Bu Blogda Ara

9 Nisan 2021 Cuma

Etrüskler Türk Mü Idi - Adile Ayda

 








Etrüskler Türk Mü Idi -  Adile Ayda

 Ö N S Ö Z

 Bugün Atatürkün Dil ve Tarih çalısmaları söz konusu olduğu zaman, bir çok aydınlarımız üstün bir tavır takınarak: Ha evet, su Günes-Dil teorisi deyip geçmeği bir meziyet saymaktadır. Aslında ne dediklerinin farkında değillerdir. Çünkü Günes-Dil teorisi baska, Atatürkün su veya bu konudaki tarihi nazariye ve görüsleri baskadır. Atatürke göre Sümerler ve Hititler Türktü. Bu, Sümerbank ile Etibanka verdiği adlardan bellidir. Ayrıca Atatürk mühim bir gemimize Etrüsk adını vermisti. Bu da Etrüskler hakkındaki kanaatini göstermektedir. Kendisinin tarih alanındaki çalısma arkadaslarından Dr. Resat Galip, Atatürkün inandığı görüsleri yansıtan Birinci Türk Tarih Kongresinde okuduğu Türk ırk ve medeniyetine bakıs adlı tebliğde, Etrüsklerin Türkler gibi brakisefal olduklarını hatırlattıktan sonra Etrüsk kelimesinin bir diğer sekli olan Tursk kelimesi hakkında söyle diyordu: Bu kelimenin cezrinin Türk kelimesiyle dikkati calip ve asikar yakınlığı isaret edilmeğe değerlidir. Atatürkün bir diğer çalısma arkadası olan ve Günes-Dil teorisini kabul etmediği için Atatürkün sitemlerine maruz kalmıs bulunan rahmetli babam Profesör Sadri Maksudi bana birkaç defa: Hititleri bilmem amma, Sümerlerle Etrüsklerin Türk olduklarından eminim demistir. Nitekim o zamandan beri Hititlerin dili çözülmüs ve kendilerinin Hin-Avrupalı bir ulus oldukları isbad edilmistir.

2 Babamın Etrüskler hakkındaki fikri bende o kadar yer etmistir ki, vefatından beri, elime fırsat geçtikçe, Etrüskler hakkında bilgi toplamaya çalısmısımdır. Roma Büyükelçiliğine Elçi-Müstesar tayin edilince, fırsatların en büyüğüne kavustuğumu düsünerek, vaktiyle Etrüsklerin yasadığı bu memleketin dilini, yani italyancayı öğrenmeye, öğrenir öğrenmez de, Etrüsklerin mensei hakkındaki Italyan kaynaklarını inceleme koyuldum. Ayrıca, Etrüsklerle ilgili Enstitü ve Müzelerde ve Etrüsk mezarlarında tetkikte bulunduğum gibi, her tatilde bir Etrüsk sehrini gezmeği prensip edindim. Böylece Etrüsk Arastırmalarının merkezi olan Floransadan baska, Tarquinia, Orvieto, Chiusi, Bolsena, Viterbo, Perugia, Alatri, Capua sehirlerindeki Etrüsk medeniyetinin kalıntılarını yakından incelemek imkanını buldum. Arastırmalarım ilerledikçe, tarihin her devrinde Anavatanlarından çıkarak, yeni vatanlar bulmak için mesafeleri hiçe saymıs olan eski Türklerle Etrüskler arasındaki benzerlik dikkatimi çekti ve Etrüsklerin Türk olduklarına dair kanaatim her gün bir az daha kuvvetlendi. Bu kanaat bende yer ettikçe ve kendime göre mühim saydığım ipuçları elime geçtikçe, bunları Batı ilim dünyasına tanıtmanın bir ilmi ve milli vazife olduğunu düsündüm. Bu düsüncenin etkisi ile fransızca olarak bir kitap yazmağa basladım. Tabiidir ki, bu kitabın tamamlanması zaman isteyecek, yayınlanması da belki ancak bes on sene sonra mümkün olabilecekti. Halbuki, Etrüsklerin Türklüğü ve bunu isbad eden deliller bana o derece asikar görünüyordu ki, bu ilmi gerçeği bir baskası benden evvel davranıp açıklar korkusu ile, delillerimden bazılarını bir an evvel ortaya koymak ihtiyacını duydum. Ve iste, bu sartlar altında, 1970 de, Roma Arkeoloji Enstitüsünde bir konferans verdim. Konferans metnini bir sene sonra Les Etrusques étaient-ils des Turcs? adı ile aynen bastırdım. Bu defa, metnin türkçeye tercümesini burada sunmaktayım. Ancak Etrüskler hakkında dilimizde hemen hemen hiç eser bulunmadığını göz önüne alarak, bir Giris faslı halinde, bu ulus hakkında kısaca bilgi vermeği faydalı buldum. Etrüsklerin Türk oldukları hakkındaki tez yeni değildir. Fakat benim bu tez lehindeki bütün delillerim yenidir. Bunlar tamamen sahsi bulusum eseri olup, arastırma, karsılastırma, düsünme ve inceleme sonucudur. Sunu da belirtmeliyim ki, okuyucunun bu kitapta bulacağı deliller fransızca olarak yazmakta olduğum genis çaptaki eserimden ortaya koyacağım delillerin belki onda biridir. Bu küçük kitabın gerek kapağında, gerek içinde, Türk yerine Proto-Türk tabirini kullanmanın belki daha ilmi olabileceğini kabul ediyorum. Fakat Türk ulusu zaman ve mekan içinde o kadar az değisen, ezeli ve ebedi bir ulustur ki, onun en eski atalarına bile sadece Türk demeği tercih ettim. Hemen bundan otuz kırk sene evvel tarih-öncesi sayılan bazı devirler bugün tarihin sınırları içine girmistir. Ayni sekilde, mesela, Proto-Hitit adı verilen kavimler bugün belirli isimler alarak, tarihte kendilerine has mevkii isgal etmislerdir. Batılı bilginler Yunanistanda, Ege denizinde ve Batı Anadoluda yasamıs en eski kavimlere evvelce Pré-héllénique deyip geçmisken, simdi her birine ayrı birer ad ve hüviyet aramak mecburiyetini hissetmektedirler. Yani, tarihte protolar, préler yavas yavas yok olmaktadır. Etrüsklere dair Romada yaptığım konferansı bastırırken, Fransız okuyucularına hitap eden bir önsöz yazmıstım. Bunun bir kısmını türkçeye çevirerek asağıya alıyorum: Biliyorum, kanaat ve imanlarının temelini yıktığım bazı etrüskologların siddetli hücumlarına hedef olacağım. Veyahut karsımda sadece bir sükut duvarı örülecektir. Sunu biliyorum ki, Etrüsklerin Çinli veya Moğol olduklarını iddia etmis olsa idim, Batı ilim aleminde daha az mukavemetle karsılasabilirdim. Bunun sebebi sudur: Bir çok ahval, Haçlı seferlerinin hatırası, Osmanlı Fütuhatı, yüzyıllardan beri fanatik hıristiyan çevrelerinin yaptığı menfi propaganda ve saire Türk milletini Batıda sevimsiz bir millet haline getirmistir.

3 Bununla beraber, bu dünyada, er geç hakikatin kendini kabul ettirdiğine inanıyorum. Günün birinde, Orta Asyadaki kazıların neticeleri ırkçı pesin hükümlerin ve politik mülahazaların tesirinde olmayan bilginler tarafından, daha objektif ve daha tarafsız bir sekilde incelenir, bilginler arasında Orta Asyanın sanatı ile Etrüsklerin sanatı arasındaki sasılacak benzerliğin farkına varılır ve Etrüsk dilinin tetkikini Romanist veya Germanist bilginler değil, Türkologlar ele alırsa, o zaman ister istemez, Roma Arkeoloji Enstitüsündeki konferansımda ileri sürdüğüm ve bu küçük eserle genis okuyucu kitlesine tanıtmaya çalısacağım teori kabul edilecektir. Bu Önsöze son verirken, sunu da söyleyeyim ki, benim bugün için, Üniversitenin içinde ve dısında bir ilmi görevim olmadığını sebep göstererek, bu kitabın ciddiye alınamayacağını iddia etmek isteyenler olabilecektir. Fakat hakiki alimlerin, yani ilmi gerçeğe asık olanların, sahsımı bir tarafa bırakıp, sadece esere ve eserin ilmi olup olmadığına bakacaklarından eminim.

 ADİLE AYDA I ETRÜSKLERİN TARİHİ ÖNEMİ 

Etrüsklerin mensei, asıl adı ve dili hakkında Etrüskoloji bilginleri arasında fikir ayrılıları olduğu halde, bir noktada hepsi söz birliği halindirler. O da, Etrüsklerin medeniyet tarihinde çok önemli bir mevkii olduğudur. Gerçekten, bugün İtalyan müzelerini, Louvre Müzesini, British Museumu dolduran Etrüsk sanat eserleri, yüksek bir medeniyet seviyesini gösteren, inceliği, mükemmelliği ile göz kamastıran eserlerdir. Bilindiği gibi, Batı medeniyetinin temeli Yunan ve Roma medeniyetleridir. Roma medeniyeti ise, bugünkü tarihi ve arkeolojik incelemelerin kesin olarak ispat ettiğine göre pek çok unsurunu Etrüsklere borçludur. Misal olarak bazı alanlardaki Etrüsk tesirine isaret edelim: 1 Devlet Teskilatı ve Hukuk: Romalılar siyasi ve idari kurulus sekillerinin çoğunu Etrüsklerden almıslardır. Mesela, önce bir Danısma müessesesi olup, daha sonra yasama yetkileri kazanmıs olan Yaslılar Meclisi (Senato) Romalılara Etrüsklerden geçmistir. Roma Hukukundaki meshur İmperium mefhumunu bile, Etrsükoloji bilginlerine bakılırsa, Romalılar Etrüsklerden almıslardır. Eski Türklerdeki Kut mefhumuna tekabül eden ve Devlet otoritesi, Yönetme yeteneği veya İcra Kuvveti diye izah ve tarif edebileceğimiz bu mefhum, bilindiği gibi bugün her Anayasanın temelidir. Romalılar sadece Devlet otoritesi fikrini değil, Devlet otoritesinin sembol ve amblemlerini de Etrüsklerden almıslardır. Bu arada diğer Latin dillerine de geçmis, taht anlamındaki trona kelimesi bile etrüskçedir1. 2 Ordu Teskilatı: Romalılar askeri müesseseleri de Etrüsklerden almıslardır. Esasen, Roma Ordusunun kurulması ve düzenlenmesi Etrüsk Kralları devrinde olmustur. Onbasılık, Yüzbasılık, Binbasılık müesseseleri Etrüsklerden Romalılara, Romalılardan da diğer Batı milletlerine geçmistir 3 İnsaat ve Mimarlık: Romalılar sur, kale, mabet, köprü insa etmeği Etrüsklerden öğrenmislerdir. Etrüsklerin dini, dünya islerine ait bilgileri de içine alıyordu. Mesela, bir köprü insasına ait sanat, usul ve teknik ancak rahiplerin bildiği birer sırdı. Onun için rahiplerin bir ismi de Köprü-yapan idi. Romalılar bunu tercüme ederek, Pontifex seklinde kendi rahiplerine de unvan yapmıslar ve kelime Romalılardan Hıristiyan Kilisesine geçmistir. Bugün Papanın tasıdığı baslıca unvan Latince olarak Pontifex Maximus, fransızca olarak Pontife Suprême dir. Manası da Büyük Köprü Mimarı dır3 4 Yol İnsaatı: Romalılardan evvel Etrüsklerin İtalya yarımadasını yollara kavusturduğu bugün isbat edilmistir. Bugün Roma çevresindeki meshur yollardan biri olan Via Clodia Etrüskler

4 tarafından yapılmıstır4. 1 Massimo Pallotino, Etruscologia, Hoepli, Milano 1968, s Agnes Carr Vaughan, Those mysterious Etruscans, Robert Hare, London 1966, s H. V. Morton, A traveller in Rome, Methuen and Co. London 1966, s Hugh Hencken, Tarquinia and Etruscan origins, Nijmegen 1968, s Bataklıkları kurutma ve toprağı sulama tekniği: Romalıların bunları Etrüsklerden öğrendiklerini gösteren hikaye ve efsaneler mevcuttur 6 Plastik Sanatlar: Bugün Etrüskler bilhassa resim ve heykelcilik alanında meydana getirdikleri sanat hazineleri ile tanınmaktadır. Roma kurulduktan sonraki ilk yıllarda Romayı, Romanın meydanlarını, binalarını, mabetlerini hep Etrüsk sanatçıları süslemislerdir6. 7 Kuyumculuk: Romalılar kuyumculuğa da Etrüsklerden öğrenmis ve daha sonra diğer Batı milletlerine öğretmislerdir. Avrupanın çesitli müzelerinde bugün seyredilebilen Etrüsk mücevherlerinin güzelliği ve inceliği insanı hayran ve saskın bırakmaktadır. Meshur Fransız etrüskologlarından Raymond Bloch diyor ki: Bunların esi bugün yapılamamaktadır Bugünkü kuyumcular Etrüsklerin bu inceliği elde etmeği nasıl basarabildiklerine akıl erdirememektedir. 5 H. H. Scullard, The Etruscan cities and Rome, Thames and Hudson, London 1967, s Dr. Sükrü Akaya, Etrüsk Kültürü ve Roma Kültürüne tesiri Türk Tarihinin Anahatları, Seri III, No. 4, s Raymond Bloch, The Etruscans, Thames and Hudson, London 1965, s 

II İTALYADA ETRÜSKLERİN HAKİMİYETİ 

Geçen yüzyılın basında ekseri bilginler Etrüsklerin M.Ö. 8 inci asırda tarih sahnesine çıktıklarına, kendilerinin o sırada birdenbire yoktan var olduklarına inanıyorlardı. Bu sebeple, İtalyanın Bologna sehrinin yakınındaki Villanova kasabasında yapılan kazılarda Etrüsklerin medeniyet eserlerine pek benzeyen, fakat M.Ö. 8 inci asırdan daha öncesine ait esya bulununca bilginler pek sasırdılar. Bulunan sanat eserlerini meydana getirenlere bir hüviyet ve isim verilememesi yüzünden, kendileri için Villanovian adı münasip görüldü. Bir müddet sonra, daha da önceki devire ait esya meydana çıkınca bunların sahibi Protovillanovien oldu. Bu acayip adlı milletler hakkında pek çok yazılar yazıldı, eserler yayınlandı. Bugün artık bilginlerin çoğu Villanovienlerin de, Protovillanovienlerin de, Etrüsklerden baskası olmadığı kanaatindedir. Böylece, İtalyada, Etrüsklerin geçmisi M.Ö. Onuncu ve hatta Onüçüncü yüzyıla kadar çıkmaktadır. Tez ve Deliller kısmında da görüleceği üzere, Etrüsklerin mensei meselesi bilginler arasında tartısma konusudur8. Ancak hiç bir bilginin inkar edemeyeceği tarihi bir gerçek varsa, o da M.Ö. 8 inci asrın basında İtalyada güçlü bir Etrüsk devletinin mevcut olduğudur. Meshur Romalı tarihçi Titus Livius Etrüsklerin siyasi kudreti hakkında söyle der: Etrüsk devletinin kuvveti o kadar büyüktü ki, san ve söhreti Alp dağlarından Messina boğazına kadar, kara ve denizleri sarmıstı. Ünlü Romalı hatip Caton ise: Bütün İtalya Etrüsklerin egemenliği altında idi der. Tabiidir ki, her iki yazar bu sözleri Etrüsk hakimiyetinin zirvesinde bulunduğu devir için söylemislerdir. Bu devirde, yani M.Ö. sekizinci ve yedinci yüzyıllarda9, Arno ile Tiber nehirleri arasında bulunan Merkezi Etruriadan baska, Etrüskler İtalya yarımadasının kuzeyindeki Po nehri vadisini de ele geçirmisler, güneyde ise, Yunan kolonilerine komsu olan toprakların çoğunu fethederek, Kapua sehrine kadar uzanmıslardı. Gerçekte Kapuayı bir serhad sehri, yani Etrurianın güneydeki kapusu olmak üzere, kendileri kurmuslardı.

5 Miladdan önceki yedinci ve altıncı yüzyıllar Etrüsklerin deniz gücü bakımından da, en kuvvetli oldukları devirdir. Bu devirde Etrüskler Akdenizin Batı kısmına tamamen hakimdir. Ancak müttefikleri Kartacalılara Sardenyanın bazı sahillerini isgal etmeğe müsaade etmektedirler. Korsika adası Etrüsk egemenliği altındadır. Etrüsk resmi donanması kadar, Etrüsk korsanları da, Yunanlı denizcileri dehset içinde yasatmaktadır. Bu duruma tepki gösteren Yunanlılar (Foçalılar) Etrüskler tarafından M.Ö. 535 de, Aleriada ağır bir yenilgiye uğratılıyor. Etrüsklerin siyasetçe kudretli oldukları devirde, Kuzey, Orta ve Güney Etruriayı teskil eden bölgelerin esaslı bir merkezi sisteme bağlı oldukları anlasılıyor. Baslangıçta, her birinin birer kabilenin yasama alanı olduğu tahmin olunan bu bölgeler, zamanla, Yunanistanda 8 Bu konuda, tarihin babası sayılan Herodotun, her Etrüskoloji eserinde zikredilmesi adet olan satırları sunlardır:...manesin oğlu Atysin krallığı zamanında Lydiada çok korkunç bir açlık hüküm sürmüstü Kral halkı iki gruba ayırmıs ve kura ile, bir grub kalıp öteki grubun göç etmesini kararlastırmıstı. Lydiada kalanlara kendi, göç edenlere de oğlu Tyrrhenos kumanda edecekti. Kura çekildikten sonra bir kısım Lydialılar İzmir kıyılarına gittiler ve orada gemiler insa ederek hayatlarını kazanmak için bir yurt bulmak üzere denize açıldılar. Bir çok ülkeden geçtikten sonra, İtalyanın kuzeyindeki Umbriya bölgesine geldiler ve buraya yerlestiler (Herodot, Perihan Kuturman tercümesi, Hürriyet İstanbul 1973, s. 43). 9 Etrüsk sanatının gelismesi bakımından, bilhassa altıncı yüzyıl mühimdir. olduğu gibi, birer site-devlet halini almıs ve bunun neticesinde Cerveteri, Vulci, Volsinii gibi gelismis sehirler meydana gelmistir. 

TEZ VE DELİLLER 

kısmında görüleceği gibi, bazı etrüskologlara göre10 bu devirde Roma da, Etrüskler tarafından kurulmus bir Etrüsk sehri idi. Efsane der ki, Romulus M.Ö. 743 de Romayı kurduktan sonra, sehri iskan etmek için ırk ve sınıf ayırımı yapmadan sehre vatandas kabul edeceği ilan etmis, fakat Roma vatandaslığına talip olanları da önce asylum (asul) adını verdiği bir sahada karantinaya tabi tutulmustur. Böylece sehre Etrüsk olmayan bir çok unsurlar dolmustur. Fakat anlasıldığına göre Etrüskler, kendilerini kurucu ve soylu sayarak ayrı mahallede oturmuslardır. Çünkü imparatorluk devrinde bile, Romanın göbeğinde Vicus Tuscus, yani Etrüsk mahallesi diye bir bölge mevcuttu. Romaya gelip yerlesen ve ekserisi bekar olan yeni vatandasların aile kurabilmeleri için, Romulus kestirme bir çare düsünerek, en yakın komsu kavim olan Sabinler nezdinde toptan kız kaçırma olayı tertip eder. Bunun üzerine Sabin babalar ve ağabeyiler Romalılara savas açarlar. Ancak, Romalı kocalarını beğenmis olan Sabin kızların araya girmesi üzerine savas durdurulur ve anlasma yapılır ve hatta bir nevi siyasi birlesme olur. Romannın ilk kralı olan Romulus, genç yasta, bir fırtına esnasında kaybolur. Efsaneye göre göğe yükselip ilahlasır. Fakat bir rivayete göre de, İhtiyarlar Meclisi (Senato) üyelerinden bir grup kendisini öldürüp, cesedini yok etmistir. İnsanın ister istemez aklına gelen sudur ki, olay bir soy mücadelesi neticesidir ve muhtemelen Latinlerin intikamı eseridir. Romalı tarihçilere göre, Romanın Romulusden sonraki krallarından bazıları Etrüsk, bazıları Latin idi. Ancak bunlardan önemli isler basarmıs ve Romanın hayatına yenilikler getirmis olan Latin gösterilmesi bilhassa dikkati çekmektedir. Mesela, Romada askeri ve idari alanda büyük reformlar yapan ve bugün bile bir kısmı ortada duran meshur Roma surlarını yaptıran Servius Tullius, Romalı tarihçilere dayanılarak, Sabin, yani Latin zannedilirdi. Zamanımızda bulunmus vesikalar kendisinin Etrüsk olduğunu ispat etmistir. Ayni sekilde, Romada Etrüsk dinini yerlestiren ve köklestiren dindar kral Numa Pompiliusun Etrüsk olmaması düsünülemez. Halbuki o da, Romalı tarihçilerin iddiasına göre, bir Latin idi. Bugün bir çok etrüskologlar Romanın kurulusundan sonraki kralların hepsinin Etrüsk

6 olmus olduğunu düsünüyor ve Romanın krallık devrini Etrüsk devri diye niteliyorlar. Romanın krallık devri M.Ö. 509 yılına kadar devam eder ve söyle nihayet bulur. İtalya yarımadasının güneyinde bulunan ve Etrüsklerin siyasi kudretini çekemeyen Yunan siteleri, Etrüsk devletini yıkmak için en iyi çarenin, en güçlü Etrüsk sitesi olan Romada karısıklık çıkarmak olacağını düsünürler. Etrüsk olmayan ahalinin gittikçe çoğaldığı bu siteye tüccar kılığında ajanlar göndererek, gerek halk, gerek asilzadeler arasında, Etrüsk kralı ve büyükleri aleyhinde propaganda yapmağa, halkı kıskırtmağa ve isyana tesvik etmeğe baslarlar. Kral ailesi hakkında çesitli yalan ve iftiralar uydurarak, krala da Mağrur Tarhan adı takılarak, bu tabirin halk arasında yayılmasına dikkat ederler. Böylece zemin hazırlandıktan sonra, halkı ayaklandırabilecek vesileyi yaratmak için, kralın yetiskin oğullarından birini kullanmağı münasip görürler. Prense, genç ve güzel bir kadını önce yarı çıplak gösterdikten ve onunla yalnız kalmasını temin ettikten sonra, kadının namusuna tecavüz edildi diye sokak sokak bağırarak, halkı ayaklandırırılar. Kral, hayatını kurtarmak için, ailesiyle birlikte Romayı terk eder ve idare Etrüsk olmayanların eline geçer. Roma tarihçileri bu olayı demokrasi ruhunun istibdada karsı zaferi seklinde göstermek istemislerse de, aslında bunun Latinlerin Etrüsklere bas kaldırması, yani bir soy tepkisi niteliğinde olmus olduğunda süphe yoktur. Ayrıca, Romalı tarihiler komplonun sırf bir milli 10 Tez ve deliller kısmında (20) sayılı dip nota bakılsın. tepki zannedilebilmesi için, isin içindeki Yunan parmağını daima gizlemislerdir. Bu sebeple bugün bunu pek az tarihçi bilir ve zikreder.

 III ETRÜSKLERİN GÜNLÜK HAYATI 

Etrüsklerde aile bağları kuvvetli ve aile hayatı önemli idi. Bir çok Etrüsk mezarlarında bulunmus karı koca heykelleri ve bunlardaki yüz ifadeleri, esler arasındaki karsılıklı sefkati göstermesi bakımından, bunun delili sayılmaktadır. Etrüsklerde aile hayatı aile dısında da devam ederdi. Çünkü Etrüsk kadını her yere kocası ile birlikte gider ve onun mesleki mesguliyetleri dısında hayatına istirak ederdi. Kendilerinde harem selamlık hayatı mevcut olduğu için, Yunanlılarla Latinler buna pek sasarlardı. Etrüskler spora ve sor gösterilerine pek düskündü. Milli ve dini bayramlarda, bütün Etrüsk sehirlerinde at yarısları ve güres gibi gösteriler düzenlenirdi. Bunun dısında da, sık sık çesitli spor yarısmaları tertip edilir ve bunlar, bugünkü futbol maçları gibi, halkın büyük eğlencesini teskil ederdi. Romalılardaki sirk11, yeni her çesit yarısma merakının Etrüsklerden geldiğini ve hatta meshur gladiatör oyununun bile Etrüsklerden alınma olduğunu tarih bilginleri yazar12. Etrüskler sahne oyunlarını a pek severlerdi. Romalı tarihçilerin kayıt ve ifadesine göre, Etrüskler arasında trajedi yarları bile varmıs. Latin dilindeki, tiyatro ile ilgili hemen bütün kelimelerinin aslının etrüskçe olusu Romalıların tiyatro, sanat ve tekniğini de Etrüsklerden almıs bulunduğunu göstermektedir. Esasen, Romalılar İmparatorluk devrinde bile, muayyen milli günlerde gösteriler tertip etmek lazım olduğu zamanlar, Etrüsk sehirlerinden tiyatro ve raks sanatçıları getirirlerdi13. Etrüskler maddi hayatı mühimsemekle beraber, manevi hayata da büyük değer verirlerdi. Baska deyimle, Etrüskler çok dindar idiler. İnsanlarla tanrılar arasında atalıksız bir diyalog halinde sürüp giden manevi iliskilerin bulunduğuna inanırlardı. Tanrılar bir takım isaretler ve olaylar seklinde, insanlara talimat ve mesajlar gönderiyorlardı. Bir ağacın dalının kırılması, bir kusun pencere kenarına konması, yağmurun su veya bu siddette gök gürlemesi tanrılardan gelen birer haberdi. Bunların her biri tanrıların muayyen bir arzusuna alamet veya memnuniyet, hiddet gibi hislerine isaretti. Rüya tabir eder gibi bunları tabir ve tefsir etmek rahiplerin baslıca vazifesi idi. Etrüsk rahipleri kusların uçusuna, simsek çakmasına ve kurban edilen hayvanların

7 karaciğerine bakmak suretiyle de, tanrıların arzularını kesfederler, onların gizli ve kutsal dilinin tercümanlığını yaparlardı. Etrüsk kadını tıpkı, ziyafetlerde, tribünlerde olduğu gibi, dini törenlerde de, süsünü kıyafetlerini ihmal etmeksizin, kocasının yanında yer alırdı. Esasen Etrüsk kadını da erkeği de, yiyip içmeği sevdikleri kadar, giyinip kusanmayı severlerdi. Kadının elbisesi iki parçadan ibaretti: ince kumastan topuklara kadar inen bol etekli entari, onun üzerine islemeli veya desenli ağır kumastan bir nevi kaftan. Chiusi müzesinde gördüğüm kadın heykellerine bakılırsa, genç kız ve kadınların, saçlarını, Türkmen kızları gibi, incecik örgüler halinde omuzlarına bıraktıkları anlasılıyor. Erkekler de, Yunan modasının tesirinden önceki devirde, eski Türkler gibi uzun saç bırakırlardı. Bu uzun saç üzerine, yine eski Türkler gibi tepesi sivri bir baslık (tutul (us) ), 11 Sirk kelimesi yunancadaki kirkos kelimesinden gelen Latince circus un kısaltılmasıdır. Yuvarlak düzey demektir. 12 Massimo, Pallotino, Etruscologia s O. W. Von Vacano, The Etruscans in the Ancient World. Midland Book 1965, s. 6. yani bir nevi külah giyerlerdi. Erkeklerin elbisesi taban-nus idi. Sonraları Romalıların toga dedikleri bir cübbe ile vücutlarını sarmağa baslamıslardır. Gerek erkekler, gerek kadınlar burnu sivri ve kalkık bir çesit papuç giyerlerdi ki, süslü olduğu kadar da sağlamdı. Bu Etrüsk papucu dünyada meshurdu ve bugünkü İtalya, nasıl Fransaya, İngiltereye ayakkabı ihraç ediyorsa, o zamanki Etruria da Yunanistan, Fenike gibi ülkelere, baska mallar meyanında, gemiler dolusu papuç satardı. Süsüne düskün olan Etrüsk kadını mücevhere de değer verirdi: Törenlere, ziyafetlere gittiği zaman, kolye, küpe, iğne, yüzük, bilezik gibi çesitli mücevherler takmağı severdi. Böylece, sağlam bir ekonomiye dayanan kuvvetli bir devlet kurmus olan Etrüskler, refah ve bolluk içinde yasayıp gidiyor, her seyi kendilerinden öğrenmis, her seyi kendilerinden almıs olan Latinlerin ruhuna gizli asağılık kompleksinin Etrüsk milleti için ne büyük tehlike teskil ettiğini akıllarına getirmiyorlardı.

 IV ETRÜSKLERİN ROMALILAR TARAFINDAN YOK EDİLİSİ

 Romanın Etrüsk idaresinden çıkması Etrüsk sitelerinde endise yarattı. Durumu gören Chiusi14 Kralı Porsenna, tahtından kovulan Roma kralını yeniden tahtına oturtmak için askeri tesebbüse giristi. Fakat bir aralık Romayı zaptetmeğe bile muvaffak olmasına rağmen, tesebbüsü sonuçlanamadı. Bir müddet sonra da, oğlu Latin Siteleri Birliğinin ordusuna yenilince, Roma Latinlerin eline geçti. Romalılar bu zaferlerden büyük cesaret aldılar ve sıra ile diğer Etrüsk sehirlerini de zaptetmeği tasarladılar. Yukarıda isaret edildiği üzere, Romalılar her seyi Etrüsklerden öğrenmis, medeniyetlerini Etrüsklerden almıs olduklarından, onlara karsı kuvvetli bir aşağılık duygusunun tesiri altında idiler. Bunun neticesi olarak, Romalılar Etrüsklere karsı düşmanlık ve kin besliyorlardı. Her Romalı Etrüskleri yenmek, ezmek Etrüsk olan her seyi tahrip etmek arzusu ile yanıp tutusuyordu. Dört asır süren Etrüsk Roma mücadelesi sırasında bu dinmez kinin vahsi ve korkunç tezahürlerine defalarca sahit olunmaktadır. Romalılar kentlerine pek yakın olan Veies15 sehrini kusatmakla ise basladılar. On sene süren kusatmanın sonunda bir hiyle ile girdikleri sehirde misli görülmemis katliam yaptılar. Kendi milletini daima sirin göstererek yazan Titus Livius bile, ilk yirmi dört saatin her dakikasının adam öldürme ile geçtiğini kaydeder16. Muzaffer Romalılar, sanat ve medeniyet seviyesini, zenginlik ve refahını ötedenberi kıskandıkları Veiesnin mabetlerini, meydanlarını, parklarını ve bahçelerini süsleyen üç bin (!) heykeli Romaya tasımağı da ihmal etmediler. Bu arada, Ana tanrıça Aninin heykeli Romaya götürülerek, Junon ismiyle bir mabede yerlestirildi ve tanrıçanın sadece heykeli 8 değil, kendisi de artık Romaya tasındı, diye Roma halkı inandırıldı. Bundan sonra Etrüskler için çöküs devri baslar. Bir yandan Yunanlılar Etrüsklerin kuzeydeki Adria, Spina gibi limanlarını zaptederler, bir yandan da Romalılar, Etrüsk tesanüdünü diplomasi ile yıkmağı basararak, sıra ile Cerveteri (M.Ö. 351), Tarquinia (300), Volterra (295), Volsinies (283), Vulci (273) sehirlerini ele geçirirler. Bu sehirlerin hepsinde merhametsizce katliam yapılır, katliamdan kurtulan ahali de esir olarak satılır17. Roma tarihinin karısık bir devri olan M.Ö. İkinci yüzyılın ortalarında Marius ile Sylla arasındaki siyasi rekabet yüzünden çıkan iç savas sırasında, Etrüsk halkının desteklediği Marius yenilince, Sylla bütün Etrüsk sehirlerinde katliamı emreder ve bu sehirlere askeri garnizonlar yerlestirir İsanın doğumundan 40 yıl önce Perugia zaptedildikten sonra, sehrin ileri gelenlerinden 300 kisi Romaya götürülerek, Sezarın mezarı üzerinde birer koyun gibi kurban edilirler Burada sunu kaydetmek lazımdır ki, Etrüsklerin Romalılar tarafından yok edilisi dünya tarihindeki ilk metodik ve sistemli jenosid hareketidir. Bu ulus öldürme hareketi 14 Etrüskçe Kamar. 15 Etrüskçe Veia. 16 Christopher Hampton, The Etruscans and the survival of Etruria, Camelot Press Ltd. London 1969, s Ch. Hampton, ayni eser, s R. Bloch, Les Etrusques, Presses Universitaires, Paris 1968, s Ch. Hampton, aynı eser, s. 35. kendini sadece maddi sahada değil, manevi sahada da göstermistir. Bizzat bir İtalyan yazarı su itirafta bulunur: Romalılar Etrüskleri yok etmekle kalmayıp, medeniyetlerinin en ufak izini bile ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapmıslardır.20. Ünlü İngiliz yazarı Lawrencein Etruscan Places adlı eseri de buna benzer hükümlerle doludur21. Romanın gerek Cumhuriyet, gerek İmparatorluk devrindeki idarecileri bir yandan Etrüskleri millet olarak, nüfus olarak yok ederken, bir yandan da medeniyetlerini ve kültürlerini yok etmeğe çalısmıslardır. Burada tabii olarak bir sual doğuyor: Etrüsklerin kültürü, yani edebiyatı varmı idi ki? Tarihçi Titus-Liviusun kaleminden kaçmıs asağıdaki cümle bu suale açık bir cevap teskil ediyor. Etrüsklere yapılan kötülükleri daima mesru ve vatani seklinde gösteren bu soven tarihçi söyle der: Bugün nasıl gençlerin Yunan edebiyatını öğrenmeleri moda ise, bir zamanlar da, Romalı gençlerin Etrüsk edebiyatını tahsil etmeleri adetti22 Titus-Liviusun bahsettiği bu edebiyat maalesef bugün yoktur. Romalılar tarafından yazılan eserlerin hemen hiç biri kaybolmamıs olduğu halde, Etrüsk edebiyatına ait eserlerin hepsinin toptan kaybolmus olmasını bugün Batılı Etrüskologlar garip buluyorlar ve bunların Romalı devlet adamları tarafından kasden yok edilmis olduğunu ima ediyorlar23 Gelgelelim Romalı yazarlardan bazılarının eserlerinde muayyen Etrüsk siirlerine ait imalar ve muayyen Etrüsk trajedi yazarlarına ait kayıtlar vardır. Bugün Romalı bilgin Varron Etrüsklerin tarih kitaplarını latinceye tercüme ettirdiğini ve bunlardan çok istifade ettiğini bildirir. Meshur hukukçu ve filozof Çiçeron Etrüsklerin dine ait eserlerini kaynak gösterir. Hani bütün bu eserler? Bu arada İmparator Claudiusun hikayesi cidden ilginçtir: Roma tarihinin yine karısık bir devri olan İsadan sonraki I. yüzyılda, Osmanlı tarihindeki Yeniçeri kazan kaldırması gibi, Romada da, Pretoryenler, yani Saray Muhafızları ikide bir isyan edip, istediklerini İmparator seçerdi. Bu arada, Agrippa adlı bir Yahudi, belki de kendi soyu için faydalı olacağını düsünerek, Claudius adlı bir Etrüskü evvela Pretoryenlere, daha sonra Senatoya, bir takım çabalar sonunda, İmparator ilan ettirmisti. 13 sene İmparatorluğun basında kalan bu arada Büyük Britanya adasını Roma İmparatorluğuna 9 ekleyen Claudius suurlu bir Etrüsk milliyetçisi olduğu için, politikadan artan bütün zamanını kendi soyunun parlak tarihini yazmakla geçirmistir. Yirmi cilt tutan bu eserden bir çok Romalı yazar bahseder. Bu arada tarihçi Suetonius, bu eserin İskenderiye Kütüphanesinde, senede bir kere, basından sonuna kadar halka okunduğunu kaydeder24. İste bu mühim eser de bugün mevcut değildir. Ancak son zamanlarda Lyon sehrinde yapılan kazlılarda bu eserden birkaç satır meydana çıkarılmıstır. İmparator Clausiıs, Etrüsk soyundan olmakla beraber, o zamanlar Lugdunum ismiyle mevcut olan bugünkü Lyon sehrinde doğmustu. Bu sehre yaptığı ziyaretlerden birinde, halka hitaben bir siyasi nutuk söylemis ve nutkunda kitabından bir parçayı okumustur. İmparator konusurken, tabii olarak Saray katipleri not tutmuslar, Lyonlular da, bu konusmayı serefli bir hatıra olarak tabletlere kazdırmıslardır. İste Lyonda yapılan kazılarda bulunan ve Etrüsk tarihinin bazı devirlerine ısık tutan satırlar bu tabletlerdedir. Romalılar Etrüskler tarafından yazılmıs tarih kitaplarını yok etmekle kalmamıs, kendi yazdıklarında da tarihi tahrif etmekten, gerçekleri gizlemek ve olmayan seyleri uydurmaktan çekinmemislerdir. Bugünkü tarafsız etrüskologlar Romalı tarihçilerin sovenlik ve Romalılık 20 İndro Montanelli, Storia di Roma, Rizzoli, Milano 1970, s D. H. Lawrence, Mornings in Mexico, Etruscan Places Penguin Books, Great Britain 1970, s. 97, Jacques Heurgon, La vie quatidienne des Etrusques, İtalyanca baskı, İl Saggiatore, Milano 1963, s Ch. Hampton, ayni eser, s Ch. Hampton, ayni eser, s gururu ile tarihi gerçekleri tahrif ettiklerini ve mesela Titus-Livius gibi bir tarihçinin dediklerini ihtiyatla karsılamak gerektiğini yazarlar. Romalılar Etrüsk milletini yok edip manen ve maddeten gömdüklerini zannederken, kendilerine en büyük oyunu oynayan Etrüsk mezarları olmustur. 

