Türeyiş Destanı
Öz
İlkel insanların bir nevi inançları olarak ele
alınan mitoloji, halkın din ihtiyacını manevi
yönden doldurduğu için halk hafızasında önemli
bir yer tutar. Bir topluma ait inançlar, o toplumun
sözlü edebiyat ürünlerine de yansır. Bunlardan
biri olan destanlarda ise mitolojik unsurlara, halk
hafızasının seçtiği sembollere sıkça rastlanır.
Destanlar hem edebiyatın hem sözlü tarihin
taşıyıcısıdırlar. Türk destanları açısından
düşünüldüğünde araştırmacıların özellikle bu
ikincisini ihmal ettikleri, destanın bu özelliğinin
üzerinde pek durmadıkları görülür. Tarihini ve
edebiyatını okuyan/bilen kişi, bu bilincin farkına
varacaktır. Bu sebepten destanlara hayali ürünler
olarak değil, sosyolojik bir metin olarak bakmak
gerekmektedir. Buna göre Türk destanlarını
incelemek; Türk kültürünü, tarihini vb. de
incelemek demektir. Bu çalışmada, Türeyiş
destanları ile ilgili beş rivayet karşılaştırılarak bu
rivayetlerde yer alan kültürel kodlar üzerine bir
inceleme yapılmıştır. Türeyiş destanı ile ilgili beş
rivayet bulunmaktadır. İlk üç rivayet Çin
kaynaklarından alınmıştır. Dördüncü rivayet
Reşideddin Fazlullah’ın Cami’üt-Tevarih adlı
eserinde, son rivayet Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın
Şecere-i Türk’ünde yer almaktadır. Çalışmada
Türklerin türeyişini anlatan menşe mitlerinden
Türeyiş destanının Cami’üt-Tevarih’teki rivayeti
esas alınarak karşılaştırmaya gidilmiştir.
İnceleme için İran kaynaklı Cami’üt-Tevarih’in
esas alınmasının sebebi, Türeyiş destanlarının en
tarihî nüshası olmasıdır. Cami’üt-Tevarih
nüshasının özetinden sonra diğer rivayetlerle
karşılaştırılması yapılmış, ardından bu destanlarda yer alan kültürel kodlar üzerine bir
değerlendirmeye gidilmiştir. İnceleme
sonucunda Türkler için soy devamlılığının önemi
ve Türklerin devlet/millet/aile bilincine verdikleri
değer ortaya çıkmaktadır. Bu tür destansı
metinleri okuma, anlamlandırma ve kültürel
kodlarını çözme, Türk kültürünün ne kadar
zengin olduğunu, Türk tarihinin ve edebiyatının
da bir o kadar köklü olduğunu göstermek
açısından önem arz etmektedir
Giriş
Kişiliğin oluşmasında, aile bireyleri arasındaki bağların sağlam bir yapıya
oturmasında, toplum üyeleri ile olan ilişkilerin düzenlenmesinde, gelişmesinde ve
yürütülmesinde inançların rolü büyüktür (Araz 1996). Bir topluma ait inançlar, o toplumun
sözlü edebiyat ürünlerine de yansır. İlkel insanların bir nevi inançları olarak ele alınan
mitoloji, halkın din ihtiyacını manevi yönden doldurduğu için halk hafızasında önemli bir
yer tutar. “Mitolojiler, destan devrini bugüne taşıyarak, gizemli varoluş değerlerini
açımlayan bütünleyici imgelerdir. Evrenin, insanın, tabiattaki varlıkların vb. gibi ilk
yaratılışını, toplumsalın sosyokültürel değerlerini aktaran inanca dayalı kutsal anlatılardır.”
(Şenocak 2013: 2527).
Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu, mitlerin özelliklerini şöyle sıralamaktadır:
Mit kutsal bir hikâyeyi ihtiva eder. İlkel zamanlarda meydana gelmiş bir
olayı anlatır. Mitte her zaman bir yaratma söz konusudur. Bazı şeylerin nasıl
meydana geldiğini ve oluştuğunu ele alır. Gerçekte olan şeyleri anlatır.
Mitlerdeki karakterler olağanüstü varlıklardır. Onların ne yaptıkları çok
eski zamanlarda 'Başlangıç' zamanında biliniyordu. Mitler bu
kahramanların yaratıcılıklarını gösterir. Onların kutsal ve olağanüstü
oluşlarını açıklar. Kısaca mitler, çeşitli kutsal, olağanüstü değerleri
açıklarlar. Bunlar bütün dünyayı kuran ve bugüne kadar getiren gerçek
değerlerdir (1990: 5).
Destanlar ise mitolojinin içerisinde ayrı bir yere sahiptir. Destanın birçok tanımı
mevcuttur: “Destanlar, bir milletin kültürel yaşantısı, millî şuur ve hafızasını edebî bir
zevkle sunan tarihî aynalardır.” (Şenocak 2013: 2527). Nesilden nesile aktarılan ve bir
millî kahraman veya ait olduğu toplumca sevilen kişilerin hayatlarını, mücadelelerini,
sözlü veya yazılı şiirimsi bir dille anlatan manzumelerdir (Eroğlu 1996: 39). Destanlar bir
milletin hayatında yer alan tarihî, siyasi, sosyal estetik, dinî olgu ve vakalara
odaklanmaktadır (Düzgün 2007: 8).
Destanlarda yer alan mitolojik unsurlar, halk hafızasının seçtiği sembollerdir.
“Destanlar, bir milleti geçmişine bağlayan pek çok mitolojik sembol ile örülmüştür.
