KIZILDERİLİ KATLİAMI BARTOLOMÉ DE LAS CASAS
Yerlilerin
bir kısmı, bu merhametsiz ve insafsız katillerin
pençesinden
kurtulmak için tepelere ve dağlara kaçınca, insan türünün bu
amansız
düşmanları, izlerini bulmak için av köpeklerini eğittiler. Bir yerliyi
görür
görmez saldırıp ısıran, parçalara ayırıp adeta bir avı yer gibi etlerini
silip
süpüren bu vahşi köpekler, yerlilere çok zarar verdi; katliama ortak
oldular.
Ara sıra da olsa yerliler bir Avrupalıyı öldürdüğünde (ki kendilerine
karşı
işlenen suçların büyüklüğü göz önüne alınırsa buna hakları da vardı),
İspanyollar
kendi aralarında gayri resmî bir anlaşma yaparak öldürülen her
Avrupalı
için yüz yerlinin idam edilmesine karar veriyorlardı.
Yerliler
bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı. Bir keresinde
dört veya
beş
önemli beyin ızgaralar üstünde yandığını gördüm (sanırım başkalarının da
yandığı iki üç çift
ızgara
daha vardı). Yüksek çığlıklar attıkları için, subayın içi sızlamış veya uykusu
bölünmüş
olmalı
ki boğulmalarını emretti. Onları yakan cellattan da kötü polis memuru (ismini
biliyorum,
hatta
Sevilla'da ailesiyle tanışmıştım), boğmak istemedi. Önce, gürültü yapmasınlar
diye kendi
elleriyle
ağızlarına odun parçacıkları tıktı. Daha sonra istediği gibi yavaş yavaş
kızarsınlar diye
ateşi
körükledi. Yukarıda anlattığım her şeyi ve sayısız daha bir çok olayı
gözlerimle gördüm.
Kaçabilenlerin
hepsi ya ormanlara sığınıyor ya da dağlara tırmanıyorlardı. Amaçları böyle
insanlıktan
uzak kişilerden, bu kadar merhametsiz ve yırtıcı hayvanlardan, insan soyunun en
büyük
düşmanları ve yıkıcılarından kaçabilmekti. Bunun üzerine Hıristiyanlar,
özellikle kötü tazı
ve
köpekler yetiştirdiler. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz
arasında paramparça
ediyorlardı.
Saldırarak, bir domuzdan daha çabuk yiyorlardı. Bu köpekler büyük zararlar
verdiler,
korkunç kasaplıklar yaptılar. Çok ender olarak, yerliler birkaç Hıristiyan
öldürdüğü için,
Hıristiyanlar
kendi aralarında bir karar aldılar. Öldürülen her bir Hıristiyan için yüz yerli
öldürülecekti. KIZILDERİLİ KATLİAMI BARTOLOMÉ DE LAS CASAS
SAN
JUAN VE JAMAYKA ADALARINDA OLANLAR
İspanyollar
San Juan ve Jamayka adalarına (burası meyve bahçeleri ve arı kovanlarıyla
doluydu)
1509'da
vardılar. Niyetleri ve amaçları İspanyol adasına gidenlerle aynıydı. Söz
ettiğim büyük
haksızlıkları
yapıp, günahlar işlediler. Bunlara bir de daha büyük ve dikkat çekici bir
vahşet
eklediler.
İnsanları öldürdüler, yaktılar, ızgara yaptılar, vahşi köpeklere attılar.
Hayatta kalanlara
maden
ocaklarında veya başka işlerde baskı ve işkence uygulayıp aşağıladılar. Ta ki
bu zavallılar
tamamen
bitip yokolana dek... San Juan ve Jamayka adalarında 600 binden fazla, hatta
sanırım 1
milyonun
üzerinde insan vardı. Bu gün her birinde 200 kişi bile kalmadı. Hepsi dinsiz ve
törensiz
(ayinsiz) öldüler . KIZILDERİLİ KATLİAMI BARTOLOMÉ DE LAS CASAS
Bu
vali ve bölüğü, yerlileri altın bulmaya, buldukları altım kendilerine vermeye
zorlamak için
yeni
vahşet ve işkence şekilleri icat etti. Yüzbaşılardan biri, yerlileri soyma ve
yoketme emri
üzerine
yaptığı bir seferde 40.000'den fazla kişiyi öldürdü. Onunla beraber olan Saint
François
tarikatından
bir din adamı -fray Francisco de San Roman-
bu katliamı gözleriyle gördü. Çeşitli
işkencelerden
sonra yüzbaşı onları kılıç darbeleriyle öldürdü, diri diri yaktı, vahşi
köpeklere attı.
Amerika'yı
yönetenlerde bu zamana dek hep varolan tehlikeli körlük gitgide ciddileşti. Bu
halkların
din değişimi ve selametine yönelik bütün hazırlık ve düzenlemeleri her zaman
ertelediler.
Bir yandan da sözde başka bir şey idda edermiş, bir şey gizlermiş gibi
görünüyorlardı.
Dini kabul etmeleri ve Castilla krallarına itaat etmeleri için yerlilere emir
vermeyi
tasarladılar. Verdiler de. Aksi takdirde onlarla ateş ve kana bulanmış savaşlar
yapacaklar,
onları öldürecek, tutsak edeceklerdi. Sanki, onların her biri için ölen
Tanrı'nın oğlu,
kanununda
"Euntes docete omnes gentes" (*) diyerek toprak sahibi, barışçı
imansızları
uyarmalarını
söylemişti. Onlardan, öğreti olmadan dinimizi benimsemelerini; adamları ve
elçileri
böylesine
vahşi, merhametsiz ve iğrenç olan, hiç görmedikleri ve duymadıkları bir krala
itaat
etmelerini
istediler. Aksi halde mallarını, topraklarını, özgürlüklerini, karılarını,
çoluk
çocuklarını
ve hayatlarını kaybediyorlardı. Anlamsız, aptalca, her türlü kınanmaya ve
aşağılanmaya,
hatta cehenneme layık bir tutumdu bu.
Bu
uğursuz, kötü valinin elinde uyarıları nasıl yapacağına dâir talimatlar vardı.
Her ne kadar
saçma,
mantıksız ve haksız da olsalar, bu talimatlar uyanları haklı gösteriyordu.
İspanyollar altını
olduğunu
öğrendikleri bir köyü soyup yağmalamaya karar verdikleri zaman bu uyarıları
kullanıyorlardı.
Yerliler
huzur içinde evlerinde, köylerindeyken, uğursuz, yağmacı İspanyollar, geceleyin
köyün
yarım
mil uzağına geliyorlardı. Orada, ihtarnameyi aralarında ilân ediyor, şöyle
okuyorlardı: "Bu
kıtanın, filanca köyünün reisleri ve yerlileri, size
Tanrı, papa ve bu toprakların efendisi Castilla
Kralı'nın varlığını bildiriyoruz. Gelin ona itaat
edin vs. Aksi halde sizinle savaşacağımızı, sizi
öldüreceğimizi, tutsak edeceğimizi bilin vs." Ve
gün ağarırken, masumlar karıları ve çoluk
çocuklarıyla
uyurken, köye saldırıyor, genellikle samandan olan evleri ateşe veriyor, çoluk
çocukları,
kadınları ve birçok erkeği daha kendine gelmeden diri diri yakıyorlardı.
İstediklerini
öldürüyor,
canlı bıraktıklarına altını olan diğer köyleri göstermeleri, başka nerelerde
bulunduğunu
söylemeleri için öldürene kadar işkence yapıyorlardı. Kalanlar köleler gibi
demirle
damgalanıyordu.
Yangın sönünce, İspanyollar evlerdeki altını aramaya koyuluyorlardı. İşte bu
şekilde,
bu ahlâksız adam, emrindeki kötü Hıristiyanlarla 1514'den 1521-22'ye kadar
böyle
eylemlerle
uğraştı. Seferlere 106 hizmetçi yolluyor, çaldıkları altın, inci ve
mücevherler,
getirdikleri
köleler kadarını alıyordu. (Kıdemli subay olmasından ötürü verilenler hariç).
Kralın
subayları
da aynı şeyi yapıyorlardı. Her biri yollayabildiği kadar hizmetçisini
yolluyordu.
Bu
süre içinde İspanyollar krallıktan (tahmin edebildiğim kadarıyla) 1 milyon
castillandan fazla
çaldılar.
Hatta
sanırım tahminlerim gerçek rakamın altında. İspanyollar çalınan bütün bu
altının yalnızca
3.000
castillanını krala yolladılar. Buna karşın 800.000'den fazla insanı öldürdüler.
1533'e kadar
birbiri
ardına gelen despot valiler de, geri kalan halkı ya öldürdüler ya da savaş
sonrası baskıcı
kölelik
altında ölüme terkettiler.
Bu
valinin yönetimi sırasında yaptığı, ya da yapılmasına izin verdiği sayısız
kötülükten işte bir
tanesi:
Bir reis (veya bey) kendi arzusuyla ya da korkudan (ki bu daha gerçeğe yakın)
ona 9.000
castillan
vermişti. Bununla yetinmeyen İspanyollar, bu beyi yakaladılar ve yere çakılmış
bir
kazığa
bağladılar. Daha fazla altın verdirtmek için ayaklarının altını ateşe verdiler.
Bey evinden
3.000
castillan daha bulup getirmelerini söyledi. Askerler yeniden işkenceye
başladılar.
Olmadığından,
ya da istemediğinden, daha fazla altın vermeyince, tabanlarından ilikleri
çıkana
dek
onu bu şekilde tuttular. İşte böyle öldü. Altın koparmak için, İspanyollar
sayısız kez beylere
işkence
ettiler, onları öldürdüler.
Bir
başka seferinde, bir İspanyol bölüğü yağmaya gitmişti. Hıristiyanların korkunç
eylemlerinden,
katliamlarından kaçmak için birçok insanı toplayıp saklandığı bir ormana
geldiler.
İspanyollar aniden onların üstlerine atladılar. Öldürebildiklerince insan
öldürüp, 70-80
kadar
genç kız ve kadını yakaladılar. Ertesi gün birçok yerli bir araya geldi.
Karılarını ve
kızlarını
bulmak amacıyla Hıristiyanları kovaladılar. Hıristiyanlar kıstırıldıklarını
anlayınca genç
kızların
ve kadınların karınlarını deştiler. 80 kişi içinde bir tane bile sağ
bırakmadılar. Acıdan
yüreği
parçalanan yerliler çığlıklar atıyorlardı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder