Tasavvuf Kültüründe Köpek
Kur’ân-ı Kerîm’de eski ümmetlerden bazı gençlerin baskıcı hükümdardan uzak kalmak ve imanlarını koruyabilmek için bir mağaraya sığındıkları ve uzun yıllar orada uyudukları, onlara arkadaşlık eden (Kıtmîr adında) bir de köpeğin bulunduğu anlatılır1. Ashâb-ı Kehf adı verilen bu gençlerle beraber bulunmasının mükâfatı olarak bu köpeğin de Cennet’e gireceği kabul edilmektedir. Hadis kitaplarında da köpeklere şefkat göstermekle ilgili bazı rivâyetler bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fâhişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız ayakkabısını çıkararak onunla su çekip köpeği suladı. Bu sebeple o kadın mağfiret olundu, bağışlandı.” 2 Peygamberimiz ve ashâbı, fethetmek üzere Mekke’ye doğru on bin kişilik orduyla Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu köpeğin ve yavrularının başına nöbetçi dikti. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu3.
Rahmet ve merhamet pınarı olan Efendimiz (a.s)’ı rehber edinen tasavvuf büyükleri de köpeklere karşı çok şefkatli olmuşlardır. Meselâ, Seyyid Ahmed er-Rifâî hazretleri hayvanlara karşı merhametli idi. Bir köpek cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Uyuz olmuş, derisi soyulmuştu. Hiç kimse köpeği bu iğrenç hâlinden dolayı kapısına koymadı. Köpek, bu şekilde kapılardan kovula kovula, Ahmed er-Rifâî’nin kapısına geldi. Dermansız, yara bere içindeydi. Köpeğin bu hâlini gören Ahmed er-Rifâî, onu alıp, şehirden dışarı bir yerde bir gölgelik yaptı. Köpeği orada tedâviye başladı. Temizledi, yarasına merhem sürüp karnını doyurdu. Kırk gün bu şekilde tedâvî gören köpek sıhhate kavuştu. Cüzzamdan eser kalmadı. Sonra köpeği güzelce yıkayıp şehre getirdi. Kendisine, “Efendim! Bu köpeğe çok ilgi gösterdiniz, hikmeti nedir?” diye sordular. Onlara: “Kıyâmet günü Rabbimin bana, bu köpeğe niçin acımadın? Onu uğrattığım bu belâdan niçin kurtarmadın? Aynı belâya seni de düşürmem ihtimâlini niçin düşünmedin? diye sormasından korktum” diye cevap verdi4.
Hoca Bahâeddin Nakşbend hazretleri şeyhinin emriyle Buhara sokaklarındaki kedi köpek gibi hayvanlara yedi yıl boyunca hizmet etmiş, hasta olanların tedâvisiyle meşgul olmuştur. Ubeydullah Ahrâr hazretleri de şöyle buyururdu: “Bir vecd ve mânevî hâl sahibi kişi yolda giderken uyuyan bir köpek görse ve kolayca geçmek için onu yerinden kaldırsa, kendisini kontrol etsin. Eğer mânevî hâli devam ediyorsa bilsin ki o bir ilâhî imtihandır, tuzaktır. Köpeği rahatsız etmesine rağmen vecd ve hâlinin elinden alınmaması bir hîledir”5.
Rivâyete göre, Hindistanlı Şâh Abdürrahîm Nakşbendî bir gün sokakta gidiyordu. Yolda bir köpek yavrusunun su birikintisi kenarında çamura düşmüş olduğunu gördü. O çamurdan çıkamıyordu. Oradaki insanlara onu çıkarmalarını söyledi. Kimse çıkarmadı. Sonunda eliyle tutup köpek yavrusunu çamurdan kenara çıkardı. O mahalledeki insanlara bu yavruyu beslemelerini söyledi. Orada bir aşçı vardı. “Ben bu işi üstlenirim” dedi. Şâh Abdürrahîm de o yavrunun bakımını aşçıya havâle edip yoluna devam etti6.
Avcılık, tarım ve hayvancılık gibi konularda insanlara çok faydalı olan köpekler, sadâkatleri ile tanınmış ise de, hijyenik olmayacağı ve sağlık açısından problem oluşturabileceği için evin içine alınması doğru bulunmamıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz: “İçinde köpek ve resim bulunan eve rahmet melekleri girmez” buyurmuşlardır7. Bazı sûfîler bu hadisin ilk anlamını kabul ettikten sonra, ona bazı tasavvufî manalar da yüklenebileceğini söyleyip şöyle izah etmişlerdir: “Evden maksad gönül, köpekten maksad hırs, resimden maksad mâsivâ denen lüzumsuz dünyevî şeylerdir. Yani gönül evine hırs köpeği ve mâsivâ duygusu girerse, o gönle ilâhî rahmet nurları inmez8.
Hz. Mevlânâ Mesnevî’de Leylâ ile Mecnûn hikâyesinin bir kısmını şöyle anlatır:
“Mecnûn bir köpeği okşuyor, öpüyor ve önünde âdetâ kendinden geçiyordu. Etrafında eğilip bükülerek dönüp dolaşıyor ve ona gül suyu şerbeti veriyordu. Boşboğazın biri: “Ey ham Mecnûn!” dedi. “Yaptığın bu çılgınlık nedir? Köpek her zaman pis şeyleri yer, ağzı da pistir. Kuyruğunun altını bile ağzı ile temizler.” Köpeğin birçok ayıbını saydı, durdu. Allâh’ın yarattığı mahlûkların ayıbını gören, gaybları bilen Allâh’tan habersizdir. Mecnûn dedi ki: “Sen, baştanbaşa bir sûretten, bir şekilden, bir bedenden ibâretsin. İçeriye gir, yâni rûh âlemine dal da, ona benim gözümle bak. Bu köpek, Allâh’ın çözülmez bir tılsımıdır. Yâni Allâh onun gönlünde sâhibine karşı duyduğu bağlılığın, sevginin ve vefânın hazînesini gizlemiştir. Sonra o, Leylâ’nın mahallesinin bekçisidir… Leylâ’nın mahallesinde oturan bir köpeğin bir kılını, ben nasıl olur da arslanlara değişebilirim?”9
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri bir gün, talebeleri ile birlikte, gâyet dar bir sokaktan geçiyorlardı. Karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gören Bâyezîd geri çekilip köpeğe yol verdi. Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: “İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim üstâdımız, Sultânü’l-ârifîn’dir (âriflerin sultanıdır). Hem de etrâfındakiler onun, her biri çok kıymetli, sâdık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen, üstâdımızın bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acabâ nedir?” Bunun üzerine Bâyezîd buyurdu ki: “Şu köpek, hâl lisânı ile bana dedi ki: “Tâ ezelin ezelinde benim kusurum, senin meziyetin neydi ki, köpeklik postunu benim sırtıma geçirirken âriflerin sultanı hil’atını (cübbesini) sana giydirdiler? (Bunun tersi de olabilirdi).” Bunun üzerine ben ona yol verdim.”10
Ferîdüddin Attâr İlâhînâme isimli eserinde Şeyh Ebû Saîd ile bir köpeğin konuşmasını sembolik bir hikâye şeklinde şöyle anlatır: “Dervişlerden biri, bir köpeğe değneği ile vurmuş, ayağını kırmıştı. Köpek Şeyh Ebû Saîd’e gelip şikâyetçi oldu. Şeyh köpeğe: Ona ne cezâ vereyim? diye sorunca, köpek şu cevabı verdi: Ben, pahalı elbise giymiş bir kişiyi görseydim ondan kaçardım. Ama bu dervişi sûfî kıyâfetiyle görünce ondan zarar gelmeyeceğini düşünüp kaçmadım, aldandım. Siz onun üzerindeki derviş elbisesini çıkarın da bari başkaları aldanmasın, onlara zarar vermesin”11.
Bağdatlı sûfî Şeyh Ebû Bekir Şiblî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ben tasavvufu, bir evin kapısında uyuyan köpekten öğrendim. Ev sahibi dışarı çıkıp onu kovaladığı hâlde o tekrar geri geldi. Kendi kendime: Ne zavallı köpek, kovalandığı halde tekrar geliyor, dedim”12 (köpek kendisine yapılan kötü hareketten gücenmemişti, tasavvuf ve dervişlik de incinmemektir)”.
Bazı sûfîler sembolik anlatımlarda kötülüğü emreden nefsi ve kötü huyları köpeğe benzetmişlerdir. Hz. Mevlânâ şöyle der: “Ey Hakk âşığı! Aklını başına al da, senin köpek nefsinin dirilmesini sakın isteme, çünkü o nefs çoktan beri senin can düşmanındır”13. “İstekler, uyumuş köpeklere benzer. Onlarda hayırlar, şerler gizlidir. Güçleri ellerinde olmadığından bunlar, odunlar gibi yerlere yatmışlar, susup uyumuşlardır. Fakat ortaya bir leş atılınca, sanki köpeklere “hırs sûru” üflenmiş olur. Sokakta bir eşek öldü mü, uyumuş yüzlerce köpek uyanır. Gâipte gizlenmiş olan hırslar, onların yenlerinden, yakalarından baş çıkarırlar. Leş başında köpeklerin her tüyü, ayrı bir diş kesilir. Köpeğin kendisi de hile ile kuyruk sallamaya başlar. Köpeğin yarı belinden aşağısı hile, yukarısı öfkedir. Şu hâli ile köpek, odun bulmuş zayıf bir ateşe benzer. Mekânsızlık âleminden ona şuleler erişince, alevlenir de, dumanı göğe yükselir. Bu bedende de, bu çeşit yüzlerce köpek (kötü huy) var. Onların hepsi de yatmış uyumuşlar. Dışarıda avlayacak avları olmadığından içerde gizlenmişlerdir”14.
Tasavvuf yolunda bazen sûfîlerin kalp gözüyle diğer insanları, onların baskın karakterlerinin ve kötü huylarının temsil ettiği hayvan şeklinde gördükleri söylenir. Necmeddin Dâye Mirsâdü’l-ibâd isimli eserinde şöyle der: “Eğer sâlikte (dervişte), hırs, kıskançlık, açgözlülük, cimrilik, kin gütme, kibir, öfke, şehvet ve benzeri yerilmiş nefsânî sıfatlardan birisi gâlipse, hayâl bunlardan her birini bu sıfatın gâlip olduğu bir hayvan sûretine büründürür. Meselâ hırs sıfatı fare ve karınca gibi harîs hayvanlar, açgözlülük sıfatı ise domuz ve ayı sûretinde görülür. Kişide cimrilik sıfatı ağır basıyorsa köpek ve maymun, kin sıfatı hâkimse yılan sûretinde ortaya çıkar. Eğer kibir sıfatı gâlipse kaplan, öfke ve gazap sıfatı hâkimse pars, şehvet sıfatı ağır basmışsa eşek sûretinde görülürler”15.
Rivâyete göre, Şeyhülislâm Berde’î Sultan hazretleri Isparta Eğirdir’de câmiye giderken pek çok kimseyle karşılaştığı halde, sadece iki üç kişiye selâm verir, başkalarına selâm vermezdi. Talebelerinden biri acaba neden birkaç kişiden başka kimseye selâm vermiyor diye merak edip kendisine sordu. Berdeî hazretleri eliyle bu talebenin gözlerini sıvazladı. Sonra da dergâhdan dışarıya gönderdi. Talebe çarşıya çıkınca, insanlardan kimini maymun sûretinde, kimini domuz, kimini tilki, kimini çakal, kimini kurt, bir kısmını da köpek sûretinde gördü. Hocasının selâm verdiği kimselerden başkasının her birini çeşitli hayvan sûretinde gördü. Sonra hocasının yanına dönüp; “Efendim bu işin hikmetini anladım.” dedi. Hocası yine gözlerini sıvazlayarak eski hâline çevirdi16.
