Bu Blogda Ara

10 Şubat 2020 Pazartesi

Türklerin kendi kökenlerini nasıl tanımladıklarına bir göz atmak uygun düşecek






















Türklerin kendi
kökenlerini nasıl tanımladıklarına bir göz atmak uygun düşecek; bu ise bizi tarihsel belgeler dünyasından efsaneler dünyasına götürüyor. Türk ve Moğol halkları kökenlerini ortak bir mitos kompleksine dayandırır; bu efsanelerdeki "dağ, ağaç, mağara, su ve dişi ruh"a atıflar, "bir yerde kapalı kalma ve o yerden çıkma" temalarıyla birleştirilir. Çin kaynaklann da ko
runmuş olan en yaygın efsane, aynı tema unsurlarını birleştiren sayısız Türk-Moğol efsanesinin ilkidir ve Türk adını ilk kullanan 6. yüzyıl kabilesinin kökenini bir dişi kurda dayandırır.58


Bu efsaneye göre 552'de Orhon ırmağı kenannda ilk Türk kağanlığı­nı kuran Türkler farklı bir Şyungnu kabilesiydi ve soy adları A-şih-na ya da Aşina'ydı. Düşmanlar kabileyi yenilgiye uğratarak on yaşındaki bir oğlan çocuk hariç bütün Aşinaları öldürmüş, çocuğun da ayaklarını kesmişlerdi. Bir
dişi kurt çocuğu kurtardı, onu etle besledi. Çocuk büyüdü, dişi kurtla çiftleş­
ti. Çocuğun hala hayatta olduğunu öğrenen komşu kral onu öldürmek üzere tekrar askerlerini gönderdi. Dişi kurt kaçıp bugünkü Şinciyang eyaletinde, Turfan yakınlarında bir dağdaki mağaraya saklandı. Mağaranın içinde
dağlada çevrili bir otlak vardı. Dağlarda saklanan kurt on oğlan doğurdu,hepsi büyüdü, her biri dışarıdan bir kadınla evlendi ve çocuklan oldu. Her çocuk kendine bir soy adı aldı, biri de A-şih-na adını kullandı. Birkaç kuşak sonra mağaradan çıktılar ve Ruran tebaası olup demircilik yaptılar

Bu masalın tarihsel açıdan inanılırlığı olmasa da, simgelerinin bolluğuyla bunu telafi ediyor. Anlatının kısa ve öz oluşu da bu simgelerin açıklanması gerekmediğini gösteriyor. Kurt Türkler ile Moğolların efsanevi atasıdır. Kurt ayrıca genç şamana rehberlik eden koruyucu ruhun büründüğü
biçimdir. Türk halklarının inancına göre şamanlar kurt biçimini alabilir. Başka bir yoruma göre, kurtla yani hükümran boyun atasının ruhuyla özdeşleşmek, en çok hükümdarın "böri," yani kurt denen korumaları ya da maiyeti için önemliydi. Çeşitli kabilelerden toplanarak talim ettirilen "böriler" artık kabilelerine değil, sonuna kadar sadakatle kağana bağlıydılar; efsanevi atasının ruhuyla özdeşleşmek özellikle onlar için anlamlı olabilirdi, oysa sıradan kabile üyesi için kendi kabilesinin atasından gelmiş olmak muhtemelen daha anlamlıydı. Bu yorum, kurt sembolizminden söz eden
kaynakların neden çelişkili olduğunu, Çin kaynaklarında yer alan kurt efsanesinin Türklerin kendi yazıtlarına neden fazla yansımadığını açıklayabilir.59 Dikkate değer bir başka motif demirciliktir, çünkü Şamanist toplumlarda demirci şamandan sonra gelen kişidir; ikisinin işlevleri birbiriyle iliş­
kiliydi. Modem öncesi toplumlar bütün sanat ve zanaatlara hem maddi, hem de manevi önem atfetseler de madenin işlenmesi onlara büyülü bir 
dönüşüm gibi gelmiş olmalıdır. Tunç işlemenin yanında daha yeni ortaya 
çıkan demirciliğin askeri önemi ve demircilerin -özellikle de kılıç yapanların- doğanın güçlerini açığa çıkarıp denetleyebilme becerileri o dönemin halklarında herhalde huşu uyandırmıştı.

Kurt anlatısında Türk siyasi kültürünün uzun zamandır süregelmiş temaları da sezilir. Birincisi, Tanrı'nın seçtiğine inanılan bir boya hükümranlık atfedilmesidir; bu boy artık Aşina'dır ve soyunun daha önceki hü­kümdarlara, Şyungnu'lara dayandığına inanılır. Türkçe olmayan A-şih-na adı muhtemelen Orta Asya İran dillerinin birinden gelmektedir ve anlamı "mavi"dir, Türkçedeki karşılığı "kök"tür. Bu renk doğu ile özdeşleştirilir, dolayısıyla imparatorluğa verilen Kök Türk adı "Doğu Türkleri" anlamına geliyordu.6' Kutsal rnekanlara sahip olmak egemenlikle özdeşti. İlk Türk İmparatorluğu'nda kağan ile ileri gelen kişiler atalarının mağarasında ata ayinleri yaparlardı; bu mağara Türklerin Moğolistan'daki kutsal sığınağı olan Ötüken ormanlarının yer aldığı dağlardaydı, belki de bir demir madeniydi.62 Modem tarihçilerin düşünce dünyasından ne kadar uzak olursa olsun, Türklerin kökenierine dair efsanelerde Türk siyasi kültüründe çok önemli bir yeri olan simgeler vardır ve bunlar, 20. yüzyıl milliyetçilerinin imgeleminde yeni bir yaşam olanağı  bulmuştur Türklerin asıl kökenieri efsanenin anlattığından çok daha farklıdır.
Daha önceki tarihlerde batıda yaşamış Türklerden dağınık yerlerde söz edilmesi, ayrıca Çiniiierin muhtemelen Kök Türk İmparatorluğu'ndan kopup başka yerlerde yaşamış Türklere dair verdiği bilgiler dışında, Türklerin çok farklı kökenierden geldiğine dair işaretler çoktur. Bu işaretlerden biri,
biraz önce anlattığımız efsanenin Çin kaynaklarındaki Türklerin kökeni hakkındaki üç efsaneden yalnızca biri oluşudur; biri dişi kurt soyundan hiç söz etmez; başka Türk halklarının köken efsanelerinde ise, totem olarak görülsün görülmesin bambaşka atalar yer alır.63 Türk İmparatorluğu'nun kurucuları olan İstemi ve Bumin'in adları Türkçe olmadığı gibi, klanları­nın ad