IV ETRÜSK MEDENİYETİNİN YENİDEN ORTAYA ÇIKARILISI

 Etrüsklerin mezarları eski Mısırlılarınki ve eski Türklerinki gibi, ölü ile birlikte, onun hayatta iken sahip olduğu esyanın da gömüldüğü bir yerdi. Onun için, bilhassa varlıklı sınıfa mensup Etrüsklerin mezarı, bu esyanın sergilenmesine müsait bir veya birkaç odadan ibaret olurdu. Duvarlarının resimlerle süslendiği bu oda veya odalarda, ölü erkek ise, silahla ve hazinesi, kadın ise mücevherleri ve diğer süs esyası en mutena yere yerlestirilirdi. Ölünün kalkıp dolasacağı farzedildiğinden, odalar dösenir, suraya buraya masa ve sandalyeler ve tabaklar, bardaklar içine yiyecek içecek konurdu. İste bu sebepledir ki, Etrüsk mezarları Etrüsklerin günlük hayatını, yani medeniyet ve sanatını asırlar boyunca olduğu gibi muhafaza etmis ve 19 uncu asırda ilim dünyası tarafından kesfedilmesine imkan vermistir. Aslında bu mezarların ve ihtiva ettikleri esyanın kesfi 19 uncu asırdan çok önce baslamıstır. Bu da mezar soyguncuları sayesinde olmustur. Yer yer soyulan mezarlardan çıkan esya amatörlerin ve neticede bilginlerin dikkatini çekmistir. Fakat define arayıcıları ve mezar soyguncuları tarafından değil de, aydın kimseler tarafından, sanat eserleri bulmak maksadiyle kazılar yapılması bilhassa 19 uncu yüzyıla tesadüf eder. Gariptir ki, Mısır incelemelerinin, yani ejiptolojinin doğmasında birinci derecede rolü olan Napolyonun kardesi Lucien Bonaparte de etrüskolojinin gelismesinde mühim rol oynamıstır. Napolyon İtalyayı fethettikten sonra, orada kardesine genis arazi hediye etmisti. Günün birinde prensin adamlarından biri, bir parkı düzenlerken, elindeki aletle bir mezar duvarına çarpar. Lucien mezardaki esyayı bozdurmadan çıkartır ve bunlara iyi fiat veren alıcılar bulur. Bundan sonra genç prens, kazılar yaptırıp çıkan esyayı satmağı bir kazanç vasıtası yapar. Avrupa müzeleri bu paha biçilmez sanat eserlerini kapısırlar. Ondokuzuncu asrın ikinci yarısında, bir yandan ilmi dernekler ve kuruluslar, bir10 yandan da resmi makamlar ise karısarak, kazı isi ilmi ve metodik sekil almağa baslar. Etrüskler tarafından yapılan sanat eserleri meydana çıkarıldıkça, bütün dünyada bu medeniyetin sahibi olan milletin mensei, dili, tarihi hakkında ilmi eserler, arastırmalar, incelemeler birbirini takip eder. İste Etrüskoloji denilen ilim böyle doğmustur. Bugün Floransada bulunan Etrüsk Arastırmaları Enstitüsü (İstituto Studi Etruschi) ve bu Enstitünün çıkardığı Studi Etruschi dergisi Etrüsklere ait her seyi merkezilestirmek ve bu alandaki faaliyetleri yönetmek gayretindedir. İtalyanın bes altı üniversitesinde Etrüskoloji kürsüsü vardır. Bu kürsülerde Etrüsklerin İtalyanın yerlisi oldukları ezberletildiği için, onların menseinden ve geçmisinden ziyade, sanatları üzerinde durulmakta, Etrüsklere ait çanak çömlek itina ile incelenmektedir. Roma Üniversitesindeki Etrüskoloji Enstitüsünde yaptığım arastırmalar ve bu Enstitünün kütüphanesinde sürdürdüğüm çalısmalar sırasında tanıstığım öğrencilerin bu bilim dalını seçmelerinde Etrüsk ulusunun meçhul ve esrarengiz olusunun büyük payı olduğunu ve hepsinin Etrüskler kimdir? sualine cevap aradığı müsahede ettim. Etrüsklere ait mezarlar ve Etrüsklere ait müzeler turist çektiği için İtalyan Hükumeti Etrüskoloji çalısmalarını tesvik etmektedir. Bugün bile İtalyan ve yabancı ekipler tarafından İtalyanın çesitli bölgelerinde kazılar yapılmaktadır. Zamanımıza kadar, 3000 Etrüsk mezarı meydana çıkarılmıstır. Bu küçük kitabım Giris kısmı burada sonuca ermekte ve bundan sonraki sahifelerde Etrüsklerin mensei, soyu ve dili hakkındaki kendi görüslerimiz açıklanmaktadır. 