Destanlarda geçen ağaç, dağ, su, ateş, demir, rüya, vb. semboller, Türk milletinin yaşam
öyküsünü ve geçmişine dair bilgileri çözümleyebileceğimiz bir yol haritası gibidir.”
(Şenocak 2013: 2527). Sembolleri iyi okuyabilmek, bizi doğru yola götürecek, Türk
kültürünü ve Türklerin kültürel zenginliğini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Bu açıdan
bakıldığında “Türk destanları, İslam öncesi Türklerin kozmogoni anlayışlarını,
inanışlarını, tarihlerini, edebiyatını ve hatta yasalarını içinde toplayan bir mahiyet arz
etmektedir.” (İnan 1987: 223).
Destanlar hem edebiyatın hem sözlü tarihin taşıyıcısıdırlar. Türk destanları
açısından düşünüldüğünde araştırmacıların özellikle bu ikincisini ihmal ettikleri, destanın
bu özelliği üzerinde pek durmadıkları görülür. Hâlbuki “Tarih ve edebiyat, geçmiş ve
gelecek arasında bir köprü gibidir. Yaşanmışlıklar ağıyla örülmüş anlatmaya dayalı türlerin
amacı, deneyimlerden faydalanılarak kendilik bilincimizi kurabilmemizdir.” (Şenocak
2013: 2535). Tarihini ve edebiyatını okuyan/bilen kişi, bu bilincin farkına varacaktır. Bu
sebepten destanlara hayali ürünler olarak değil, sosyolojik bir metin olarak bakmak gerekir.
Buna göre Türk destanlarını incelemek; Türk kültürünü, tarihini vb. de incelemek
demektir. Türkler için vatan, millet ve devlet kavramlarının önemi açıktır.
Vatan/yurt, kişinin kendi öz değerleriyle beslenerek, aynı dili, dini, tarihi,
kültürü ve yaşanmışlıkları paylaştığı kendisi gibi olanlarla varlığını özgürce
büyütebildiği, güvende olduğunu hissettiği kutsal bir anadır. Yurtsuz/anasız
kalan bir milletin sonu, köksüzlük içinde yok oluştur. Ergenekon
Destanı’nda, bir milletin değerler dünyasını özgürce gerçekleştireceği ata
yurt özlemi demir dağda, erginlenme aşamasının tamamlanmasıyla
gerçekleşir (Şenocak 2013: 2531).
Eski Türklerin dini denildiğinde Şamanizm ön plana çıkar; ancak Türkdoğan bunun
yanlışlığını şu şekilde dile getirmektedir: "Eski Türklerde dinî inançlarla ilgili olarak bazı
kültlere rastlamaktayız ki, "Şamanizm" bunlardan biridir. Sosyoloji ve antropoloji
açısından kült; bir dinin ibadet ile birleşen uygulamaları ve merasimler kümesidir. Bu
nedenle, Şamanizm bir din değil bir külttür. (Türkdoğan 1996: 190, Bekki 1996: 26). Eski
Türkler tek tanrılı bir din olan Gök Tanrı inancına bağlıdırlar
Eski Türk dini üzerinde çalışmalar yapan Ziya Gökalp de Avrupalıların, Türklerin
bütün dini sistemlerine “Şamanizm” demekle hataya düştüklerini, Türklerin eski dinlerinin
“Toyunizm” olduğu görüşünü savunmaktadır. Türklerin tarih sahnesine çıktıktan sonra
eski Türk dinine “Toyonizm” yahut “Nom” demek gerektiğini belirtmektedir (Gökalp
1976: 40).
Abdulkadir İnan ise Şamanizm’i eski Türk dini olarak kabul etmektedir. Şamanlığın
bulunduğu saha itibariyle de gelişmiş bir durumda olduğunu belirtmektedir (İnan 1976: 2).
1.1.Türeyiş Destanı
Türeyiş Destanı ile ilgili beş rivayet bulunmaktadır. İlk üç rivayet Çin
kaynaklarından alınmış, dördüncü rivayet Reşideddin Fazlullah’ın Cami’üt-Tevarih adlı
eserinde, son rivayet Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünde yer almaktadır. Bu
çalışmada Türklerin türeyişini anlatan menşe mitlerinden Türeyiş Destanı’nın Cami’ütTevarih’teki rivayeti üzerine bir inceleme yapılmıştır. Türeyiş destanlarının en tarihî
nüshası olması hasebiyle inceleme için İran kaynaklı Cami’üt-Tevarih esas alınmıştır.
Cami’üt-Tevarih nüshasının özetinden sonra diğer rivayetlerle karşılaştırılması yapılmış,
ardından bu destanlarda yer alan kültürel kodlar üzerine bir değerlendirmeye gidilmiştir.
1.1.1. Cami’üt-Tevarih Nüshasının Özeti
Türeyiş destanlarının Cami’üt-Tevarih dışındaki diğer rivayetlerinde Köktürkler
konu edilirken Reşideddin Fazlullah’ın Cami’üt-Tevarih adlı eserinde Köktürkler’in değil
Moğolların yeniden dirilişi, türeyişi esas alınmıştır. Türkler üzerine söylenen bu türeyiş
destanının Cami’üt-Tevarih’te Moğollara uydurulduğu görülüyor. Zaten destanın giriş
cümlesinde de Moğol boylarının Türk kabilelerinden olduğu belirtilmektedir.
“Bu kutsal kitabın girişinde de söylendiği gibi Moğol boyları genel olarak Türk
kabilelerinin bir bölümüdür. Her iki kavmin fikirleri ve dilleri birbirine benzer. Bunların
hepsi Nuh Peygamberin oğlu Bulca Han’dan türemişlerdir. Bulca Han bütün Türk
kavimlerinin atası idi.” (Gömeç 2009: 195).
Türklerin başlangıçta kitapları ve yazılarının olmadığı, tarihî olayları
kaydedemedikleri, tarihî olayların ancak yakın zamanda anlatılanlara ve nesilden nesile
aktarılan bilgilere göre öğrenildiği bilgisi ilk paragrafta verilir. Daha sonra Moğolistan’ın
şimdiki yeri belirtilir.
Yüzyıllar önce Moğolların Türklerle araları açılır. Yapılan savaşta Türkler galip
gelir ve Moğolları dağıtır. Burada anlatı, durgunluktan coşkunluğa doğru bir seyir
hâlindedir. Moğollardan geriye sadece iki kadınla iki erkek kalır: Kıyan ve Negüz. Bunlar
Ergenekon denilen bölgeye sığınırlar, orada yıllarca kalır ve çoğalırlar. Artık oraya
sığmayacak duruma geldiklerinde tek geçidin yanındaki demir madeni eritir ve dışarı
çıkarlar. Demir madeni eritirken körükleme işinde Kıyanlara yardımcı olan Negüz ve
Uranhay boylarıdır.
Kongrat aşireti ile ilgili de bir rivayet nakledilir: Madenin erimesi sırasında
herkesten önce çıkmaya çalıştıkları için Tanrının onları cezalandırdığı düşünülür. Çünkü
bir hastalıktan dolayı bacakları ve ayaklarının ağrımasını buna yorarlar. Ergenekon denilen
bölgede şimdi bir Moğol kabilesinin oturduğu bilgisi ile destan sonlanır. Destanın
sonlarına doğru coşkunluktan durgunluğa doğru bir geçiş söz konusudur. (Gömeç 2009:
195-198).
1.1.2.Cami’üt-Tevarih ile Diğer Rivayetlerin Karşılaştırılması
Karşılaştırma yapmadan önce diğer rivayetler hakkında kısa bir bilgi verilmesi
uygun görülmektedir:
Birinci ve Üçüncü Çin Rivayetleri hemen hemen birbirine yakındır. Bu rivayetlerde
Lin adlı bir devlet, Köktürklere son verir. Geriye küçük bir çocuk kalır. Onu öldürmeye
kıyamazlar; ancak kolları-bacakları kesik halde bataklığa atarlar. Dişi bir kurt çocuğa
yardım eder. Bir süre birlikte yaşarlar. Kurt, çocuktan gebe kalır. Çocuğun yaşadığını haber
alan düşman askerleri kurtla çocuğu öldürmeye gelirler. Kurt dağa kaçar. Bir mağaraya
girer ve orada on çocuk doğurur. Birkaç nesil sonra mağaradan çıkarlar. Birinci rivayet,
mağaradan çıkan Börülü sülalesinin Juan-juanlara tabi olarak onların demircileri olduğunu
yazar.
İkinci Çin rivayetinde kurttan olmuş ve bazı olağanüstü (yağmur yağdırma, rüzgâr
estirme gibi) yetenekleri olan İçin Kutlug’un, iki eşe sahip olduğu belirtilir. Bunlar, yaz ve
kış tanrılarının kızlarıdır. Burada Türk kağanının Tanrı’dan kut aldığına ve kutsallığına
dikkat çekilmektedir. İçin Kutlug’un dört çocuğunun en büyüğü ateşi bularak bir kavmi
ölümden kurtarır. Bundan dolayı kardeşleri onu başkan seçer ve ona Türk unvanını verirler.
Gerçek ismi Apa Tuglu’dur. Kardeşlerden biri leylek (ya da kuğu) olmuştur. Börülü ailesi
Apa Tuglu’nun on karısından en küçüğünün neslinden gelir. Türk ölünce on anneden doğan
erkek çocukları aralarından birini kağan yapmak isterler. Ağaca doğru kim daha yükseğe
zıplarsa o başkan olacaktır. Börülü’nün oğlu en yükseğe zıplar ve başkan seçilir.
Şecere-i Türk’te Moğolların başındaki Sebinç Han, Türklerin başına geçen İllig Han’ı
savaşlarla yenemeyince hileye başvurur ve Türklere bir katliam uygulanır. Herkesi
öldürdüklerini, soylarını tükettiklerini düşünürler. Ancak İllig Han’ın en küçük oğlu Kıyan
ve yeğeni Negüz eşleriyle birlikte esir düşmüşlerdir. Düşman elinden kaçmayı başarır ve
Ergenekon denilen bölgeye yerleşirler. 400 yıl burada yaşayan ve gittikçe çoğalan Türkler
tekrar memleketlerine dönmek için bu sarp, geçit vermez dağların ortasındaki ovadan çıkmak
isterler. Demir madenini eriterek kendilerine yol açarlar. Ergenekon’dan çıktıkları o günü ve
saati unutmaz, bu günü bayram olarak kutlarlar. Düşmanlarından da öçlerini alırlar.
Cami’üt-Tevarih rivayetinin farklı kısımları şöyle sıralanabilir:
a) Türklerin türeyişini anlatan bu destan Cami’üt-Tevarih’te Moğollara uyarlanmıştır.
b) Cami’üt-Tevarih’te Türklerin Nuh Peygamberin oğlu Bulca Han’dan türediği
belirtilir. Diğer rivayetlerde Nuh Peygamber’den bahsedilmez.
c) Türklerin başlangıçta kitapları ve yazılarının olmadığı, tarihî olayları
kaydedemedikleri, tarihî olayların ancak yakın zamanda anlatılanlara ve nesilden nesile
aktarılan bilgilere göre öğrenildiği anlatılır. Diğer kaynaklarda böyle bir bilgiye rastlanmaz.
d) Cami’üt-Tevarih’te Moğollardan geriye sadece iki kadınla iki erkek kalır: Kıyan
ve Negüz. Bu isimler Şecere-i Türk’te Türklerin başı İlhan’ın oğlu ve yeğeni olarak geçer.
e) Kurt ve mağara kavramları bu nüshada yer almaz.
f) Demiri eritme sırasında Kongratlar herkesten önce fırlamış ve kimseye sormadan
öbür tayfaların ocaklarını, ateşlerini çiğneyerek dışarı çıkmışlardır. Bundan dolayı da Tanrı
bu kavmi cezalandırmıştır. Kongratların ayak ağrılarını herkes bu pervasız davranışın cezası
olarak görür. Tanrı’nın Kongratları cezalandırması sadece bu varyantta yer alır.
g) Kan davası ifadesinin de İran kaynaklı bu rivayette görülmesi dikkate değerdir.
Türklerle Moğollar arasındaki anlaşmazlığın git gide büyüdüğü ve kan davasına dönüştüğü
ifade edilir. Günümüzde de kan davası özellikle güneydoğu illerinde görülen önemli
sorunlardan birini teşkil etmektedir.
1.1.3.Türeyiş Destanlarında Yer Alan Kültürel Kodlar
Erkek Çocuk:
Türeyiş destanının bir menşe miti olmasından dolayı Türk soyunun
devamlılığı açısından beş rivayette de erkek çocuk kavramına rastlanır. Bir ve üçüncü
rivayetlerde kurdun on erkek çocuk doğurması, ikinci rivayette Apa Tuglu’nun on
karısından on erkek çocuğunun olması, Cami’üt-Tevarih’teki mağlup olan boydan geriye
kalan iki erkek ve iki kadın, Şecere-i Türk’te ise kağanın esir düşen oğlunun ve yeğeninin
eşleriyle birlikte kaçması; soyun devamlılığında erkek çocuğun ne kadar önemli olduğunu
göstermektedir. Erkek; aileyi, devleti, milleti temsil eder.
yaratılış miti yer alır. Erkek çocukla ailenin oluşması bu destanla ön plana çıkar.
İkinci sırada Türeyiş ve Bozkurt destanları görülür. Bu destanlar birer menşe mitidir,
tükendi denilen bir soyun erkek çocukla tekrar türemesi ve Türklerin nereden geldikleri
anlatılır. Üçüncü sırada Oğuz Kağan Destanı yer almaktadır. Bu destanla millet- devlet
aşamasına gelinir. Türklerin bir millet olduğunu anlatan ilk destandır. Son sırada ise,
devletin ileri boyutta teşkilatlanmasını anlatan Dede Korkut Hikâyeleri yer almaktadır
Çin kaynaklı birinci ve üçüncü rivayetlerde soykırıma maruz kalan Türklerden
geriye kalan küçük çocuğu düşmanlar öldürmeyip elleri ve ayakları kesik bir vaziyette
bataklığa atarlar. Metinde küçük çocuğa acıdıklarından böyle yaptıkları anlatılır. Ancak bu
şekilde bataklığa atılmak, ölmekten daha beter bir durumdur. Erkek çocuğun aileyi ve
genel anlamda da devleti temsil ettiği düşünüldüğünde geriye kalan küçük çocuğa
acımaktan ziyade elleri ve ayakları kesik bataklığa atılması katliama uğramış bir soyun
aynı zamanda ne kadar da aciz bir konuma düştüğünü göstermeleri açısından dikkat
çekicidir. Çünkü el ve ayak, insan vücudunda kişinin kendi işini kendisinin yapabilmesini
sağlayan iki önemli uzuvdur. El ve ayağın olmaması, başkalarına muhtaç olmak
anlamındadır. Bunun için Türkçede “elden ayaktan düşmek (kesilmek)” diye bir deyim de
vardır. Özellikle Türkler, savaşçı, asker bir millettir; ok atar, güreşir, at biner vs. Bütün
bunlar elle, ayakla yapılabilecek ve gücü gösteren etkinliklerdir. Düşmanların son kalan
çocuğa bunları yapması, Türklerin gücünü yok ettiklerini, başkalarına muhtaç hâle getirip
yavaş yavaş ve daha büyük bir acıyla ölüme terk ettiklerini gösteren büyük bir düşmanlığa
işaret etmektedir
Aynı zamanda Cami’üt-Tevarih’te geçen Kongratların ateş daha yanarken söz
dinlemeyip dışarı çıkmaya çalışmaları sonucu oluşan ayak ağrıları da buna işarettir. Birlik
ve beraberliği hiçe sayan bu boyun daha sonra oluşan ayak ağrıları, güçten düştüklerini,
dağılmaya yüz tuttuklarını gösterir.
Dağ:
Türkler için iki sebepten dolayı dağ önemlidir: Birincisi Tanrı ile insanın en
yakın olduğu mekân dağdır. Göğe yakın olması ve yüksekliğinden dolayı Allah’a yakınlık
hissi verir. İkincisi de dağ, Türk kavminde bozkırdan yerleşik hayata geçişe engel teşkil
eden bir unsurdur. Dağ, sığınak olarak görülür. Yalnızlık duygusu hâkimdir. Türklerde her
soyun bir dağı vardır. Özellikle de erkek soyunun bir dağı vardır. Soyun en yaşlı üyesi dağ
ile temsil edilir. Dağ bir merkez olarak görülmektedir. Kağan’ın oturduğu yer, kutup yıldızı
yani orda/ordu bu merkezdedir. Kozmik dağın zirvesi, yalnızca dünyanın en yüksek
noktası olmakla kalmaz; aynı zamanda dünyanın göbeği, yaradılışın da başladığı yer olarak
kabul edilir (Eliade 2002: 26).
Dağ bir mikrokozmoz (evrenin daha küçük bir parçada yansıması) olarak
görülebilir. Dağın kökleri de aynı ağacın kökleri gibi yer-sub denilen yerin altındadır.
Yerin ve suyun kutsallığı kadar dağın kutsallığı da vardır. Mezarların dağların üstüne
yapılması da eski bir inanış ile ilgilidir. Ruhların Allah’a daha yakın olduğu düşünülür.
Eski Türkler, her dağın bir koruyucu ruhu olduğuna inanmışlardır. Kurbanlar, yüksek dağ
tepelerinde kesilmiş, toplumda ün kazanmış saygı duyulan kimselerin mezarları yüksek
dağ başlarına yapılmıştır (Ögel 1971: II/290).
Dağ kodu, ele alınan rivayetlerin -ikinci Çin rivayeti hariç- hemen hemen hepsinde
görülür.
Kurt- Mağara:
Mağara, sığınılacak yer olarak görülür, soyun devamını sağlayıcıdır.
Kurdun gidip mağarada doğurması, çocuklarını orda büyütmesi bunu açıkça
göstermektedir. Yer; üretkenliği, dişiliği temsil ettiği için kutsaldır. Mağaranın manevi
anlamda bir ana rolü vardır. Hz. Muhammed’e ilk vahiy bir mağarada gelmiştir. İnsanın
kendini dinlediği, gerçekle yüzleşebildiği bir mekândır.
Kurt, Türk kavmi için önemli kültürel kodlardan biridir. Türkler neden kurdu
kendilerine bir simge olarak seçmişlerdir? Çünkü kurt güçlüdür, gücü temsil eder. Gücün
Türk’e geçişini kurt sağlar. Özellikle kurdun sütünü içmek, ondaki bütün gücün,
özelliklerin o kavme geçtiğini gösterir. Burada sadece “güç”, bir gösterge değildir. Aynı
zamanda kurt, sosyal bir hayvandır; aile sahibi olan tek hayvandır. Türkler devlete,
dolayısıyla devletin en küçük birimi olan aileye de oldukça önem vermektedir. Kurt,
Türklerin yaşadığı coğrafyayla uyumlu bir hayvandır. Hatta kurt için bozkıra en uyumlu
hayvan, denilebilir. Kurt, yol göstericidir, askerdir. Çünkü yol gösterici, asker o bölgeyi en
iyi bilendir. Yaşanılan bölgeyi iyi bilmek bir saldırı anında gerekli önlemleri alabilmek için
şarttır. Kutsal kurt, adı veya varlığıyla esareti, tükenişi ve acizliği kendisine yediremeyen
yoktan var olan soylu bir milletin ilerlemesine dinamizm kazandıracak sonsuz enerji
kaynağıdır (Şenocak 2013: 2534).
Sadece Çin kaynaklarında kurt ve mağara koduna rastlanır. Cami’üt-Tevarih ve
Şecere-i Türk’te görülmez. Bu rivayetlerde mağlup edilen boylardan iki kadın ve erkekten
başka kimse kalmaz. Nesil, bu iki aileden türer ve çoğalır. Çin kaynaklarında Türkleri
kurtla özdeşleştirme devlete, aileye önem veren, güçlü, asker, değerleri uğruna savaşan bir
millete işaret etmektedir.
Üçüncü Çin kaynaklı rivayette “zavallı bir hâlde bırakılmış küçük çocuğa yardım
eden kurdun kutsal ruhlarla ilgisinin olduğu”ndan bahsedilir. Kutsal bir varlık olarak
görülen kurt, burada da kutsal ruhlardan dolayı bataklığa bırakılan çocuktan haberdardır
ve o çocuğa yardım etmeyi bir görev bilir, ona et ve yiyecek taşıyarak sağlığına
kavuşmasını sağlar. Gömeç (2009: 189), bu destanlarda sözü edilen dişi kurdun (börü)
tamamen çocuğu koruyan ve büyüten bir kadın olduğu görüşündedir. Fakat daha sonraki
çağlarda bu olay, Türklerin kendilerine çok yakın gördükleri ve kutsal saydıkları kurdun
kişiliğinde özdeşleşmiştir. Kurdun, Köktürk Yazıtlarında geçen Umay’ın bizatihi kendisi
olabileceğinden de bahseder. Umay’ın bütün Türk milleti tarafından bilinmesi ve geçmiş
çağlardan beridir Türkler arasında yaşaması, ona sonsuz bir saygı duyulması, ayrıca soyun
devamı olan çocukları koruduğuna inanılmasının altında farklı bir anlam yatıyor
olabileceği düşünülür (Gömeç 2009: 205). Kurt motifinin koruma, uğur, bereket ve
tedaviye çağırışım yaptığı bilinmektedir (Kalafat 2006: 274). Kurt, türeyiş destanında bu
özelliklerin yanı sıra önder, yol gösterici roller üstlenmiştir.
Türeyiş destanları köken miti olarak değerlendirilir. “Bütün bu köken mitlerinin
ortak yönü, Tanrı tarafından gönderildiğine inanılan kutsal bir kurt yardımıyla Türklerin
yok oluştan kurtuluşlarını ve yeniden türeyişlerini anlatmasıdır.” (Oğuz 2009: 52).
Ağaç:
Sadece ikinci Çin rivayetinde göze çarpar. Türk kavmi ağacın altına gider ve
şu karar verilir: Ağaca doğru kim daha yükseğe zıplarsa o, başkan olacaktır. Ağaç, aile ve
soyun sembolüdür. Verilen bu kararla soyun kimden devam edeceği anlaşılır.
“Türk ölünce, on değişik anneden doğan çocukları toplandılar ve aralarından
birini kağan yapmak istediler. Hepsi büyük bir ağacın altına gittiler ve orada şuna karar
verdiler: Ağaca doğru kim daha yükseğe zıplarsa, o başkan olsun. Börülü’nün oğlu
diğerlerinin içinde en genç olması hasebiyle en yükseğe zıpladı. Böylece onu önder
seçtiler.” (Gömeç 2009: 192)
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul’un gördüğü rüyadaki
ağaç da buradaki gibi simgesel bir anlatımın göstergesidir. Türk literatüründe yer alan
hayat ağacı, soy ağacı gibi ifadeler, eski Türk inancındaki ağaç kültünün günümüze değin
varlığını sürdürdüğünü gösteren yansımalarıdır
Ergun (2010: 120), Türk kültüründe yalnız ağacın Tanrı’yı, tekliği, kutsalı temsil
ettiğini belirtmektedir.
Anadolu’nun pek çok yöresinde, türbelerin, tekkelerin ve ulu ağaçların
takdis edilerek, çaput bağlanması ve mum yakılması fenomeninin altında,
İslam öncesi Türklerdeki ağaç kültü ve buna bağlı inanışlarının bir izi
olduğu açıktır. Türkler, Müslüman olduktan sonra, kutsal ağaç inancı ve
buna dayalı bir takım uygulamaları İslamiyet’le birlikte yaşatmaya devam
etmişler veya bu inanç ve uygulamaları İslami unsurlarla uzlaştırmışlardır.
(Işık 2004: 104-105).
Demir:
Türeyiş destanlarında demir madeni eritme Cami’üt-Tevarih ve Şecere-i
Türk’te yer almaktadır. Çin kaynaklarındaki rivayetlerde bu olayın olmadığı görülür.
Demir madeni eritme; bir sınanma, zorluk karşısında zekânın ortaya konmasıdır.
Zorlukların üstesinden gelmeyi, önüne çıkan bir engeli aşmayı ifade eden demir, Türeyiş
destanlarının temelini oluşturan önemli bir kültürel koddur
Demir, gücü temsil eden bir kavramdır. Savaş stratejisindeki tek araç demirdir.
Demir, bir nevi silah sanayisinin simgesidir. Oğuz Kağan Destanında da Oğuz Kağan’ın
düşmanı yenmesinin sebebi elinde demir olmasıdır: “Canavar geyiği ve ayıyı yedi. Kargım
demir olduğundan dolayı onu öldürdü. Canavarı da ala doğan yedi, okum bakır olduğu için
onu öldürdü.” (Gömeç 2009: 49).
Birinci Çin kaynağında ise demir olmasa da demirci kavramı geçmektedir. Kurdun
mağarada on çocuk doğurmasından uzun bir süre sonra Türk kavmi oradan çıkar ve JuanJuanlara tabi olurlar. Bu devletin demircileri olurlar. Juan-Juanlara tabi olmak, bir başka
devletin emri altına girmek anlamındadır. Hele ki o devletin silahlarını yapmak, gücünü
koruyabilmesi adına silah sanayisinde çalışıyor olmak, Cengiz Aytmatov’un bahsettiği
mankurtlaştırma şekline bir örnektir. Bu rivayette kendi devletini kuramayan, gücü elinde
bulundursa da başka bir devlet için çalışan bir Türk profili çizilmiştir.
Şecere-i Türk’te de aynı şekilde “demirci” kavramını görürüz. Demircinin yol
göstermesi, önerisi sayesinde demir dağın eritilmesi kararlaştırılır: “O zaman bir demirci
dedi ki: Benim bildiğim bir yerde demir madeni var. Eritip kendimize yol açarız.” Gidip
orayı gördüler ve bu fikirde karar kıldılar.” (Gömeç 2009: 201). Türkler için ordunun ne kadar önemli olduğu bilinir. Savaş sırasında vatanı-milleti koruyacak gücü elinde
bulunduran, silaha sahip asker/ordu, “demirci” ile temsil edilmektedir.
Asker kimliğindeki bir kavim için demir kodunu içeren bir destana sahip olmak
büyük önem taşımaktadır
Ateş:
Ateş, Türk milleti için önemli bir kod içermektedir. Türk mitolojisinde ateşe
çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Çin kaynaklarında demir madenini eritme ya da ateş yakma
olmasa da ateşin keşfi dikkat çekicidir. İkinci Çin rivayetinde Köktürklerin kabile reisinin
kardeşlerinden İçin Kutlug’un en büyük çocuğu ateşi bulup bir kabileyi ölümden
kurtarmıştır. Bu sebepten diğer kardeşleri onu başkan seçer ve ona “Türk” unvanını
verirler. Ateşi bularak bir kabilenin soğuktan yok olmasını engellemesi, metnin görünen
kısmıdır. Buzdağının altındaki kısım ise bizi çok daha farklı bir yerlere götürmektedir.
Ateş; ocak, yuva, halk anlamlarına gelen kültürel bir koddur. Türk, ateşi bularak yani birlik
ve beraberlik içinde olmalarını, ailelerine sahip çıkmalarını sağlayarak, onlara millet olma
yolunu göstererek onların toplumsal varlıklarını yok olmaktan kurtarmıştır. Türk, sadece
kendi birlik beraberliğini değil, başka milletlerin birliğine de önem vererek Türk’ün
özünde, ruhunda bencillik olmadığını kanıtlamıştır. “Ateş, erginleyici bir sınav aracıdır.
Temizlenme ve dönüşme aracı” (Eliade 1992: 115) olarak da kabul edilmektedir.
“Demirciler, özel ruhlarca korunurlar. Mitlere göre ateşi bulan, insanlara tarımı,
hayvanları evcilleştirmeyi öğreten ilk demircidir. Eğitmen-Demirci, insanı gizleri
anlayabilecek hale getirerek Tanrı’nın işini tamamlar ve kusursuzlaştırır.” (Eliade 1992:
87, 100, 103).
Cami’üt-Tevarih’te de ateş kodu görülmektedir. Demiri eritme sırasında Kongratlar
herkesten önce fırlamış ve kimseye sormadan öbür tayfaların ocaklarını, ateşlerini
çiğneyerek dışarı çıkmışlardır. Bundan dolayı da Tanrı bu kavmi cezalandırmıştır. Başka
tayfaların ocaklarını, ateşlerini çiğnemek; onları hiçe saymak, aile birliğine önem
vermemek, halk olarak bir bütünlük içinde hareket etmemek, halk- millet kavramına sırt
çevirmek şeklinde yorumlanabilir ki sonrasında el ve ayaklarındaki ağrılar onların
güçsüzlüğüne, acizliğine delalettir. El ve ayak kavramları Türk milletinin savaşçılığını,
bilek ve akıl gücünü yansıtır. Kongratlar, bu pervasız hareketleri sonucu yalnız kalmış,
birlik ve beraberlik içinde olmadıklarından güçten düşmüşlerdir.
Cami’üt-Tevarih ve Şecere-i Türk’te geçen ve “dağı eriten ateş, Türk birlik ve
beraberliğidir.” (Şenocak 2013: 2533).
Çadır:
Kağan’ın oturduğu yer, dünyanın merkezidir. Bu merkezin kutup yıldızının
tam altında olduğu düşünülmektedir. Bir göçebe çadırının tepe noktasında dünyanın
dönüşünü temsil eden bir simge bulunmaktadır. Göçebe yaşayan Türk kavmi için çadır
büyük bir önem arz etmektedir.
Göçebe otağı, kozmoloji anlayışına uygun olarak kâinatın bir modeli, bir tür
mikrokozmoz şeklinde tasarlanmıştır. Yeryüzü dört köşelidir ve gökyüzü bunu örten bir
çadır şeklindedir.
On Sayısı: Özellikle Çin kaynaklarında on sayısına rastlanır. On yaşındaki çocuğun
ayakları kesik bataklığa bırakılması, kurdun mağarada on çocuk doğurması, Türk unvanını alan Apa Tuglu’nun on karısının olması gibi. Şecere-i Türk’te de çarpışmaların on gün
sürmesi ile eşleriyle birlikte esir düşen Kıyan ve Negüz’ün on gün sonra kaçmaları yer
almaktadır.
İlk Türk devlet teşkilatı, Hunlar zamanında kurulmuştur. Onluk teşkilat, on asker,
On Uygurlar vd. bu sayının önemine ve kutsallığına işaret eder
On sayısı gibi dokuz da Türk mitolojisinde sık kullanılan bir sayıdır. “Dokuz,
Türklerde kutsal rakamdır. Dokuzun as ve üs katları da yine önemli rakamlardandır.
Dokuz Tuğ, Dokuz Oğuz, Dokuz Boy, Dokuz Yer, Dokuz Gök gibi… Tuva Cumhuriyetinin
başkenti olan Kızıl şehrinin yakınlarında Dokuz Bulak adı verilen bir su kaynağı vardır.
Türklerde 9, 19, 90, 99, 900 şeklinde bir sıralama önem kazanır.” (Karakurt 2011: 77).
Dokuz Oğuzlar ifadesindeki ses benzerliği de dikkat çekicidir.
İncelenen metinlerde on sayısı dışında başka sayılar da dikkat çekmektedir:
Türklerin yedi günde suları/boğazları geçmeleri, 400 yıl Ergenekon’da kalmaları, 900 deve
derisinden körükler dikilmesi gibi anlatımlarda görüldüğü üzere farklı sayılarla da
karşılaşılmaktadır.
Leylek-Kuğu:
İslamiyet’ten önceki dönemlerde bazı Türk toplulukları kuşları
ongun (totem) saymışlardır. Kuşun insan ruhunu temsil ettiğine inanılırdı (Çoruhlu 2010:
174). İkinci Çin rivayetinde Türk’ün kardeşlerinden birinin leylek (kuğu) olduğu söylenir.
Türk’ün babası da yaz ve kış tanrılarının kızlarıyla evlidir. Burada mitolojik uzantılar
sebebiyle Türk soyunun kutsallığına vurgu yapılmakta olduğu görülür.
Yağmur-Rüzgâr:
İkinci Çin rivayetinde geçen kavramlardır. Kurttan olan İçin
Kutlug’un yağmur yağdırma, rüzgâr estirme gibi yetenekleri vardır. Eski insanlar mitlerle
çeşitli doğa olaylarının sebeplerini açıklama yoluna gitmişlerdir. Böylelikle nesnelere
hâkim olma, kökenini bilme, kişiyi psikolojik bir doyuma ulaştırmıştır. Tanrıdan kut almış
birinin doğa olaylarına hâkim olması, yadırganamaz bir durumdur.
Sonuç
Bu çalışmada, Türeyiş destanları ile ilgili beş rivayet karşılaştırılarak bu rivayetlerde
yer alan kültürel kodlar üzerine bir inceleme yapılmıştır. Sonuç olarak Türkler için soy
devamlılığının önemi ve devlet/millet/aile bilincine yönelik değer ortaya çıkmaktadır.
Tüm rivayetlerde yer alan ortak kültürel kod, “erkek çocuk” kodudur. Ele alınan
diğer kültürel kodlar ise, kimi rivayetlerde görülürken bazısında da hiç yoktur. Erkek
çocuktan sonra en çok değinilen kod, dört rivayette de yer alan dağ kavramıdır. Bunu on
sayısı ve ateş kodları takip etmektedir. Ağaç, leylek-kuğu, yağmur-rüzgâr kavramları ise
sadece 2. Çin rivayetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Çin kaynaklarında görülen “kurtmağara” kodu ise diğer rivayetlerde yoktur. Sadece Cami’üt-Tevarih ve Şecere-i Türk’te
yer alan ama Çin kaynaklarında olmayan tek kültürel kod ise demirdir. Bu bilgiler ışığında,
erkek çocuk, dağ, on sayısı, ateş ve demir kodlarının türeyiş destanlarının çoğu rivayetinde
sıkça yer aldığı tespit edilmiştir.
Erkek çocuk, devleti temsil eder ve devletler de ailelerden oluşur. Türk inancında
ailenin temelinde erkek vardır. Çin rivayetlerinde soyu tükenen Türklerden geriye sadece
ayakları- kolları kesik bir çocuk kalır. Türklerin bu kadar aciz bir durumda dahi nasıl ayağa kalktıkları, tekrardan bir devlet oldukları, düşmanlardan öçlerini aldıkları, hem de
kutsanmış bir millet olarak tekrar bu güçlerini tüm dünyaya gösterdikleri Çin
kaynaklarından okunmaktadır
Destanda yer alan dağ, ağaç, mağara, kurt sembollerinin hepsi tek şeye işaret
etmektedir: Soyun devamını sağlama. Türkler için soyun devamlılığı esastır. Günümüzde
de erkek çocuğa duyulan aşırı istek bunu göstermektedir.
Bu tür destansı metinleri okuma, anlamlandırma ve kültürel kodlarını çözme, Türk
kültürünün ne kadar zengin olduğunu, Türk tarihinin ve edebiyatının da bir o kadar köklü
olduğunu göstermek açısından önem arz etmektedir.
Kaynaklar
Araz, Rıfat. (1996). "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Sûfîliği ile Yatır ve Türbelerin
Çevresinde Yaşayan Eski Türk İnançları", Erdem, Atatürk Kültür Merkezi der.
(Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı III), C.8, S. 24, 783-827.
Bekki, Selahaddin. (1996). “Türk Mitolojisinde Kurban”. Akademik Araştırmalar. I (3).
16-28.
Çoruhlu, Yaşar. (2010). Türk Mitolojisinin Ana Hatları. İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Düzgün, Ülkü Kara. (2007). “Başkurt Destanlarının Tipolojisi”. Ankara: Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi.
Eliade, Mircea. (1992). İmgeler Simgeler. (çev. M. Ali Kılıçbay). Ankara: Gece Yayınları
Eliade, Mircea. (2002). Babil Simyası ve Kozmolojisi, İstanbul: Kabalcı Yayınları
Ergun, Pervin. (2010). Türk Kültüründe Ruhlar ve Orman Kültü. Millî Folklor. S. 87.
Eroğlu, Cemal. (1996). “Türk Sosyokültürel Yapısı İçinde Manas Destanı”. Sakarya:
Sakarya Üniversitesi Sos. Bil. Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi.
Gökalp, Ziya. (1976). Türk Medeniyeti Tarihi, Haz. İsmail Aka-Kazım Yaşar Koparaman,
İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları
Gömeç, Saadettin. (2009). Türk Destanlarına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları
Işık, Ramazan. (2004). “Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar ve Bunlara Bağlı Kültler”.
Elazığ: Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9:2, 89-106.
İnan, Abdülkadir. (1976). Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.
İnan, Abdülkadir. (1987). Makaleler ve İncelemeler I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi.
Kalafat, Yaşar. (2006). Türk Halklarında Kurt Ağzı Bağlama İnancı. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, S. 20, 273-280.
Karakurt, Deniz. (2011). Türk Söylence Sözlüğü. e-kitap.
Oğuz, Öcal. (2009). Kul Himmet ve Sözlü Gelenek Tanıklığında Kozmogonik Mitin
Eskatolojik Serüveni. Milli Folklor Dergisi. S. 84. s.51-56.
Ögel, Bahattin. (1971). Türk Mitolojisi, İstanbul: Kültür Bak. Yay, II
Seyidoğlu, Bilge. (1990). Mitoloji Üzerine Araştırmalar Metinler ve Tahliller. Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Yayınları
Şenocak, Ebru. (2013). Göç ve Ergenekon Destanlarında Mitostan Ütopyaya Yolculuk.
Turkish Studies. 8/1, 2525-2537.
Türkdoğan, Orhan. (1996). Türk Tarihinin Sosyolojisi. İstanbul: Turan Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder