Bu Blogda Ara

14 Haziran 2019 Cuma


KIZILDERİLİ  KATLİAMI BARTOLOMÉ DE LAS CASAS
Yerlilerin bir kısmı, bu merhametsiz ve insafsız katillerin
pençesinden kurtulmak için tepelere ve dağlara kaçınca, insan türünün bu
amansız düşmanları, izlerini bulmak için av köpeklerini eğittiler. Bir yerliyi
görür görmez saldırıp ısıran, parçalara ayırıp adeta bir avı yer gibi etlerini
silip süpüren bu vahşi köpekler, yerlilere çok zarar verdi; katliama ortak
oldular. Ara sıra da olsa yerliler bir Avrupalıyı öldürdüğünde (ki kendilerine
karşı işlenen suçların büyüklüğü göz önüne alınırsa buna hakları da vardı),
İspanyollar kendi aralarında gayri resmî bir anlaşma yaparak öldürülen her
Avrupalı için yüz yerlinin idam edilmesine karar veriyorlardı.



Yerliler bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı. Bir keresinde dört veya
beş önemli beyin ızgaralar üstünde yandığını gördüm (sanırım başkalarının da yandığı iki üç çift
ızgara daha vardı). Yüksek çığlıklar attıkları için, subayın içi sızlamış veya uykusu bölünmüş
olmalı ki boğulmalarını emretti. Onları yakan cellattan da kötü polis memuru (ismini biliyorum,
hatta Sevilla'da ailesiyle tanışmıştım), boğmak istemedi. Önce, gürültü yapmasınlar diye kendi
elleriyle ağızlarına odun parçacıkları tıktı. Daha sonra istediği gibi yavaş yavaş kızarsınlar diye
ateşi körükledi. Yukarıda anlattığım her şeyi ve sayısız daha bir çok olayı gözlerimle gördüm.
Kaçabilenlerin hepsi ya ormanlara sığınıyor ya da dağlara tırmanıyorlardı. Amaçları böyle
insanlıktan uzak kişilerden, bu kadar merhametsiz ve yırtıcı hayvanlardan, insan soyunun en
büyük düşmanları ve yıkıcılarından kaçabilmekti. Bunun üzerine Hıristiyanlar, özellikle kötü tazı
ve köpekler yetiştirdiler. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça
ediyorlardı. Saldırarak, bir domuzdan daha çabuk yiyorlardı. Bu köpekler büyük zararlar
verdiler, korkunç kasaplıklar yaptılar. Çok ender olarak, yerliler birkaç Hıristiyan öldürdüğü için,
Hıristiyanlar kendi aralarında bir karar aldılar. Öldürülen her bir Hıristiyan için yüz yerli
öldürülecekti. KIZILDERİLİ  KATLİAMI BARTOLOMÉ DE LAS CASAS



SAN JUAN VE JAMAYKA ADALARINDA OLANLAR
İspanyollar San Juan ve Jamayka adalarına (burası meyve bahçeleri ve arı kovanlarıyla doluydu)
1509'da vardılar. Niyetleri ve amaçları İspanyol adasına gidenlerle aynıydı. Söz ettiğim büyük
haksızlıkları yapıp, günahlar işlediler. Bunlara bir de daha büyük ve dikkat çekici bir vahşet
eklediler. İnsanları öldürdüler, yaktılar, ızgara yaptılar, vahşi köpeklere attılar. Hayatta kalanlara
maden ocaklarında veya başka işlerde baskı ve işkence uygulayıp aşağıladılar. Ta ki bu zavallılar
tamamen bitip yokolana dek... San Juan ve Jamayka adalarında 600 binden fazla, hatta sanırım 1
milyonun üzerinde insan vardı. Bu gün her birinde 200 kişi bile kalmadı. Hepsi dinsiz ve törensiz
(ayinsiz) öldüler . KIZILDERİLİ  KATLİAMI BARTOLOMÉ DE LAS CASAS


Bu vali ve bölüğü, yerlileri altın bulmaya, buldukları altım kendilerine vermeye zorlamak için
yeni vahşet ve işkence şekilleri icat etti. Yüzbaşılardan biri, yerlileri soyma ve yoketme emri
üzerine yaptığı bir seferde 40.000'den fazla kişiyi öldürdü. Onunla beraber olan Saint François
tarikatından bir din adamı -fray Francisco de San Roman- bu katliamı gözleriyle gördü. Çeşitli
işkencelerden sonra yüzbaşı onları kılıç darbeleriyle öldürdü, diri diri yaktı, vahşi köpeklere attı.
Amerika'yı yönetenlerde bu zamana dek hep varolan tehlikeli körlük gitgide ciddileşti. Bu
halkların din değişimi ve selametine yönelik bütün hazırlık ve düzenlemeleri her zaman
ertelediler. Bir yandan da sözde başka bir şey idda edermiş, bir şey gizlermiş gibi
görünüyorlardı. Dini kabul etmeleri ve Castilla krallarına itaat etmeleri için yerlilere emir
vermeyi tasarladılar. Verdiler de. Aksi takdirde onlarla ateş ve kana bulanmış savaşlar
yapacaklar, onları öldürecek, tutsak edeceklerdi. Sanki, onların her biri için ölen Tanrı'nın oğlu,
kanununda "Euntes docete omnes gentes" (*) diyerek toprak sahibi, barışçı imansızları
uyarmalarını söylemişti. Onlardan, öğreti olmadan dinimizi benimsemelerini; adamları ve elçileri
böylesine vahşi, merhametsiz ve iğrenç olan, hiç görmedikleri ve duymadıkları bir krala itaat
etmelerini istediler. Aksi halde mallarını, topraklarını, özgürlüklerini, karılarını, çoluk
çocuklarını ve hayatlarını kaybediyorlardı. Anlamsız, aptalca, her türlü kınanmaya ve
aşağılanmaya, hatta cehenneme layık bir tutumdu bu.
Bu uğursuz, kötü valinin elinde uyarıları nasıl yapacağına dâir talimatlar vardı. Her ne kadar
saçma, mantıksız ve haksız da olsalar, bu talimatlar uyanları haklı gösteriyordu. İspanyollar altını
olduğunu öğrendikleri bir köyü soyup yağmalamaya karar verdikleri zaman bu uyarıları
kullanıyorlardı.
Yerliler huzur içinde evlerinde, köylerindeyken, uğursuz, yağmacı İspanyollar, geceleyin köyün
yarım mil uzağına geliyorlardı. Orada, ihtarnameyi aralarında ilân ediyor, şöyle okuyorlardı: "Bu
kıtanın, filanca köyünün reisleri ve yerlileri, size Tanrı, papa ve bu toprakların efendisi Castilla
Kralı'nın varlığını bildiriyoruz. Gelin ona itaat edin vs. Aksi halde sizinle savaşacağımızı, sizi
öldüreceğimizi, tutsak edeceğimizi bilin vs." Ve gün ağarırken, masumlar karıları ve çoluk
çocuklarıyla uyurken, köye saldırıyor, genellikle samandan olan evleri ateşe veriyor, çoluk
çocukları, kadınları ve birçok erkeği daha kendine gelmeden diri diri yakıyorlardı. İstediklerini
öldürüyor, canlı bıraktıklarına altını olan diğer köyleri göstermeleri, başka nerelerde
bulunduğunu söylemeleri için öldürene kadar işkence yapıyorlardı. Kalanlar köleler gibi demirle
damgalanıyordu. Yangın sönünce, İspanyollar evlerdeki altını aramaya koyuluyorlardı. İşte bu
şekilde, bu ahlâksız adam, emrindeki kötü Hıristiyanlarla 1514'den 1521-22'ye kadar böyle
eylemlerle uğraştı. Seferlere 106 hizmetçi yolluyor, çaldıkları altın, inci ve mücevherler,
getirdikleri köleler kadarını alıyordu. (Kıdemli subay olmasından ötürü verilenler hariç). Kralın
subayları da aynı şeyi yapıyorlardı. Her biri yollayabildiği kadar hizmetçisini yolluyordu.
Bu süre içinde İspanyollar krallıktan (tahmin edebildiğim kadarıyla) 1 milyon castillandan fazla
çaldılar.
Hatta sanırım tahminlerim gerçek rakamın altında. İspanyollar çalınan bütün bu altının yalnızca
3.000 castillanını krala yolladılar. Buna karşın 800.000'den fazla insanı öldürdüler. 1533'e kadar
birbiri ardına gelen despot valiler de, geri kalan halkı ya öldürdüler ya da savaş sonrası baskıcı
kölelik altında ölüme terkettiler.
Bu valinin yönetimi sırasında yaptığı, ya da yapılmasına izin verdiği sayısız kötülükten işte bir
tanesi: Bir reis (veya bey) kendi arzusuyla ya da korkudan (ki bu daha gerçeğe yakın) ona 9.000
castillan vermişti. Bununla yetinmeyen İspanyollar, bu beyi yakaladılar ve yere çakılmış bir
kazığa bağladılar. Daha fazla altın verdirtmek için ayaklarının altını ateşe verdiler. Bey evinden
3.000 castillan daha bulup getirmelerini söyledi. Askerler yeniden işkenceye başladılar.
Olmadığından, ya da istemediğinden, daha fazla altın vermeyince, tabanlarından ilikleri çıkana
dek onu bu şekilde tuttular. İşte böyle öldü. Altın koparmak için, İspanyollar sayısız kez beylere
işkence ettiler, onları öldürdüler.
Bir başka seferinde, bir İspanyol bölüğü yağmaya gitmişti. Hıristiyanların korkunç
eylemlerinden, katliamlarından kaçmak için birçok insanı toplayıp saklandığı bir ormana
geldiler. İspanyollar aniden onların üstlerine atladılar. Öldürebildiklerince insan öldürüp, 70-80
kadar genç kız ve kadını yakaladılar. Ertesi gün birçok yerli bir araya geldi. Karılarını ve
kızlarını bulmak amacıyla Hıristiyanları kovaladılar. Hıristiyanlar kıstırıldıklarını anlayınca genç
kızların ve kadınların karınlarını deştiler. 80 kişi içinde bir tane bile sağ bırakmadılar. Acıdan
yüreği parçalanan yerliler çığlıklar atıyorlardı:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...