T E Z V E D E L İ L L E R

 Prof. Afif Erzen ve Prof. Ugo Dettorenin Büyük Tarih Atlasından alınıstır. (Arkın Kitabevi İstanbul) I ETRÜSK MUAMMASI Her Etrüskoloji eseri, ister mevcut bilgileri yaymak için yazılmıs olsun, ister arastırma maksadiyle kaleme alınmıs bulunsun, fasıllarından birinde, muhakkak olarak, Etrüsk esrarı, veya Etrüsk muamması diye bir bahis ihtiva eder. Nedir bu muamma? Bu, Yunanlılarınkine es bir sanata sahip oluğu bilinen, dini inanısları, teskilatçılığı, mimarisi, tiyatrosu ve müziği tanınan, takdir ve hayranlıkla anılan bir milletin, dil mense bakımından meçhul diye nitelenmesi garabetidir. Burada yapacağımız sey bu muammayı çözmeğe, Etrüsklerin kim olduklarını ve dillerinin hangi dil olduğunu tesbit etmeğe çalısmak olacaktır. Etrüsklerin mensei bahis konusu olduğunda, Etrüskoloji bilginleri arasındaki adet, bu konu ile ilgili iki nazariyeyi incelemekle ise baslamaktır: biri Etrüsklerin İtalyanın yerlisi olduklarına, diğeri de bu kavmin baska yerden gelerek İtalyada yerlesmis olduğuna dair nazariyedir. Son zamanlarda bu ikisine üçüncü bir nazariye de eklenmistir ki, o da tesekkül nazariyesidir. Etrüsklerin ezelden beri İtalyada yasamıs olduklarına dair görüsün taraftarları Halikarnaslı Diyonizosun iddiasına sığınırlar. Bu, İsadan önce Birinci Yüzyılda Romada yasamıs olan bir Yunanlı tarihçidir. Fakat isin aslı arastırılacak olursa, Halikarnaslı Diyonizosun Romanın geçmisi adlı kitabında Etrüsklerin İtalyanın yerli olduklarını açıkça ifade etmekten uzak olduğu görülür. Hakikatte, adı geçen tarihçi, bir yandan Etrüskleri yerli sayan, bir yandan da bunların baska yerden göçüp geldiklerini ileri süren yazarların görüslerini sayıp döktükten sonra, sahsi kanaatini asağıdaki sekilde belirtir25: Etrüsklerin İtalyanın yerlisi olduklarını söyleyen yazarların görüsü bana daha makul ve daha doğru gibi görünmektedir Çünkü Etrüskler son derece eski bir millet oldukları gibi, gerek dillerinin, gerek örf ve adetlerinin diğer26 milletlerinkine benzer tarafı yoktur. Görülüyor ki, tarihçi gayet ihtiyatlı bir lisan kullanmaktadır. Bu ihtiyat belki de, tarihçinin yasadığı devrin sartlarından ileri gelmekte idi. Zira bahis konusu devir Roma11 tarihinin en parlak çağlarından olan İmparator Ogüst devri idi. Bir müddet önce Etrüsklerin tamamen temsil edilmesi ve Latinlestirilmesi için idari tedbirler27 almıs olan İmparatorun, Etrüsklerin yabancı diyarlardan kalkıp geldikleri nazariyesinden hoslanacağı süpheli idi. Roma medeniyetini yabancılardan almıs olamazdı. Fakat Halikarnaslı Diyonizos ayni zamanda yazar ve sanatçıların koruyucusu, Etrüsk asıllı Mecanasın dostu idi. Mecanas ise, yine Etrüsk asıllı olan ve Eneid adlı eserini yazmakta bulunan Vergiliusun nazariyesini tercih edebilirdi Denys dhalicarnasse, Antiquites romaines, Gabriel François de Jay, Paris MDCC XX, Tome I, s Çevirici burada yabancı kelimesini kullanmıstır. 27 Hakikatte bahis konusu tedbir tesrii bir karardı, yani kanundu. 28 Zira en ufak bir süphe yoktur ki, Enea efsanesi bir Etrüsk efsanesi idi. Virjil, her halde, doğrudan doğruya İmparator Ogüstün verdiği talimat gereğince, edebi ve ideolojik bakımından iki kavmin kaynaşmasına yardımcı olmak üzere Etrüsk efsanelerini Romalılastırmakta ve Romanın geçmisini etrüsklestirme idi. Değerli Fransız etrüskologu Alain Hus, Esrarengiz millet, Etrüskler adlı eserinde, benim kanaatime yakın olan su görüsü savunmaktadır: Etrüsklerin yazmıs oldukları tarihler, onların destanları, efsaneleri Romaya maledilmistir (İtalyanca tercümesi s. 137). Dikkate değer olan cihet sudur ki, Enea, Ankiz Truva atı gibi motifleri tasıyan vazo, heykel ve aynalar ne Romada, ne de Yunanlıların Cumes sehrinde bulunmus olup, bilakis Veies, Vuici gibi Etrüsk sehirlerindeki kazılardan çıkarılmıstır. Bazı etrüskologlar safça, bunların Yunanlılardan alınmıs motifler olduğunu İste herkesi memnun etmeğe azmetmis görünen ve bu sebeple vuzuh ve samimiyetten yoksun olan29 Halikarnaslı Dynizosun ifadeleri Etrüsklerin yerliliğine dair görüse delil ve temel teskil edememektedir. Baska yazarlardan asırılmıs Tages efsanesine gelince, bunun da anılan görüse pek yardımcı olmaması gerekir. Çünkü bu efsaneye sarılanların muhakemesinin dayandığı Tarkinya toprağı tabiri sadece Etrüsk toprağı demektir ki, Etrüsklerin yasadığı ve yasamıs olduğu toprakların hepsi Etrüsk toprağı sayılabilir. Tarihçi Xanthosun Etrüsklerin hicretini zikretmemesi ise, mühimsenecek bir itiraz olamaz. Her tarihçi mevcut olaylar arasında bir seçim yaparak, eserinin planına uymayanları bir tarafa bırakmak hürriyetine sahiptir. Nihayet, Halikarnaslı Dyonizosun Lydia ile Etruriada konusulan lisanlar arasındaki farka ait iddiası da ciddiye alınacak nitelikte değildir. Etrüsklerin Anadoludan ayrıldıkları tarih ile Halikarnaslının eserini yazdığı devir arasında bin sene geçmis bulunduğundan, bahis konusu fark fazlasiyle tabiidir. Buna göre, Von Vacanonun dediği gibi, tarih ilminin bugünkü ilerilemis durumu itibariyle, Etrüsklerin mensei hakkındaki bu birinci nazariye tatmin edici olmaktan çıkmıstır. Diğer taraftan, İngilizlere, Amerikalılara, İspanyollara ve hatta Bulgarlara tatbik edildiğinde mükemmel bir izah tarzı olan, fakat Etrüskler gibi tarih sahnesine tesekkül etmis olarak çıkmıs, her bakımdan yekpare bir millete tatbiki imkansız bulunan tesekkül nazariyesi üzerinde durmak lüzumunu bile hissetmiyorum. Bu surette elimizde hicret nazariyesi kalıyor ki, ister istemez bunu kabul etmek mecburiyetindeyiz: Etrüskler, hiç süphesiz, İtalyaya bir yerden göçüp gelmislerdir, ama nereden? Bu suali cevaplandırmak için pek uzağa gitmeğe lüzum yoktur. Etrüsklerin parlak devirleri olan 6 ıncı ve 5 inci asırlarda eserlerini yazmıs Yunanlı tarihçilere basvurmak kafidir. zannetmislerdir. Oysa ki, Amazonlar harbi dahil olmak üzere, bütün bu motifler süphesiz Etrüskler için milli tarihle ilgili sahnelerdi. 29 Bu yazarın bir çok etrüskolog tarafından yanlıs anlasılmıs olmasının sebebi de budur.12 Esasen, son zamanlarda bazı yazarların bu Yunanlı tarihçinin görüslerine daha az önem verdikleri görülmektedir. Mesela, daha önceki eserlerinde (Les Etrusques, Presses Universitaires, 1954, The Etruscans Thames and Hudson, London 1958) Halikarnaslı Dynizosun iddialarına inanır gibi görünen ünlü Fransız etrüskoloğu Raymond Bloch, son eserinde söyle der: Fakat daha esaslı sekilde tahlil edildiği zaman Dyonizosun delillerinin göründüğü kadar sağlam olmadığı anlasılmaktadır (Tehe ancient Civilization of the Etruscans Editions Nagel, Geneve, 1969). 

II ESKİ YUNAN TARİHÇİLERİ 

Etrüsklerin mensei hakkında en önemli eseri yazmıs olan İtalyan Etrüskoloji bilgini Luigi Pareti, Etrüsklerden, daha doğrusu Tyrhenlerden bahseden bütün Yunanlı yazarların adlarını namuskarane bir sekilde eserinde sıralamıstır. Ancak Etrüsklerin İtalyaya baska bir ülkeden gelmis olması kendisinin pesin hüküm ve kararına uymadığından, her cümlesine söyle baslar: Yunanlı tarihçiler su yanlıs iddiayı ileri sürerler ki veyahut: Yunanlı tarihçilerin yersiz kanaatine bakılırsa 30 Etrüsklerden Tyrhen (bazen de Tyrsen) adı ile bahsetmis olan Yunanlı tarihçilerin baslıcaları sunlardır: Hezyod Hekate Herodot Tüsidid Hellanik Kallimak Strabon Bizanslı Stefan ve saire İste bu yazarlar bir de Pelasg adlı bir kavimden bahsederler ki, Homerin de zikrettiği bu kavim, bazılarının ifadesine göre kuzeyden gelerek dağınık gruplar halinde Yunanistanda ve Anadoluda yerlesmis ve Truva muharebesinden sonra İtalyaya hicret ederek, orada Etrüsk adını almıstır. Modern tarihçiler arasında bilhassa Beloch, Fick, Treidler, Meyer, Ehrlich gibi Alman bilginleri Pelasglar konusunu incelemislerdir. Ekserisini Pelasglarla Etrüsklerin ayni kavim olduğunu ileri sürmekte tereddüt etmemektedirler. Fransız alimleri ile Fransız dilinde yazan alimler arasında da, bu konuya eğilenler ayni temayülü göstermektedir. Mesela 1924 yılında bile, Meillet ve Cohenin klasik eser olarak kabul edilen Dünya Dilleri nde asağıdaki satırları okumak mümkündü: Pelásgca Milattan sonra 5 inci yüzyılda bile Trakya sahillerinde, Propontidin güneyinde ve İmros, Lemnos gibi adalarda henüz konusulmakta idi. Hem Lemnos adasında 1885 yılında bulunan, fakat henüz desifre edilmeyen o meshur yazıt belki de bu dilin bir örneğini vermektedir... Yazıtta kullanılan dilin terkip özellikleri Pelasg dili ile Etrüsk dili arasında bir akrabalık ihtimalini hatıra getirmektedir.31 Bugün Liege Üniversitesi Profesörlerinden A. Severyns gibi bir bilgin, daha emin bir ifade ile: Homerden önce Yunanistan ve Yakın Doğu adlı eserinde söyle der: Esrarengiz etrüskçe ile Lemnos yazıtlarında kullanılan ve daha az esrarengiz olmayan dili mukayese eden bilginler, bu iki dil arasında garip benzerlikler bulmuslardır. Etrüsklerin, İtalyayı isgal etmeden önce Tyrsen adı altında, Egenin bir kösesinde yasamıs oldukları hatırlanırsa, bunda sasılacak bir sey bulunmadığı neticesine varılır32. Diğer taraftan, Etrüsklerin Lydiadan geldiklerine dair Herodot tarafından ileri sürülen görüs Truvadan geldiklerine dair Virjil tarafından terennüm edilen inanıs arasında çeliski 30 Lugi Pareti, Gli Origini değli Etruschi Firenze Bemporad e figlo ed. 31 (Paris13 32 A. Severyns, Grece et Proche-Orient avant Homere Presses Universitaires de Bruxelles, 1968, s. 43. yoktur33. Çünkü Pelasglar hem Lydiada, hem Truvada yerlesmis bulunuyorlardı. Göçleri için kullandıkları İzmir limanı da oralara pek uzak değildir34. Sofoklesin Hellanik tarafından zikredilen İnachos adlı trajedisinde Etrüsklere Pelasg Tyrsen adını verildiği malumdur. Mesela derinlestirildikçe, Etrüsk = Pelasg denklemi bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat böyle olsa bile burada, bizi asıl mesgul eden problemin çözümüne doğru ancak yarı yolda bulunduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Zira, Etrüskler Pelasglar idi demek kafi değildir. Asıl Pelasgların kim olduklarını ve bugünkü hangi millete tekabül ettiklerini tesbit etmek mühimdir. Pelasg adlı kavim hakkında eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde mevcut bilgiler söyle özetlenebilir: 1) Pelasglar kuzeyden gelmis bir kavimdir: Bu kendilerinin ya Yunanistanın, ya da Karadenizin kuzeyinden geldikleri manasına gelir. 2) Bu kavim durmadan yer değistirirdi, yani göçebe idi. 3) Pelasglar oturdukları bölgelerin veya kendilerini yöneten basbuğun adına göre kolayca ad değistirirlerdi. 4) Pelasglar insaatçı ve imarcı bir millet idiler. Atinaya hakim bulundukları sırada, orada öyle bir duvar meydana getirmislerdi ki, bunun bir parçası asırlara meydan okumustur. 5) Nihayet, Pelasgların komsu milletler açısından pek hos olmayan bir adetleri vardı: o da kız kaçırma seklinde baska milletlerin kadınları ile evlenmeleri idi. 6) Yukarıdaki bes noktaya Yunanlı tarihçiler tarafından isaret edilmeyen, fakat Lemnos yazıtlarının teyit ettiği ve bilginlerce Etrüsk lisanı ile Pelasg lisanının birbirine benzetilmesinden çıkarabileceğimiz su noktayı da ilave edebiliriz: Pelasglar Hint Avrupa olmayan, agglutinatif ve ses uyumuna tabi bir dil konusurlardı. 33 Bilindiği gibi Virjil, öleceği sırada Eneidin müsveddelerini yakmak istemistir. Yakınları buna mani olunca, onlardan eserin yayınlanmayacağına dair söz almıstır. Bunu sebebi kendi soyunun efsanelerine ihanet etmis, bunları Roma çıkarı uğruna kullanıs olmaktan ileri gelen bir vicdan azabı mı idi acaba? 34 Bugün pek çok Etrüskoloji bilgini Etrüsklerin Lydiadan, yani Anadoludan geldiğini kabul etmektedir. Wladimir Georgiev ise, (Die Träger der Kreitsch-Mykenischen Kultur, Sofia, 1937), (Etrüsklerin Hitit olduğunu iddia etmeden önce) onların Truvalı olduklarını ileri sürmüstü. Bize göre, bu iki görüs arasında çeliski yoktur. Etrüskler Pelasg, Lydialı, Truvalı gibi çesitli isimler altında Ege denizinin Doğu ve Batı sahillerinde oturmuslardır.

 III PELASGLAR KİMDİ?

 Pelasgların, yani Etrüsklerin bugünkü hangi ırka tekabül ettiklerini tesbit etmek için, yukarıda sayılan özelliklerin hangi ırkta bulunduğunu arastırmak gerekir. Bahis konusu ırk veya kavim hangisidir? İste babamın teorisi burada yerini bulmaktadır. Sadri Maksudiye göre, Etrüskler o millettendir ki, İsadan 1400 yıl önce Çin tarihlerinde adı geçmektedir. Bu milletin askeri kuvveti bir çok Roma İmparatorunun uykusunu kaçırmıs, yüksek medeniyet seviyei Bizans Elçisi Zemarkos35un ve Saint Louisin adamı Rubrukun gözlerini kamastırmıstır. İtalyanın seyyahı makro Polo Çine geldiği zaman, Çini idare eden o milleti, o milleti ki tarihinin muayyen bir devrinde Akdenize bizim deniz diyebilmistir. Ondördüncü Lui gibi bir hükümdar o milletin Padisahına Büyük Efendimiz diye hitap etmistir, o millet ki, Mısırı fethedip uzun zaman idare etmis ve orada Napolyon gibi bir kumandanı yenilgiye uğratmıstır. Ayni millet asırlarca Hindistanı idare etmis36 ve orada Tac Mahal gibi nefis mimari eserleri14 bırakmıs, Isfahanda, Samda, Lahorda, bugün turistlerin hayranlıkla setrettikleri medeniyet hazinelerini meydana getirmistir. Bu millet tarihte bir kere değil, dört kere, bes kere Romalılarınki kadar büyük İmparatorluklar kurmus, bir kere değil, birkaç kere bugün kalıntılariyla Orta Asyada kazı yapan arkeologların ağzını açık bırakan medeniyetler yaratmıstır. Baska tabirle, babam Sadri Maksudiye göre, Pelasglar, yani Etrüskler Türk ırkına mensup bir kavimdi. Bu kanaat, zannedilebileceği gibi, sovenlikten doğan ve hissi neviden olan bir kanaat değildir, Pelasglar = Etrüsk denkleminde kaynağını bulan ve mantıki bir muhakemeye dayanan ilmi bir görüstür. Pelasgların özelik ve niteliklerine tekrar göz atacak olursak, onların hangi etnik gruba dahil olduklarını tesbit sırasında ele alabileceğimiz ırk ve kavimler mahduttur. Çünkü seçeceğimiz kavmin dili hem agglutinatif, hem de ses uyumu kanununa tabi olmalıdır: Macarlar, Finler, Moğollar ve Türkler. Fakat Pelasgların yukarıda isaret edilen altı özelliğini hatırlayacak olursak, ancak Türk ırkının gereken sartlara uygun olduğu meydana çıkar37. Esasen, Pelasgların türkçe konustuklarına dair, biricik olmakla beraber, mükemmel bir delile sahip bulunmaktayız. 

Gerçekten Latin bilginlerinden Varrona göre TEPAE kelimesi pelasgca bir kelime idi ve küçük dağ manasına gelirdi. 

35 Menander Protector (Dietrichin Byzantinische Quellen zur Länder-und-Völkerkunde adlı eserinde. Cild V, Fasıl II, s ) 36 Hindistanda gelismis Türk medeniyetine Moğol medeniyeti enmis olmasının sebepleri politiktir. Hatıralarını türkçe olarak yazmıs olan İmparator Babür Hindistanın kuzeyinde Türk dilini ve Türk medeniyetini getirmistir. Bugün Pakistanda konusulan ve çoğunlukla türkçe kelimelerden yapılmıs olan ordu lisanı Hindistanı fetheden ordunun lisanı idi. Daha doğrusu, bu türkçe konusan ordunun tesiriyle meydana gelmiş lisandır. Ordu kelimesi türkçedir. Babüre, Akbere ve onların haleflerine Büyük Moğol denmesi tarihi bakımdan yanlıstır, çünkü onlar birer Büyük Türktür. 37 Pelasglar gibi Türkler de, Yunanistan ve Anadolu açısından, kuzeyden gelme bir kavimdir. Türkler de durmadan oradan oraya göç etmislerdir. Çesitli Türk zümreleri, baslarındaki kumandanın isminden adlarını alarak, Timuri, Selçuki, Osmanlı diye anılmıslardır. Türkler insaatçı bir millettir. Bir de Türk edebiyatında, müstebit babaların menfaat izdivacı merakına karsı tepki olmak üzere, en güzel ask hikayelerinin mevzuunu, sevilen kızın kaçırılması teskil etmistir. Atinalı kadınların Pelasglar tarafından, Helenanın Trualı Prens Paris tarafından ve Sabin kadınlarının da ilk Romalılar tarafından kaçırılısı arasında münasebet kurulmalıdır. Burada sunu açıklamalıyız ki, Pelasg kavminin hususiyetleriyle Türk milletinin hususiyetleri aynidir, dediğimiz zaman Türk milleti tabiri zaman ve mekan içinde en genils manasında, yani tarihinin bütün safhalarını ve bugün mevcut bütün Türk zümrelerini kapsayacak sekilde anlamak lazımdır. Açıklamakta olduğum nazariyenin bugün kabul edilmis fikirleri alt üst eder nitelikte olduğunun farkındayım. Onun için, bu nazariyenin analojik metodla bir kontrolünü yapmanın, yani Etrüsk kavminin karakteristik vasıfları ile Türk milletinin özellikleri arasında bir paralel çizmenin faydalı olabileceğini düsünmekteyim. Etrüsklere dair herhangi bir kitapta bu kavmin savasçı, cesur ve binicilikte usta bir kavim olduğuna38, 12 siteden kurulu siyasi birlikler teskil ettiklerine, senelik siyasi ve dini kurultayları bulunduğuna, çalgı ve oyuna düskün olduklarına, hayvan motiflerinden ilham alan sanatları ve ölülere ibadetle fala dayanan dinleri bulunduğuna isaret edildiği görülür. Türklere gelince askeri kabiliyetlerinin, savastaki cesaretlerinin isabet edilmeğe muhtaç olmadığını zannediyorum. Ayni sekilde, binicilikte ustalıkları dünyaca bilinmektedir. Esasen hemen bütün Alman ve Macar etnologları ata binme adetini dünyaya Türklerin15 yaydığı konusunda sözbirliği etmektedirler39. Türklerin insatçı bir millet olduğunu hatırlamak için İstanbul ufuklarının zarafetini seyretmek ve Ayasofyaya ilave ettikleri güzellikleri göz önüne getirmek kafidir. Demirciliğe gelince, ileride bahis konusu edeceğimiz kazılar, Orta Asya Türklerinin bronz çağında bile çok usta maden isleyicisi olmus olduğunu isbat etmistir40. Meshur bir Türk efsanesine göre, Türkler, tarihlerinin belirli bir devresinde, Ergenekon adlı bir vadide mahsur kalmıslar ve oradan, dağı eritmeği basaran demircileri sayesinde kurtulmuslardır. 38 Ogüst devri tarihçilerinden Sicilyalı Diodore Tarih Kütüphanesi adlı meshur eserinde Etrüskler için bu sıfatları sıralıyor. 39 Ezcümle Koppers, Brandenstein, Manghin, Rashony ve saira. 40 Rus bilgini Yadrintseff, Fin bilgini Tallgren ve baskaları eski Türklerin madenleri isleme hususundaki ustalığını ortaya koymuslardır. IV TÜRKOLOGLAR VE SİNOLOGLAR Eski Türklerin de hemen hemen Etrüsklerinkine benzer ve siyasi teskilata sahip olduklarına ve Fanum Voltumnaedeki gibi yıllık siyasi toplantılar yaptıklarına kanaat getirmek için Deguines, De Groot, Klaproth gibi bilginlerin eserlerini okumak yeterlidir41. Dans ile müziğe gelince, Fransız Çin tetkikleri bilgini Edouard Chavannesin, Çinlerin, komsuları olan Türklerde bu iki sanata gösterilen rağbete sastıklarına eserinde isaret ettiğini burada kaydetmeliyiz42. Bu münasebetle sunu hatırlamak gerekir ki, İslamiyetten evvelki, yani mecusi Türklerde Kam adlı rahipler dini rakslar icra ederlerdi. İslamiyetten sonra ise, Konyada bugün bile zarif sema hareketlerini seyretmek mümkün olan bir Mevlevi tarikatını kurmuslardır. Ayni sekilde Etrüskler sıçrayan veya rakseden rahipler sınıfını meydana getirmislerdir ki, Romalılar da bunu bermutad onlardan almıslardır. Fransız sinologu Edouard Chavannesdan sonra Alman sinologu Karl Eberhardı da burada zikredelim. Bu bilgin Çinin hudut komsusu milletlere örf ve adetler adlı, 1942 de yayınlanan eserinde Çin tarihlerinde Türkler hakkında mevcut kayıtlara isaret eder. Eberharda göre Çin tarihlerinde bahsedilen kavimler arasında Türkleri ayırt etmek için sasmaz kıstaslar vardır. Bunların baslıcaları Kurt efsanesi ve mağaraların mübarek sayılmasıdır. Eserinin VIII nci faslının 49 uncu sahifesinde aynen söyle der: Türk kavimlerinin tipik efsanelerinden olan kurttan üreme efsanesi (falanca kabilede) vardır v.s. Bu bize, tabii olarak, Remus ve Romulus efsanesini hatırlatıyor. Bilindiği gibi, bugün Kapitol müzesinde olan Disi Kurt heykeli, ekseri etrüskologlara göre Veies sehrinden Vulka adlı bir etrüsk heykeltırasının eseridir. Bebek heykelleri sonradan, Rönesans devrinde ilave edilmistir Yukarıda da isaret ettiğimiz gibi, son yayınlanmıs eserlerin çoğunda Roma kentinin kuruluslarından beri bir Etrüsk kenti olduğuna, bu kentin Etrüskler tarafından, Etrüsk adetlerine göre kurulduğuna inanma eğilimi vardır Efsane ve mitlerin olusma kanunu bir kurt atadan doğma efsanesinin bir disi kurdun sütünü emme efsanesi halini de alabilmesini pek ala izah eder. Hem Romulusün babasının Savas İlahı Mars olması bir zaruretti. Öte yandan da, Türklerde kurt kuvvet ve savas sembolü sayılırdı. Yaygın bir efsaneye göre, ilk Türk akıncılarına boz renkli bir kurt, Bozkurt, önderlik etmistir Türklerde mağaralara kutsal nazariye bakılması konusu münasebetiyle de, hatırlayabiliriz ki, her çesit geleneğini Etrüsklerden almıs olan Romada, Lupercale (Kurt mağarası) pek büyük itibar görürdü.16 41 J. Deguines, Histoire des Huns, des Turcs et des Mongols Paris, De Groot, Die Hunnen der Vorchristlichen Zeit Berlin 1921, H. J. Von Klaproth, Mémoire sur lidentité des Toukiou et des Hioung Nou avec les Turcs Paris Edouard Chavannes, Documents sur les Toukiou occidentaux. Saint Pétersbourg, Tarquiniada Tomba dellorco denen mezarda bulunmus kurt basını da burada hatırlatabiliriz. 44 Bu eserlerin baslıcalarını göstermekle yetineceğim: a) R. Bloch, Les Etrusques, Paris 1956, Prensses Universitaires, s b) H. Scullard, The Etruscan cities and Rome London 1967, s. 247, 255. c) Ch. Hampton, The Etruscans and the survival of Etruria, London 1969, s. 30. d) Corrado Barbagallo, Storia Universale Torino Bunun içindir ki, eski Türklerin bayraklarında bir kurt resmi bulunurdu. Çin tarihi uzmanı Eberhardı takip ettiğimizde, öğreniyoruz ki, kendilerini sarı rengi çok seven Çinliler Türklerin de kırmızı rengi çok seven Çinliler Türklerin de kırmızı rengi sevdiklerini tarihlerinde kaydetmislerdir46. Romalıların Etrüsklerden miras aldıkları kırmızı togayı ve eski Romada kırmızı rengin asil renk sayıldığına dair bin bir delili zihinden geçirmemek kabil mi? Eberharda göre Türkler fevkalade iyi flüt çalardı: iki çesit flüt kullanırlardı Etrüsklerin ise flüt çalmaktaki ustalığı Yunanistanda bile ün salmıstı ve Etrüsk kelimesi iyi flüt çalan manasına gelirdi Eberhardın eserinde, bir de, Çinliler tarafından Tarkan telaffuz edilen bir asalet unvanından bahsedilmektedir. Alman Sinoloji bilginine göre bu, Türklerdeki prens manasına gelen Tarkan veya Tarhan unvanından baska bir sey değildir. Bilindiği gibi, Romayı kurulusundan sonraki yüzyıllarda idare eden Tarquinler sülalesine mensup kralların adları Etrüsk yazıtlarında Tarhun veya Tarhan olarak gösterilmistir 46 W. Eberhard, Kultur und Siedlung der Randvölker Chinas, Leiden 1942, s Alain Huns, Les Etrusques, peuple secret, italyancaya Rosadoni tercümesi, 1959, s Bizanslı tarihçi Menander Protectora göre, İkinci Jüstinyenin elçisi Zemarkos Türklerin İmparatoru İstemi Hanı ziyaret ettikten sonra Han, elçiye refakat etmek üzere, kendisine Tagma Tarhan adlı bir mihmandar vermistir. 

