Bu Blogda Ara

15 Eylül 2019 Pazar

TARİH ÖNCESİNE AİT DİNLERLE İLKEL DİNLER





TARİH ÖNCESİNE AİT DİNLERLE İLKEL DİNLER

Bu yazı, Ninian Smart'\ll "The Religious Experience of Mankind"
(İnsan oğlunun dini tercübesi nın 1971 haskısının 45-79. salıifeerinden çevirilmiştir . •• ilkel terimi)

 Yazan: Ninian SMART Çeviren: Doç.Dr.Günay TÜMER



'Bazen bir kımsenın teknoloji yönünden "ilkel" çağdaş kabile cemiyetleıinde nelerin vuku'bulduğunu düşünmesiyle insan dininin en eski şekillerini anlayabileceği akla gelir. Geçen teri m**, çağdaş kabile dinlerinin eksiklik ve basit~iğini ima ettiğinden dolayı herhalde isabetsizdir. Bu durumu ifade etme?:. Bununla beraber, hayatını devam ettirmek için yiyecek toplama ve diğer ilkel teknikIere başvuran kabile cemiyetleri vardır ya da yakın geçmişte vardı. Hayat tarzları tarih öncesi insanınınkiııe benzediği için, çağdaş "ilkeHerO'in hayatını düşünerek tarih öncesindeki devirlerde olagelmek te bulunanın ne olduğunu sezmeye çalışmak tuhaf değildir. Bu, iki din tipini bir arada incelemek için bir sebeptir. Başka bir sebep daha vardır:

 Eski Yakın Doğu, Çin, Hindistan vb.deki tarihi dinler, haklarında yazılı kaynaklar bulunduğu için tarihidir. -Mevcut yazılı kaynaklar, kısmen yazının icadı sonucundadır. Çünkü okur yazar kültürler, zihni bilgi mükafatına ulaşırlar; tarihi dinlerin, kabileye ait ve okur yazarlık öncesi dinlerdekinden genellikle inanca ait derinlikte daha çok bir geliş-' me gösterdiği gerçektir.

Bu, dinleri doktrinleri hasebiyle kabul etmeye yönelen, uzak eski zamanların doktrinsiz inançlariyle çağdaş kabile cemiyetlerininkini eşit tutmayı kolay bulan modern insanlar, özellikle batılılar için bir sebeb- ' tir. Bu davranış, bazı yönlerde yanlış yola yöneltmekteyse de, bütün bütii,n sebebsiz de değildir. Önceki cümlede kullanılan "inançlar" kelimesi anlamlıdır. Birçok insanlar için bir din, ki7inin ona bağlı olabileceği ya da olmayabileceği bir inanış sistemidir. Bununla beraber, tarih öncesi insanı ya da çağdaş ilkel ıçin din, şuurlu seçişten çok, geleneğin hayağı varlığının yapısından bir bölümdür.

En eski ine.anların dinini spekülatif !1azariyelerİıı dışında tartışmak imkansızdır. Tarih öneesi devrine ait dinin delili yok denecek kadar azdır ve belki insan nev'indeki dini duygunun köklerinın kesın bir açıklanıŞı hiç olmayacaktır. Sosyal durumla insan tabiatımn çok kere öneeki evrimlere bağlanması açıklayışı gihi tahminler, mesela evrim nazariyesi, bazı din inceleyicilerine dinde aşağıdakilerden yukarıdakiIere doğru hir devre teselsülü bulunduğunu telkin etmektedir. Çok muhtemeldir ki, insan dininin asıl kökleri hiçhir zaman açıkça bilinemeyerektir. Bununla heraber, biz, çeşitli büyük nazariyeleri gözden geçirerek hazı görüşler kazanabiliriz ve hunları anlamak için hizim, şimdiki" ve yakın geçmişteki okur yazarlık öncesi kavimterin kainat tasavvurlarını bUmerniz lazımdır

İLKEL ALEM


İlkel ve tarih öncesine ait toplulukların her ~isi de yiyecek istih.' sali, yani teşkiHhlanmış tarıma tercihen, bilhassa yiyecek toplamakla yaşarlar. Eski devirlerden beri avlanma, balık tutma ve yabani meyveleri toplama, insanlara yiyeceklerini sağlamaktadır. Tarih öncesi insanları M.Ö. 10 000 ile 3 000 arasındaki Neolitik Devre'nin aşağı yukarı sonlarına kadar hayvanları evcilleştirme ya da tarım uygulamasına başlamadılar. Böylece insan zekasının yiyecek elde etmeyi düzene sokması "homo sapiens" ya da "aklını kullanabilen insanlar"ın tahminimize göre aşağı yukarı yüz bin yıl önce (fakat homo habilis "gelişmemiş insan" aşağı yukarı iki milyon yıl önce) var olmasından uzun zaman sonra olagelir. Bugün dü,nyada hala Neolitik Öncesindeki tarımlaşmamış!arIa aynı seviyede yiyecek toplayıcısı olarak yaşayan kabile toplulukları bulunmaktadır: Kalahari dağlıları* ve Avustralya yerlıleri böyle topluluklar arasındadır. Onların hayat modell~rı, beşer tarih öneesinİA büyü.k bir bölü,mü müddetinee ilkel ınsan tara~ından takip edilen hayat tarzı gihi tiir şeyolmalı diye. düşünebillriz. Modern ilkel, teknoloji yönü,nden tarih öncesi insanın bir hatırlatıcısı olsa da, biz, modern ilkelin bir kültü,rü bulunup şü,phesiz Neandertal insanın** yaşadığı devıeden beri geniş zaman bölümlerinde gelişmiş ve değişmış olduğunu unutmamalıyız ..Yazılı kaynak buluıımamasıve arkeolojık delil azlığı dolayısiyle bu hususta hemen hemea 1içbir şey bilemiyoruz. Ayrıca şimdiki ilkeııer son birkaç asırdn teknoloji yönünden ilerlemiş kültürlerle temasa gelmiş ve h~yat .

tarzlarını değiştirmeye başlamışlardır. Mesela Eskimolar şimdi okuyarak ve yazarak eğitim görmektedirler: onlar, modern bilgiler öğreniyor ve geleneklere göre işleri olan balık tutma ve avlanmayı hırakıy(;ılaı. . Sonraki sahifelerde ilkel dünya tasavvurundan bazı tipik şekiller seçeceğiz. Tabii ki çe~itlİ kültürlerin yüzlcrcesi burada geniş "ilkel" başlığı altında gösterilip bunlar epeyce birbirinden ayrı old uğundan bu, seçici için gereklidir. Göçebe Avustralya yedilerinin sert ve çetin yaşama tarzlariyle balıkçılığa ek olarak bitek topraklar meydana getiren daha çok barışçı ve yerleşik Güney Pasifik Adaları yedilerinin hayatları fıırk. hdır; Amerika'lı vahşi yerlilerin karışık kültürleriyle Merkezi Afrika'h pigmelerin cangıl hayatı birbirini tutmaz; Eskimo'nun soğuk heyaz çevresi Hottento'lunun içinde oturduğu tropikal kır manzarasına zıttır; Japon Aınuları ve Tierra del Fuego'4ılar, Güney S~dan'daki Nuer'liler ya da Bengal Körfezindeki Andaman Adaları yerlilerinden ı;ok ayrı çevrelerde yaşarlar. Bununla beraber ve belki şaşırtıcı olarak, bu ayrı kültürlerde, beşer tarihi içinde dini ve majik düşüncelerin cihanşümullü. ğünün delili olarak görülebilecek bazı tekrarlanan mİsanel' vardır.


MANA 

İlkel insanlar, kendilerinin ç6k büyük sayıda görünmez kuvvetler tarafındaiı kuşatıldığını tasavvur ederler. Antropologlann bir Güney Okya~us Adası deyimi iktibas ederek "mana" dedikleri, ruhlar ve tanrılar için, şahsiyeti olmayan kuvvetten bu kuvvet sınıfı, böyle birçok kültürlerde en yüksek bir derecede Yüce Tanrı da ihtiva etmektedir. İlkelin dünyası canlıdır, meskundur, görünmezlerle doldurulmuştur. Ancak realitenin bu çeşit dini ve majik tasavvurunun kainatın manevi ve mad. di yönleri arasında keskin bir tefrik yaptığını düşünmek doğru olmaz. Bunlar; basit, fakat karışık bir dokuyu içinden çıkılmaz surette birbirine kanştırmışlardır.

Mana, bilhassa kuvvetli, tesirli ya da toplum yönünden önemli şeyler ve şahıslarda bulunan, sessizce ve görünmeden idare eden saklı ya da gizli.bir kuvvettir. Mana, etkili ve görünmeyen, onu öldürebilmesi kadar faydası için çok şey yapmaya da elverişli olan elektrik gücüne sahip bilgisiz bir kimse tasavvuruna benzer. Nitekim bir kimse ya da söz için etkililikte clektrikiyete haiz olmadan söz edilir; bu bakıında~ mana, dik.~ kat çekici bir mahiyete sahip insatılara ve olaylara isnat edilir. O, kııbile başkanında, önemli cins hayvanlar, bitkiler ve kayalarda bulunur. O, bir şahıstan bir maddeye nakledilebilir: bir oka bahşediJmiş olabilir.

Mana, ruhani ve ınajik arasında yüzen bir kavramdır. Mana, sınırları il,;İnde, insanların menfaati için yapılmış olabilir ve ilkel toplulukta bir majik uygulamalar tekniği böyle bir işlem çevresinde gelişir. Mana ile ifade edilen kutsal, majik kuvvet, (.lumlu ve olumsuz bir şekilde kullanılabilir. Mana bıihşcdilmiş şeyler, avcının okları gibi, insanların arzuladıklarını elde etmeye çalışmalaıında etkililik kazanmış olabilir. Mmkalar gibi mana hahşediImiş şeyleı-in kuııanılışı, insana kötü kuvvetler ve ruhlaıın tehlikeli hüeumlanndan k{Jrunma imkanını verir. Mana'lama işlemi yapılabilininceye kadar o, dinden çok büyü ilc ilgili idi. Bu bakımdan bazı bilginler, dinin büyüden olageldiğine inanmaktadırlar. Bir kimse, onların ilkel topluluklar hakkındaki bu kanaatını kabul etmek zorunda değildir ve gerçekte "ileri" dinlerde bile büyü ilc din birbirine karışmış durumdadır.