 A-şih-na ya da Aşina da Türk dillerinden gelmiyordu. Hükümdar maiyetinde yer alanların "kurt" olduğunu belirtmek için kullanılan "böri" terimi de muhtemelen İran dillerinden türetilmişti. Türk dilinde yazılıp günümüze kalan en eski metin, Orhon yazıtlarıdır; aynı adı taşıyan ırınağa yakın dikili taşlara kazınmış olan bu yazıtlarda Türk dillerinde olmayan,oysa bu dillerle ilişkisi bulunmayan İç Asya dillerinde görülen kelimeler devardır.64 Türk kökenieri bulmak için yapılan araştırmalar bizi safulusal bir öze değil, çok-ırklı ve çok-dilli bir bozkır ortamına götürüyor.


Çin kaynaklan Türklerin tarihini 439 yılına kadar götürür; bu tarihte hepsinin soy adı A-şih-na olan soo'e yakın aile Ruran topraklarına yerleşmiş, devlet hesabına demir araç gereç yapmaya başlamışlardı. Ruran devleti, mutlaka bu ailelerin de baskısıyla dağıldığında, A-şih-na'lar 552'de iktidan ele ge­çirdi. Tam bu noktada "Türk" sadece bir kabile adı olmaktan çıkıp si,vasi bir yafta haline geldi; yavaş yavaş bu ad asıl Türk kabilesinden gelmeyen çeşitli halklar için de kullanılacaktı.65 On yıl içinde Türk İmparatorluğu uzak batıya doğru yayıldı. Kuruculan Bumin ve İstemi'den birincisi doğunun, öbürü batının hükümdan oldu. Önce çok kısa bir süre için İran Sasanileriyle, sonra da Bizanslılarla ittifak kurdular; bunun sebebi Sogd ipek tacirlerinin Bizans'la
doğrudan ticaret yapmak istemesiydi. Sogdlar Buhara ve Semerkand'ın çevresindeki vahalara yerleşmiş Hint-Avrupalı bir halktı, yüzyıllardır bölgeler arasındaki ticaret ve kültür alışverişinde kilit rol oynuyorlardı. Şyungnu'lann yaptığı gibi haraç toplamanın yanı sıra Türkler Orta Asya ticaret yollarının denetimini de tekellerine aldılar, bu hedefe varmak için de Sogdlar gibi taeirierin işbirliğinden yararlandılar. Sonuçta ortaya çıkan refah düzeyi, 628'de Batı Türk İmparatorluğu sarayına giden ünlü Çinli hacı ve Budist metinler çevirmeni Xuanzang'ın [Şuanzanğ] gözünü kamaştırmıştı.66


Türk İmparatorluğu'nun yükselişi, Çin'in önce kısa bir süre için Sui hanedam döneminde (58r-6r8), sonra da kalıcı olarak Tang hanedam döneminde (6r8-907) birleşmesiyle çakışmıştı. Sui hanedam kısa tarihleri boyunca Türk İmparatorluğu'ndaki veraset mücadelelerinden ellerinden geldiğince yararlandılar; ancak Tang hanedam Çin-Türk ilişkileri tarihinde daha kalıcı iz bıraktı. Tang'ların aile olarak kökeni kuzey Çin'e uzanıyordu; bu bölge yüzyıllardır yabancıların egemenliği altındaydı ve bozkır kültü­ründen çok etkilenmişti. Bir örnek vermek gerekirse, kuzey Çin saraylarında çayın yerini ayran almıştı.67 Sui döneminin mirası olan çoğu yabancı kö­kenli "müziğin dokuz türü," müzik zevkindeki eklektisizme işaret ediyordu. Çin imparatorluk sarayında en az bir Türk kadın oyuncunun sahneye çıktığını biliyoruz. Yine en azından bir Tang şairi keçe çadırda geçirilen
karlı bir geceyi terennüm etmişti İkinci Tang imparatoru Taizong (626-649) gerçek bir Çin kağanı,
usta bir süvari ve savaşçı, tahta geçebilmek için kardeşlerini katiedip babasını alaşağı edecek kadar atılgan bir insandı. Taktik olarak Taizong DoğuTürk kağanıyla muharebe alanında bizzat karşılaşmaya, müzakerelerde bulunmaya, hatta erkek erkeğe bir dövüş için ona meydan okumaya hazırdı;sonra da birlikte kardeşlik törenleri yapabilir, at kurban edebilirlerdi.69 Strateji olarak da bir yandan Batı Türklerine şirin görünürken bir yandan da Doğu Türkleriyle aralarına nifak sokuyor, böylece "yakındakilerle sava­şabilmek için uzaktakilerle ittifaka" giriyordu.70 Türk-Tang ilişkilerinden Türkiye Cumhuriyeti-Avrupa Birliği ilişkilerine kadar, bölgeler arası diplomatik ağlar ile bu ağların getirdiği çok katmanlı alışverişlerin bir parçası olmak, her dönemde Türk devletlerinin özelliği oldu