Netice olarak, sûfîler bütün mahlûkâta olduğu gibi, köpeklere de şefkat göstermişlerdir. Köpeklerin sâhibine sadâkat ve bağlılığı, az uyumaları, verilenle yetinip kanaatkâr olmaları gibi özellikleri beğenilmiştir. Ashâb-ı Kehf’e arkadaşlık ettiği için Cennet’i hak eden Kıtmîr, sâlih insanlarla beraber olmanın önemi konusunda dervişlere bir nasihat olarak tekrarlanmıştır. Bazı sûfîler lisân-ı hâl ile köpeklerle konuşmuş, ya da müridleri ahlâken eğitmek için bu tür konuşma menkıbeleri üretilip anlatılagelmiştir. Mecâzî (sembolik) anlatımlarda köpeğin bazen nefse benzetildiği de olmuştur. Binlerce yıldan beri insanların en sâdık dostlarından biri olan köpekler hakkında İbnü’l-Merzübân (ö. 309/921) Fazlü’l-kilâb alâ kesîrin mimmen lebise’s-siyâb (Köpeklerin, elbise giyenlerin yani insanların çoğundan üstünlüğü) isimli Arapça eserinde şöyle demektedir: “Bugünlerde insanlar domuz gibi oldu. Bir köpek görürsen, ona sarıl, kucakla. Çünkü o, günümüz insanlarının çoğundan daha iyidir”17.
Rahmet ve merhamet pınarı olan Efendimiz (a.s)’ı rehber edinen tasavvuf büyükleri de köpeklere karşı çok şefkatli olmuşlardır. Meselâ, Seyyid Ahmed er-Rifâî hazretleri hayvanlara karşı merhametli idi. Bir köpek cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Uyuz olmuş, derisi soyulmuştu. Hiç kimse köpeği bu iğrenç hâlinden dolayı kapısına koymadı. Köpek, bu şekilde kapılardan kovula kovula, Ahmed er-Rifâî’nin kapısına geldi. Dermansız, yara bere içindeydi. Köpeğin bu hâlini gören Ahmed er-Rifâî, onu alıp, şehirden dışarı bir yerde bir gölgelik yaptı. Köpeği orada tedâviye başladı. Temizledi, yarasına merhem sürüp karnını doyurdu. Kırk gün bu şekilde tedâvî gören köpek sıhhate kavuştu. Cüzzamdan eser kalmadı. Sonra köpeği güzelce yıkayıp şehre getirdi. Kendisine, “Efendim! Bu köpeğe çok ilgi gösterdiniz, hikmeti nedir?” diye sordular. Onlara: “Kıyâmet günü Rabbimin bana, bu köpeğe niçin acımadın? Onu uğrattığım bu belâdan niçin kurtarmadın? Aynı belâya seni de düşürmem ihtimâlini niçin düşünmedin? diye sormasından korktum” diye cevap verdi4.
Hoca Bahâeddin Nakşbend hazretleri şeyhinin emriyle Buhara sokaklarındaki kedi köpek gibi hayvanlara yedi yıl boyunca hizmet etmiş, hasta olanların tedâvisiyle meşgul olmuştur. Ubeydullah Ahrâr hazretleri de şöyle buyururdu: “Bir vecd ve mânevî hâl sahibi kişi yolda giderken uyuyan bir köpek görse ve kolayca geçmek için onu yerinden kaldırsa, kendisini kontrol etsin. Eğer mânevî hâli devam ediyorsa bilsin ki o bir ilâhî imtihandır, tuzaktır. Köpeği rahatsız etmesine rağmen vecd ve hâlinin elinden alınmaması bir hîledir”5.
Rivâyete göre, Hindistanlı Şâh Abdürrahîm Nakşbendî bir gün sokakta gidiyordu. Yolda bir köpek yavrusunun su birikintisi kenarında çamura düşmüş olduğunu gördü. O çamurdan çıkamıyordu. Oradaki insanlara onu çıkarmalarını söyledi. Kimse çıkarmadı. Sonunda eliyle tutup köpek yavrusunu çamurdan kenara çıkardı. O mahalledeki insanlara bu yavruyu beslemelerini söyledi. Orada bir aşçı vardı. “Ben bu işi üstlenirim” dedi. Şâh Abdürrahîm de o yavrunun bakımını aşçıya havâle edip yoluna devam etti6.
Avcılık, tarım ve hayvancılık gibi konularda insanlara çok faydalı olan köpekler, sadâkatleri ile tanınmış ise de, hijyenik olmayacağı ve sağlık açısından problem oluşturabileceği için evin içine alınması doğru bulunmamıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz: “İçinde köpek ve resim bulunan eve rahmet melekleri girmez” buyurmuşlardır7. Bazı sûfîler bu hadisin ilk anlamını kabul ettikten sonra, ona bazı tasavvufî manalar da yüklenebileceğini söyleyip şöyle izah etmişlerdir: “Evden maksad gönül, köpekten maksad hırs, resimden maksad mâsivâ denen lüzumsuz dünyevî şeylerdir. Yani gönül evine hırs köpeği ve mâsivâ duygusu girerse, o gönle ilâhî rahmet nurları inmez8.
Hz. Mevlânâ Mesnevî’de Leylâ ile Mecnûn hikâyesinin bir kısmını şöyle anlatır:
“Mecnûn bir köpeği okşuyor, öpüyor ve önünde âdetâ kendinden geçiyordu. Etrafında eğilip bükülerek dönüp dolaşıyor ve ona gül suyu şerbeti veriyordu. Boşboğazın biri: “Ey ham Mecnûn!” dedi. “Yaptığın bu çılgınlık nedir? Köpek her zaman pis şeyleri yer, ağzı da pistir. Kuyruğunun altını bile ağzı ile temizler.” Köpeğin birçok ayıbını saydı, durdu. Allâh’ın yarattığı mahlûkların ayıbını gören, gaybları bilen Allâh’tan habersizdir. Mecnûn dedi ki: “Sen, baştanbaşa bir sûretten, bir şekilden, bir bedenden ibâretsin. İçeriye gir, yâni rûh âlemine dal da, ona benim gözümle bak. Bu köpek, Allâh’ın çözülmez bir tılsımıdır. Yâni Allâh onun gönlünde sâhibine karşı duyduğu bağlılığın, sevginin ve vefânın hazînesini gizlemiştir. Sonra o, Leylâ’nın mahallesinin bekçisidir… Leylâ’nın mahallesinde oturan bir köpeğin bir kılını, ben nasıl olur da arslanlara değişebilirim?”9
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri bir gün, talebeleri ile birlikte, gâyet dar bir sokaktan geçiyorlardı. Karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gören Bâyezîd geri çekilip köpeğe yol verdi. Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: “İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim üstâdımız, Sultânü’l-ârifîn’dir (âriflerin sultanıdır). Hem de etrâfındakiler onun, her biri çok kıymetli, sâdık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen, üstâdımızın bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acabâ nedir?” Bunun üzerine Bâyezîd buyurdu ki: “Şu köpek, hâl lisânı ile bana dedi ki: “Tâ ezelin ezelinde benim kusurum, senin meziyetin neydi ki, köpeklik postunu benim sırtıma geçirirken âriflerin sultanı hil’atını (cübbesini) sana giydirdiler? (Bunun tersi de olabilirdi).” Bunun üzerine ben ona yol verdim.”10
Ferîdüddin Attâr İlâhînâme isimli eserinde Şeyh Ebû Saîd ile bir köpeğin konuşmasını sembolik bir hikâye şeklinde şöyle anlatır: “Dervişlerden biri, bir köpeğe değneği ile vurmuş, ayağını kırmıştı. Köpek Şeyh Ebû Saîd’e gelip şikâyetçi oldu. Şeyh köpeğe: Ona ne cezâ vereyim? diye sorunca, köpek şu cevabı verdi: Ben, pahalı elbise giymiş bir kişiyi görseydim ondan kaçardım. Ama bu dervişi sûfî kıyâfetiyle görünce ondan zarar gelmeyeceğini düşünüp kaçmadım, aldandım. Siz onun üzerindeki derviş elbisesini çıkarın da bari başkaları aldanmasın, onlara zarar vermesin”11.
Bağdatlı sûfî Şeyh Ebû Bekir Şiblî’nin şöyle dediği nakledilir: “Ben tasavvufu, bir evin kapısında uyuyan köpekten öğrendim. Ev sahibi dışarı çıkıp onu kovaladığı hâlde o tekrar geri geldi. Kendi kendime: Ne zavallı köpek, kovalandığı halde tekrar geliyor, dedim”12 (köpek kendisine yapılan kötü hareketten gücenmemişti, tasavvuf ve dervişlik de incinmemektir)”.
Bazı sûfîler sembolik anlatımlarda kötülüğü emreden nefsi ve kötü huyları köpeğe benzetmişlerdir. Hz. Mevlânâ şöyle der: “Ey Hakk âşığı! Aklını başına al da, senin köpek nefsinin dirilmesini sakın isteme, çünkü o nefs çoktan beri senin can düşmanındır”13. “İstekler, uyumuş köpeklere benzer. Onlarda hayırlar, şerler gizlidir. Güçleri ellerinde olmadığından bunlar, odunlar gibi yerlere yatmışlar, susup uyumuşlardır. Fakat ortaya bir leş atılınca, sanki köpeklere “hırs sûru” üflenmiş olur. Sokakta bir eşek öldü mü, uyumuş yüzlerce köpek uyanır. Gâipte gizlenmiş olan hırslar, onların yenlerinden, yakalarından baş çıkarırlar. Leş başında köpeklerin her tüyü, ayrı bir diş kesilir. Köpeğin kendisi de hile ile kuyruk sallamaya başlar. Köpeğin yarı belinden aşağısı hile, yukarısı öfkedir. Şu hâli ile köpek, odun bulmuş zayıf bir ateşe benzer. Mekânsızlık âleminden ona şuleler erişince, alevlenir de, dumanı göğe yükselir. Bu bedende de, bu çeşit yüzlerce köpek (kötü huy) var. Onların hepsi de yatmış uyumuşlar. Dışarıda avlayacak avları olmadığından içerde gizlenmişlerdir”14.
Tasavvuf yolunda bazen sûfîlerin kalp gözüyle diğer insanları, onların baskın karakterlerinin ve kötü huylarının temsil ettiği hayvan şeklinde gördükleri söylenir. Necmeddin Dâye Mirsâdü’l-ibâd isimli eserinde şöyle der: “Eğer sâlikte (dervişte), hırs, kıskançlık, açgözlülük, cimrilik, kin gütme, kibir, öfke, şehvet ve benzeri yerilmiş nefsânî sıfatlardan birisi gâlipse, hayâl bunlardan her birini bu sıfatın gâlip olduğu bir hayvan sûretine büründürür. Meselâ hırs sıfatı fare ve karınca gibi harîs hayvanlar, açgözlülük sıfatı ise domuz ve ayı sûretinde görülür. Kişide cimrilik sıfatı ağır basıyorsa köpek ve maymun, kin sıfatı hâkimse yılan sûretinde ortaya çıkar. Eğer kibir sıfatı gâlipse kaplan, öfke ve gazap sıfatı hâkimse pars, şehvet sıfatı ağır basmışsa eşek sûretinde görülürler”15.
Rivâyete göre, Şeyhülislâm Berde’î Sultan hazretleri Isparta Eğirdir’de câmiye giderken pek çok kimseyle karşılaştığı halde, sadece iki üç kişiye selâm verir, başkalarına selâm vermezdi. Talebelerinden biri acaba neden birkaç kişiden başka kimseye selâm vermiyor diye merak edip kendisine sordu. Berdeî hazretleri eliyle bu talebenin gözlerini sıvazladı. Sonra da dergâhdan dışarıya gönderdi. Talebe çarşıya çıkınca, insanlardan kimini maymun sûretinde, kimini domuz, kimini tilki, kimini çakal, kimini kurt, bir kısmını da köpek sûretinde gördü. Hocasının selâm verdiği kimselerden başkasının her birini çeşitli hayvan sûretinde gördü. Sonra hocasının yanına dönüp; “Efendim bu işin hikmetini anladım.” dedi. Hocası yine gözlerini sıvazlayarak eski hâline çevirdi16.
