusinsk havzasında (Yenisey Vadisi) yeniden karşımıza çıkmaktadır. M. Ö. 700–300 yıllarında Tagar kültüründe öncelikli bir yer teşkil etmektedir. Fakat Tagar kültüründen hemen sonra gelen Taştık kültüründe yakma olayıyla birlikte cesedi toprağa gömme olayına da tanık olunmaktadır. İşte bu sırada eski Türk cenaze törenleri hakkında ilk yazılı belgelere rastlanmaktadır1 . Ölü gömme âdetiyle ilgili en eski yazılı belge Yunanlı tarihçi Herodotos’a aittir. Herodotos’un İskitler için anlattığı insan cesedinin gömülme konusundaki hususları2 , Hunlar dönemine ait Pazırık kurganlarında bulunan mumyalanmış insan cesetleriyle doğrulanmıştır3

Toprağa gömülme ile yakma âdetine ise, M.Ö 1200 yıllarından itibaren Orta Asya eski Türk topluluklarında rastlanmaktadır. İnsan cesedinin yakılmasının en büyük sebebi, ateşin ölüleri temizlediği ve insanı günahlardan arındırdığına dair eski Türk inanç anlayışı olmalıdır. Zira Türkler ateşe olağanüstü saygı göstermekteydiler. Bu konuda Gerdîzî’nin naklettiği şu önemli cümlelerini unutmamak gerekir: “ateş eşyanın en temizidir. Ona düşen her şey temizlenir. Ateş ölüyü pislik ve günahlardan temizler”. Gerçekten bu inancın sonucu olsa gerek, ateşin ve onun dumanının insanı kötülüklerden, kötü ruhlardan ve hastalıklardan koruyan bir hassası olduğu, türlü vesilelerle yapılan törenlerden anlaşılmaktadır. Bundan ötürü olsa gerek, Türkler yabancılarla temaslarda, ateşi koruyucu bir vasıta olarak kullanmışlardır4 . Nitekim 568 yılında Batı Göktürk hükümdarı İstemi Kağan’ı Tanrı Dağlarındaki Altun Dağ (Ak – dağ) mevkiinde ziyaret eden  Bizanslı elçi Zemarkhos bir saygı alameti olarak ateşten geçirilerek günahlardan arındırılmak istenmiştir5

 Aynı şekilde Moğollarda buna benzer bir inanışla, ateşi kutsal sayarlar. Plano Carpini de bu inanışı paylaşır ve şunları kaydeder: “Moğollar ateşin her şeyi temizlediğine inanırlar. Kendilerine elçiler, soylu kişiler veya diğerleri gelip hediyeler getirdiğinde hem bu gelenlerin ve hem de eşyalarının temizlenmesi için, iki ateş arasından geçirirler, bu suretle büyü, zehir ve diğer musibetlerden korunduklarına inanırlar”6 . Plano Carpini ilginç bir bilgide verir: “iki küme ateş yakarlar ve bunların yanına uçları birbirine iple bağlanmış iki mızrak yerleştirirler. Bu ipe bir takım kumaş kırpıntıları bağlarlar. Sözü edilen bu iki ateş arasındaki ip ve kırpıntılar arasından insanlar, hayvanlar geçer. Biri bir yanda, biri öbür yanda olmak üzere iki kadın su serper ve birtakım büyüler okurlar. Herhangi bir araba orada kırıldığı veya arabadan bir şey düştüğü takdirde bunu büyücüler alırlar. Eğer herhangi bir kimseye yıldırım çarparsa, bu karargâhlarda oturan kimselerin yukarda anlatılan şekilde ateşten geçmeleri lazımdır”7 . Bu açık tasviri yaptıktan sonra Moğollarda ateş temizleme âdetinin anlamını da açıklar: “Bizi Batu’nun sarayına götürmek sırası gelince, bize iki ateş arasından geçmemiz gerektiğini haber verdilerse de bunu asla kabul etmek istemedik”. Bunun üzerine şöyle dediler: “korkmadan yürüyün, biz sizin bu iki ateş arasından geçmenizi istiyoruz. Çünkü eğer hükümdarlarımıza karşı kötü bir niyet besliyorsanız veya üzerinizde zehir taşıyorsanız, ateş bütün bunları temizleyecektir. Biz de bu yoldaki şüpheleri ortadan kaldırmak için geçeriz cevabını verdik”8

Türkler ateşe bakarak geleceği bilmeye de çalışırlardı. Türk hakanın adına büyük bir ateş yakılarak kurbanlar kesildiğini ve çıkan alevlere göre kehanette bulunulduğunu İslâm Tarihi kaynaklarından öğrenmekteyiz. X. Yüzyılda yaşayan büyük tarihçi ve coğrafyacı Mesûdî, Türklerin ateş ile kehanetine dair şu bilgiyi vermektedir: “Türklerin büyük hükümdarlarının senede muayyen bir günü vardı ki o gün hükümdar adına büyük bir ateş yakılır. Bu ateşe kurbanlar sunulur ve dualar okunur. Bu ateşin üzerinde büyük alevler yükselir. Bu alev yeşilimsi renkte olursa bereketli yağmur ve bolluğa, beyaz olursa kuraklığa, kırmızı olursa kan dökülmesine, sarı olursa hastalıklara ve vebaya, siyah olursa hükümdarın ölümüne veya uzak yolculuğa delâlet eder. Son renk olursa hükümdar yola ve gazaya çıkmaya acele eder”9 . Şamanist inançlara göre de ateş her şeyi temizler, kötü ruhları kovar ki10 bunun izlerine Müslüman Türklerde de rastlanmaktadır11

İşte bu açıdan bakınca, ateş yoluyla temizlenmenin ve böylece ateşe kutsal bir anlam ve önem atfetme uygulaması eski Türklerin ölü yakma törenlerinde rastlanmıştır. Tarihi kaynaklarda, Milattan Önceki yüzyıllar ile hemen sonraki ilk yüzyıllar boyunca Orta Asya’da yaşayan Hunlar arasında ölü yakma âdetinin uygulandığına dair kayıtlar vardır. Hunlarda cesedin yakılması sırasında, yani cenaze töreninden önce “ölen kişinin ölmeden önce bindiği at, giysileri ve yararlandığı nesneler cesetle birlikte aynı zamanda yakılmaktaydı”. Ancak cenaze törenini yapıldığı gün “akrabalar ile yakınları bir kurban sunmaktaydılar”.12 Oysa Orta Asya’da yapılan kazılar bu durumu doğrulamamaktadır. Sadece Çulım’ın bir güney kolu olan Kiia Nehri’nin batı yakasında on bir kurgandan oluşan mezarlıkta yapılan kazılarda, Hunlar dönemine ait yakılmış kemiklere rastlanmıştır. İstvan Bona, mezarların bazılarında ateş işaretleri görülse de en azından Avrupa’daki Hunların cesetleri yakmadıklarını söylemekte ve “Hunların ölülerini yaktıklarına dair bir kayda sahip değiliz” demektedir. Mıklos Erdy’de Hunların ölülerini yakan bir halk olarak nitelendirmemektedir13.
Gerçekten de Hunlar dönemine ait Pazırık ve Noyun-Ula kurganlarda yapılan kazılarda, insan cesedinin yakılmasına dair herhangi bir ize rastlanmamasına rağmen, mumyalanmış insan cesetleri gün yüzüne çıkarılmıştır. Pazırık Çağı- Berel Kurganlarında insan kemikleri yanında kül ve kömür kalıntılarına rastlanmıştır. Bu ölülerin yakılma âdetini hatırlatsa da insan kemiklerinin bulunması, bu ihtimali kısmen de olsa ortadan kaldırmaktadır.14 Çin kaynakları da Hunların cesedi İç ve dış tabuta koyarak gömdüklerini kaydetmektedirler.15 Hiung – nu (Hun)’lardan geldiği bilinen Gav – çığ’lar16 da ölülerini silahlarıyla birlikte gömmekteydiler17

Diğer taraftan M. Ö. II. Yüzyıl ve M. S. IV yüzyıla tarihlenen Altaylardaki Türk anıtlarının taş çevre duvarları; balballar ve aşınmış iri kaya parçalarından heykeller, gömü ve anma ayinleri ile ilişkilendirilmiştir. Bazı araştırmacılar, bu anıtların gömü olduğuna inanmaktadırlar. Onların görünüşüne göre çevre duvarları, ölü yakmanın dinsel töreni ile ilişkilendirilir. Öteki araştırmacılar ise çevre duvarların anma özelliği ile ilgili anıtlar olduğuna inanmaktalar. Bu görüşlerden ikincisi onaylanmıştır.18 Bu bilgiler bize, Hunların ölülerini yakmadıklarını göstermektedir.

 Bununla birlikte, İtil (Volga) Saratov civarındaki Seelman kurganlarında yapılan kazılarda defnedilmiş mezarların yanında, yakılmış mezarlara rastlanmıştır19. Yine, Kuzey Kafkasya bozkırları ve Azak civarında, Karpatlardan Yukarı Donets’e kadar Ukrayna’nın tüm orman – step şeridine yayılan Çernyachovsk kültürüne ait mezarlarda, yakılmış ve defnedilmiş mezarlara rastlanmıştır.20 IV.–VI. yüzyıllara tarihlenen bu mezarlarda dikkati çeken ilk husus sık sık Orta Asya kavimlerini yansıtan işaretlerin bulunmasıdır. Bu kavimlerden bir tanesi de Doğu Asya bozkırlarından gelen Hunlardır. Öyle anlaşılmaktadır ki, Hunlar biraz da bu bölgeye mahsus olan ölü yakma âdetini bu coğrafyalarda yaşayan kavimlerden almış olsa gerektir. Zira Kuzey Kafkasya ile Don ve Volga nehirleri arasında bölgeyi içine alan Alan mezarlarında böyle bir âdete rastlanmaktadır21. Muhtemelen Hunlarından bazıları burada yaşayan kavimlerin cenaze törenlerinde ki ölü yakma âdetini benimsediler. Bilahare de Karadeniz’in kuzeyine22 ve Macaristan topraklarına taşıdılar23. Yoksa başka bir neden görünmemektedir. Çünkü Got tarihçisi Jordanes, “Attila’nın cesedinin, birincisi altından, ikincisi gümüşten ve üçüncüsü de demirden olmak üzere, birbiri içine yerleştirilmiş üç tabuta konarak gömüldüğünü”24kaydeder. Aslında Jordanes’in bu ifadesi, Avrupa Hunları arasında ölü gömme uygulamasının devam ettiğini, fakat bölgede yaşayan insanların ölü gömme âdetlerinin de birbirinden farklı olduğun da göstermektedir.

 Hal böyle olmakla beraber, Orta Asya’da Hun kökenli olmayan kavimler cenaze törenlerinde ölü yakma âdetini sürdürmekteydiler. Milattan sonra dördüncü yüzyılın ikinci yarısında Mançurya’nın güney batısında ve Moğolistan’ın doğusunda görülen Kitan (Çi- dan)’lar cesedi dağların üzerinde bir ağaç üzerine bırakmakta (mezarları ağaç üzerinde) ve üç yıl geçtikten sonra da kemikleri toplayıp yakmaktaydılar25. Daha da ötesi, Yen – Ch’i (Kaşgar)26 ve Yü – t’ien (Hoten)27 sahalarında da ölülerin yakıldığı anlaşılmaktadır. Milattan Sonra 518 yılında Lao Yang şehrinden yola çıkan Huy Sing ve Sun Yong, 519 yılında Hoten’a gelerek orada gördükleri cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: “Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külleri yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzlerini boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülür. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır”28. Bu bilgilerden de anlamak mümkündür ki, Hunların ortaya çıktığı ve sonraki zamanlarda Hunlara bağlı Hun kökenli olmayan kavimler, cenaze törenlerinde ölü yakma âdetini sınırlı da olsa uygulamaktaydılar.

Hunların soyundan gelen Gök-Türklerin de ise, ölü yakma âdetinin varlığına dair bazı kayıtlar vardır29. Bu konuda Çin kaynaklarında, çok ayrıntılı bilgiler yer almaktadır: “İçlerinden biri ölünce çadıra konuluyordu. Ölen kimsenin çocukları, kadın erkek bütün akrabalarının her biri birer koyun ve atı kesip, kurban olarak çadırın önüne koyuyorlardı. Sonra atlarına binerek, çadırın çevresinde yedi kez dönüyorlar, çadırın önüne geldiklerinde ise bıçakla yüzlerini yaralıyorlardı. Sonra herhangi bir günü bekliyorlar ve o gün ölen kişinin atını, elbiselerini, kullandığı eşyayı, cesediyle birlikte yakıyorlardı. Sonra da bunları uygun bir zamanda toprağa gömülmek üzere, küllerini topluyorlardı. Eğer biri ilkbaharda ya da yaz ayında ölmüşse, çimlerle ağaçlardaki yapraklar sararıncaya kadar bekliyorlardı, şayet sonbahar ya da kış aylarında öldüyse, bitkilerin tohumlanması ve açma mevsiminin gelmesi gerekiyordu. Sonra bir çukur kazılıyor, içine küller gömülüyordu. Defin günü akrabalar yine kurbanlarıyla geliyorlardı, mezarın etrafında dönerek yüzlerine bıçakla çizik atıp yaralıyorlardı”30. Bu kayıta göre, Göktürklerde bir zamanlar ölü yakma âdeti vardı. E. Esin, Göktürkler devrinde hükümdarların cesedinin yakılmasının, eski göçebe geleneklerinden gelmiş, ateş ibadeti veya hükümdarların ateş unsuruna mensubiyetine inanmakla ilgili olduğunu belirtir31. Bu sıralarda, İran’ın doğusundaki bütün kavimlerin, özellikle Göktürklere bağlı olan Soğd’ların ölülerini yaktıkları, ağlayıp yüzlerini çizdikleri, saç ve giysilerini parçaladıkları bilinmektedir32. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda, Göktürklerin ölü yakma âdetinin izlerini hatırlatan arkeolojik buluntular ortaya çıkarılmıştır33. Nitekim Göktürkler ile bağlantısı bilinen Fergana bölgesi Muncektepe’de ki bir mezarda yapılan arkeolojik kazıda ölü yakma izine rastlanmıştır34.

Bu hususu tarihi kayıtlarda doğrulamaktadır. Nitekim M. S. 630 yılından önce, Göktürklerin ölülerini yakma yerine ölülerinin gömmeye uygulamasına başlamaları üzerine, Çin İmparatoru çok içerlemiş ve kendisine gelen Türk elçisine şöyle seslenmiştir: “Artık ölülerinizi, atalarınız gibi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz. Bunun için de Tanrı başınıza felâketler yağdıracaktır!”35. Aynı şekilde, Çin İmparatorunun Göktürk kağanı İl-Kağan’a yazdığı bir mektupta, “Göktürklerin artık ölülerini yakmadıklarını, atalarının yolundan ayrıldıkları için Tanrının hışmına uğrayacaklarını yazıyordu”36. 630 yılında Göktürk devletini yıkacak olan bu güçlü Çin imparatoru T’ai – tsung, soyca Çin’de yerleşmiş Türklerin neslinden geliyordu. Bu sebeple de Türklerin, eski âdetlerini bırakmış olmaları onu çileden çıkarmıştı. Nitekim Çin imparatoru, 634 yılında ölen Hie-li Kağan’ı37 Kue–i (doğru yala dönüş olan) prensi ilan ederek onu Türklerin âdetlerine göre gömmelerini emretti. Âdetleri uyarınca cesedi yaktılar ve Po Nehri’nin doğusunda bir höyük yaptılar38

B. Ögel, ölü yakma âdetinin Göktürklere Kuzey Türkleri ve Kırgızlardan geçtiğine işaret eder. Zira Göktürk devletini kuran Türk soyluları ile kağan ailesi, daha çok Altaylara ve Kuzey Türklerine yakın idiler. Dolayısıyla Göktürklere, ölüleri yakma âdetinin bu eski  yurtlarından gelmiş olması çok muhtemeldir39. Ancak Radloff, Göktürklerin ölülerini yaktıkları hakkındaki sözler bir defa hatadır demekte ve kendisinin de Altaylar, Kazak bozkırı ve Yenisey boyunda, içinde insan külü bulunan kaplara rastlanıldığını hiçbir zaman duymadığını, buna karşılık ölü için çok hayvan kurban edildiğini bildiren haberler doğru olduğunu kaydeder. Devamında ise, eski Hakasların ölü defni üzerine Çinlilerin verdiği haberlerin çok karanlık olduğunu: “Onlar defin esnasında (Tu- kiu’lar gibi) yüzlerini kesmezler, cesedi üç defa sardıktan sonra ağlarlar. Bunun üzerine cesedi yakarlar ve kemiklerini bir yıl geçince gömerler Sonra, muayyen zamanda matem merasimi icra ederler” demektedir. Radlof bu noktadan hareketle cesetlerin önce, yanlarına hiçbir süs eşyası konmadan gömüldüğünü, sonra da kurbanlık hayvanın belirli parçalarını ruhlar için yakıldığını ve Abakan boyundaki yeni demir devri mezarlarında bulunmuş olan kısmen yanmış koyun kemiklerinin bunu ispat ettiğini belirtir.40


Malum olduğu üzere, Kırgızlarda ateşin kutsallığı ve temizleyici rolüne inanırlardı. Bu durum ölü yakma âdetlerine yansımıştır. Eski inanışlarına göre, Kırgızlar cenaze törenlerinde yüzlerini çizmezler ve yırtmazlar. Cesedin etrafında üç defa dolaşırlar, sonra yakarlar, kemiklerini toplarlar. Gömmeden evvel bir yıl bunları muhafaza ederler. Bundan sonra ölçüsüz ağlarlardı.41 Nitekim Cye-gu (Kırgız)’ların42 ölü yakma işlemini uyguladıklarını tarihi kaynaklar nakletmektedirler. Çin kaynaklarındaki kayıtlarda “Cye–gu’lardan biri ölünce, yüzlerini karartmazlar, fakat ölenin etrafında üç defa dolaşır, ağlar ve ölüyü yakarlar. Sonra onun kemiklerini toplar ve bir yıl sonra bu kemikleri
gömerler”43 kaydı bunu doğrulamaktadır. Aslında burada ölünün kemiklerinin yakılması, bir bakıma ölünün yeryüzüne her türlü dönüşünü engellemek ve yakılanı göyün ötesine göndermek demektir manasına da gelmekteydi.44

İslâm tarih ve coğrafyacıları, ölüyü yakma âdetinin kuzey Türkleri ve ağırlıklı olarak Kırgızlarda uygulandığı konusunda yeteri kadar bilgi vermektedirler. İslâm dünyasının yetiştirdiği en büyük zekâlardan biri olan Ebu Zeyd el-Belhi’ye göre, “Kırgızlar ölülerini yakarlar. Ateşin ölünün cesedini günahlardan temizlediğine inanırlar”45. X. Yüzyılın ikinci yarısında yazılan Hudud al–Alam’de de “Kırgızlar ateşi kutsal sayarlar ve ölüleri yakarlar”46 kaydı yer almaktadır. Gerdîzî’de bu konuda, “Kırgızlar, Hindûlar gibi, ölülerini yakarlar. Ateş eşyanın en temizidir. Ona düşen her şey temizlenir. Ateş ölüyü pislik ve günahlardan temizler” 47der. Gerçekten de ateş ve duman pek çok Türk toplulukları tarafından törensel temizlenme amacıyla kullanılmaktaydı. Buna Yüce Tanrı (Tengri) ve Umay’ı kutsal sayan Göktürkler de dâhildir.48 Öyle ki, ateşin çıkardığı tütsü eşliğinde dostluklar kurulurdu49.

 Mervezî’de Gerdizî ile benzer görüşü paylaşır: “Kırgızların âdetlerinden biri de ölülerini yakmalarıdır. Onlar ateşin ölüleri temizlediğini ve günahlardan arıttığını sanırlar. Bu yakma âdeti onlar arasında eskiden vardı Fakat Müslümanlara komşu olduktan sonra ölülerini gömmeye başladılar ”.50 Bu konuyla ilgili olarak İdrîsî’nin de kaydı dikkat çekmektedir: “Kırgızlar ölülerini yakıp küllerini Manhâr nehrine atarlar. Nehirden uzak olanlar ise ölülerini yaktıktan sonra, nehre ulaşsın diye küllerini yer üzerinde rüzgâra savururlar”. 51 Ayrıca Avfî de “Türklerden bir kabile daha vardır ki, bu kabileye Kırgızlar derler… Bu Kırgız kabilesinin âdetleri budur ki, ölülerini yakarlar ateşe taparlar”52 demektedir. Bu tarihi kayıtlardan anlaşıldığı üzere, cesedi yakma işleminin, sık sık ateşe tapmayla ilişkilendirildiği de ortaya çıkmaktadır. Burada her ne düşünülürse düşünülsün, ölünün asıl yakılmasının nedeni, ölen kişinin günahlardan arındırılması ve ölen kişinin geriye dönüşünü engellemektir. Yoksa söylenildiği gibi İslâm’ın baskısıyla, İran kökenli Zerdüşt ateş inancının etkisiyle, Tien-Şhan dağlarından Aral Gölü’nün kuzey batı kıyısına kadar uzanan sahada yaşayan Türk göçebeleri arasında ölüyü yakma âdeti yayıldı şeklindeki görüş 53 doğru olmayıp, yanlış bir düşünce sonucu ortaya çıktığını belirtmemiz gerekir. Çünkü Zerdüştlükte ateş, güneşin, dolayısıyla iyilik tanrısı olan Hürmüz’ün yerdeki sembolüdür.54 Hâlbuki Eski Türklerde böyle bir inancı görmemekteyiz. Türklerde ateş, bir Tanrı değildir. Türklerin, Türk adlı bir atası tarafından keşfedilmiş veya Tanrı tarafından gönderilmiştir. Türk düşüncesinde insan ruhu, ateşten yaratılmamıştır. Ne de insan yaratılışında, en üstün vasıflı unsur ateştir.55 Bu bakımdan İran Zerdüşt inancında ateşe tapılırken56, Türkler ise, büyü unsuru olarak kullanırlar ve ateşle beraber kötü ruhlar kovulur. Tabiatıyla ikisinin arasında benzerlik söz konusu olamaz.57

Ölüyü ateşte yakmak destanında da vardır. Nitekim Manas Destanında dağ otlarını toplayıp ölü yakmak hakkında mısralar yer almaktadır: “On yedi dostum siz ölseniz dağ otlarını toplayayım, ateş yakıp sizi temiz defin ederim ”.58

Uygurlara gelince, onlar arasında da ölü yakma âdeti vardı. Bilhassa İranlılarda gelişen ateş ibadeti ile Muğ (Türkçesi Mogoç) dini, Fars sınırlarındaki, Hazar denizi kıyılarından itibaren Uygurların yaşadığı bölgeye kadar Türkler arasında da yaygındı. Yalnız Türkler ateş ibadetini daima İranlılardan almış olmayıp, daha eski ve belki müşterek köklere de dayanan eski inançlarından almışlardır. Dolayısıyla ateş inancına duyulan saygı sebebiyle, Sır–deryâ göçebeleri ölüleri köşk içinde yakmak geleneğini İranlılardan değil, eski Türklerden aldılar. Nitekim Batı Türkleri ve yerleşik hayata intibak etmiş olan Uygurlar ve bu arada “nâvs” (insan kemiklerinin saklandığı kutu) denen kemik mahfazasını kullanan ateş inancına sahip Türkler, ölüleri kubbeli çadır veya onun taklidi tahta köşk altında yatırdıktan sonra yakma âdetini yaşatmakta idiler. Belki de Türklerin ölüleri kubbeli çadır altına yatırmaları usulünün tabii sonucu olarak, Türk mezarları kubbeli çadıra benzemekteydi. Göktürkler devrinde nâvs’ların kubbeli Türk çadırı şekli aldığı veya kubbeli Türk çadırına benzer türbelere konulduğuna, Sır–deryâ Türk mezarları münasebetiyle öğrenmekteyiz. 59 Sarı Uygurlarınlar da ölüyü yakarlardı veya bozkıra gömerlerdi. Uygurların bilhassa ihtiyarlar ve şamanların cesetlerini yaktıkları bilinmektedir60.

 Yakutlarda da eskiden ölü yakma âdeti vardı. Bilhassa zengin bir kimsenin ölümünde, kendisine öteki dünyada hizmet etmeleri için, en iyi uşakları yakılırdı61. Cesetleri yakılan bazı ayrıcalıklı kişilerin dumanla birlikte göğe yükselip orada her bakımdan bizimkine benzer bir ömür sürdükleri şeklinde bir inanışa rastlanmaktadır. Buryat, Çukçi ve Koryaklarda da aynı inanışa rastlanmaktadır. Ateşin ölümden sonra göğe çıkıp orada yaşamayı sağladığı fikri, yıldırımın çarptığı insanların göğe yükseldiğine dair inançla da doğrulanmaktadır. Özü veya türü ne olursa olsun, ateş insanı “ruha” dönüştürüyor. Bu nedenledir ki, şamanlar “ateşin efendisi” olarak bilinmekte ve korlara değseler bile acı duymamaktalar. Bu “ateşe egemenlik” ya da cesetlerin yakılması, bir bakıma, bir çeşit sırra ermeye karşılık gelmektedir. Kahramanların genellikle öldürülerek bu dünyadan göçenlerin göğe çıktıklarına dair inanışın altın da buna benzer bir fikir yatmaktadır.6

Daha batıda bulunan Hazarların ise ölülerini gömmekteydiler.63 İbn Fazlan’ın “Hazarların Büyük Hakanı ölmesi üzerine, içinde mezar bulunan yirmi odalı bir saray yapıldığını ve hakanın cesedinin bilinmemesi için bu odalardan birine gömülür”64 kaydı bu durumu doğrulamaktadır. Ancak Hazarların daha sonra ölüyü yakmaya başladıkları anlaşılmaktadır.65 Hazarların bölgesinde yaşayan bazı pagan kavimler ölülerini yakmaktaydılar. Nitekim paganlarda ölü yakma  âdetinin varlığını kaydeden Mesud’i’nin ifadesine göre: “Hazarlar arasında Ruslar ve Slâvlar da bulunur. Bu putperestler şehrin iki yakasından birinde yaşarlar. Ruslar ve Slâvlar ölülerini, öleninin hayvanlarını, alet edevat ve mücevherlerini yakarlar. Bir erkek öldüğü zaman, karısı hayattaysa onu da onunla beraber yakarlar. Eğer ölen kadınsa, kocasını onunla birlikte yakmazlar. Eğer ölen bekâr biriyse, ölümünden sonra evlendirilir. Kadınlar, cennete gidecekleri ümidiyle kocalarıyla birlikte yakılmayı isterler. Daha önce belirttiğimiz gibi bu âdet Hindlilerde de vardır. Fakat Hindliler, kadın istemezse onu kocasının cesedi ile birlikte yakmazlar”66. Nitekim Rus ve Slavların ölülerini Hintliler, Ganalılar, Küğa vs. yerliler gibi, ölülerini yaktıkları çağdaş kaynaklar bildirmektedir67. X. Yüzyıl yazarlarından İbn Vahşiye de ziraat kitabında, cesetlerin doğrudan doğruya toprağın üstüne koymak yolundaki İslâmi âdetten yakınarak, Hintliler ve Slavların yaptıkları gibi, ölüleri yakmanın en akıllıca iş olduğunu söyler68

 Diğer taraftan, Hazarlar bağlı olarak yaşayan bazı Türk topluluklarında ölü yakma âdeti bulunmaktaydı. Bu Türk topluluklarından birisi Burdâslardır. Mervezî, “İki sınıfa ayrılan Burdâslardan bir kısmı ölülerini yakar, diğer bir kısmı ise gömerler”69 demektedir. Gerdîzî70 ve Avfî de aynı görüşü paylaşır71. Diğer Türk topluluğu ise Kimeklerdir. Kimeklerde Şamanizm hâkimdi. Onlarında Atalara ve ateşe büyük saygı gösterirlerdi72 İbn Fazlan “Türk kabilelerinden biri olan Kimekler ölülerini yakarlar. Ölülerinin arkasından ağlamazlar. Allah’ın takdirine razıyız derler “ 73 kaydını düşmektedir. Bu kayıtlardan, Hazarların ilk dönemlerde ölü yakma âdetinin bulunmadığını, ancak daha sonraları kendileriyle birlikte, onların bölgelerinde oturan Rus ve Slavlar ile bazı Türk topluluklarında ölü yakma âdetinin uyguladıkları anlaşılır. Bu arada, Hazarların yerini alan Peçenekler de ölü yakma âdetini sürdürdüler. Bu hususta Ebü’l- Fidâ, “Peçenekler Türklerden bir kavim olup kendi ölülerini yakarlar ve onlarla birlikte ele geçirdikleri yabancıları da yakmaktadırlar”74

E. Esin, “kötülüklerden temizlenmek amacıyla cesedi yakma geleneği de Türklerin yaruk kuvvetinin faziletiyle isig-öze (sıcak ruha) yardım etme isteğinin bir tezahürü de olabilir”75 demektedir. Zira yarug adını alan göğün veçhelerinden biri de ateş idi ve ateş aynı zamanda insanları kötü ruhlardan korumaktaydı76. Şamanistlerin inançlarına göre de ateş her şeyi temizler ve kötü ruhları kovar. Şamanistler yaptıkları her törende muhakkak ateş bulundururlardı77

Sonuç olarak bu bilgiler ışığında söylenebilir ki, eski Türklerde ölü yakma âdeti M. Ö. 1200 yıllarında Orta Asya’da başlamış ve sonraki yüzyıllarda giderek yaygınlık kazanmıştır. Bilhassa Çin ve İslâm Tarihi kaynaklarındaki kayıtlar, eski Türklerin, ateşe kutsal bir anlam ve önem atfetmeleri sonucu, matem (yas) törenlerinde ölüleri gömmenin yanında yaktıkları da anlaşılmaktadır. Keza Orta Asya’dan batıya Asya bozkırlarına doğru kayan Türk toplulukları da biraz da bu coğrafyalarda yaşayan kavimlerden etkilenerek, ölü yakma âdetini sürdürmüşlerdir. Zira bölgede yaşayan Alan, Rus ve Slav topluluklarında ölü yakma âdeti vardı. Ancak Türklerin İslâm dininin benimsenmesiyle birlikte, ölü yakma âdetine tamamen son vermişlerdir



Kaynakça ALEKSEYEV, N. A, Türk Dilli Sibirya Halklarının Şamanizmi, Çev. Metin Ergun, Konya 2013. ALTHEİM, Franz, Asya’nın Avrupa’ya Öğrettiği, Çev. Emin Türk Eliçin, İstanbul 1967. ARTAMONOV, M. İ, Hazar Tarihi, Türkler Yahudiler, Ruslar, (L. N. Gumilev’in tashih ve Notlarıyla), Çev. Ahsen Batur, İstanbul 2008. BAYAT, Fuzuli, Türk Mitolojik Sistemi, C. 2, İstanbul 2007. BORATAV, Pertev Naili, Türk Mitolojisi, Oğuzların, Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi, Çev. Recep Özbay, Ankara 2012, BULUÇ, Sadettin, “Şaman”, İslam Ansiklopedisi, C. 11, İstanbul 1979. ______, “Şamanizm”, Türk Amacı (1 – 8 Sayıları), Ankara 2009. ______, “Şamanizm VII, Ölüm Kültü”, Türk Amacı, Sayı 1–8, Ankara 2009. BUTANAYEV, Vıktor, “Moğol – Cungar Hâkimiyeti Döneminde Yenisey Kırgızları”. Türkler, C. 2, Ankara 2002. CHAVANNES, Edouard, Batı Türkleri Tarihi, Çev. Metin Sirman, İstanbul 2006. ______, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, Çev. Mustafa Koç, İstanbul 2007. DEUİGNES, Joseph, Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Tatarların Tarih-i Umumisi, Terc. Hüseyin Cahit, C. 1- 2, İstanbul 1924. DROMP, Michael R, “Erken Dönemlerden Moğol İstilasına Yenisey Kırgızları”, Türkler, C. 2, Ankara 2002.

DİVİTÇİOĞLU, Sencer, Köktürkler, İstanbul, 2000. EBERHARD, W, Çin’in Şimal Komşuları, Çev. Nimet Uluğtuğ, Ankara 1996. ______, “Çin Kaynaklarına Göre Orta ve Garbi Asya Halklarının Medeniyeti”, İ.Ü. Türkiyat Mecmuası, C. VII – VIII, Cüz. 1 1942. Ebü’l- Fidâ Coğrafyası, Çev. Ramazan Şeşen, İstanbul 2017. ELİADE, Mircea, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İstanbul 1999. ERDY, Mıklos, “Yenisey’in Batısındaki Hun Arkeolojik Kalıntıları”, Çev. Bülent Keneş, Türkler, C. Ankara 2002. ESİN, Emel, “Ötüken Yış (Türk Sanatında Ağaçlı Dağ Hakkında Notlar)”, Atasız Armağanı, İstanbul 1976. ______, Türk Kozmolojisine Giriş, İstanbul 2001. ______, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Târîhi ve İslâma Giriş, İstanbul 1978. ______, “İç Asya’da Milattan Önceki Bin Yılda Türklerin Atalarına Atfedilen Kültürler”, Türkler, C. 1, Ankara 2002. ______, “Miladi VII. – X. Yüzyıllarda Sır – Derya Oğuzlarının Maddi Kültürü Hakkında Notlar”, VIII. Türk Tarih Kongresi (Kongreye Sunulan Bildiriler), C. II, Ankara 1981. GÖMEÇ, Sadettin, Şamanizm ve Eski Türk Dini, Ankara 2011. GERDİZİ, Zey el – Ahbâr, Neşr. Abdülhayy Habibi, Tahran 1363. GROUSSET, Rene, Bozkır İmparatorluğu, Attila- Cengiz Timur, Çev. Reşat Uzmen, İstanbul 1993. GUMİLEV, N, Eski Türkler, Çev. Ahsen Batur, İstanbul 2002. Herodot Tarihi, Çev. Perihan Kuturman, İstanbul 1973. Herodotos Tarihi (Historiai), Eski Yunancadan Çev. Furkan Akderin, İstanbul 2007. Hudud al – Alam. The Regions of The World, Translared and Explaıned by V. Mınorsky, With The Preface by V. V. Barthold (1930) Translated from The Russıan, London 1937. İbn Fazlan Seyahatnâmesi, Haz. Ramazan Şeşen, İstanbul 1975. İbn Havkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası, Terc. Ramazan Şeşen, İstanbul 2014. İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986. ______, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976. ______, “Göçebe Türklerin Destanlarında Kahramanların Doğumları Ad Almaları ve Başka Hususiyetleri”, Makaleler ve İncelemeler, C. II, Ankara 1991. Jornandes (Jornades – Jordanes), Histoire des Goths, traduction française Seule, Paris 1869. KAPUSUZOĞLU, Gökcen, “Çin Kaynaklarına Göre Türk Kültür Çevresinde Evlenme ve Cenaze Gelenekleri”, TAD, C:34, S. 58, 2015. LİGETİ, L, Bilinmeyen İç Asya, Çev. Sadrettin Karatay, Ankara 1986. MALİKOV, Azim M, “Arkeolojik ve Yazılı Kaynaklara Göre Maveraünnehir Türkleri (M. S. VI – VIII. Yüzyıl), Türkler, C. 2, Ankara 2002. Marco Polo, The Travels, General Editör: Tom Griffith MA, Mphil, Hertfordshire 1997. MAZAHERÎ, Ali, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, Çev. Bahriye Üçok, İstanbul 1972. MESUDÎ, Murûc ez – Zeheb (Altın Bozkırlar), Çev. Ahsen Batur, İstanbul 2011. MUZIO, Ciro Lo, “Erken Dönem Türklerinde Defin İşlemleri”, Çev. Bülent Keneş, Türkler, C. 3, Ankara 2002. ORKUN, Hüseyin Namık, Türk Tarihi, I- II, Ankara 1946. ÖGEL, Bahaeddin, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1984. ______, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1988. ______, Türk Mitolojisi, C. II, Ankara 1995. ÖZERGİN, M. Kemal, “Kimekler ve Kimek Devleti”, Atsız Armağanı, İstanbul 1976. Plano Carpini’nin Moğolistan Seyahatnâmesi (1245 – 1247), Haz. Ergin Ayan, İstanbul 2014. RADLOFF, W, Sibirya’dan,1, 3, Çev. Ahmet Temir, Ankara 1994. RAHMAN, Abdulkerim, Uygur Folklorü, Çev. Soner Yalçın- Erkin Emet, Ankara 1996. RASONYI, Laszlo, Tarihte Türklük, Ankara 1988. ______, “Tarihte Türklük”, Türkler, C. 1, Ankara 2002. ROUX, Jean Paul, Altay Türklerinde Ölüm, Çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1999. ______, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1994. ______, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Çev. Aykut Kazancıgil – Lale Arslan, İstanbul 2005. SOYONOV, Vasiliy, “Eski Çağ Türk Döneminde Altaylar”, Çev. Fahri Dikkaya, Türkler, C. II, Ankara 2002. ŞEŞEN, Ramazan, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara 1985. TANYU, Hikmet, Türklerin Dini İnançları, İstanbul 1978. TAŞAĞIL, Ahmet, “İslâm Öncesi Devrede Orta Asya’da Yaşayan Türk Boyları”, Türkler, C. 2, Ankara 2002. TSAI, Lıu Mau, Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri, İstanbul 2007. VACZY, Peter, “Avrupa’da Hunlar”, Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Haz. Gyula Nemeth, Çev.Tarık Demirkan, İstanbul 1996. VAMBERY, Armınıus, History of Bokhara from The Earlıest Period Down To The Present, London 1873. YAKUBOVSKİY, A. Yu, Altın Ordu ve Çöküşü, Çev. Hasan Eren, Ankara 1992.Recep YAŞA Eski Türk Cenaze Törenlerinde Ölü Yakma Âdeti


Eski Türklerde Ölü Yakma Geleneği


Toplumlarda ölü gömme adetleri tarih boyunca dine endeksli olarak yapılagelmiştir. Eski Türk topluluklarında da bu defin işlemleri yaşanılan coğrafyaya, bağlı olunan inanç sistemine ve hatta kişinin soylu olup olmadığına göre çoğu zaman değişmiştir.
Türk halklarının yaşadığı bölgelerde yakarak gömmeye ilişkin izler bulunmaktadır. Özellikle Asya Hunları’ndan sonraki dönemlerde ölenlerin atları ve kişisel eşyaları ile yakılması bilinen bir uygulamadır. Yakma, cesetlerle ilgilenme işleminin çok eski dönemlerden günümüze kadar gelen ikinci önemli türüdür. Yakma işlemi insanların bilincinde toprağa gömmenin bir çeşit rakibidir. Cesetlerin yakılması ayini en eski Türklerden bu yana bilinmekteydi. Çin kaynakları Türk soyluları ile bağlantılı olarak konu hakkında bilgi vermektedir. Her halükarda definin onurlu bir biçimidir ve elbette halkın tamamını değil, sadece üst sınıfı kapsamaktır. Yalnızca olağandışı cesetlerin bu muameleyi gördükleri konusunda kuşku yoktur. Bu biçim neredeyse günümüze kadar korunmuştur, çünkü bugün bile Tuva’nın bazı bölgelerinde lamaların cesetleri yakılmaktadır. Bu konunun önemli bir arkeolojik bakış açısı vardır. Eski Türk soylularının kurganlarında külden başka bir şey bulunmadığı çok eskiden beri tespit edilmişti. Talaş kaynak bölgesinde ve Çu Havzası’nda kurganların yanı sıra yanmamış tuğlalardan yapılmış kubbeli mezar yerlerine de rastlanmıştır. Diğer taraftan mezar kazıcıları cesetlerinin de bulunduğu taş kurgan yığınları eski Türklere dayandırılmaktadır. Cesedin yakıldığı, arkasından da kalan kemiklerin gömüldüğü varsayılmaktadır.
Göktürklerde ölü yakma geleneği büyük olasılıkla Budizmin etkileri sonucu ortaya çıkmış bir durumdur. Kaynaklarda yazılanlara bakılacak olursa Göktürklerde naaş tüm mal varlığı ve atıyla birlikte yakılır, külü sonradan mezara konulurdu. Çin kaynakları Şapolyo’nun 582 yılında Çin’e yaptığı seferde, Çeupan mahallinde, Türklerle Çinliler arasında durmaksızın üç gün üç gece savaş yapıldığını ve Türklerin savaş alanından çekilmelerinden önce ölülerini yaktıkları bildiriyor. Yine aynı kaynaklardan MS 630 yılında Göktürklerin ölülerini yakmak yerine tekrar gömmeye başlamalarına Çin imparatorunun oldukça içerlemiş olduğu huzuruna çıkan Göktürk elçisine söylediklerinden anlaşılıyor: “Artık ölülerinizi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz.” Çinlilerin elinde tutsak iken 634 yılında Göktürk Hakanı İl Kağan öldüğünde Türkler kendi adet ve töreleri uyarınca, onun na’şını Pa Suyu’nun doğusunda ateşe verdiler; ardından toprağa defnettiler.

Kül Mezarları

Ölülerin yakılması işlemi Uygurlarda da yaygındı. Rubruk, “onların cesetlerini eski geleneklere uygun şekilde yaktıklarını ve küllerini bir piramidin tepesinde sakladıklarını” not etmektedir. Rubruk piramitlerden bahsederken büyük olasılıkla kupaları kastetmektedir. Ölüler yakıldıktan sonra ilkbahar veya sonbaharda mezara gömülür, “kül mezarı” olarak adlandırabileceğimiz bu mezarın üzerine ise bir tapınak ya da anıt dikilerek üzerine ölenin yaşarken yaptığı savaşlara ilişkin tasvirler işlenir, ağıtlar yazılırdı. Rubruk’un bu savına karşın Uygurlarda yakarak defnetmenin esasen münferit ya da geleneksel olup olmadığı konusunda tereddütler mevcuttur.
Ölülerle ilgilenmenin bir biçimi olan toprağa gömme ve yakma geleneğinin T’u-küeler tarafından bilindiği ve onların doğrudan selefleri olarak bozkırların efendisi Uygurlar tarafından sürdürüldüğü daha olasıdır. Doğrusu bu olayın tam olarak açıklığa kavuşturulması günümüze kadar mümkün olmamıştır. Arkeolojik açıdan durum pek de iç açıcı değildir; eski Uygurlar tarafından ikamet edilmiş olan bu bölgeler bugün Rusya, Moğolistan ve Çin olmak üzere üç ülkeye dağılmıştır ve bu ülkelerdeki durum araştırmaya fazla elvermemektedir.
Uygurlar homojen bir halk değildir. Dokuz farklı boydan oluşan siyasi bir konfederasyon olmaları nedeniyle, tarihi etnografik açıdan gelenek ve görenekleriyle ilgili soruların yanıtlanması güçtür. Yakarak defnetmek de dahil olmak üzere defin gelenekleriyle ilgili olarak tek tek boyların kendi geleneklerine sahip oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Bu Uygur boylarından biri Çin kaynaklarında P’u-ku (Bugut) olarak adlandırılmaktadır. Bu kaynaklar, 30.000 çadırdan oluşan ve 10.000 asker çıkarabilen Bugut boyunun lideri ve siyasi bir şahsiyet olan Pu-ku Huai-en’in, önceleri Çin Tang Hanedanı’na sadık bir şekilde hizmet verdiğini, ancak daha sonra onlara komplo kurduğunu yazarlar. Ölümünden sonra cesedi yakılmış ve kalıntıları gömülmüştür.
Çin yıllıklarından biri olan Ts’e-fu yüan-kuei’de “Gobi Çölü’nün kuzeyinde” yaşamış olan halkların ölü gömme ayinleri anlatılmakta ve ölünün yaşarken kullandığı atı ve diğer eşyalarıyla birlikte bedeninin yakıldığı, bu işlem için uygun bir günün seçildiği iddia edilmektedir. Uygurların ataları olan Kao-She’lerde, Uki Hanedanlığı döneminde (386-534) bedenin oturur şekilde gömüldüğü özel bir defin biçiminin egemen olduğuna dikkat çeker.
T’u-küelerin, ceset yakma geleneğini Tuvalıların töresinde buldukları varsayılır. Ayrıca bölgede Uygurların ve Yenisey Kırgızlarının da yaşadıklarına dair bir dizi değerli bilgi bulunmaktadır. Böylelikle hem Hun, hem de Uygur ve Kırgız döneminde (9. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar) yakarak defnetmenin izleri kanıtlanmıştır.
J. Kon, zengin memurların ve lamaların cesetlerinin mezar eşyalarıyla birlikte yakıldığını ve sonrasında küllerinin kalıntılarla birlikte gömüldüğünü çok önceden tespit etmişti. Ondan önce de N. F. Katanov bu konuyla ilgili açıklamalarda bulunmuş ve Tarbagatay bölgesi Urayhaylarının (Moğolistan’da yaşayan Türkler) üç “kemiğe” ayrılmış olduklarını ifade etmiştir: “kara kemikler (sıradan halk), ara kemikler (varlıklılar ve memurlar), ak kemikler (ruhaniler ve kadılar). Birinci grupta yer alanlar bozkıra terk edilirler, ikinci gruptakiler gömülürler, üçüncü gruptakiler ise yakılırlar. Bir lama (Budizm’de bir unvan) öldüğünde diğer lamalar onu pamuğa sararlar, kendir yağı ile yağlarlar ve yakarlar. Ancak sadece en tanınmış olanlar yakılır. Büyük lamaların külleri toplanır, suyla inceltilir ve tanrı heykelleri (Burhanlar) biçimi verilen balçık haline getirilir.

Ölü Yakma Geleneğini En Çok Kırgızlar Uygulamıştı

Eski Türk toplulukları içinde ölülerin yakılması işlemini en çok uygulayan Kırgızlar olmuştur. Çünkü Kırgızlar Şamanizmin bir sonucu olarak ateşin saflığına, temizleyici özelliği olduğuna ve ölüleri yakarak onları bu dünyadaki günahlarından arındırabileceklerine inanıyordu. Kırgızlarda bir kişi yaşamını yitirdiğinde matemin göstergesi olarak yüzünü yırtmak ya da kesmek gibi gelenekler bulunmaz.  Ölen kişilerin etrafında toplanılarak ağlanır, ardından ceset yakılır. Bir yıl sonra kemikler toplanarak üzerinden atlanır ve ölünün yapılan mezara gömülmesinin ardından ağlamalar son bulurdu.
Tuva’da, Kırgız dönemine (9-10. yüzyıllar arası) ait urganların altında, yakarak definle ilgili kül ve yakılan gereçlerin kalıntıları bulunmuştur. Bu geleneğin izleri Yenisey’de Çaa-Tas kazılarında 6. ve 8. yüzyıldan kalma bir grup Kırgız kurganında keşfedilmiştir. Bu kurganların taş yığınlarının altındaki tabanında kömür kalıntılarından, küllerden ve diğer kalıntılardan arındırılmış, yanmış küçük kemik yığınlarının bulunduğu mezar çukurları ortaya çıkarılmıştır.
Bugünkü Tuva’da Cengiz Han dönemine ait yakarak definlere ilişkin anlatılar mevcuttur, önce cesetler, daha sonra da mezar hediyeleri yakılmış ve küller taşların altına gömülmüş olmalıdır. Cungar hükümranlığı (8. yüzyıl) altında Tuvalıların yaşamlarını tasvir eden anlatılarda cesetlerin yakılması konusunda bilgi verilmektedir.
Tuna Bulgarları’nda ceset yakılması konusuna ilişkin kapsamlı ve ilginç materyaller Bulgaristan’da yürütülmüş olan kazı çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Çok sayıda yakarak defnetmeye ilişkin rapor, Z. Vyzarova ve diğerleri tarafından yürütülen kazıların sonuçlarına dayanır.
Acaba bedenin yakılmasına dair ön süreçler nasıl işlemektedir? Bu konuyla ilgili eski araştırmalar yeterli değildir. Kazılarda yapılan araştırmalar tüm ayrıntıları ortaya sermez. G. G. Gulbina’nın hazırlamış olduğu Sarı Uygurlarda yakarak gömmeye ilişkin bir tasvire şans eseri ulaşılmıştır. Doğru ve eksiksiz olduğu kabul edilen bu tasvir şöyledir:
Ölene ait olan bir arazi üzerine ortadan birbirini kesen iki mezar kazılır. Bu düzenlemenin amacı, odun yığınının ve yanıcı maddelerin körüklenmesini sağlamaktır. Bu amaçla ağaç kütükleri, odun parçaları ve koyun gübresi kullanılır. Kütükler birbirine çapraz olarak ve mezarlar da ortada kalacak şekilde kare olarak dizilir. Hiçbir şekilde düzensiz dizilmezler: biri mezarlara doğru dikey konulurken, diğerleri yanlardan, yığının ortasına doğru yerleştirilir. Odun yığını genel olarak önceden hazırlanır; yakma işlemi ağırlıklı olarak akşam ya da gece gerçekleştirilir. Ceset getirildikten sonra odun yığınının üzerine konulur. Odun yığınının üzerinde yatan ölünün bedeni, ayakları ve başı sık dizilmiş kütüklere gelecek şekilde, gevşek dizilmiş odunların üzerinde sırt üstü yatar. Başı güneye dönüktür. Ceset odun yığının üzerine konulur konulmaz ateşi yakmakla görevlendirilmiş (bazen ölenin en yakın akrabasıdır) erkek, mezarlara çıra koymak suretiyle ateşi alttan tutuşturur. Bu arada şunları söyler: “Ateşten korkma! Ateşten kaçma!” Odun yığını yandığında şölende yer alan katılımcılar ölünün üzerine şarap serperler ve ekmek atarlar. Kütüklerin orta kısmı kenardaki dala sıralanmış kütüklerden daha hızlı yandığı için ölü yavaşça mezarın içine çöker. Dışarıda bulunan odun ortaya doğru itilmek suretiyle yakma materyalinin yanmasındaki dengesizlik düzenlenebilir. Her şey yandıktan sonra katılımcılar ellerini yıkarlar ve getirmiş oldukları etten bir parça yerler. Odun yığınını tutuşturmuş olan kişi yanmış kalıntılara dönük bir şekilde şöyle konuşur: “Ateşten korkmadan, sudan korkmadan, yanına bir şey almadan oraya git.
Sarı Uygurlar cesedin yakılmasının ardından üç yıl süreyle yas tutarlardı. Yakma işlemi de ölümün hemen ardından değil, yaklaşık 3-7 gün arası bir süre sonra gerçekleşirdi.
Diğer Türk halklarında ve başka yerlerde, ceset yakmanın bu biçiminin farklı zamanlarda uygulanıp uygulanmadığı bilinmemektedir. Farklı yerel kabile gelenekleri, ayrıca bozkır kültür topluluklarının ataleti düşünüldüğünde, pek çok durumda bu biçimin geçerli olduğu kabul edilebilir.
Tarih içinde biraz daha geriye gidildiğinde, ceset yakma işleminin Peçeneklere dayandırılmış olduğu bir kez daha hatırlanmalıdır. Ebu’l Fida belgelerine göre: “Türk ırkından bir halk olan Peçenekler, kendi ölülerini yaktıkları gibi, kendi iktidarları altına düşen yabancıları da yakarlar.” Genel olarak bu halkın sadece sıradan insanları gömdükleri, liderlerinin ve soylularının bedenlerini yaktıkları düşünülmektedir. Bu konu sıklıkla tartışılmış, ancak ikna edici bir sonuca varılamamıştır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...