Bunu anlamanın iki yolu vardır. Birincisi, kabile topluluklarında din, bu toplulukların kültürünüiı tabii bölümüdül. Böyle bir top~uluğun bir üyesi, bir dine ait olup olmamada seçebildiğinden daha fazlasım seçebilemez; söz gelişi biı Algonquin olur ya da olmaz. Batı'lı insanLrın bugün yaptığı gibi (din, sanki tamaınen "şahsi" bir iş, mesleki ve sosyal hayatla ilgisi olmayan, özel hayat için hir konudur) kutsalla kutsal olmayan arasında dinle hayat ötesi arasında bir ayrılık yoktur. Din, ilkel insanın hayatında, başka heı- şeyle karışmıştır. O bütün çevresini idare etme usulü ve baki kalma teknikleriyle birbirine karışmıştır. Göze görünmeyen kuvvetlerin majik idaresi de onun baki ~alma tekniğinin bölümü olalıdan beri büyü, ister istemez ilkelin diai ile birleşti.

 İlkel dinde dinle büyünün birhirine niçin karıştığını kavrayışın diğer yolu şudur ki bir gözle görünmez kuvvet olarak mana, kutsalı sezmekle yakından ilgisi bulunan deliller taşır. Alman din tarih ve felsefecisi Rudolf Otto, "Idea of the Holy" (Kutsal Düşüncesi) de (Almanya'da 1917 de basıldı) bizim "numinaus" tecrübe -kutsal, korku verici ya da tabiat üstü ile karşılaştırıldığında korku, huşu, sır ve cazibe duygusu gihi insanların tecrübesi- dediğimiz şeyin dindeki önemine işaret etti. Otto, "ruh" -nunıina, kutsal korularda ve diğer yerlerde kutsal bir anlamla ikamet etti- anlamına gelen Latince'deki "nunıen"deıı türettiği bir kc1ime olan numinous'u dini tecrübenin eSaS elemanı olarak telilkki etti. O, numinuus tecrübeyi çeşitli yönlerden tarif etti:

"En anlaşılmaz ibadetin durgun bir haleti ruhiyesiyle aklı istila ederek ara smı hafif bir akıntı gibi süpürüp geçer. O, sanki heyecanla titreyen've yankılanan ruhun daha dcğişmez ve tükenmez vaziyeti içinde devam eder. O' O, spazm ve ihtilaçla birden ruhun derinliklerindei!patlayabilir ya da en tuhaf galcyanlara göıüıebilir ... 0, onun vahşi ve şe)tani şekillerine ôahip olup biraz daha dehşetli korku ve ürpertiye daldırabilir. O, onun kaba Vı' vahşi geçmişlerine, ilk tezahürJerine sahip olup tekrar güzel, temiz ve parlak bir şey içinde gelişebilir. Nenin ve kimin şahsiyetinde insanın susmuş, titrek ve dilsiz teslimiyeti bulunabilir? Anlatılamayan ve bütün yaratıkların üstünde bir sırrın varlığında!."

Numinous, daha sonra, korku vericiden çok yüksek ve kutsala kadar sıralanabilen gözle görünmez varlıkların bir tecrübesidir.İlkel insana dair göıe görünmez kuvvetlerin şahsiyeti olabilir ya da olmayabilir. BııZI bilginler, ilkel dinio temelini şahsiyeti olmayan bir dinamizm -dinamizm, herhangibir şeyde bulunup şahsiyeti olmayantabiat üstü bir kuvvete inanıştır- olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Diğerleri, animizmi -animizm, daha şahsiyetlendirilmiş olup bilhassa ağaçlar, ateş ocakları gibi tabii şey~erde bulunan ruhlara inanıştır- başta kabul etmektedirler. Bununla beraber, bir kimse diğerini reddetmek için bir görüş üzerinde ısrar etmek zorunda değildir. Mana, dinamik şekilde bir sıvıda da iş görebilir; ya da beşeri ya da tabiat üstü varlıkların bir şahsiyeti bulunan mahiyeti olabilir. Gerçekten, dini duygu, tabii surette majik korku ve ümitlerden yüksek tapınma ve teslimiyete kadar tıpkı bir tayf ihtiva', _~_ eder, böylece ilkel dünya tasavvuru, bir şahsiyeti bulunmayan dinamik enerjilerden tanutara ve bazen yüksek bir Tanrı'ya kadar bir tüm kuvvetler dizisi ihtiva eder.

Bu kuvvetler diıisi, bir özel grubun dini kavramlarına bakarak açıklanabilir.

AINU DİNİ 


Aınular, Japonya'nın kuzeyinde Pasifik Okyanus'undaki Hokkaiido, Sakhalin ve Kurile Adalarmda yaşayan, son zamanıara kadar teknik olarak ilkel kalan yerli halktır. Gelenek olarak onlar, yiyecek bhiktirerek, Som Balığı tutarak, geyik ve ayı avlayarak ve çilek, kiraz gibi 'taneIileri, yenilebilen bitkileri toplayarak geçimlerini sağlarlar. Ancak XiX. Asrın sonlarında onlar,. bölgeleri Japon kolonUerince işgal edildikten ve yaba~i yiyecek ormanıarı aza1d~ğından beri tarıma başlamış bulunmaktadırlar. Aınular, Japonlarca geyik ve ayı avlamak ya daSom Balığı tutmaktan alakonuldular. Bununla beraber, modern şartlar onlara sert kaideler kabul ettirmişse de, eski hayat tarzlarının diğer birçok adetleri gibi, avın daima önemli ve değişmez bir bölümü olan dini ayin ve merasimlerini icra etmeye devam ettiler (bu gibi insanların mut:- 8uzluğunun çok defa bir s.ebebi, "ilerleme"nin çok yüksek karşılıkla sa- --, tm alınmış olması görünüyor).

                                                  Ramat .


Aınular arasındaki üç önemli dini kavram ramat, kamui ve ınau'- dur -"ruh-enerji", "Tanrı" ve "sunak"-. Birincisi, mana'ya benzer bir şeye işaret eder. O, bir şeyin içini tamamen dolduran 've yok olmayan, diye kabul edilir. Amu Dini hakkındaki bilgimiz için Aınu dini ayinmcrasimleri ve yaşayışına dair kayıtları klasik bir kaynak olan NcH Gordon Munro şöyle yazdı:

"(Rama.t hakkında) Wordsworth'un mısralarındakinden daha güzel ifadeli tarif bulamadım:

Bir hareket ve bir ruh ki sevkeder Bütün düşünenleri bütün düşüncelerin bütün hedeflerine, Ve bütün eşyayı baştan başa dolaşır.

Maddeler, yandığı ya da bozulduğunda ramat onları bırakır. Yaşayan şeyler -insanJa~, hayvanlar, ağaçlar ve bitkiler- öldüğü zaman ramat, onları bırakıp başka yere gider, fakat ölmez. Bu açıklamaya göre, ölü ile beraber gömülen silahlar ve 'kaplar çok kere bozulmaları ~onucu onlann ramat'ı ölüye arkadaşlık eder."

                                      Kamui


 Kamui, ramat'larımn öğretmesiyle etki yapan iyi ya da kötü tanrılar ve ruhlara işaret eder Inau, özel bir çeşit değnek ile farklı modellere göre bağlarnp düzenlenmiş yongalara işaret eder: bu değnekler, tanrılar içia kutsal ~unaklara yararlar ve Aınu dini ayin ve merasimlerinde büyük bir roloynarlar.

Munro, Aınu tanrılarım ve ruhlarım, aşağıdaki şekilde sınıfiandırdı. Birincisi, uzak ve geleneksel kamui'ler. Onlar, gök tanrılarını ihtiva eder; "Göğün Sahibi" olan Kanda-koro Kamui onlardan biri olup Aınu ülkesini yaratmak için bi~ diğerini, Moşiri-kara Kamui'yi vekil etmiştir. Kısmen uzaklıklarından dolayı, bu ilk yüksek tanrılar grubu, genel olarak, pek çok dini ayin merasim meşguliyeti gerektirmez. Bununla beraber, onlara pase-kamui ya da "önemli tanrılar" denilir ve özellikle tazime layık kabul edilir. Otoriteler onların arasında ayrı bir yüksek Varlık bulunup bulunmamasında fikir birliği yap~amaktaysalar da bir Yüce Tanrı birçök ilkel dini inanışlarda yer bulmaktadır.

İkincisi, tamnmış ve kolay bulunur tanrılar olup Amular, onları itimada layık ve muntazam hareketli olarak düşanürler. Bunlar arasında başkan Şiramba Kamui "Dünyayı Tutup Düşürmeyen" yer tanrısıdır ki onun ruh-enerjisi (ramat) insan cinsi için yararlı ağaçlar, otlar ve diğer bitkilere şekil verip canlandırır. Yine Kamui Fuçi "Yüksek Kadın Ata" önemlidir ki ölü ruhlarına hükmeder ve onun ruh-enerjisi sönmesine hiç müsaade olunmaması gereken ocak ateşinde kendini gösteİir.

Bir üçiincü sınıf Kamui, ikinci sınıfın daha önemii kamui'sini kuşatır: bunlar, evi koruyan kapıcı gibi yardımcı ruhlardır

Dördüncüsü, hayvani şekilli ruhlar, yani hayvan şekrind~ farzedilen ruhlar. Bütiin hayvanlar, ruh-enerjisine sahiptir, ancak sadece bazıları ilahidir. Mesela ayılar ve tilkiler böyle kabul edilir ve onlar, kamui olarak mucizevi bir şekilde insan tarzında rol yaparlar. Bazısı iyidir, insan yiyen a)',lar gibi diğer bazıları da kötüdür.

Beşincisi, ruh-yardımcı larıdır ki döndüncü sınıfın' kamui'leri olan ba:!!ıhayvanların k"fataslarının i9in doldurul' belirlendirirler.

Altıncısı, kötü niyetli ruhlardır ki -korular, bataklıklar, dar ve de rin dereler, nehrin hızlı akan yerleri ve insanlar için tehıikeli diğer bu gibi yerler- vahşi yerlere sık sık uğrarlar.

Yedincisi, kötü hastalık ve salgın hastalık ruhları.

 Son olarak, ifade edilemez dehşet kamui'leri vardır. Mesela belli bir tırtıl cinsi bu dehşeti uyandırır.

Bu listeden ruhlar dizisinin epeyce önemli vemisalli olduğu görülebilmektedir. Ayrıca Amu dünyasma iyi ve kötü, yükseltilmiş ve önemsiz gizli kuvvetlerce tamamen h,ükmedildiği anlaşılmaktadır.

 Aınu dini ayia ve merasimi, kutsal kuvvet, ramat ya da ruh-el1crji ile doldurulmuş inau üzerinde merkezleşir. Çünkü onlar, caalı ağaçtan hasıl olmuşlardır; yeri temsil eden ruh Şiramba Kamui'nin hayat veren kuvvetiyle; doludurlar. Bu kutsal kuvvet vasıtasiyle tanrılara tapınılabilir ve onlar hoşnut edilebilir, atalara layıkiyle saygı gösterilebilir. Böylece Aınu Dini'nin ayin ve meıasim derinliği anlaşılu ve onun kutsal enerji ile ruhi kuvvetler düşünıelerini birleştirdiği görülür.

Aınu Dini'nin Eosyal derinliği, karışık (yakin akraba arasında) evlenme kuralları ihtiva eder; ancak başka yerde önemJi olaıak kabul edileni yani totemciliği ihtiva etmez. Totemcilik bazı bilginler tarafından dinin evriminde kesin olarak kabul edilmişse de -kısaca onu inceleyeceğiz- Amu örneği v~ diğer ilkel kablleler gösteriyor ki totemdIik dinin kökünün genel bir ı.çıklanışında güçlükle işe yaramıştır.

YÜCETANRI

Ainu geleneğinde en yüksek derecede bir Yüce Tanrı bulunup bulunmadığı şüphelidir. Bununla beraber, bu düşünce diğer ilkel kabileJer tarafından gerçekten iyice tutuldu. Hepsi olmasa da Afrika'nın yerli kültürlerinin çoğunda hükmeden ya da daha aşağı derecedeki ruhlara ve tanrılara şekil veren bir yüksek Ruh inaaışı vardır. O, tabii kuvvetleri idare eder, yüksekte durur, izah edilemez; ruhları, insanları ve her şeyi yaratır. Ainu'da açıklanan ikinci ruh sınıfı gibi daha aşağı ruhlar ve tanrılar daha samimi ve yakın olsa da, hirçuk Mrika'lı için böyle bir Tanrı vardır ve ibadet ile duada hütün bütün ihmal edilme?. Bu şekilde ilahi varlıklar ve kutsal kuvvetlerle dolu -gökten olmayarak göğün ta yüksekliklerinde- dünyaya hükmeden bir yüee Varlık çeşidi vardır. Mrika dışındaki birçok ilkel kabileler arasında buna benzer bir inanış beyan edilir.

Bu, tanınmış Father Wilhelm Sehmidt ("The Origin of the Idea of God" da, ilk baskısı 1912'de) gibi bazı bilginleri insan varlığının zuhurunda bir ilkel tek tanrıcılığı postülat olarak ele almaya yöneltti: tek tanncılık, daha sonra çok tanrıcı inanışlarla kapIaııdı ve bununla bt'raber, ilkel insanların dinlerinde itibar gören bir şekilde korundu. Bu, "daha geri kalmış" dini "daha yüksek" dinle eşit tutmaya ve tek tanrıeılığı hepsinin en yüksek gelişmesi olar"k kabul etmcye meyilli, cvrim nazariyesinin etkisi altında kalmış kimseleıin alışılmış durumlarıyle bir çelişki teşkil eder. Evrim nazariyesi, bunuıı için, çok tanrıcılığıu, tek tanrı(;ılıktan önce olduğunu ve belki de animizm ve dinamizm de tamamiyle dahaeski geçmişlere sahip bulul1duğunu ifade eder. Böyle bir Varlığa yöneltilmiş özel dini ayin ve mnasim bulunmamauna rağmen, herhalde birçok ilkel kabileIerin bir dereceye kadar Yüce Tanrı inanışına sahip olması dikkati çeken bir gerçektir

Yüce Tanrı için dini ayin ve merasim bağıntısı bulunmaması ilmi olarak dinleri gözleyenleri hııyr,ette bırakmıştır. Bir yönden, böyle yüksek bir VarJığa inanış şehadeti, diğer yönden de dini ayin ve meı'asim müşahedesi azlığı vardır. Bir kimse, bu şehadeti nasıl u~laştınr?

 Mrika'nın ayn bölümlerinde güya "uzaklara gitmiş" bir Tanrı'nın va~lığına genel bir inanış vardır. O, beşed varlıkların bayağı ilgilerinden çok uzaktadır. Dolayısiyle dini ayin ve merasimlerde ona çok yer verilmez Tanrı'nın gaipliği inanışının Ipuhtemel bir sebebi, nihayet onun gök kubhesi fevkinde, dünyevi işlerle lekelenmiş ve bulaşmış olmak adetinin üstünde var olan şeklinde tasavvuruna kadar, İnsanlann gittikçe a~an yüksek terimlerle ona ibadet etmeleridir. Bununla beraber, Afrika'nın kabile dinleri arasında çok kere büyük Ruh'un İlk İllet, dünyanın Yaratıcısı olduğuna inanılmıştır ve dua. vasıtasiyle onunla birleşmek ö~lemi deyimleri vardır. Ancak o, diğer birçok ruhlarda olduğu gibi, timsallerle gösterilmemiştir (Batı Afrika'da Dahomey'de asgari bir yer dışında) ve onun kültüne tahsis edilmiş çok az tapınaklar ve rahipler bulunmaktadır.

Fierra del Fuego ve Arctic'de oturanlara göre ayrı olmak üzere insanlar arasında hu gibi kavramların varlığı, ilkel dinin sadece her günkü işlerle ruh aleminin bağıntısından ibaret olmayıp aynı zamanda düayanın başlangıcı, yaratılışı ve dünyanın yüksek miman hakkında sun'ileşmiş tasavvurlara sahip olmasına da anlamlı bir belirtidir.

Gördüğümüz numinous idrak, kutsal hiyerarşinin daha aşağı ucunda bir şahsiyeti bulunmayan mana inanışında ve üst uçta bir Yüce Tanrı inanışında ortaya çıkar. Mana, ilkel kültürlerin sosyal genişliği için özel bir bağıntıya da sahiptir. Bazı insanlar ve bazı davranışlar kutsalolarak kabul edilmişti. BaşkanUr ve sihirhaz hekimler, kuvvetleri ve majik kontrolleriyle delilli yerleşik mana kuvvetleri dolayısiyle kutsal olarak kabul edilmişlerdi. Bazı hareketler kutsaldı; diğerleri öyle sıkı ve tehlikeliydi ki onlardan kaçınılırdı: onlar tabu'dur.

TABU


 Tabu veya taboo, aiıtropologlar tarafından muğlak bir sosyal fenomeni tasvir edebilmek için kullanılagelen bir Polinezya deyimidir. Kutsal kuvvetle dolu oldukları müddetçe kişiler ve şahıslar tabu'durlar ki onlara bayağı bir kimse yaklaşmamalıdır. Bir Polinezya kabilesindeki bayağı İnsanların, başkanlarına edep ve çekingenlikle davranıp yaklaşmamaları gerekir: Hindistan'da, buna benzer olarak, aşağı kast'a bağlı ya da kast dışı kimsenın Brahman'a yaklaşmaktan kaçınmasıgerekir. Kutsal maddelere, rahipler gibi kutsal kişiler tarafından dokunulur, bayağı insanlar tarafından dokunulamaz, aksi takdirde tehlikeli etkilere uğranılır. Ancak, sadece kutsal şeyler ve kişiler tabu olmaz; esasında murdar insalilar ve maddeler de vardır ve bunlar da tabu'dur; kaçını!- malı ya da ihtiyatlı davramlm~lıdır. Çok kere kan ihtiva edenbir şey tabu'dur: adet devresi içinde bir kadın, yeni doğmuş çocuk gibi tabu'dur. Muharebe arifesinde cenkçi tabu'dur; ölü bil' kimse ve bir cenaze tabu'dur.
Tabu düzenleri, bütün ükel grubların sosyal yapılarını ağları içine almıştır. Şüphesiz ki bir reisi n kutsallığı yalnız dini sebebler dolayısiyl~ değildir: onun sosyal ve siyasi durumu tabu düzenleri ile korunmuş ve müeyyidelendirilmiştir. Bunlar fevkalade surette karışık olabilir. Çok kere bir topluluk içindeki bir grup ya da bir kIan için caiz olan, diğeri • için olmayabilir.

TOTEMCİLİK 


Bir kabilenin sosyal hayat üzerinde tabu'ya benzer sınırlar totemciliğe ait kurallardır. Totem, bir Algonquin kelimesi idi; ancak tabu ve mana ile bir arada Antropologlar tarafından daha geniş bir bağıntıda kullanm~ için alınmıştır. Totemcilik, ükelin, insandan başka şekilde yaratıklar ya da eşya ile muğlak akrabalık düşüncesinde kökleşmişti. Bir kabile, ayı, kurt ya da yılan gibi özelliği olan bir hayvanla kendisini akraba hissedebilir. Çok kere bir bitki, ara sıra da bir bitki, bir taş ya da bir semavi cisim, bir totem nesnesi olarak kabul edilmiştir; çok kere totem nesnesi klanm büyük atası olarak kabul edilip en büyük saygı, tazim ve merasimle tebeil edilecek kadar akrabalık samimidirTotemcilik, AvUstralya yerlilerinin hayatında önemli "bir özelliktir ve başka yerlerde de geniş çapta gözlenmektedir. Bazı ~ilginler, Onu dinin başlangıç"ve gelişmesini açıklamakta bir anahtar olarak kullanmaktadırlar.Totemcilik, bir sosyal derinliğe, bir de'ılini ayin ve merasim derinliğine sahiptir. Bir klanın-totemciliğinin sosyal yönü kan akrabalığı hakkında belli durum.lar ve evlilik, neseple ilgili kurallarla kendini gösterir. -Avustralya yerlileri arasında evlilik, ekzogami olmalıdır-yani eş, totem grubunun dışından alınmalıdır-o Dini ayin ve ~erasim yönünden, özel dini ayin ve merasim durumları dışında bi,r klanm üyeleri için bu klanm bağlı olduğu özel hayvanın öldürülmesi ya da bitkinin yenmesi ya~aklanmıştır. (Başka bir klanın totem hayvanının yenmesinde zarar yoktur). Avustralya'nın çalılık arazisinin çoğunda olduğu gibi yiyecek elde etmeniİl elverişsiz olduğu yerlerde bu dü.zenlemelerin bir çeşit ekonomik fonksiyonu vardır: bir tür, bir kabilenin bütün üyeleri tarafından takipten korunmakla onun neslini ortadan kaldırma sonucunu veren çok avlama tehlikesi azaltılmış oluyor. Totemcilik, böylece dini ayin ve merasimleri, sosyal adabı ve yiyecek erzakın toplanmasını düzenlemektedir.

ATALARA TAPINMA 

' Klanın dayanışması, geçmiş ataların kahramanlarına tazimle de ilerletilmiştir. Atalar, genelolarak şu veya bu şekilde nesebin devamı ile ilgili farzedilmiştir; böylece onlara hediyeler verilmesi insanlar ve onlann çevresinin bereketini ilerletmenin bir vasıtasıdır. Kısmen varlığının daha sonraki devresinde ölmüş kimseye yardım etmesi ve kısmen de bir kimseninmana'sı onun vücuduna münhasır kalmayıp onun malına da nüfuz etmesi dolayısiyle ilkel insanlar arasında bazı şahsi eşya ve hedi~ yeleri ölüleriyle bırakmak yaygınlaştı. Ölünün devamlı varlığının kuv~ vctli bir anlamı vardır ve medyumlara ölmüş atalar tarafından tasarruf edilebileceği genel bir inanış halindedir.

"The Prim al Vision" (tlkel Görüş)da John Taylor'dan iktibas edilen aşağıdaki gü,zelşür, ölü,ile dayawşma hissiyatının bir ifadesidir:

Şu ölenler asla yok olmamışlardır:
 Onlar, koyulaşmış gölgedirler.
Ölüler, yerin altında değildir:
 Onlar ,hışırdayan ağaçtadır,
 Onlar, inleyen ormandadır,
Onlar, akan sudadır,
Onlar, uyuyan sudadır,
Onlar, kulübededir,
 onlar kalabalıktadır,
 Ölüıer ölü değildir. -

Şu ölü,ler asla yok olmamışlardır,
 Onlar kadının sinesindedir,
 Onlar, ağlayan çocuktadır,
Ve alevalev yanan meş'alede.
Ölü,ler,yerin altında değildir:
 Onlar, ölen ateştedir,
Onlar, ağlayan çimenlerdedir,
Onlar, hıçkırarak ağlayan kayalardadır,
 On;lar, ormandadır, onlar evdedir,
 Ölüıer ölü değildir3•

Eğer ölmüş kimse haksızlıkla ya da yaşayandan öç alma duygusu gibi diğer bazı sebeblerle öldürülmüşse; bu; huşu ve korku ile kanşınış olsa da, ölü ruhlanna belli bir sevgi huşusiyle davraıiılır. Tannlann, hatta iyi olanlarından birisi gibi, ölü de kaprisli olabilir. Gerçekten bir kimse ilkel insıuilann etrafındaki bütün ruh alemine uygulayarak bu işareti genelleştirebilir Tabiat kaprislidir ve hayat bir şeyi felaket yapan korkularla doludur. Ruhlar, bir kuvvet kaynağıdır, ancak onlar aynı za~ manda korku sebebIeridir de.

ŞAMANLAR 


Birçok insanlar, medyumlar vasıtasiyle ölü ile temas edilebileceğine inanırlar. Bu vakıa, birçok ilkel dinin bir özelliğidir Belirli bir dini ayin ve merasim meşguliyeti olan rahipler.ve kabile topluluğunda özel bir profesyonel mevkii olan sihirbaz helf.imlerdenbaşka, çok kere ruh aleminin emirleri ve şahıslanna aracılık yapmakla vecid için özel yaradılış durumu bakımmdan istidat sahibi olan kimEelerde bulunur. Bunlar şamanlardır ve şamanizm -Sibirya'da kullanılan şaman kelimesinden alınan bir kelime- Sibirya ve Grönland'daki Kuzey dinlerinde ve Kuzey Am~rikaEskimo'ları arasında yaygın bir özelliktir. İlkel hayatt; şaman otan kimse bir görüş kuvvetine sahip bulunup vecde sokmanın sonranna muktedirdir. Ç~kkere kuvvetli bir şaman, sert eksersizlerve tek başma murakabeyle kendisini terbiye ederek mevhibesini geliştirmek ister. Şamanizm, sadece Kuzey kabilelerine münhasır kalmamıştır: tropikal . Afrika'da yakın benzerleri vardır. Batı Mrika'da, dünyadan aynlmış olarak kült evlerinde uzun aylar boyu terbiye altına girmek, ruhani' yönden ya da ispirtizma yönünden kabiliyet göstermekte olan bazı rahip adayları için alışılmamış değildir. Eninde sonunda onlar, şıthsiyetleri dönüşmüş olarak, yeni isimler alarak ve hakim oldukları ruh aleminden bahsetmek otoritesi damarlarına işleyerek, geri dönmüş gibi, ortaya çıkarlar.

Güney Sudan'daki Nuerler arasında, Eski Ahid'deki eski kehanetlere bazı yönlerde benzeyen vecid ve istiğrak kehanetinin birçok misalIeri vardır


Ancak, Tann, ata ruhları ya da bazı özeltanrılar tarafından bu şekilde tasarruf, karakter bakımııidan, güya bir şahsa hastalık ve ölüm getiren kötü ruhlar tarafından tasarruftan farklıdır. Tasarrufun bu iki şekii, kabile topluluğunda açıkça bellidir: ikinci durum, bir kimsenin ehliyetli bir sihirbaz hekimin ya da "büyüleri bozan ve hastalan büyüyle tedavi eden heki~"in tedavisine muhtaç olmasıdır. (Bu sonuncu terim, Avrupalılara mahsus büyü tasavvuru karşısında yanlış fikir veriyor Afrika'lı "büyüleri bozan ve hastalan büyüyle tedavi eden hekim"Ier genellikle kötü büyücüler olmayıp geleneksel ve çok kere psikolojik etkili bir tıp tarzının hekimidirler).

 Edwin Smith tarafından neşredilen "Afriean ldeas of God" (Mrikalılara ait Tanrı Fikirleri) da (Edinburg Hanedan Matbaası, 1950) .birçok cahil kabileierin inanışlarının taslağını çizmek için aşağıdaki şema göriilmektedir: "onun önemli görünmez yönünü ihtiva eden

dünya görüşlerinin şekli bir üçgenle gösterilebilir. En üste bir Yüce Tanrı' ya' da Yaratıcı Ruh gelir. Bir tarafta küçük tanrılar, melekler, ruhlar; diğerinde de ata ruhları sıralanmıştır. Ve üçgenin temelinde, insanların çevreleriyle başa çıkmak için genel duyulara kattıkları majik inanışlar ve adetler bulunmaktadır. Bazan üçgenin bir yanı daha büyük önem kazanır, bazan da diğeri." Yazı öncesindeki kabilelerİn birçoğunun durumu için kabataslak bir tahmin olarak şema faydalıdır.

MİT (EFSANE) MİSALLERİ 

İlkel insanların dünyayı ve kendilerini tasvire çalıştıkları mitolo. i jik masallarının geniş bir bünyesi vardır. Bunlar, dünyanın nasıl vücuda geldiğini anlatan yaradılış masallarından günlük dini ayin ve mcrasim özelliklerini anlatan hikayelere kadar uzanır. John Taylor, '.'The Primal Vision4 " da Afrika'ya mahsus mitoloji analizlerinde, tropikal Mrika'da kültürel bakımdan bağımsız kaLilelerin pek çok mitlerinde tekrarlanan belli misaller göstermektedir. Mitin önemİi bir şekli Ta1?-rı'nın niçin böyle uzak olduğunu anlatmaya çalışır. Çünkü, gördüğümüz gihi, Büyük Ruh'un, mevcut olmasına rağmen, insanişlerine karışmaktan çok uzak da olmadığına dair yaygın bir kanaat vardır. Ef~anenin bir rivayeti şöyledir: Tanrının oturduğu gök, bir vakitler çok daha yakındı. Öyle yakındı ki göğe dokunulabilirdi. Ancak bir gün birhç kadın gö. ğün parçalarını çorbada pişitmek için aldılar ve Tanrı da kızıp mevcut uzaklığından 'geri çekildi


Diğer efsaneler ölümün esası ve insanın ilk suçuyle ilgilidir. Kongo' dan bu şekilde Lir mit, modern durumdan celLetmiş olduğu ele. manlarıyla geniş birbölgeyi ka£>lamıştır. Bu masala göre Tanrı, bir vakitler üç oğluyla be;aber Afrika'uın ortasında yaşadı; biri beyaz, biri siYilh ve birisi de bir gorildi. Ancak siyah adam ve goril, Tanrı'ya itaat etmedi ve o da öfkeyle beyaz oğlu ve bütün servetiyle Batı'ya ı;ekildi. Goril, ormanın derinliğine çekildi, siyah oğul da yoksulluk, ümitsizl!k, bilgisizlik içine düştiL.

 Böyle bir mit, gelişmemişliğine rağmen, bilhassa ahlaki duyguya bağlandığı zaman, bir kutsal Varlığın "numinous" tecriibesi için merkez olan bir sezgiye dayanır. Tanrı, bir kutsal Varlık olarak, insana karşı muallakta kalmaktadır, onun yiikseltilen mahiyeti onun uzaklığıyle semhollendirilmiştir. Bu uzaklık, insanların kemal için kabiliyetsizlikleriyle bağlanmış olarak hissedilmiştir Afrika'lı, uzaklığı böyle şiddetlice hissedip günlük işlerinde ve üzüntülerinde ona yardım etmesi için daha aşağı ve samimi ruhlara döner.

Birçok kabileler arasında Tanrı'nın gazabı hakkında benzer mitler vardır. İnsanlara ebedilik takdir olunmuşken talihsizlik ya da bazı kötü davranışlar dolayısıyla Tanrı'yı gazaplandırmak yüzünden ölüm için muafiyetlerini kaybetmeleri tasavvurunun çeşitli rivayetleri vardır.

Eskimolar, Merkezi Amerikalılar ve Okyanus halkı gibi birbirinden çok uzak kavimler, büyük tufan mitlerine sahiptirler. İlkel insanların mitolojik geleneklerinin karışıldığı hiçbir surette yakından ineelenmedi; bilgin, bir özetIeme çeşidiyle birçok mitlerin zenginlik ve acayipliği için fikir yürütmeyi bile zor bulmaktadır. Şu kadarım söylemek yeterki ilkeller arasında tecrübeyi efsaneler hasebiyle yorumlama meyli gelişmektedir: efsaneler, kutsal alemin sezgi yoluyla bir tahayyülünü ifade eder; öte yandan rüyaların realite ötesine ait özelliğinden bazı şeyler de gösterir. Böyle mitlerin sembolizmi, büyük inceleme, ayrıntılı bir sempati ve onlara inanıp tekrar anlatanların kültürel miraslarınıkavrayış ister.

Bugün kabile alemi ve ilkel din, modern teknoloji ve sosyal değişiklik çarpması,altında yıkılmaya başlıyor. Şehirleşen Mrika'lı, atalarına olan alakasım tedricen kaybetti ve yerleşmişliğin, tarım hayatımn yeni şekilleri gösterildiğinde ya da zorla kabul ettirildiğinde .Ainu ve Eskimoav ayin:leri ortadan kaybolmaya başladı. Amerika'lı, vahşi yerlilerin dinleri, kabilclerin büyük bir kısmının imhasi ve beyaz insanlar tarafından ağır yenilgilerinin etkisi sonucu değişmektedir. Yakın zamanda,. bazen Hıristiyanlık elemanlarıy'la birleşerek ve geleneksel değerleri eskisine uygun yeni bir bünyede canlandirmaya çalışarak ya da Batı'mn karşı konulmaz ve karışık akınından doğan sosyal rahatsızlıklarla mücadele ederek kabile dinlerinin bu. üzücü, çok kere dehşetli sonuçlara reaksiyonunun yeni kültIere sebep olacağını göreceğiz.

 TARİH ÖNCESİNE AİT İNANIŞLAR 


Buraya kadar ilkel dinin genel özelliklerini tartıştık. Şimdi, bunlar çok yetersiz arkeolojik kalıntılardan anlaşılabilinceye kaaar, insanın ilkel inanışlarına dönelim. :Belki tarih öncesine ait şehadetin incelenişi dinin doğuşu hakkında çeşıtlı teorıleri değerlendirmek için bize imkan verecektir.

"Honu! sapiens", yaklaşık olarak 600.000 yıl ya da daha önce dünyada ilk kez görünmüş olması muhtemel insan cinsinin bir şubesidir ve belki 100 000 ilc 50 000 yıl önceleri yaşayan Neandertal insana bağlı vasıtasız bir silsile doğrultusunda bulunmaktadır (bununla beraber, Neandertal insan, homo sapiens'in çıktığı kökten gelen ayrı bir soy da olabilir).

En eski insanların herhangi bir dini idrak ya da merasimIeri bulunup bulunmadığına dair bir şey söylemek imkansızdır. Bununla beraber, birçok Neandertal toplulukların ölülerini gömmelerine dair arkeolojik şehadet mevcuttur ve bunun pekaıa bir ayin kabilinden sayılması ve mitolojik öneme sahip olması mümkündür. Bir yerdebüyüklerin ve çocukların cesetleri, ellerine yakın konulmuş taş aletlerle birlikte bulundu. Başka yerde kafatasıarı kültünün belirtileri vardır. İtalya'da Monte Circeo'da taşlardan oluşmuş bir halka ile çevrilmiş bir kafatası meydana çıkarılmıştır ve Bavaria'da kırmızı-sarı suya batırılmış (boyalı mağara resimlerinde son zamanlarda kullanılan bir renk) bir kafatasıarı kolleksiyonu bulunmuştur.

 Bu şekilde bizzat homo sapiens'in doğuşundan önce bile, mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışmak muhataralı olmakla beraber, bir dini inanış izi vardır.

Paleolitik devrin sonunda, 'bugün bildiğimiz ~san ırkımn başlangıcından sonra, dini ayin' ve merasim ameliyderine ait delil daha çoktur. Çok kere kırmızı-sarı su sıçratılınış birçok gömme yerleri bul~nmaktadır: bunun üzerindebir an duralım. Bununla beraber, ilkin Fransa ve İspanya'da bazı mağaraların duvarlarını süsleyen ve Uzak Do: ğu'daki Ural Dağlarına kadar yaygın bulunan tarih öncesine ait boyalı resimlere, aşağı yukarı M.O. 50 000 den 10 000 e kadarki süre arasında yapıldığı tahmin edilen bu asrın çok harikulade arkeolojik keşiflerine dönelim

Bu şaşılacakresimler, büyük sanat değerine sahiptir, ancak onları yapanların tek iticisi sanatkarlık o,lduğunu sanmak .belki de yanlış olaeaktır. Onların başlıca fonksiyonu şüphesiz dini ayinle ilgili idi. Bu resimlerin bazısı fevkaıa:de realizmle geyik, bizon, atlar, gergedan ve diğer hayvanları -çok kere hayvanlar yiyecek kaynağı olarak önemlidirtasvir eder. Mesela İspanya'da Ahamira'daki mağaralarda yapılış tarzı bakuiundan çClkanlamlı bir bizonun boyalı resmi bulunmaktadır Bu vahşi adamların yanlarına yerleştirilmiş mızraklar ve okların mevcudiyeti dolayısıyla boyalı resimlerin av ayinleriyle ilgili olması pekala muhtemeldir. Öyle görünmektedir ki burada büyüyle ilgili delil de bulunmaktadır: hayvanlar başarıyla resmedilerek gerçekte başarıyla avlanmış olabilir. Belki de bu, bu çok büyük sanatın esas prensibiydi.

Bununla beraber, din araştırıcısı için çok öuemli olan bu boyalı resimlerin bazı ayrıntılarıdır. Resimlerin içinde orada burada insanları hayvanların biçimine sokan figürler bulunmaktadır. Bunlardan "Danseden Büyücü" denilen çok harikulade birisi Ariege'de Trois Freres Mağarasındadır. Bu boyalı resim ayrıntısının yorumu hakkında bilginler arasında epeyce mii,nakaşa olmuş ve onun kabataslak taklitleri ve kopyaları için genellikle baş köşe ayrılmıştır. Görü,nüşte figür, azçok insan yüzüne sahil', fakat kurt kulakları, bir aslanın tırnakları, bir atın kuyruğu, bir geyiğin boynuzlarını da taşıyan bir büyücüye aittir. Keza, gözleri bir baykuş gözü tarzındadır. Bazı bilginler, bu figürün; hey'eti, 'avcı ile yiyecek tedariki rabıtasını remzeden ve dini ayini, bir tarzda av zürriyetiniiJ. gelişmesini sağlayan bir rahibi ta~vir ettiğini düşünmektedir.

Tabii ki "Danseden Büyücü" nün keşfi, totemeiliğin Paleolitik cemiyetin bir özelliği olup olmadığı konusunda sorular ortaya çıkarmıştır. Bu resimleri yapan cemiyetin sosyal derinliğinin' bir delili bulunmadığı gibi; bir kimse, bu figür dolayısıyla, totemeiliğin düşünülebileceği, fakat hiçbir suretle bununla ispatlanamayaeağıııdan daha çok bir şey söyleyemez. Danseden Büyücu figiirü üstünde diğer bazı yorumlarda da bulunabilinir.

FREUD'UN TOTEMVE TABU'SU 


Burada, dinin totemle ilgili kaynaklarına dair çok yaygın olarak bilinen bir teoriden söz etmek uygun olur. Bu, Sigmund Freud'undur ve çoğunlukla onun 1912-13 de basılmış olan (İngilizce'ye çevirisi 1918 de yapılmıştı;) "Totenı and Taboo" (Totem ve Tabu)sunda anlatılmıştır Freud, din e psikoanalitik bir yaklaşma ile şimdiki totemcilik teorisini birleştirmeyi denedi. Bu teoriye göre" yaygın bir fenomen olup, her çeşit kültürde olagelen herhangi bir hayvanın kmbanınİiı, totem hayvanı ile klanın dayanışmasını sağlayan totemle ilgili bir bayramdan meydana geldiği iddia ve ifade edilmiştir. Madem ki totemcilikle birleşmiş ekzogami denilen tipik bir sosyal düzen vardır.; Freud, kurbanla klan dışından evlenme arasındaki bağıntının psikolojik bir açıklamasıııı vermek istedi.


Böyle yapmak için o, insan toplııluğunun en eski şeklinin spekülatif bir yorumunu benimsedi -o, insanların esasında bir erkek, onun karıları olan birkaç kadın ve bu çok evli düzenin zürriyetini ihtiva eden küçük aşiretlerde insanların bir arada toplandığını tasaılamıştı-. Freud'un psikoanalitik teorisine göre, bir erkek çocuğu, hayatında vaktinden önce annesine karşı cinsi arzulara sahiptir ve hu seheple habası hak. kında zıt hisler altında kalır. Hemekadar haha koruyucu olup, çocuk, bu büyülüklük için onu seVSede, öte yandan annesine bağıntısı dolayısıyla babasını kıskanır. Bu baba düşmanlığı-, Freud'a, insan zürriyetinin ilk grubunun babayı öldürmek için hir arada toplandığı fikrini verdi. Onlar, öldürdükten sonra onu dini ayinli bir yemekte yiyerek baba- "- nın nefret edilmiş kuvvetinin cevherini içlerine aldılar. Ancak, bu fiilil} . sebep olduğu suç, onları babanın ortadan kaldırılmasının mümkün ôo- .nuçlarını kendilerine yasaklamaya yöneltti. Bir akraba ilc zina ve klan içinden evlenınc yasağı ve hir insan öldürmeye karşılık dini ayin için sembolik bir hayvan kurbanı bedelolarak kondu. Bununla beraber, hayvan kurban etme, klanın üyeleri için tabii olaıak tabıı idi. Totemciliğin sosyal nizamları buradan doğmaktadır. Bundan başka, bir tasavvur olarak, Freud'ca Tanrı, bir baba şahsiyeti gibi telakki .edilmiştir ve hem saygı gösterilen, hem de reddedilen fiziki, beşeri haba rolünü yapmaktadır.

Söylemeye lüzum yok, Freud'un teorisi aşırı derecede speküıatiftir. Onun postülat olarak kabul ettiği ilk asırlardaki adam öldürmenin hir delili yoktur. En eski zamanlardaki insanların çok evli gruplarda bir arada toplandığı tesbit edilmemiştir ve hiçbir zaıilan edilemeyerektir de. İlkel insanlar arasında totemcilik genel bir fenomen değildir. Kurbanlar, totemle ilgili yönden makul bir şekilde açıklanamamıştır ve ilk ürünlerin sunulması kutsal bir ayin ihtiva etmemektedir. Kısacası, bir dinin meydana gelme teorisi olarak ,Freud'un açıklamasına inanmak güçtür

Bununla beraber, O,edipus kompleksi fikri çok önemli bir fikirdir ve bazı şartlar altında bir fertle baba şahsiyetinde tasavvur edilen Tanrı arasındaki bağıntıyı aydınlatabilir. Ancak, durum şudur ki insanların ilk çocukluklarındaki bazı psikolojik olaylar dolayısıyİa zıt hisler ve suçlu ta,,-ırlara sahip olmalan, böyle psikolojik baskıların insanJarın Tanrı'ya inançları ve manevi hayatlarını ifade etmesini gerektirmez.

 Buna benzer bir durumu ele alalım. Bazı dinler, Tanrı'yı ya kral, ya hükümdar, ya da imparator olarak tasavvur eder ve dünyevi kralın istediği itaatı ilahi varlığa aktarır. Açıkça belli ki, ayİn dili bu. rada dinin içinde geliştiği zaman ya' da yerin alameti kabilinden politik ve sosyal düzen tarafından etkilenmektedir. Şüphesiz ki günümüzde az kral ve imparator hulunmaktadır.Mesela İngiltere'de krallık

meşruti ve politik yönden kuvvetsizdir. Bu yüzden "Efendi" ve "kral" Infat1an, İsa'nın "Krallığı"mn Havariler zamanında yaşayan kimseler için ifade ettiğini günümüz insanlarına anlatamaz. Ancak, Tanrı'ya karşı bazı tavırlar politik ve sosyalolaylar (şimdi geçerli olmayabilir) tarafından etkilenmiş olabileceği için, bunların bu politik ve sosyal olaylardan hasıl olduklarını veya o~lara dayandıklarını farzetmemiz gerekmez.

PALEOLİTİK SANAT 

Tarih önecsine ait boyalı resimlere dönelim. Ya hayvan hey'etlel'İne bürünerek ya da hayvan maskeleri takınarak insan figürleri tasvir edeil Danseden Büyüeü resmi ve diğer resimler, bize bir bilmeeeyle çok. sayıda 've çokkere muhteşem hayvan resimlerinin gösteremecliğini göstermektedir. Şurası a<;ıkça belli ki hayvan resimleri için av büyüleri onemli bir mutifti. Ancak, hay~an gibi giydirilip süslenmiş insan figürlerinin bizzat av nesnesi olmaları güçbeıa düşünülebildi. Harp büyüsünün uygulandığına dair deliller bulunduğu doğrudur, fakat Danseden Büyüeü ve diğer bu gibi figürler galiba bu fenomenin bölümü değildir. Buıada vahşi insanların efendisi mitolojik bir şahsiyet, bir danseden tanrıçadan söz etmemiz gerçekten mümkündür. Eğer öyleyse, Paleoolitik insanın, ona geçimini elde etmeye yardım eden ayin tekno~ojisinden çok daha fazla hir şeyle aıakadar olduğuna bir delilolacaktır ve Tanrı ve tanrıların masalları onun kültür yapısının bölümünü teşkil edecektir

Kaydetmeye değer diğer bir nokta da, bu mağara boyalı resimlerinin keşfedilmesinin şimdiki zamanlara kalma sebebinin onların h~- men hemen hepsinin girişi zor, saklı ve bazan tehlikeli yerlerde olmasıdır.-Dağların derinliklerinde ve hayvan inlerinin iç kısımlarında eski insanlar, ilkel kandillerin zayıf ışığından faydalanarak bu harikulade resim ve heykelleri hemasılsa yaptılar. Mağara resimlerine yaklaşma imkansızlığı onların kutsal anlamlarının ayrı bir -işaretidir, bununla beraber biz orada yapılan ayin şeklini tahmin edemeyiz. Boyalı resimlerde sembollendirdikleri ilahi figürlerden (eğer öyle idilerEe) ilkel insanJarın ne hissettiklerini de bilemeyiz


Paleolitik sanatın diğer bir ilgi çekici özelliği şudur ki dikkat, insan ve hayvanlara ya da insanlarla hayvanlar dışında karıştırılmış mitolojik figürlere hasredilmiştir. Bu resimlerin temeli üzerinde, in!!anların etraflarındaki tabii ineme -ırmaklar, dağlar, Güneş, Ay, seyyareler ve ağaçlar- karşı tutumlarının ne olduğunu söyleyemeyiz. Bununla beraber, dünya ve bereket il!' ilgili bir büyük Ana kültü -eski Akdeniz ve Yakın Doğu'nuu dini aleminde büyük önem kazanan ve kudreti bitkilerle yakındanbağlantılı olan bir iliUıe- bulunması mümkündür. An- ('ak, böyle bir kültün deIili belirsizdir.

Paleolitik çağlardan biz, küçük taş heykeller, bazen gebeliğe işaret eden iri göğüslü ve vücutlu heykellerden epeyce bir koleksiyona sahip bulunmaktayız. Cinsi organlar, çok kere önemle izhaı edilmiştir; öyle ki heykellerin zürriyet meydana getirme, doğum sırnyle alilkalı bir tarzda yapılmış olmasında haddi tec,ı,vüz ettiği aı;ıktır. Boyalı resimler arasında İspanya'da Cogul'da bir mağaradakinde eteklik giyen dokuz kadınlık bir grubu farketmek mümkündür; bir onuncu figür de bir erkek üreme organını ifade edebilir. Bu durumda resim, bir erkek uluhiyetine yöneltiimiş bir bereket ayini çeşidi tasvir etmektedir.

Ancak, genellikle göı'ülebildiği kadarıyle beşeri 'berekette ilkel insan tarafından üzerinde durulan kadın rolüdür. Mübalağalı olarak küçük kadın heykellerinin çok kere yüzsüz bir ana tannçayı ifade ettiğine karar vermenin doğru olup olmayacağı açık bir sorudur; ancak, keyfiyetin görünüşünde bizim daha doğrudan doğruya tarihi yaklaşmaya sahip ()lduğumuz üzere, eski dünyada ilk çağlarda böyle bir ulühiyet bulunmuştu ve böyle inançlar geceleyin ortaya çıkmamıştı; ilkel tarili öncesine ait insana böyle bazı kültler isnat etmek aşırı olmaz.

PALEOLİTİK GÖMME KALINTILARI


Eğer hayatın başlan;gıcı bir sır ise, sonu da öyledir. Biz pekala görmekteyiz ki Neandertal insan bile bir cenaze ayini çeşidi uygulamıştır P"leolitik gömme ayetlerinin üç özelliği bilhassa- önemlillir.

Birincisi, birçok yerlerde ölü üzerine kırmızı-sarı boya serpilmiştir. Günümüzdeki Avustralya yerlileri için olduğu gibi tarih öncesi insanı için de bu tozun kanı ve bundan dolayı hayatı sembolIendirdiğinde az bir tereddüt vardır: Onun bol bol kullanılışı, ilkel İnsanların ölmüş olanlara sürekli hayatı sağlamak ya da tasvir etmek istediklerini akla getiri'r.

 İkincisi,bazı mezarlarda gömülmüş gerdanlıklar, aletler ve diğer takdiıp.eler bulunmaktadır ve bu yine ölülerin hayatının bir tarzda devam edeceğiue inanıldığını gösterir. Ya da ölmüş kimsenin mana'sının tahii" caizsc, kendisiIiİn bir uzantısı, olarak sahip olduğu şeylere yayılmış olduğu düşünülmüş ve bundan dolayı gömülmüş olmalıdırlar.

Üçüncüsü, h<ızıcesetler, gömülmeden önce dizleri vücutlarına doğru çekilmiş bir durumda eğik olarak bulunmuştur. Bu, öl~ükten sonra kasların adeta taşlaşması bu uygulamaya engelolacağından dolayı, öldükten sonra ölünün hemen bükülmüş olmusını ifade eder. Ana -rahmindeki bir çocuğa benzeyen bu durum, bu dünya ya da diğer bir dünyaya yeniden doğmuş olmakla varlığın devamına sembololabilir. Bir alternatif ve belki de daha imkan çerçevesi içinde olarak, bu şekilde büküş, yaşayanları rahatsız etmek için etraflarında hareket edememesi niyetiyle ölüyü emniyet altına almaya bir vasıta olması muhtemeldir. Sonraki yorum; ilkel insanı~ ölmüş kimseler için hem saygı beslediği, hem de onlardan korktuğı:ınu düşündürür. Bu, kabile dinlerinden çağdaş delillere uygundur.

Başka bir yerde, ayrı insan kafatasıarı bulunmuştur ve bazen bunların kflse şekline sokUlduğu görülmüştür. Sonraki olay, çağdaş ilkel kabileler arasında anlamlı benzerlikl;r taşır: pekina olabilir ki, çok sonraki asırlardaki torunları gibi, ilkel insan, önemli bil' kimsenin -güçlü bir cenkçi ya da korkunç bir düşman- kafatasmdan içmek yoluyla onun güç cevherini elde edebileceğine inanmaktaydı. Kafatası kültü, insanlığa yayılmıştır: İsviçre'de bir yerde, bir dfJğru1tuda düzenlenmi~ ayı kafatasları bulunmuştur. Kuvvetle muhtemeldir ki, onlar bir tan-"' rıya -ilkel insamn Tanrı ya da tanrılara inancı için ayrıca bir ipucu- . takdime idi

Tarih öncesine ait insanın cenaze kültü, bir çeşit ahiret inancı bulunduğuna işaret edeı. En eski tarihi çağlardan beri dünyanın değişik bölümlerindeki en eski inançlara nazaran, benzer inançların tarih öncesine doğru uzanıp gittiği yolunda tahminde bulunuşun "tehlikeye düşmesi mümkündür. Mesela bize, malum en eski devrede Çin de ve başka yerlerdeki atalara tapma kültü bizim şimdi ele aldığımız tarih öncesi insanları arasında da bulunmuş olabilir. Bazı ölü göm~ me usulleri üzerinde dikkatin yoğunlaştınlması böyle bir yorum için anlamlıdır

Belki yeniden doğuma bir hazırlık olmak ü~ere ölünün dizlerinin kurnına doğru cekilmesinden ba.şka bunun bir deIili bulunmamasına rağmen ön-einslerimizi bazı tenasuh,fikirleri harekete getirmiş de olabilir. Ancak, nasılolursa olsun, ölü hakkında bir tek inançlar grubunun bize kalıntıları gelen tarih öncesine yayılmış bütün topluluklar tarafından kabul edilmiş olduğunu sanmak bir acelecilik olacaktır.

Biz, tarih öncesine ait dinin çeşitli derinlikleri hakkında sadece htidlallerde bulunabiliriz ve daha önce ilkel insanın dini ayini hakkında ikir yürü.tmiiştük. Onun ahlaki görüşü hakkında bir şey söyleyebilirmiyiz ? Bundan başka, çağdaş dünyada yazı öncesi insanları hakkında bulunanlardan, çok zayıf hir istidlaldcn daha fazla hir şey yapamayız.

Ilkin, ilkel topluluklar "kapalı" topluluk -yani bilhassa adetler ve tabularla ıdaıe olunurlar- olmaya meyiIlidir. İlkel topluluklar, her çeşit ahlaki kaideler tartışılabiIen, bir akli ve tenkidi tarz için de araştırılabilen eski Atina'yla karşılaştırılahilecek bir gelişme mer. halesine yaklaşamamışlardır. Şüphesiz bu, tarih öncesi insanı için' de aynıydı. Bundan başka, kabile dinlerinde çok kere "insan nev'i" şdhsi kabile ile bir tutulmuş olur; öyleki kabile akrabalığı dışındaki in~anlara ister istemez grubun bir üyesi için gerekli eşit hak ve imtiyazlar verilmemiştir. Eğer tarih öncesi i,ısanları baş avına düşkün idilersc, kafatası delılinin delil olarak kabul edilmesi bizi eıken tahmine yöneltmiş olabilir; o 'vakit karşılıklı cenkeden grublar bulunmagı ve sosyal ve-o cibe tamamen kabileye ait ve belirli nitelikte sınırlar içine hasredilmiş olması mümkündür. Eğer tarih öncesi totemciliği hakkındaki delil geçerli ise, bu takdirde sosyal adetlerin iyice işlenmiş olduğuna ve bu tabular grubuyla yönetildiğine oldukça kani olabiljriz.

ıkincisi, eğer biz, herkesçe kabulü münakaşoiı bır Yüre Tanrı inamşının gerçekten var olduğunu farzedersek, onun bir tazda ilkel insanın ahlaki davranış anlayışıyle bağıntılı olduğu sonucuna Jllaşınz. Bu bağmtıya çağdaş bir misalolarak, Yüksek Ruh'un bu dünyadan gelerek aleme köprü kurduğuna ve bu köprünün de gök kuşağı olduğuna inanan Bengal Körfezin~eki Andaman Adası mensuplarını ele alınız. Onlar, öbür alemi, faziletli kimselerin mükafatlandırıldığı ve doğum ya da ölümün bulunmadığı bir yer olarak tasavvur etmektedirler. Onlaıın ebedilikle ilgili inancı bu dünya için ahlaki emirlere bağlıdır: böylece insania rın ahlaki davralUşlarının hakimi olarak Tanrı fikri onların dininde zımnen anlaşılmaktadır. Dürüst hayatla öbür alem arasında böyle gelişmiş bir bağıntı görünüşünün taıih öncesi insanının niteliği olduğunu söylemek güçtür; bütün bu tartışmada anmaya değer ki son biı kCtçbin seneyi aşkın bir zaman zarfınd ••, modern ilkelin dini ve kültürü bir hayli değişmiş ve gelişmiştir. Kapalı cemiyetler, ister istemez statik bir cemiyet olmaktan çıkmıştır

DİNİN MEYDANA GELMESİ HAKKINDA TEORİLER


Şimdi, dinin meydana gelişi hakkında diğer teorilere dikkatimizi ~evirelim. Freud'un totemcilikle ilgili başlangıç teorisini daha önce tartışmıştık. Diğer teorilerin eldeki deliller karşısındaki durumu nedir?

Charles Darwin, 1859 da "The Origin ofSpecies" (Türlerio Aslı) adlı kitabını yayınladıktan sonra bilginler ve antropologlar, evrim fikrini dine uygulamaya başladılar. Onlar di~in cn yüksek şekli -çok kere monoteizm (tektanrıeılık) böyle tasavvur edilmişti- olarak kabul edi. lenher ne ise, o yüksek dereceye varan bir dini gelişme merhalcleri dizisi tasavvur etmişlerdi.


E.B. Tylor 

Antropolog E.B.Tylor, "Primitive Culture" (İlkel Kültür) kitabında (1871 de yayınlandı) dinin başlangıçlannın animizme -maddi şeylerden aynea var olabilen, bununla beraber, onları canlandıran ruhların bulun. masına inanç- uzandığı teorisini ileri'sürdü. Teoriye göre; ilkel insan, ruh fikrini kişilerin akıl ermez ve ruhani bir tarzda göründüğü kendi rüyalarının tecrübesinden, görünüşte hayat kuvvetinin vücuttan ayrıldığı ölüm tecrübesinden, bir kimsenin geçici olarak kendi vücudunun dışına taşıdığı (öyle görünür) hay~ller ve vecidierden geliştirmiştir. İlkel insan, vücuttan ayrı bir ruh fikrini elde ettikten sonra çevresinde görmüş olduğu hayvanlar ve maddelere de ruh fikrini yansıttı. Tylor'un teorisine göre, atalara tapınmanın gelişmesi insana, ölü ruhlannın sürekli hiçimde vücutsuz bir durumda varlığıııı sürdürebileceği ve istediği vakit yaşayan insanlann sahip oldukları şeyleri elde edebileceği fikrini verdi. Bu inanç, daha sonra fa~iyetleri tabii olayları ve fenomenleri açıklayan ruhlarla -yağmur, gök, ateşi vb. yöneten tanrılar- ilgili inancı meydana . getirdi. Bu çoktanncılığa intikal, nihayette hirçok tanrıların kuvveti bu defa bir tek tannyla verilen ayrıca bir tektanrıcılığa intikalle takip edildi.

İnsanlann dini gelişmelerinin bir tasvirini veren diğer evrim teorileri değişik hareket noktalarına sahiptir; İngiliz filozofu Herbert Spencer, atalara tapmanın ilk merhale olduğunu düşündü; S.James Frazer, bü. yüyü ilk tezahür olarak gördiL Ancak biz, evrim teorilerinin en ayrıntılı ve tipiği olarak Tylor'un teorisini-kahul edebiliriz.

Evrim teorilerinin hir özelliği, dini inanca başvurmasında ilkel insanı çok mantık sahibi kılmasıdır. Onun, ilkin bir rulıun varlığıııı ifade etmesi, sonra tabii şeylerin de ruha sahip olmalannı istidIllI etmesi ve daha sonra da yağmur ya da ateş gibi ayrı fenomenleri, gerisinde ve onlar vasıtasiyle husule getiren bir tek tanrıya vermek için bağıııtı kurmasında bır tabIi teoloji çeşidine göre iş görmesi tasavvur edildi. Sözii. edilen teori, aynı zamanda ilkel düşüncede ruhla madde arasında keskin hir ayraç çekilmiş olduğunu önceden kabul etmektedir. Ancak biz, çağda~ yazı öncesi kilitürlerinde şahsi olanla olmayanın biri diğerine geçtiğini

ve görünenle görünmeyenin içinden çıkılmaz surette birbirine karıştınldığını görmekteyiz. Bundan başka, ilkel gömülerde kan ve hayat için sembololmak üzere kırmızı-sarı bo..ya kullanılması, ilkel insanların sadeee göriinmez ve manevi bir ruh:kuvvet düşiinmedikJerini ima eder.

Bununla beraber, ilahi varlıklarla ilgili mitolojik inanışları ima eden hoyalı mağara resimleri daha sonraki tarihlere ait olması gerektiği halde, en eski insan kalıntılarının bir ölü kültüne işaret etmesi tamamiyle gerl,:ektir ve bu, atalara tapınmanın çoktanrıeılıktan önee olması görüşüyle de uyum göstermektedir. Ancak, modern arkeologların diğer dini inanç özelliklerinden daha çok kolayolarak ölü gömme delili bulacaklarının -en eski insanın dil ve düşüneeleri ebedi olarak kaybolduğu halde, kafatasıarı ve iskeletler uzun, çok uzun zamanlar varlığını sürdürür- daha muhtemelolması dolayısiyle delıl hıçbır suretle kesın değildir.

Father Wilhelm Schmidi 

Biz, çok ayrı ve evrim, teselsülün karşİsındaki bir teoriyi -yani önce tek bir Yüee Tanrı'ya inanç vardı ve bu ilkel tektanrıcılık; ruhçulnk, çoktanrıcılık ve diğerleriyle ilgili elemanlarla kaplan dı- şiddetle savunan bir yazar olarak Father Wilhelm Schmidt'i biliyoruz. Elbette, çağdaş ilkel dinlerden delil Tylor'un teorisine pek uygun olmamakla beraber, ,.aynı derecede, bir Yüee Tanrı'ya inanç ilkeller arasında çok yaygındır temeli üzerine postülat olarak kurulan Schmidt'in tektanrıcılığı hakkında da son söz demek değildir. 
Eğer tarih öncesi iuı>anları arasında gerçekten bir Yüce Tanrı'ya inanç var idiyse, çok muhtemeldir ki dünyanın başlangıcı ve insan cinsine ait olan masallar da vardı. Böyle mitler, gördüğümüz gibi, şi

 Dinin başlangıcına dair daha önce tartışılan dinin büyüden meydana gelmesi teorisini tekrar zikretmek faydalıdır. James Frazer, 1900 da yayınlanan tanınmış esen "Golden Bou~h" (Altın Dal) da takıyçilerince özetle ifade edilebilecek şekilde dinle büyü arasında bir ayrım)' aptı. Bir taraftan insan, dünyanın bir dereceye kadar şahsı varlıklar ya da bir şahsı Varlık tarafından yönetildiğine inanır; bu gibi tanrıların kurban, dua ve diğer dini görevleric yardım ve iltifatıllI sağlamak mümkündür. Dini inancın özü, bunun için, insanların şahsi tanrılara karşı bir çeşit ak. rabalığa sahip olmalarıdır. Diğer taraftan, tabiatta iş gören şahsi olmayan kuvvetler de vardır. İlmi teknolojinin yokluğunda insan, bunlım kontrol etmeye çalışır ve onları büyü kullanarak kendi gayelerine bağlar. Böylece büyü, şahsi olmayanla bağıntılara sahip olur ve ilmin de öncüsüdür. Bununla beraber, Frazer, evrim e':asıarına göre insanların zihni gelişmesinin ilk safhası olarak biiyüyü tam zamanında dinden önce koydu. Büyünün gelişmemiş özellikleri hemedense şahsi tanrılara inançtan "daha aşağı" bir zihni seviyededir ve daha aşağı olması bakımından onların (o sırada yaygın olan evrim düşüncesine göre) daha önce vuku bulmuş olması gerekmektedir. İnsan, büyünün ne de olsa çevresine karşı kendisine pek elverişli olarak yardımı dokunmadığını anlayarak, bir dinle ilgili dünya düşüncesine döndü ve büyü yoliyle olmasına tercihen dini ayin yoliyle güven bulmaya çalıştı. Fİ'azer'in teorisine göre, bu şe. kilde din, bir ön büyü safhasından gelişmektedir.

Kutsal Çevrenin tikel Tecrübesi


İlkel cemiyette dinle _büyünün birbirine karıştığını görmuştük ve gerçekten, "ilerlemiş" denilen dinlerde çok kere gelenekEel inancın yapısını yapan büyüyle ilgili elemanlar vardır. Frazer, dini dinamizm ile majik teknoloji arasındaböyle bir bağıntıya işaret etmekte pekala haklıydı. Bununla beraber, dini ayinlerin, davranışların ve inançların kendisi.- ne nisbt'ten iflasını isbat eden bir büyünün yerini atması için "düşünülüp tertip edildiği"ni sanmak oluşmamış bir fazla basitleştirme olur. Tylor'un ruhçu teorisine nazaran, Frazer'in düşüncesinde daha çok bir rasyonalizm vardır. İlkel insanlar, gerçekten büyüye başvurmalarında s!kıca deney ve göz]eme dayanmış olsalardı, o zaman elbette bir yağmur yağduma vasıt~sı olarak yağmur tanrısına yakarışların büyüden daha fazla güvenilecek bir şey de olamayacağını anlamış olacakla~dı

.Bundan başka, Frazer'in teorisi daha önce işaret ettiğimiz numinous sezgiyi ihmal etmektedir. Din ve insanların tanrılara akrabalığı, sadece belli gayeler için vasıta değildir. Onlar, sadece insanların kabile dayanışmasını ve yiyecek elde etme güven ve bereketini ilerlettikleri vasıtil değildir. Bu en sonrakı hususların (,-etin bir çevre içinde çabalayan insanlar için pek açıkça en büyük öneme haiz olduğu ve eğer bu hususlar dini ayin ve inançlarda gereği gibi merkezi bir şekilde görüumezse şaşırtıcı olacağı gerçektil. Ancak, aynı zamanda insanlar dünyayı farklı bir düzenin ifade ettiği anlamlaıla yoğurulmuş olarak görmüşlerdi.

tIkel için, doğrusu kuvvetli dini sezgiye sahip birçok insanlardaki gibi, içinde yaşayacak bir yer olarak dünya, bütün bütün güzel ya da k<,rkunç, çetin yada rahat bır yer değıldir: onlar, aynı zamanda onu, görünmez kuvvetler görüuen çevre vasıtasiyle parlayan ve korku ile sevgi, düşmanlıkla lütuf, ruhani ile şeytani, ruh alemi ile tanrıların ışık saçan ihtişamı içteki gözle anlaşılabilen heybetIi, kutsal, te miL bir çevre (\larak görmektedirler. O, bir acayiplik alemidir, korku vericidir; fakat o, aynı zamanda samimidir ve bize biitüu bütün benzemeyen yaratıklarla doldurulmamıştır Özet olarak, dünya, bayağı idrak ve teknulojik idare için olduğu kadar dini sezgi jçin de malzeme verir. Böylece, dini inançları büyüden ve sosyal ihtiyaçlardan çıkarmaya çalışmak faydasızdır Bu gibi şeyler, dini renklendirir, fakat onun için bütün bütün sebep olamaz.

Büyü hakkında ayrıca iki husus değer taşır: Birincisi, büyü ve din, insan nev'inin dini tarihinin büyük bir bölümünün her yerinde beraberce var olmalarına rağmen, büyü kendisini dönüştürüp ilim olmaya meyletti. Böylece, birçok büyüyle ilgili elemanlaıa sahip simya, ilmi kimya haline dönüşmüş oldu ve astrolojinin yerini de astronomi aldı. Bu, insan gayretinin iki alanının: bütün bütün ayrı olduğunu ve dinin sonunda kendini büyüyle ilgili uygulamalardan ayırabildiğini hatırlatır.

İkincisi, bir defadan £a2.1a,büyü için bir ilkel teknol(\ji çeşidı olarak ışaret ettik. Ancak, büyüyle ilgili fikir ve tekniklerin gelişmesinin çevreyle alış verişte tamamen yetersiz olduğu bir kültür farzolunamaz. tIkel kavimlerin genel idraki ve onlann yapma aletleri kullanma kapasiteleri, günümüzün ilkel kabilelerinde değişmez bir şehadet içindedir; şüphesiz ki ilkel tarih öncesi insanlarının gerçeği de' aynısıydı. Mesela Kalahari'- nin orman göçebeJeri en büyük basiret, sabır ve hüueri zürafa avlarında gösterirler -önce aVln izin takip ediyor, sonra zehirli oklarla onun kuvvetini kesiyor ve kuvveti kesilen hayvanı sonunda korkusuzca öldürebilinceye kadar yavaş yavaş takip ediyorlar- Okyanusadalannın yerlileri, bitek topraklarını, büyüyle ilgili afsunlar kullansalar bile, büyük kavrayışla ekmektedirIer. Lascaux ve diğer mağaraların ressamlan, boyalı resim için, onların motifleri büyüyle itgili bir mahiyette olsa bile, yüksek bir sanatkar becerisİ kazanmışlardı. Şu halde, büyünüu kullanılışının tabii kabiliyet ya da hüuerin yerine geçmesi farz olundu ğu düşünülemez. İlkelin çevresine karşı koyma kabiliyeti' ve büyüyle ilgili davranışları onun şuuru~un ayrı alanlan değildir. Çakmak taşından bir aletin nasıl şekilvereceğinibilı;neklehangi büyü ya da afsunun söylen~ceğini bilmek arasıııda değişmez bir nesne vardır.

Altın çağ Miti


nsanın en eski dini tecrübesi hakkında sonraki bir faraziye. Her zaman insanlar, eski ataları hakkında birtakım mitlere inanmışlardır. Çok kalıcı tasavvurlardan biri şudur: bir vakitler, zamanın başlangıcında bir Altın Çağvardı; insan barış ve masumluk icinde yaşarken bu mutlu varlığı bozan bir şeyolageldi ve o zamandan beri ihsan üzüntü ve acı içinde yaşamaktadır. Asil Vahşi miti de böyle bir telakkiye dayanır.

Belki bUtün Altın Çağ hikayelerinin en içteni Aden. Bahçesinde Adem ile Havva'nın Yaradılış hıkayesınde bulunmaktadır. İlkel insanların gerçek varlı~a böyle bir hikaye ışık tutar mı? Tabii asIlbil' tek- ,. tanncılığın bulunması şeklinde Father Schmidt'in tezi, -onun teorisi isbatlanmamış ve birçok itirazlara açık olmasına rağmen- Aden mitinde "gerçek" sayılabilecek bir yön gösterecektir. Yine insanlar bir zamanlar, bir süre dünya ve Tann İie iyi bağıntı içindelerdi, fakat şimdi artık değiller,fikri genelbir dini tecrübeyi yansıtır ve sembolik olarak, aıılaşılmaz şekilde uzaklaşmış-daha öncetasvir ettiğimiz Mrika masallarındaki gihi- bir Tann'ya insanlann itaatsiz kal~alan düşüncesini ifade eder.

XVII. yüzyıl İngiliz filozofu, Thomas Hobbes, Altın Çağ teorisi ya da Asil Vahşi düşüncesine tamamen zıt, insanın en eski soyuyla ilgili bir görüşe sahip oldu. O, ilk insanın hayatının kötü, kaba ve kısa olduğuna inandı.

Yine zayıf olmasına rağmen elimizdeki daha ilmi bir delille diyebiliriz ki ne Asil Vahşi, ne de ilkel insanın kaba, vahşi tasviri maksada yakındır. İlkel insanlar, hastalık ve Metlerin bir aVlydı, aletleri, geçimleri dolayısiyle gerekli yiyecek toplama işi için her zaman elverişli değildi; bannakları gelişmemişti; savaşlan gaddarca ve şiddetliydi. Ancak, aynı zamanda onlar, şüphesiz ki hayvan gibi değillerdi ve ömür hütün bütün kısa değildi. Oııların dini ve majik.sanatkarlıklan, numinous'- un yanan sert şiiriyle yoğurulmuş bir dünyayı yansıtmada zaman zaman fevkaladeydi Tıpkı satM olarak ilkel insanların alımsız ve bilgisiz yaşayışlarında bulunmuş değerler kadar, PaleoIirik cemiyetierin hayatında da büyük değerler ve tatmin edici hususlar bulunmaktadır ve açıkça üstün başarılar vardı. Ancak biz, sadece ilmi ve taıilıi temeller üzerinde, insan idrakinin gerçekte ne gibi zuhur ettiğini asla bilemeyeceğiz. Delil, ebedi olarak kaybolmuştur

İnsanın kutsalı ilkin nasıl hissettiğini bilemeyiz. İnsanlar, az olmakla beraber, konuşma kabiliyeri vasıtasiyle kendilerinin farkına varmakla ve dünyayı değiştirme kabiliyetlerini keşfetmekle yine onlarla ilgili bir tabii dünyadan ilgisini kesme -bir parça şekil verdikleri dünyadan feragat etme- hissi duymuş olabilirler. Hayvan ressam1ığı ve oymacı1ığı, insanların kendilcrini hayvan alemine yakın bir alakaya sahip olarak tasavvur etmeleri adetine kuvvetli bir şekilde şehadet eder; ancak, yine insanlar, belki zahmetlice, IDsan nev'inin değişik olduğunu, biz, insanların ağaçsız yerden geçen bizonun şuursuz hantallığı gibi sadece tabiata dalıp kalmayıp aynı zamanda düşünceli ve anlaşılmaz şekilde ayn yaratıldığımızı da anlamış olmalıdırlar. Kendini düşünmeme saflığından bir kopma, insanlığımn farkına varma.nın zuhurundan 4,asıl olan bir soğuma, bu noktadaydı

Bunun için, çok aZkalıntılardan diyebileceğimizkadariyle tarih öncesi devri ne altındı, ne de vahşi. Din ya da dinler, helki arkeolojinin söylememize izin verdiğinden daha büyük bir miktarda bilgiye haiz ve nüfuz ediciidi~Belki en eski zamanlardan, insanlar arasında bir davramşlar bileşimi ve çeşitliteorilerde esas alınmış elemaıılan birleştiren bir karışık inançlar yapısı bulunmaktaydı. İnsan idrak' ve kültürünün başlangıcındaa beri insanların dininde mana, büyü, şahsi ruhlar, bir Yüce Tann vb. tasvir edilmiş olabilir
Bu söz edilen din; doğum, ölüm ve bekamn çetin konularına yöneltilmişti -bunu biliyoruz-o Dini evrim misallerine dair sözü edilen zarif teoriler tehlikelidir -bunu da biliyoruz-o








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...