Zorlu bir kağan olsa da, Taizong Türklerin Çin dış politikasını aralıksız meşgul ettiği bir dönemde hüküm sürmüştü. Çin kuvvetlerinin bozkırda uzun süreli seferlere çıkamayacağını biliyordu. Çin'in, bir yandan Türklerin zayıf anlarını kollayıp bir yandan da "evlilik yoluyla pasifleştirme
politikası" dediği taktiği gütmesi gerektiğine inanıyordu. Bu da, Türklere gelin giden Çin prenseslerinin yanında pahalı hediyeler taşıyan elçi heyetleri göndermek demektUr O sırada Türk İmparatorluğu'nda tahta kimin geçece­ği meselesi sarpa sarmıştı; Sogd danışmanlar çetin kış mevsiminde zarar gören göçebe sürülerine düzenli vergi salmaya kalkışınca isyan çıktı. Tang müdahale edip Doğu Türk kağanını esir aldı. Sonraki elli yıl boyunca (629- 679) Türkler Tang hanedamndan "kutlu kağanlar"ın tebaası oldu.72 Tanglar Çin'in ilk birleşme dönemindeki Qin ve Han hanedarılarından çok daha bü­yük fetihlere giriştiler. Türk güçlerini kullanarak Mançurya, Moğolistan veDoğu Türkistan dahil muazzam bir tampon bölge yaratıp 659'da Batı Türk
İmparatorluğu'nu yendiler. Tangların batıya duyduğu ilginin somut kanıtları Dunhuang'daki mağaralarda yer alan Buda tapınakları ve manashrlarında görülebilir. Dunhuang hem ipek yollarında, hem de Budacılığın Hindistan'dan Çin'e aktarılma yollarında belli başlı duraklardan biriydi ve erken
Tang döneminde sanatsal gelişiminin doruğuna ulaşmıştı.73

Ama elli yıl sonra Türkler Tanglara baş kaldırıp ikinci bir Türk İmparatorluğu kurdular. Taizong'un Türk dostu varisiLi Chengqian [Li Çenğ­ çiyan] tahta geçmiş olsa bu imparatorluk kurulmayabilirdi. AncakLi babasına karşı komplo kurunca sürgüne gönderildi ve orada öldü.74 Taizong'un yerine Gaozong geçti (649-683); bu hasta imparatorun saltanat dönemine askerlerden nefret eden Çin bürokratları egemen oldu. Orhan yazıtları, "dört bucaktaki bodunu" fetheden Bumin Kağan ve İstemi Kağan'ın sadece kişileri ve kabileleri değil "beğler"i (seçkinleri) ve "bodunu" (halkı) da
karşılarına almaları yüzünden nasıl zayıf düştüklerini, ikinci Türk İmparatorluğu'nun bakış açısından yorumlar.

[Tahta] bilgisiz kağan oturmuş... Buyruğu yine bilgisizmiş, kötü imiş. Beğleri, badunu eğri [olduğu] için, Çin badunu alcı, kandırıcı [olduğu] için ... Türk badunu iliediği ilini elden çıkarmış ... Çin bodununa beğlik er ağlam kul oldu, kadınlık kız ağlam cariye oldu. Türk beğleri Türk adını attı, Çinli beğlercesine Çin adını tutarak Çin kağanına kapılmış. Elli yıl işini gücünü vermiş.

Demek ki göçebe Türk İmparatorluğu seçkinleri yine komşu tarım toplumunun cazibesine kapılıp davranış ve tutumlarını taklit etmişlerdi. Ancak, imdatlarına Aşina boyu soyundan gelen İlteriş yetişti (682-691). Türk halkını seferber edip ikinci Türk kağanlığını (682-745) kurduğunda
aldığı, Çin kaynaklannda geçen "Kutluğ" ismi, başarısını yansıtır. Birkaç onyıl boyunca ikinci imparatorluk beceriidi hükümdarların, ayrıca becerikli komutan ve devlet adamı Tonyukuk'un yönetiminde genişledi. Çin'le ilişkileri, şu bildik yağmalayıp haraç alma yöntemi ile zayıfladıkları andaTanglan destekleme arasında gidip gelir. Bu ikisinin karışımı, Türklerin amacının Tang İmparatorluğu'nu fethetmek değil, Ötüken dağındaki siyasi ve törensel merkezin güvenli uzaklığında durup birleşik Çin'den yararlanmak olduğunu gösteriyor. Ancak Türklerin devleti yıkılmaz değildi.
İkinci Türk İmparatorluğu'nun sonu Bilge Kağan'ın 734'te zehirlenerek öldürülmesi ve kabileler arasındaki rekabetin tekrar su yüzüne çıkmasıyla geldi; imparatorluk yıkıldı, yerine Uygur devleti kuruldu (744)

Türk İmparatorluğu'nun önemi çok büyüktü. İç Asya standartlarına göre görece uzun süreli bir Pax Turcica (Türk Barışı) hüküm sürdü, Çin'den Bizans'a kadar İpek Yolu diye bilinen ticaret yollan ağı boyunca uzanan topraklar birleşti, farklı etnik gruplardan oluşmuş toplum hem malların hem
de fıkirlerin yayılması için gerekli ortamı sağladı. imparatorluk, bütün bu çeşitliliğin üstünde, bütün İç Asya'ya genel bir Türk kültürü karışımı yaymıştı; bu kültür gündelik hayatta kullanılan eşyalardan dil ve siyasi kültüre kadar her şeyde ortak özellikler gösteriyordu. Siyasi olarak Türk İmparatorluğu "bir kabile konfederasyonundan doğmuştu." Çekirdeğinde ''iç kabileler" vardı (hükümran boy ve müttefikleri, ayrıca evlilik yoluyla akraba olunan kabileler); ikinci katmanda hanedanlannı sürdürüp kendi istekleriyle konfederasyona katılan kabileler yer alıyordu. Üçüncü katmanda zorla konfederasyona katılması sağlanan kabileler vardı; genellikle bu kabilelerin yö­ netici ailelerinin yerine bazı devlet memurlan atanıyordu. Son olarak da haraç ödeyen yerleşik toplumlar vardı. İmparatorluğa tabi olup kendi hükümdarlannca yönetilen halklar arasında Sogdlar da bulunuyordu. Belli başlı merkezleri Buhara ve Semerkand'ın dışında, uzak bölgelerde ticaret kolonileri de kurmuş olan Sogdlar Çin pazarını askeri gücüyle zorla da olsa açabilen bu göçebe devletle isteyerek işbirliği yapıyorlardı.76

Türk İmparatorluğu'nun Şyungnu'lara dayanan siyasi sistemi, yüzyıllar boyunca Türk devletlerine model oluşturdu. Tepede, devleti tanndan aldığı güçle (kut) yöneten kağan vardı, hükümdar olarak işlevlerini başarıyla yerine getirerek tanrının gözdesi olduğunu gösterir, kutunu ete kemiğe
büründürürdüT Başta gelen görevlerinden biri, Şamanist çağrışımları olan ayinleri yönetmekti. Kağanın Ötüken Dağı'nı denetim altında tutup bu dağdaki kutsal mekanlarda ata törenlerini düzenlemesi de gerekiyordu. Büyük bir ihtimalle daha önce Şyungnu'larda da olduğu gibi, Türklerde de at ya da yak kuyruğundan yapılma sancaklar, çoğu kez bayraklar ve davullar hükümdarlığın simgesi sayılır, savaşlardan önce üstlerine kımız dökü­lerek kutsanırdı. Tahta geçme töreninde kağan önce bir keçe örtüye sarılıp dokuz kere kendi etrafında döndürülür, sonra bir ata bindirilip koşturulur,
daha sonra da bir ipek şalla neredeyse boğulana dek boğazı sıkılırdı. Tam bilincini yitireceği sırada kaç yıl hüküm süreceği sorulurdu. Arap coğrafya
cı el-İstahri, Türk İmparatorluğu'ndan sonra kurulan Hazar devletinde de 
süren bu töreni anlatır ve söylediği kadar yıl geçtikten sonra kağanın öldürüldüğünü söyler.

Kağan mutlaka Aşina boyundan olmalıydı, hatun yani kağanın ilk karısı da Aşete boyundan. Kağan ile hatun sadece hükümran çift olarak gö­rülmüyordu; kağan, Türk panteonunun en yüce tanrısı Tengri'nin, hatun da doğurganlık tanrıçası Umay'ın suretiydi. Kağanın kutunu bütün hanedan paylaşıyordu. Ne kağanın ne de başka hanedan üyelerinin kanı akıtılabilirdi; idam edileceklerse boğdurulurlardı.


Kağanın dünyevi işlevleri de vazgeçilmez nitelikteydi. Orhan yazıtlarından birinde İstemi ve Bumin hakkında yazıldığı gibi, kağan Türk halkına devlet ve (daha sonraki Türk ve Moğol devletlerinin "yasak" ya da "yasa"sına tekabül eden) "törü" sağlıyordu.78 Kağan komuta ediyor, imparatorluğunun birliğini sağlıyor ve düşmanı haraç ödemeye zorluyordu. Kahramanca yiyip içip dövüşen kağan, maiyetinin ve tebaasının refahını gözetmek zorundaydı; savaş ganimetini paylaştırır ve elde edilen haracı onları besleyip giydirmek için yeniden dağıtırdı. Demek ki uygulamada kağanın
başarısı ister haraç, ister ticaret yoluyla olsun kaynakları seferber edip yeniden dağıtma becerisine bağlıydı. Burada da devletin ekonomiye egemen olabilme çabasının ilk örneklerini görüyoruz; bu temanın Türk devlet yö­netme sanatında uzun bir tarihi olacaktır 
Türk İmparatorluğu, Türk kabilelerini (bod) ve boylarını (oguş) bir 
araya getiren bir yönetim örgütü (el) ve bir kabile konfederasyonuydu (bodun). İktidar tepedeki kağanın elindeydi; kağan da, Şyungnu'lara öykünürmüş gibi, iktidarını "böri" (kurtlar) denen silahlı bir maiyetle korurdu (Çin kaynaklarında "böri" terimi Türklerin ataları efsanesiyle ilişkilendirilir).
Çin'in ve Tibet'in de kağanları bulunduğu halde, Moğollar'ın daha sonra geliştirecekleri dünya imparatorluğu iddiasının ilk örneği Orhan yazıtlarında ortaya çıkar; yazıtlarda bir yöne doğru "Şantunğ şehirleriyle denize,"öte yönde de "Demir Kapı ve Tezik [Tacik] ülkesine" sefer edildiği belirtilir.79 İktidar yapısında, kağanın altında imparatorluğun her kabileye atadı­ğı valiler (hepsi Aşina boyundandı) ve yerli kabile reisieri (begler) bulunuyordu. Çin kaynaklarına göre yönetim sisteminde hepsi de kalıtsal olan yirmi sekiz rütbe vardı.80 Şyungnu devleti ve daha sonraki Türk siyasi ve askeri sistemleri gibi bu imparatorluk da ikili bir yapıya göre örgütlenmiş­
ti. Ancak burada doğu-batı ikililiği başlangıçta iki kardeşin iki kağan olmasına kadar varmıştı: Doğunun kağanı Bumin (Çin kaynaklarında Tumen, ö. 553), batının kağanı İstemi (ö. 576) idi. Doğu ile batının kağanları 6. yüzyılın sonlarında tahta kimin geçeceği sorunu yüzünden birbirlerine düşman kesildiler. Babadan oğula değil de kardeşten kardeşe geçebilen verasethakkı kardeşlerin birliğini görece de olsa sağlayabilirdi, ama bir kuşak sonra veraset hakkı amcazadelere geçtiğinde sorun çıkacaktı. Hükümdarlık sı­rası beklerken Aşina begleri Türk İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerini yönetiyorlardı; böylece imparatorluk doğu-batı aynınma ek olarak sayısız bö­lümlenmeye de uğruyordu. Bu tür dirlik sistemi ve taht kavgaları yüzyıllar boyu Türk göçebelerin kurduğu devletlerin özelliği olacak, bu devletlerin tipik hızlı yükseliş ve çöküşlerinin sebeplerinden birini teşkil edecekti


Türk devlet kurma modeli Moğollarda da devam edecekti; ancak busiyasi manzaraya çeşitlilik katan başka unsurlar vardı. Bu dönemde yaşamış bütün Türk ulusları arasında bir tek siyasi model geçerli değildi; çoğu devlet kurmadan, kabile toplumlarında yaşamayı sürdürüyordu. Kökeninde
Türk olmayan birçok unsur da Türk devlet yönetme sanatının bir parçası olmuştu. Bazı önemli terimler Türk olmayan dillerden alınmıştı; örneğin "hatun" ve "beg" Sogdca kökenlidir ve Türkçede hala kullanılır. Terimler gibi bazı adetler de ödünç alınıyordu. Sogd tacirleri çoğu kez köle (çakar) satınalarak yolculuğa çıktıklarında evlerini korumak üzere muhafız birlikleri,
hatta özel ordular kurarlardı. Bu, daha sonraki İslam ve özellikle Türk toplumlarında gulam (yani köle asker) sisteminin modeli olmuş olabilir.8
Türk İmparatorluğu'nda toplum tabakalara ayrılmıştı: Bir yanda "begler" vardı, yani yönetici boy ile başka soylu boylar hiyerarşisinden olu­şan seçkinler tabakası; öte yanda da "kara bodun" yani halk. Ama toplumaynı zamanda askeri açıdan bir birlik teşkil ediyordu. Her erkek bir "er"di
(hem cinsiyet açısından, hem de askeri anlamda); her genç erkek muharebede ya da avda yiğitlik göstererek "er adını" kazanmak zorundaydı; seçkin tabakadan bir erkek de "er başı" olur, yani belirli sayıda askere komuta ederdi.82 Erkekler silahlar ve hayvanlarla meşgul olurken kadınlar üretimi 
üstlenmişlerdi; toplumsal cinsiyet rolleri böyle olunca savaşta alınan tutsakların hemen hepsi kadın, bazen de erkek çocuk oluyor, yetişkin erkekler asla tutsak alınmıyordu. Sürekli hareket etme ve aşırı soğuk iklime 
uyum sağlama ihtiyacı zevkleri de etkiliyor, örneğin zengin dokumaların,
kürklerin ve gerekli nesneleri asmak için bağcıkları olan süslü kemerierin tercih edilmesine yol açıyordu. Bütün eskiçağ toplumları gibi böyle bir toplumun da üretim kapasitesi ve teknolojik gelişimi küçümsenmemeli.
Odun kömürü ateşinde çelik kılıç yapılışının insanlara doğaüstü bir olay gibi görünmesine de şaşmamalı. Aynı şey çok uzun bir yapım zamanı ve ustalık gerektiren bileşik yay için de söylenebilir; bu yaylarla atılan oldarın eriştiği mesafe o kadar uzundu ki, karşılaştırıldığında, Avrupa'daki uzun
yaylarla atılanların mesafesi insanı "utandırıyordu."8



Fazla belgelenmemiş olan dini hayatın temelinde İç Asya'da yaygın bir eski inançlar karışımı vardı.84 Bu inanç sistemi için geleneksel olarak kullanılan "Şamanizm" terimi yanıltıcıdır. Şamanlar erkek ya da kadın olabilirdi. Bunlar ruhlar alemiyle iletişim kurabilen din uzmanlarıydı; ancak
gündelik ibadet için değil de olağandışı dini ihtiyaçlar ya da tedavi amacıyla göreve çağrılırlardı. Ama gerçek, ama söylenti, şamanların geleceği görme ve savaş meydanında fırtına çıkarma becerileri, verdikleri hizmeti hü­ kümdarlar açısından çok önemli kılıyordu. Bununla beraber, vecde varma yoluyla sıradan bir insanı hastalık ve yabancılaşmadan kurtarıp kerametlergösterebilen bir şamana dönüştüren bu coşkulu, kahramanlara yakışır ruh yolculuğu, komşusunun günlük ibadetine hemen hiç benzemiyordu.

Günlük ibadetin merkezinde, hem topluluk içinde hem de atalar ile kozmik güçlerle bağlantılı olarak, yaşam ve sağlığın korunması vardı. Esas törende aile ve topluluğun atalarına adak sunulurdu.85 Ata törenlerinin oda­ğı, Türk kültürlerinin en kalıcı ve yaygın simgelerinden "ocak"tı. Adanan yiyecek ve içecekler ocaktaki ateşe atılır ya da ataları temsil eden ve ocağın çevresine konan tahta veya keçe "put"ların ağzına sürülürdü. Ellerinde muhtemelen tannlara sunulacak içkinin bulunduğu kaplar tutan taştan oyma ata figürleri (balbal) Türk mezariarına sık konan nesnelerdendi. Ocak ateşi ailenin devamlılığını simgelediği gibi, ocağın kendisi de büyük bir mekansal ve kozmolojik öneme sahipti. Annenin kazarak açtığı ocak öteki dünyadaki atalara açılan kapı anlamına geliyordu. Yuvarlak keçe çadırın ortasında yer alır, dünyanın merkezini simgelerdi. Dumanın göğe yükseldi­ği tepedeki delik sayesinde ocak evrenle aynı eksende yer alıyordu. Dağ, ağaç, mağara, su ve dişi ruh gibi kutsal imgeler, kozmik yönelimi ve "ninelerin" ruhlarının öte dünyasına açılması dolayısıyla ocakla özdeş görülürlerdi. Ocak etrafında düzenlenen ayinler, çocuklara yaşam veren, duman deliğinden girip aileye şans getiren ya da bir hükümdara tanrının buyruğunu ulaştıran yaşam gücünü, "kut"u sağlardı. Böyle bir manevi çerçevede,Türklerin kökeni efsanelerinin de gösterdiği gibi, önemli olan, evrenin yani genel olarak insanlığın kökeni değil belirli bir aile ya da halkın kökenidir. Anlamlı "İlk İnsan" bütün insanlığın değil kişinin kendi halkının atasıdır. Şu halde böyle bir anlatı, bir halkın birlik oluşu ya da bir imparatorluğun kuruluşu için gerekli "birleştirme belgesi" işlevi görebilir. Daha sonra farklı dinlerin kabul edilişiyle ortaya çıkan anlatılar, ilk İnsan fıgüründe "inancı getiren" ile yeni kabilenin veya ulusun atasını birleştirmiştir.

Hükümran hanedanların dini törenleri daha zengin, daha ayrıntılı olabiliyor, ama fazla bir değişiklik göstermiyordu. Hükümranlığın kutsal mekanların denetimiyle özdeşleşmesi de -Türk siyasi kültüründe kalıcı bir tema- ocak sembolizmi etrafında dönüyordu. Türk İmparatorluğu'nda
kutsal mekan Ötüken Dağı'ydı; bu dağ Şyungnu'lar ve Ruran devleti için de kutsaldı.86 Çin kaynakları Ötüken'in kağanın daimi ikametgahı oldu­ğundan söz eder, oysa kağanın tebaası göçebedir; her yıl kağan "kurban sunmak üzere soyluları ata mağarasına götürür." Hanedan üyeleri ile sıradan göçebeler arasında manevi olarak bir fark varsa bile, sonuçta bu, siyasi devlet kültünde en yüce tanrı Tengri'ye daha fazla tapınmaya dönüşüyordu, kağan da bu kültün yüce rahibiydi.87 Tengri'nin iki haberci tanrısı (yol tengri) vardı, biri tek tek kişileri kutsuyor, diğeri ise kağan ile hatunun gök ve yeryüzü tanrıları Tengri ile Umay'ın dünyevi eşdeğerleri olarak hüküm
sürdüğü devletin bekasını sağlıyordu. Hükümdarların, özellikle geleceği (ya da hiç olmazsa gelecekte nasıl bir politika tercih etmeleri gerektiğini) görmek için şamanlara muhtemelen sıradan insanlardan daha fazla ihtiyacı vardı. Seçkin olmayanlar için ise başka ruhlar, özellikle de kendi ataları­
nın ruhları belki daha anlamlıydı.88

Ancak uzun vadede, bozkırlarda devlet kurmak tebaanın bildiği yada komşu toplumlarda bilinen evrensel dinlerden birini -başta hükümdar olmak üzere- kabul etmekle yakından ilişkili hale geldi. Türk İmparatorlu­ ğu'nda Zerdüştçülük, Taoculuk, olasılıkla Nasturi Hıristiyanlığı ve özellikle Budacılık hep bilinen dinlerdi.89 Taspar Kağan (sal. 572-581) Budacılığı kabul etmişti ki bu, güçlü İranlı ve Çinli komşuları olan bir hükümdar için siyasi bakımdan tarafsız denebilecek bir seçimdi. Taspar manastıdar inşa ettirdi, Budacı metinleri çevirtti; bu, Sudacılığın kuzeye doğru yayılmasında önemli bir gelişmeydi. Tarihte genellikle doğrulandığı gibi, din, Budacı metinlerin çevirisinde kullanılan el yazısı ve Orhon yazıtlarında kullanılan rünik harfler dahil, yazı sistemlerinin gelişimini de belirliyordu. İki yazı da, Sogd yazısı gibi, Arami yazısından türemiştir, İskandinav rünik yazısıyla benzerlikleri ise tesadüfıdir Türk İmparatorluğu yıkıldıktan sonra yerine birçok devlet kuruldu,
bu arada Türk kabilelerin sayısı da çoğaldı ve bu kabileler 840 yılından sonra batıya doğru hareket etmeye başladılar. Doğuda, en önemli olan ve ka­ ğanlık iddiasında bulunan tek halefdevlet Uygurlarınkiydi (744-840). Merkezi bugünkü Moğolistan olan bu devlet Orhon ırmağı ve Ötüken Da­
ğı'ndaki kutsal mekanları denetim altında tutuyordu. Uygur İmparatorlu­ğu Tang Çin'iyle yine eşit statüde olan önemli bir güçtü. Uygurlar iki taraflı politika uyguluyor, AnLuşan ile başlayan isyanlar (755-757) gibi kritik anlarda Tangları destekliyor, ama diğer zamanlarda Tanglara ipek karşılığında fahiş fıyattan at sağlayarak zorla da olsa kendilerine kaynak yaratıyorlardı.90 Tang-Uygur ortakyaşamını somutlaştırmak gerekirse, Tang imparatorlarının ilk kızları dahil Çin prenseslerinin yine kağanlara gelin gönderildiğini söyleyebiliriz.9


Uygurlar bozkıra birçok bakımdan Çin'in değil de İran halklarının etkisinde kalmış yeni bir uygarlık katmanı getirdiler. Bu gelişmenin bir işareti de Orhon ırmağı'nın kıyısında, Moğolların daha sonra Karakorum'u kuracakları yerde başkent Ordubalık'ın inşa edilmesiydi (Moğollar bu kente Karabalgasun derlerdi). Daha önce örnekleri görülmüş olsa bile, göçebelerin şehir kurması doğal değildi. Şehirler, bütün stratejileri hareketliliğe dayanan savaşçılar için birer engeldi. Ancak, Çin'den zorla da olsa öyle bü yük bir zenginlik elde edilmişti ki, Uygurların "kalıcı ve müstahkem bir
başkent kurmamalarına imkan yoktu."92 Özellikle Sogdlar memur, mimar ve inşaatçı olarak hizmetlerini sunmak ve ticaret yapmak üzere hemen bu kentte toplandılar. Geleneksel İç Asya külderine İnananlar, Hudacılar ve Nasturi Hıristiyanları varsa da, Uygur hükümdan ve muhtemelen birçok Uygur İranlı peygamber Mani'nin (216-276) kurduğu sinkretik (yani farklı inançları bağdaştıran) ikici bir din olan Maniciliği kabul ettiler (762). Bir devletin resmen Maniciliği kabul etmesinin tek örneğiydi bu ve yine Sogd etkisine işaret eder.93 Öncülü Türk devleti gibi Uygurlar da Arami yazısından türeyen Sogd yazısını benimsediler, daha sonra Moğallar ve Mançularda bu yazıyı kullandılar.94 Arkeologlar bir Türk-Sogd kültür kompleksinden söz eder, bunun dikkate değer bir simgesi An Luşan'dır (Rahşan). Babası Türk, annesi Sogd olan An Luşan, Tang ordusunda general olmuş, fakat 755'te Çinli efendisine başkaldırmıştı.95 Ortakyaşam gözden kaybolma anlamına da gelebiliyordu; nitekim bu Uygur devletinde Hint- Avrupalı Tobarlar yavaş yavaş Türkleştirildiler


Kırgızlar Uygur Kağanlığı'nı ortadan kaldırdıktan sonra (840) nü­fusta meydana gelen değişiklikler sonucunda, bölge etnik bakımdan Türk halklarının vatanı olmaktan çıkıp Moğolların vatanına dönüştü. Türk kabileler batıya göç etti; bundan sonraki birkaç yüzyılda bugün Moğolistan diye bildiğimiz bölge Moğolların ülkesi oldu. Kırgızlar daha kuzeydeki Yenisey ırmağı'nı merkez alınca Ötüken Dağı'nın önemi geçmişe gömüldü.96 Kırgızların Uygurları ortadan kaldırmasının doğurduğu ekonomik sonuç­lar da Avrasya ticaretinin değil bölgesel ticaretin önemli olduğunu gösteriyor. Çin'deki Tang hanedanının simgesi, sanatta önemli bir motif, üstelikmuazzam bir imparatorluğu denetleyebilmenin çok önemli unsuru olan atlar, her zaman olduğu gibi bozkırdan sağlanıyordu. Uygurların Çin'e at sağlama sisteminin bozulması yüzünden 839-842 arasında Çin'de at fıyatları üç misli arttı ve önemli bir krize yol açtı.97 Uygurlar ile Tanglar arasındaki ilişkinin sadece çıkarcı değil korumacı da olduğunun kanıtı, Uygur devletinin 84o'ta çökmesinden bir kuşak sonra Tangların içisyanlada sarsılmasıdır. Türkistan'da Uygur seçkinleri iki küçük krallığı, Ganzu (840-
1028) ve Koço'yu (840-1209) ellerinde tutmayı başardılar.98 Bunlardan
özellikle ikincisi, Uygur kültür mirasının daha sonraki halklara, özellikle 
de Moğollara aktarılmasında önemli bir rol oynadı

Kuteybe bin Müslim'in seferleri (705-715) ve Müslümanların Çinlileri Talas'ta 751'de yenmesiyle Orta Asya'da İslam egemenliği yayılmaya başladı. Böylece Orta Asya Müslüman dünyasının bir parçası olmaya başladı ve İslamiyet yerli halkları yavaş yavaş etkisi altına aldı. Bu halkların arasında birçok Türk halkı ve üç doğu Hint-Avrupa halkı vardı (Maveraünnehir'deki Harezmliler; Buhara, Semerkand ve Şaş [bugünkü Taşkent] çevresindeki Sogdlar; doğuda Toharlar). O sırada islam dünyası Bağdat'taki Abbasi halifesinin egemenliğindeydi; halife adına Maveraünnehr'i yöneten
İran Samani hanedam (819-1005) islam-Fars edebi kültürünün gelişiminde öncü bir rol oynadı. Bu sayede İslam yüksek kültürü İç Asya halklarına büyük ölçüde Fars imbiğinden süzülerek geldi, Farsça İran'dan Orta Asya ve Hindistan'a kadar her yerde konuşulan itibarlı dil oldu. Ancak aynı sü­
reçte Orta Asya nüfusu gitgide daha fazla Türkleşmekteydi. Türk kabileler Şyungnu döneminden beri Orta Asya ve Karadeniz bölgelerine göç etmekte, İrani halklar ile diğer grupların ya yerine geçmekte ya da onları massetmekteydiler. Türk İmparatorluğu'ndan sonra, bölgedeki Türk halkları arasında Oğuzlar öne çıkmıştı. Oğuz adı doğuda da bilinirdi; bu bölgede ise, en önemlisi Kınıklar, ikinci olarak da Kayılar olmak üzere yirmi küsur boy ve alt kabilenin oluşturduğu bir konfederasyonun adıydı. Daha sonra, yönetici Selçuklu boyu Kımklardan geldiğini iddia etmişti; bazı şecereciler, biraz
hayal ürünü de olsa, Osmanlı soyunun Kayılara dayandığını ileri sürer.99

Daha batıda, Karadeniz ile Hazar Denizi'nin kuzeyindeki bölgede de tamamen ya da kısmen Türk olan topluluklar ile bazı Türk devletleri vardı. Burada İslamiyet henüz zayıftı. Batı Türk İmparatorluğu'nun 8. yüzyılda yıkılmasıyla, bu kuzey bozkırlarında iktidar mücadelesi verenlerin en önemlileri Hazarlar ve Bulgar birliği oldu.ıoo Bulgarların ana merkezi orta Volga'ydı (Türk dillerinde İtil), ama bir kolları Tuna havzasına göç etmişti; burada Slavlaştıktan ve Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra isimlerini Bulgaristan'a verdiler. Hazarlar birkaç nedenle özel bir ilgiyi hak eder. Batıda,
Türk İmparatorluğu ile Büyük Moğol İmparatorluğu arasındaki dönemde kağan unvanını sadece onlar kullandılar; hükümran hanedanlarının soyu 
muhtemelen Aşina'dan geliyordu ve Türk hanedanının soyuyla yakın iliş­
ki içindeydiler. Bölgenin jeopolitik önemi onları Müslüman halifelerin kar­şısında Bizanslıların doğal müttefıki haline getiriyordu; ortak çıkarlar sebebiyle en azından bir Bizans-Hazar hanedan evliliği yapılmıştı.

Hazar kağanı Türk dillerini, Ural, Slav, İran ve Kafkas dillerini konuşan belki yirmi halka hükmediyordu. Siyasi sistemleri ikili kağanlıktı; başta hanedandan gelen bir kağan, yanında da kağanbeg ya da beg unvanlı asıl yönetici vardı. Varlığıyla "kut" yani tanrısal egemenliği sağlayan yüce ka­ğanın rolü sadece törenseldi. Tahta çıkarken Türk İmparatorluğu kağanlarında olduğu gibi, boğma ritüeli dahil Şaman törenleri yapılırdı; kanı akıtı­lamazdı, oysa o, hizmetkarlarının herhangi birini öldürtebilirdi. Bütün bunlar, Hazarların Türk İmparatorluğu'ndaki gibi İç Asya dini ve siyasi kültü­rüne sahip olduklarını göstermeye yeterlidir. Ama burada da başka dinleri kabul edenler olmuştu. Hanedan ile iç kabileler 8. yüzyıl sonu ile yüzyıl başları arasında Museviliği benimsediler. Hazar ülkesinde Müslümanlık ve Hıristiyanlık biliniyordu, muhtemelen de yaygındı; bazı Hazar tebaası hala geleneksel İç Asya kültlerine inanıyordu.'0' Ancak, güçlü Müslüman ve Hı­
ristiyan komşuları olan bir devletin yönetici seçkinlerine, karmaşık siyasi ilişkilere girmemiş evrensel bir din olarak Museviliğin çekici geleceği belliydi; nitekim Türk hükümdarlarına Hudacılık ve Manicilik de çekici gelmişti.


Her halükarda, ro. yüzyılın sonunda Oğuz kabileleriyle ittifak kuran Ruslar Hazarları yendi. Moğol fetihlerine kadar artık batı Avrasya'da hiçbir kabile birliği devlet kurmayı başaramayacaktı. Musevi Hazar seçkinlerinden hayatta kalanlar Rus Yahudilerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuş olabilir. Moğol öncesi dönemde batı Avrasya'da görülen Türk ya da Türk bağlantılı birçok kabile arasında, farklı bölgelere yerleşmiş Bulgarlar (örneğin Tuna'nın güneyinde yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlığı kabul eden, sonra Slavlaştırılan gruplar); Macarlar (dilleri Altay değil Fin-Ugor kökenlidir ama etnik köken ve kültürleri bugünkü Macaristan'a göç etmeden önce ilişkide oldukları Türk halklarının etkisi altında kalmıştır); son olarak da Başkırlar, Peçenekler ve Kuman-Kıpçaklar vardır.

imparatorluk kuranları evrensel bir dini kabul etmeye teşvik eden saikler bu halklarda yoktu; dolayısıyla Türk geleneklerini korudular ve ge niş bir bölgeye yaydılar. Kağan unvanı gibi Türk İmparatorluğu siyasi kültürünün birçok unsuru Rus prensliklerinde bile yayıldı.ıoz Etnik değil de
kültürel terimleri kullanan ro. yüzyıl Bizans kaynakları, Hazar ülkesine "Doğu Tourkia", Macaristan'a da "Batı Tourkia" diyerek bu kültürün çok geniş bir bölgeye yayıldığını gösterirler.ıoı Bir Kuman kabile hanının ıo97'deki bir muharebeden önceki davranışları, o dönemde doğu Avrupa
bozkınndaki Türk kültürünün canlılığını gösterir. Han "gece yarısı kalkıp atma binerek ordusundan uzaklaştı. Kurt gibi ulumaya başladı, bir kurt cevap verdi ona ve bütün kurtlar ulumaya başladı." Bunun üzerine han ordugaha döndü ve zafer kazanacakları kehanetinde bulundu. Ertesi gün klasik
göçebe taktiğince kaçıyarmuş gibi yaparak Macar rakiplerini tuzağa düşürdü, hem kendini hem de müttefıki Rus prensini zafere ulaştırdl.104 İslam öncesi Türk bozkır kültürünün efsane ve geleneklerinin hala varolan, yaygın motifler olduğu açıktır; bu motifler Türk kimliğinin halısına tekrar tekrar işlenmiştir





Fotoğraf açıklaması yok.

Kaynak

Dünya Tarihinde
Türkler











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...