V LİSANİ DELİLLER

 Yukarıda izahlarım beni lisani delillerimi ortaya koymaya mecbur etmektedir. Çünkü, sayet Etrüsklerle Türkler ayni soydan iseler, Türk dili Etrüsk dilini desifre etmek için bir anahtar vazifesi görebilmelidir. Bir çok etrüskologların kanaatinin aksine, ben, Etrüsk alfabesinin henüz iyice bilinmediğine, yani harflerinin telaffuz değerinin iyice tanınmadığına kaniim. Esasen Etrüskolog Granier tarafından Etrüsk alfabesinin bilinen bütün Yunan alfabelerinden daha eski olduğu isbat edilmistir. Diğer taraftan, etrüskologların dikkatini çekmis bir hususiyet de Etrüsk imlasının bazı sesli harfleri yuttuğu, yani Arap imlasındaki bazı sesler için olduğu gibi, yazıda bir harfle temsil edilmediğidir. Bu keyfiyeti etrüskologlar kelimenin ortasındaki heceler için ileri sürmektedirler. Ben ise, onların müsahedesini tamamlayan bir nazariye ortaya atmak cesaretini göstereceğim: bana göre, Etrüsk imlası sesli harfleri sadece kelimelerin ortasından değil, ayni zamanda hem basında, hem de sonunda yutmaktadır. Buna göre bence klan kelimesi uklan, Rumak (Romanın etrüskçe adı) kelimesi de Urumak seklinde okunmalıdır. Bundan baska, bir çok kelimelerin sonunda, yazılmayan,17 fakat telaffuz edilen birer sesli harf bulunduğu hesaba katılmalıdır. Ezcümle, genetif eki zennedilen, fakat hakikatte bir sıfat eki olan al ile nihayet bulan kelimeler böyledir. Tarhnal kelimesi bana göre Tarhnalı veya Tarhanlı okunmalıdır. Son harf Türk alfabesindeki noktasız i gibi genzin çok gerisinde telaffuz edilen bir harf olsa gerekti. İste yukarıdaki sebeplerle, Etrüsk yazıtlarından yanlıs okunması muhtemel kelimeler almaktansa, Latin yazarlarının etrüskçe olduğunu belirttikleri kelimeleri mukayesemize esas almak bana daha ihtiyatlıca bir hareket gibi geliyor. Mesela, Latin gramercileri bize, TOGA kelimesinin ve bu kelimenin ifade ettiği cübbe seklindeki elbisenin Etrüsklerden geldiğini söylerler. Ayrıca biliniyor ki, latincede US, A ve UM ile nihayetlenen bir kelime bahis konusu olduğu zaman, latincelestirmek ve ona cinsiyet kazandırmak için katılan bu ekler ile kelimenin kökünü birbirinden ayırmak lazımdır. Su halde Toga kelimesini TOG-A seklinde yazalım. Eski türkçede ve Orta Asyanın bugünkü lehçelerinde elbise için TONG denir. Buradaki N harfi müterennim seklinde, fransızca İntention kelimesindeki üç N gibi telaffuz edilir. Romalılar bu harfi telaffuz edemediklerinden, ortadan kaldırmıslardır ve böyle Tong TOG olmustur. Bunun latincelestirilmis ve disilestirilmis sekli de TOGAdır. Latin yazarlarının etrüskçeden geldiğini haber verdikleri bir kelime de TEMPLUM, mabettir. Kelimenin kökü ile latince ekini ayıralım: TEMPL-UM. Türkçede ibadet etmek manasına gelen TAP-MAK fiilinin pasif sekli TAPL-MAK tır. Mastar ekini çıkarırsak, TAPL kalıyor. Buna latincedeki nötr ekini ilave ettiğiniz zaman TAPL-UM olmaktadır ki, lengüistik kanunları kelimenin sonundaki M harfinin boya vererek kelimenin ilk hecesini etkilemesini ilmen izah eder. Su halde: TAMPLUM veya TEMPLUM. Etrüsklerde uğurlu olan seyleri uğursuz olanlardan ayırt eden ve mutlu olaylara mutsuz olayları önceden haber veren rahiplere AUGUR denirdi. Türkçede ezelden beri UGUR kelimesi saadet, talih, mutlu istikbal manalarında kullanılmıstır. Bugün Romalıların, binaenaleyh Etrüsklerin varisleri olan İtalyanların AUGURİ temennisinde bulundukları yerde Türkiyede ve her iki Türkistanda (Çindeki ve Sovyetlerdeki) UĞUR kelimesi kullanılır, Uğurlar olsun denir. Etrüskçede SIK veya ZIK kelimesi kız manasına gelir. Akla geliyor ki, burada, sessiz harflerin yer değistirmesinden ibaret bir fonetik hadise olan metatez karsısında bulunuyoruz. Bu, Türk lehçelerinde çok sık tesadüf edilen bir lisani olaydır. Bilindiği gibi, Türkiyede sehirlilerin KİBRİT dedikleri yerde çok defa köylüler KİRBİT der, çömlek yerine ÇÖLMEK der Simdi de, etrüskologlara göre etrüskçede oğul manasını ifade ettiği bildirilen KLAN kelimesini ele alalım. Daha önce de söylediğim gibi, bana göre burada bastaki sesli harfin yutulması hadisesi mevcuttur. Bu sebeple, kelimeyi UKLAN seklinde okumak gerekmektedir. Bilindiği üzere, bazı Türk lehçelerinde oğlan kelimesi bu sekilde telaffuz edilmektedir. (Uklan, uglan, oglan) Etrüsk yazıtlarında Roma sehrine RUMAH veya RUMAK adı verilmektedir. Benim nazariyeme göre, bu kelime URUMAK okunmalıdır. Bilindiği gibi, türkçede, lehçeye göre telaffuzu değisen URUMAĞ, IRIMAĞ, IRIMAK, IRMAK kelimeleri nehir manasına gelir. Böylece, Etrüskler için en mühim bir nehir49, yani Tibre üzerinde kain bulunan Roma Irmak sehri olarak adlandırılmıstır. Denebilir ki, Roma eskiden İtalyanların FİUME (italyanca ırmak) adını verdikleri, bugün de Yugoslavların RİYEKA (yugoslavca ırmak) dedikleri sehrin muadili teskil eder Türk dili ile Etrüsk dili arasındaki bu mukayeseyi sahifeler boyunca devam ettirmek mümkündür. Fakat bir konferansın dar çerçevesi içinde bulunduğumuzdan, simdi de Etrüsklerin dini ile eski Türklerin dini olan Samanizmi biribiri ile karsılastıralım. 49 Virjil bu nehre kutsal ırmak der. (Eneidin VIII inci kısmında) VI


18 DİNİ DELİLLER

 Batının ilmi çevrelerinde Samanizm konusu umumiyetle Romanyalı bilgin Mircea Eliadenin kitabı vasıtasıyla tanınmıstır. Fakat bu kitap yetersiz ve noksandır. Çünkü Samanizmdeki vecit tekniğini incelemekle yetinmistir. Eski Yunanlıların dinini tanımak için Delphesdeki meczup rahibenin tutumunu incelemekle iktifa eden bir kitap farzedelim. İste Romanyalının eseri de bu derece tek cephelidir. Halbuki Samanizm dininde bir tanrılar dünyası, bir yaratılıs efsanesi, bir de ahlak sistemi vardı. Tanrıların en büyüğü gökte ikamet eden TENGRİ veya TİNGRİdir. Etrüsklerin baslıca ilahları ise TİNİA idi TENGRİye tabi olan iki nevi ilah vardı: gök ilahları, bir de yer ve su ilahları. Saman dininin akidelerini incelemek hayli kolaydır. Çünkü bugün bile Orta Asyanın kuzeyinde bu dinin icaplarına göre yasayan Türk zümreleri vardır. Samanizm mitolojisini incelemis olan Rus bilginlerine göre samanist Türklerde doğum üzerinde etkili olan ve çocuk ile anneyi koruyan tanrıçalara AESET adı verilmektedir51. Latin gramercileri de diyorlar ki, Etrüsk dilinde AESER tanrıça demektir52. Bu iki kelimenin son harflerinde görülen farklılık Etrüsklerle bugünkü Sibirya Türklerini iki bin sene kadar bir zamanın ayırması ile izah etmek mümkündür İslamiyetin zuhurundan az sonra Türker arasında bir seyahat yapmıs olan Arap tarihçisi İbn Fadlan, seyahatnamesinde, Türklerin, ölülerinin mezarı üzerine bir höyük yaptıklarını ve bunun üzerine balbal adlı heykeller yerlestirdiklerini yazar53. Bin sene sonra ayni bölgelerde seyahat etmis Rus türkologu Biçurin ise, söyle der: Samanist Türkler ölülerinin mezarı üzerine birer abide insa ederler ve bu abidenin iç duvarlarına ölünün savas hayatına ait sahneler resmederler. Ölünün sahip olmus olduğu her türlü esyayı mezarının içine koyarak, üzerindeki yapıyı da bir höyükle kapatırlar.54 Tarquiniadaki Etrüsk mezarlarını ve Orvieto sehri yanındaki Crocefisso del Tufo gibi mezarlıkları gezmis olanlar için yukarıdaki satırların anlamı açıktır. Eserlerinin çoğunu almanca olarak yazmıs diğer bir Rus türkoloğuna göre, eski Türkler yer altında bir Cehennem alemi bulunduğuna ve bu alemin birkaç kattan ibaret olduğuna inanırlarmıs Aynı bilgin, eserinin bir baska sahifesinde, Türklerin kazlara mukaddes nazariyle baktıklarını, çünkü onların kus sekli almıs birer tanrıça olduklarına iman ettiklerini yazmaktadır Romalıların kazlara olan saygısı, onlara süphesiz Etrüsklerden geçmistir. Bu saygı, adı geçen kusların Gallyalıların Kapitolün tepesine çıktıklarını haber vermeleri olayı sayesinde tarihte yer almıstır. Fakat esasen bu kazların Kapitolün üzerinde bulunmalarının sebebi de, onların, bir Etrüsk ilahesi olan Junonun mabedine vakfedilmis olmalarından dolayı idi. 50 Luisa Banti, İl Mondo degli Etruschi, Roma 1960, Casa editrice Primato, s V. İ. Verbitsky, Altaysky inorodsi, Moskova W. Radlof, Aus Sibirien. Leibzig Varron, De lingua latina M. Pallotino, Etruscologia, s. 415 (ais, aiser) 53 Z. V. Togan, İbn Fadlans Reisebericht, Leipzig 1935, s Biçurin (Hyacinthe) Orta Asyada yasayan kavimlerin inanısları (rusça). Petersburg 1851, s W. Radloff, Proben der Volkslitteratur der türkischen Stämme, Cilt I, s. 155, W. Radloff, ayni eser. Ancak bu Etrüsk ilahesinin asıl adı ANİ57 idi. Bugün Orta Asya Türklerinden bir kısmı ana demek için ENİ der. Junon da Romalılarda tanrıların anası sayılmaz mı idi? Eski Türklerin dininde, yani Samanizmde en mühim unsur tanrıların gönderdiği mesajları tefsir etmek ve böylece geleceği kesfetmekti. Kam adını tasıyan Samanist rahipler ilahlara kurban edilmis hayvanların uzuvlarını muayene suretiyle fala bakarlardı58. Bu münasebetle hatırlatalım ki, eski Romada Jupiterin mabedinde hizmet eden genç19 rahiplere Camillus (Kam-illus)59 denirdi. Bilindiği gibi illus eki latincede, bizim cik, cık gibi küçültme ekidir (yani genç Kam). Bir de Samanist Türklerde ölülerin öbür dünyaya yolculuğa çıktıkları ve bir takım cinlerle perilerin kendilerine refakat ettikleri zannedilirdi. Herkes bilir ki, Etrüsk mezarlarının duvarları ölülerin kanatlı cin ve ilahların refakatinde yaptıkları seyahatlerin tasvirleri ile doludur. Mezarlardan açılmısken sunu da hatırlatayım ki, gerek Orta Asyada60 öteden beri Türklerin oturdukları bölgelerde, gerek Anadoluda, Pelasgların Lydialı adı ile oturmus oldukları kısımlarda61, Etrüsk mezarlarına benzeyen, tepecik halinde mezarlar mevcuttur. Böylece arkeolojik delillerime geçmis olduğumu görüyorum. Bu deliller bana Etrüsk sanatının hususiyetleri ile Orta Asyadaki eski Türk sanatının hususiyetlerini mukayeseye vesile olacaktır. 57 Sophus Büggeye göre Etrüskler bazen UNİ, bazen ANİ derlerdi. (Etruskische Forschungen und Studien, Viertes Heft. Stuttgart. 1883, s V. Katanof, Minusinsk bölgesinde seyahatten notlar, Kazan 1897, s W. Deecke, Etruskische Forschrungen und Studien Sechstes Heft. Die Etruskische Beamten und Priester Titel, s. 59, Stuttgart Burada Orta Asya tabiri Rus bilginlerinin kullandıkları dar ve teknik manada değil, Sibirya ve Kırımı da içine alacak sekilde genis manada kullanılmaktadır. 61 Bahis konusu mezarlar, İzmir civarındaki, Bin Bir Tepe diye bilinen mezarlardır. 

VII ARKEOLOJİK DELİLLER 

Talihin garip cilvelerinden biri sudur ki, İtalyada Etrüsk mezarlarının dikkati çektiği sırada, Rus çarlarına Orta Asyada ve Sibiryanın bir çok yerlerinde hazine dolu mezarların bulunduğu haber veriliyordu. İste Avrupa müzelerinin Etrüsk sanat eserleriyle dolduğu sıralarda da, Rus müzeleri ve bilhassa Petersbugdaki Ermitaj müzesi, vaktiyle Türk İmparatorluğuna ait topraklar olup, sonradan birer Rus vilayeti haline gelmis bölgelerdeki mezarlardan çıkarılan hazinelerle dolup tasmağa baslamıstır. Söz konusu mezarları kaplayan ve hep türkçe ad tasıyan dağ ve nehirlerin civarında bulunan höyüklere yerli halk tarafından kurgan denilmekte idi. Bu kelime eski türkçede (kurmak mastarından) yapı manasına gelirdi. Orta Asyada, bu mezarların bulunması Rus bilginleri bakımından içinden çıkılmaz müskül durumlar yaratmıstır62. Tarafsız bilinen Rus bilginleri bile kurganları iki kategoriye ayırmıslardır: Bronz çağı kurganları, demir çağı kurganları. Demir çağında Orta Asyanın anılan bölgelerine, hep Türklerin oturmus olduğu bilindiğinden, bu çağda yapılmıs kurganların Türklüğe ait olduğu inkar etmek mümkün değildi. Bronz çağına ait kurganlara gelince, bunlarda bulunan sanat eserlerine ayni motifler ve ayni teknik görüldüğü halde, bu eserlere Türk olmayan sahipler 62 Bir taraftan Rus İmparatorluğuna tabi Türk kavimlerini hor görmeleri, bit taraftan da kazıların meydana çıkardığı yüksek medeniyete karsı duydukları hayranlık bu bilginleri mevcut tarihi ve ilmi gerçeği kabul etmelerini imkansız kılmıstır. Söz konusu gerçeği itiraf etmemek için, bu bilginler kurnazca formüllere bas vurmağa mecbur olmuslardır. Mikail Gryaznov adlı Rus arkeologu 1969 da fransızca olarak yayınlanmıs Güney Sibirya (Editions Nagel, Geneve) adlı eserinde bakın neler diyor: Daha önceleri muayyen bir medeniyetin su veya bu unsurunun hangi millete ve hangi ülkeye ait olduğunu tayin etmek büyük mesele teskil ediyordu 1939 dan sonra, bütün Sovyet arkeologları arastırmalarını tarihi maddiyetçilik prensbi açısından yapmıslar ve bilhassa eski toplulukların ekonomik hayatının gelisme derecesini incelemeği hedef edinmislerdir (s. 21, 24, 42).20 Göründüğü gibi, Orta Asya medeniyetinin Türk kavimlerine at olduğunu gizlemek için, bu medeniyeti yaratanların etnik mensei hakkında hiçbir sey söylemeksizin, onları sadece ekonomik gelismeleri açısından incelemek modası icat edilmistir. Arkeolog Gryaznov, bütün pesin hükümlerine rağmen, ilmi gerçeğin kırıntılarının kaleminden dökülmesine mani olamamaktadır (Kurganların göz önüne serdiği ince medeniyetin Türklere ait olduğuna dair bu gerçek Yirminci Yüzyılın süphesiz en büyük ilmi kazancıdır.) Sovyet bilgini söyle demeğe mecburdur: en büyük kesif yıllarında, Kopiona köyü civarında, Kırgız asilzadelerine ait zengin bir mezarın ortaya çıkarılması olmustur. Bu mezar altından yapılmıs önemli sanat eserleriyle doludur. (s. 20)

 HERKES BİLİYOR Kİ, KIRGIZLAR HALİS TÜRKTÜR

 Bilgin devam ediyor: Kudirgede yapılan kazılar da çok önemlidir. Çünkü bunlar Altay Türklerinin kültür ve sanatının tetkiki bakımından yeni bilgiler getiren vesikalar sağlamıstır. (s. 21) 1946 ile 1954 arasında, bu kitabın yazarı ilk defa olarak Sibiryada, bronz çağı, demir çağı ve Türk çağına ait ufak köyler bulmustur. (s. 22) SANKİ BU BÖLGELERDE TÜRK OLMAYAN ÇAĞLARIN BULUNDUĞUNA DAİR İLMİ DELİL VARMIS GİBİ... Rus bilgini bir de söyle demektedir:... Altayın Pazırık tipindeki zengin kurganları (münasebetiyle...), Kisselev, ilk defa olarak, 1949 da, bunların İsadan önce 5 inci ve 3 üncü Yüzyıllara ait İskit sanatı olduğunu reddetmistir. Çünkü bu kurganlarla Moğolistandaki Hunların ve Karadeniz bozkırlarındaki Sarmatların kurganları arasında benzerlik bulmustur. (s. 39) HERHANGİ TARAFSIZ BİR ANSİKLOPEDİYİ AÇIP BAKACAK İNSAN SARMATLARIN TÜRK OLDUKLARINI ANLAYACAKTIR. arandı. Simdilik Sovyetlerin resmi ilmi bunlara İskit sanat hazineleri adını vermeğe münasip görmektedir. Nitekim, ekserisi Türk sanat eserlerinden mütesekkil olup, 1967 yılında, Pariste Rus sanatı etiketi altında tertiplenmis sergi münasebetiyle yayınlanmıs katalogta Türk eserlerinin hepsine İskit adı verilmistir. Onun için, Etrüsk sanatı ile eski Türk sanatının mukayesesini yaparken, İskit sanatı hazineleri adlı kitabı63 ele almak mecburiyetindeyiz. İnsan bir yandan bu kitabı, bir yandan da Raymond Bloch tarafından yayınlanmıs Etrüsklerin sanatı64 adlı cildi karıstırırsa, Etrüsk sanatı ile eski Türk sanatı arasındaki benzerliğe dikkat etmemesi, hatta bu benzerlikten dolayı saskınlık duymaması mümkün değildir. Her ikisi hayvan tasvirlerine dayanan, her ikisi umumiyetle hayvanların ve bilhassa kurt, arslan, kartal, horoz gibi yaratıkların durus ve ifadelerinin realist ve canlı temsilinde essiz olan bu iki sanat ayni felsefi ve dini inanısları açığa vurmakta ve sadece ayni konuları, ayni motifleri değil, ayni malzemeyi ve ayni tekniği kullanmaktadır. Bir yandan Etrüsk, bir yandan da eski Türk sanat hazinelerinin fotoğrafla röprodüksiyonlarının, mukayeseli metoda uygun olarak, ayni ciltte bir araya getirebildiği gün, Etrüsklerin Türk soyuna mensup olduklarına dair arkeolojik delil, burada ileri sürdüğüm tarihi, dini ve lisani delillerden daha da ikna edici olacaktır65. Fakat o gün de, bir çoklarının esef edeceği üzere, Etrüsk esrarı ortadan kalkmış olacaktır 63 Paris, Libraire Gründ. 64 Milan Maison dedition Il Parnasso.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...