Bu Blogda Ara

18 Temmuz 2020 Cumartesi

Totemizm ve Psikanaliz

























Totemizm ve Psikanaliz
Eski ilkel kabilelerdeki eti yenilebilen, zararsız veyahut tehlikeli bir hayvan ya da bitki, nadir olarak ise bir nesnede anlam bulan totem kelimesi eksik olan dinsel ve toplumsal kurumların yerini alarak totemizm sistemini oluşturmuştur.
Totemizm Freud’un çözümlemeleriyle birlikte psikanalizde özel bir yer ediniyor. Bu bağlamda Freud’un Totem ve Tabu kitabından yola çıkarak bu bağlantıyı özet bir şekilde anlatmaya çalışacağım. Bir din olarak kabul edilmese de totemizm dinlerin temel yapısını oluşturduğu düşünülen ve belli tabulara aracılık etmiş bir kurallar sistemidir. Totemizmin sistemindeki bahsettiğimiz totem, tüm klan üyelerinin özel bir bağ ile içselleştirdikleri doğal bir güç. Araştırmacılar totemizmin istisnasız birçok yerde zorunlu bir şekilde geçirilmiş bir evre olduğunu söylemekle beraber insanlığın geçirdiği ilk 3 düşünce sistemini animistik (mitolojik), dinsel ve en son olarak bilimsel düşünce sistemi olarak sınıflamışlardır. Totemizm sistemi ve uygulanan katı kurallar her ne kadar bu modern çağda yozlaşmış olsa da günümüzde de bir nesnenin bir birey tarafından totemistik bir şekilde kullanılıp özel anlamlar yüklendiği ve bu mistik bağa inanışların şekil değiştirerek hala devam ettiğini inkar edemeyiz. Devam edecek olursam bu kutsal sayılan ve doğal bir güce sahip olduğu düşünülen totemler kutsallıklarıyla birlikte bir takım belli tabuları beraberinde getiriyor. Tabu aynı zamanda hem kutsal hem de yasak ifadelerini barındıran ve “kutsal çekinge” gibi bir sözcükle tam örtüşen başlıca yasakları ifade ediyor. Tabular ilkel kabilelerin sorgulamadan uymaları gereken bir dizi kısıtlama içerir ve aykırı davranışlar en ağır şekilde cezalandırılır. Bu cezalar daha çok yeme içme (özellikle kendi totem hayvanını öldürmeme) , iletişim kısıtlılıkları ve bazı şeylerden el çekme ile alakalı olsa da önemsiz ayrıntıları da barındırırlar. İlkel kabile inanışlarına göre bu tabular gereklidir çünkü bazı kişi ve nesnelerde tehlikeli bir güç olduğuna ve temas sonucunda bu gücün salgın bir hastalık gibi kişiye bulaşıp ona zarar vereceğine inanılır. Tabular bu şekilde hem zararlı ve tehlikeli olarak görülürken hem de aynı zamanda kutsal görülürler. Örneğin ilkel kabilelerde kabile lideri kutsaldır ve dokunma yasağı vardır çünkü liderler çok büyük bir güce sahiptir ve onlara dokunmak kişiyi ölümle baş başa bırakabilir. Buradan da aslında belli bir inancı kullanarak hiyerarşide yüksek bir statüde bulunan kişinin ayrıcalıklarının korunmasının amaçlandığını görebiliriz. Yani belli değerleri kullanarak kendi makamını koruma hırsı en eski kabilelerden beri kendini gösteriyor.Verilen örnekten çok daha fazlası kitapta hangi kabilelerde hangi adetlerin olduğuna dair geniş bir anlatımla bizlere sunuluyor o yüzden bu kısmı fazla uzatmadan Freud’un totemizme bakış açısına geçmek istiyorum. Freud totemizmdeki belli tabuları Oedipus Kompleksiyle bağdaştırıyor ve psikanaliz üzerinden bu tabulara belli anlamlar yükleyerek sistemi ve bu sistemin nasıl devam edebileceğini spekülatif bir şekilde anlamaya çalışıyor. Freud bu noktada kabilelerde bulunan 2 tabuyu exogami (grubun dışından biriyle evlenme) yani ensest yasağını ve totem hayvanını öldürme yasağını ele alıyor. Burada ileride açıklayacağım görüşe yararlı olarak; totem hayvanını öldürme yasağı tüm kabilenin bir araya geldiği şenliklerde (totem yemeği) kalkıyor ve kabile üyeleri bu zamanlarda totem hayvanını totemle özdeşleşme amacıyla öldürüp yiyerek sonrasında yaptıkları bu eylemden dolayı yas tutuyorlar. Freud’un gerek Oedipus gerek Kastrasyon Kompleksinde baba aynı rolü yani çocukta duyulan cinsel isteklerin korkulan bir düşmanı olma rolünü oynar. Bu durumda çocukta ambivalans (duygu ikirciklikliği) oluşur. Çocuk babayı hem her şeye gücü yeten kutsal bir varlık olarak görürken hem de cinsel istekleri dolayısıyla kendisine ceza verileceğinden korktuğu için düşman olarak görür. Freud bu ikircikli duygulanımdan yola çıkarak kabilelerde toteme karşı sergilenen bu hem kutsal hem de korku dolu bakış açışıyla birlikte totem ve baba figürünü özdeşleştiriyor. Totem hayvanının babayı canlandırması durumunda karşımızda totemizmdeki bu iki yasağın yani totemi öldürmeme ve ensest ilişki kurmama yasağının içerik bakımından Oedipus Kompleksinde gerçekleşen hikayeyle yani Oedipus’un babasını öldürüp annesiyle evlenmesi durumuyla özdeşleşmesiyle ilk çağlardan beri sürüp gelen bu iki isteğin bir şekilde bağdaştığını görüyoruz. Freud totemizmdeki yasakların konulmasının altında insanlarda bulunan içgüdüsel ve karşı konulmaz bir istek olduğunu düşündüğü için bu hikaye ve totem-baba eşleştirmesi durumunu bağdaştırmıştır. Yukarıda açıkladığım totem yemeği seremonisiyle ve Freud’un totemin yerini babanın tuttuğunun görüşüyle birlikte normalde yasak olan totem hayvanının öldürülmesinin şenlikle kutlanmasının ve sonradan yas tutulmasının arasındaki çelişki bize Freud’un sunduğu ambivalans (duygu ikircikliği) ile örtüşmektedir. Freud bu noktadan sonra spekülatif tahminlerine devam ederek Darwin’in yüksek gelişim düzeyindeki maymunlardan yola çıkarak geliştirdiği ve insanlarında başlangıçta maymunlara benzer şekilde aralarındaki en güçlü ve yaşlı erkeğin, kıskançlıktan ötekilerin diledikleri dişiyle cinsel ilişkide bulunmasını önlediği ve bu erkekleri topluluktan dışladığı nispeten küçük sürüler halinde yaşadıkları varsayımını psikanalizle harmanlıyor. Topluluktan babaları tarafından dışlanan kardeşler bir gün bir araya gelip babalarını öldürüp etini yediler. Öldürdükleri babayı yemeleri yamyam barbarlar için doğal bir şeydi ve hem kutsal sayıp hem korktukları babalarıyla özdeşleştiler. Freud’a göre belki de insanlığın ilk şöleni sayılan totem yemeği, toplumsal düzen, etik ve din gibi pek çok şeyi başlatan bu canice eylemin yinelenmesi ve anılmasıyla ilgili bir törendi. Bu eylemden sonra kardeşlerin pişmanlık duygusu suçluluk bilincini oluşturmuş ve ölen kişi(baba) hayattayken olduğundan daha güçlü konuma gelmiştir. Bu yüzden babanın oğullarına hayattayken yasakladığı şeyi oğullar “sonradan itaat” ile tekrar yasaklamıştır. Babanın yerini tutan totemin öldürülmesi yasaklanmış, sahip olmalarına engel kalmayan kadınlara el sürmeyerek (çünkü bu seferde kardeşler arasında çatışma çıkıyordu) babalarına yaptıklarını yadsımaya başlamışlardır. Freud’un psikanalizinde totemizm oğulların suçluluk bilincinden, onların suçluluk duygularını yatıştırmak için sonradan babaya gösterilen “itaat” ile ortaya çıkmıştı. Totem yemeği ise babaya karşı kazanılan zaferin anımsanması şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak geçen zaman içinde önceleri bilinmeyen bir Tanrı fikri doğmuş ve dinsel yaşamı egemenliği altına alarak totem yemeğini de bu sisteme uydurmuştur. Freud’a göre totemin “ata” olarak nitelenmesi ya da Tanrı’ya “baba” diyen inanç sahiplerinde görüldüğü gibi herkesin Tanrı’sı baba modeline göre şekillenmiştir ve Tanrı yüce konuma çıkarılmış bir baba figürüdür. Böylece Tanrı başlangıçta bir totemken daha sonraki gelişimin ileri döneminde totemden bağımsızlaşmıştır. “Böylece totem babanın yerine geçirilen ilk figür, Tanrı ise babanın yeniden insan suretine döndüğü bir sonraki figürdür.”
Freud’a göre zaman içinde babaya karşı beslenen hınç azalmış ve ideal baba özlemi gücünü artırmış ve başkaları arasından öne çıkan kişiler ululaştırılıp Tanrı vasıflarıyla donatılmıştır. İnsanın Tanrı olabilmesi gibi bir inanış klasik antik çağda yadırganmamıştı. Gelecek dönemlerde nasıl ki azizlik aşamasına yüceltilen katolikler veyahut halifelik sisteminde görülen halifelerin Allah’ın yeryüzündeki birer temsilcisi vazifesini taşımalarının yadırganmayışı gibi. Ancak baba yerine geçirilen Tanrılara karşı oluşan bu ikircikli duygunun son bulmadığı ve sami dinlerinde bu Tanrı-kralların bazı kabile seremonilerinde kurban edildiği görülmüştür. “Başlangıçta hayvan kurbanın insan kurbanın, seremoniyle öldürülen babanın yerini tutarken, bu yerdeş obje ileride yerini tekrar insana bıraktıktan sonra, hayvan kurban yeniden insan kurbana dönüşmüştü.”
Freud dinlerin ileriki gelişiminde de her iki itici etkenin yani oğuldaki suçluluk bilinci ve isyankarlığın etkili olduğunu ve kaybolmadığını söylüyor. Bunun dışında Freud da görüşlerinin varsayımsal bir temelden hareket ettiğini belirtiyor ve aynı zamanda dayandığı varsayımın tabi ki eleştiriye açık ve kesinlik taşımadığını da söylüyor. Bu yüzden bence de tamamıyla Oedipus kaynaklı ve kadınların bu sistemde hiçbir şekilde bahsedilmediği bir varsayımın üzerinden hareketle totemizmin ve gelişen din sistemlerinin bu görüşten çıktığını söylemek yanıltıcı ve hatalı olur ancak Oedipus Kompleksinin özdeşleşen kısımlarının da insanı şaşırttığını söylemeden geçmek istemiyor ve belki gerçekler buna dayanmasa da Freud’un düşünce zenginliğini ve bağdaştırdığı noktaların ne kadar zekice olduğunu görüyor ve bu güzel spekülasyonun bakış açımızı genişletip bizleri daha çok araştırmaya ve bilgi sahibi olmaya sevk etmesini umuyorum.
KAYNAKÇA
Sigmund Freud, Totem ve Tabu (İstanbul:Say Yayınları,2012).






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...