Netice olarak, sûfîler bütün mahlûkâta olduğu gibi, köpeklere de şefkat göstermişlerdir. Köpeklerin sâhibine sadâkat ve bağlılığı, az uyumaları, verilenle yetinip kanaatkâr olmaları gibi özellikleri beğenilmiştir. Ashâb-ı Kehf’e arkadaşlık ettiği için Cennet’i hak eden Kıtmîr, sâlih insanlarla beraber olmanın önemi konusunda dervişlere bir nasihat olarak tekrarlanmıştır. Bazı sûfîler lisân-ı hâl ile köpeklerle konuşmuş, ya da müridleri ahlâken eğitmek için bu tür konuşma menkıbeleri üretilip anlatılagelmiştir. Mecâzî (sembolik) anlatımlarda köpeğin bazen nefse benzetildiği de olmuştur. Binlerce yıldan beri insanların en sâdık dostlarından biri olan köpekler hakkında İbnü’l-Merzübân (ö. 309/921) Fazlü’l-kilâb alâ kesîrin mimmen lebise’s-siyâb (Köpeklerin, elbise giyenlerin yani insanların çoğundan üstünlüğü) isimli Arapça eserinde şöyle demektedir: “Bugünlerde insanlar domuz gibi oldu. Bir köpek görürsen, ona sarıl, kucakla. Çünkü o, günümüz insanlarının çoğundan daha iyidir”17.
Dipnotlar: 1) el-Kehf, 18/18. 2) Müslim, Tevbe 155, (no. 2245). 3) Vâkıdî, Megâzî, Beyrut 1989, II, 804. 4) Benzeri için bkz. Ken’ân er-Rifâî, Seyyid Ahmed er-Rifâî, (nşr. M. Tahralı- M. Cunbur), İstanbul 2008, s. 31. 5) Fahreddin Ali Safî, Reşehât-ı Aynü’l-hayât, Tahran 1977, II, 475-476. 6) Raûf Ahmed Müceddidî, Dürrü’l-ma’ârif, İstanbul 1997, s. 107. 7) Buhârî, Libâs, 92; Müslim, Libâs, 102 (no. 2606). 8) Raûf Ahmed Müceddidî, Dürrü’l-ma’ârif, s. 162. 9) Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Mesnevî-yi Ma’nevî (nşr. Tevfîk H. Sübhânî), Tahran 1378 hş./2000, s. 325 (cilt: 3, beyit: 567-576). 10) Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ (nşr. Mîrzâ Muhammed Hân Kazvînî), Tahran ts., s. 138. 11) Ferîdüddin Attâr, İlâhînâme (nşr. M.R. Şefîî Kedkenî), Tahran 1388 hş./2009, s. 152. 12) Javad Nurbakhsh, Dogs from a Sufi Point of View, London 1989, s. 8; Alexandre Papas, “Dog of God: Animality and Wildness among Dervishes”, Islamic Alternatives: Non-Mainstream Religion in Persianate Societies (ed. Shahrokh Raei), Wiesbaden 2017, s. 134. 13) Mevlânâ, Mesnevî, s. 180 (c. 2, beyit: 474). 14) Mevlânâ, Mesnevî, s. 664 (c. 5, beyit: 626-634). 15) Necmeddin Dâye, Mirsâdü’l-ibâd (nşr. M. Emîn Riyâhî), Tahran 1374 hş./1996, s. 294-295. 16) Şerîf b. Şerîfî, Menâkıb-ı Şeyh Burhâneddin (Menâkıbu’l-evliyâ), Ankara, Millî Ktp., Yz. A 8836, vr. 2a (varaklar yanlış ciltlenmiş, doğrusu 10a). 17) Muhammed b. Halef b. Merzübân, Fazlü’l-kilâb alâ kesîrin mimmen lebise’s-siyâb (thk. İbrâhîm Yûsuf), Kâhire ts., s. 16.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder