P.T. 1283 numaralı Tibetçe belgede I. 78-I. 84’te kayıtlı ikinci Türk mitinin anlatısı ise şu şekildedir:
İlk köpek gökten iner. Bu köpekten, birisi kızıl ve diğeri kara renkli olmak üzere iki köpek ortaya çıkar. İki köpek eş olarak dişi bir kurtla çiftleşse de bu dişi kurt kısırdır ve yavrulayamamaktadır. Bu yüzden kızıl ve kara köpekler, bir Türk evinden genç bir kızı kaçırır ve onunla birlikte olur. Birleşmenin sonucunda doğan erkek yavrular köpek olarak doğarken, kız yavrular insan olarak doğarlar ve temiz (arı) kadınlar olarak gözükürler. Kızıl köpeğin boyuna ‘kızıl burunlular’ anlamında *Ḳızıl Küşü (Ge-zir Gu-shu) adı verilirken, kara köpeğin boyuna ‘kara burunlular’ anlamında *Ḳara Küşü (Ga-ra Gu-shu) adı verilir. Köpekler de kadınlar da Türkçe konuşmaktadırlar; zenginliklerini ve sığır gibi yiyeceklerini kadınlar bir araya getirerek kullanmaktadırlar. Bu boyların arasında erkeklerin bulunduğuna ilişkin bugüne kadar kimse herhangi bir şey duymamıştır (Venturi 2008: 30).
II. Kurttan Türeyiş Mitindeki Motifler
Türklerin kurttan türeyiş mitinin ana teması, Türklerin atalarının düşmanlar tarafından tek bir çocuk dışında tamamen yok edilmeleri ve mucizevî bir şekilde hayatta kalan çocuğun birlikte olduğu dişi kurdun, tehlikeden kaçarak güvenli bir yerde Türklerin on boyunun atası olan on oğlu dünyaya getirmesi, bu on oğlun soyundan gelenlerin de zamanla güçlenerek ortaya çıkmalarıdır. Bu mitin tarihî arka planı aslında SS’da ve ondan kopyalayan BS’da, TD’de ve CFYG’de anlatılmıştır. Yukarıda da görüldüğü üzere, bu kaynakların anlatımına göre Türklerin ataları Gansu’daki Pingliang’ın karışık yabancılarıdırlar, soyadları Ashina’dır ve Sonraki Wei imparatoru Taiwu tarafından yok edilirler. Ashina’yla birlikte 500 aile Rurulara sığınırlar, bir dönem Altaylara yerleşirler ve demirci olarak çalışırlar (BS 99.3285; CFYG 956.11251b; SS 84.1863; TD 197.5401).14 Türük yani Türk adının anlamı konusunda öne sürülen farklı görüşlerden birisi, VÁMBÉRY’nin bu adın türemek fiilinden çıktığına ve ‘yaratılmış, doğmuş, türemiş’ anlamlarına geldiğine ilişkin görüşüdür (Sümer 1999: 22-23; Kafesoğlu 2002: 44).15 Nitekim Türklerin kendi türeyiş mitlerinde yok olduktan sonra yeniden türediklerini anlatmaları, Türük adının türe- fiilinden geliştirilmiş bir ad olabileceğine işaret etmektedir.16 Mitin tarihî arka planının yanı sıra bu mitte dünya üzerinde pek çok kültürün mitolojisinde görülen ‘yok olmadan sonra yeniden doğuş’ temasının işlenmiş olduğu da görülmektedir. Mezopotamya’daki Temmuz ve Tufan ile Eski Mısır’daki Osiris mitlerinde, Pasifik ve Amerika yerlilerinin mitolojilerinde, Germen mitolojisindeki Ragnarök kavramında, ayrıca Hinduizm, Budizm, Musevîlik, Hristiyanlık ve İslâmiyet gibi dinlerde görülen ‘öldükten sonra yeniden dirilme’ ve ‘dünyanın kıyametle yok edilişinden sonra yeni bir âleme/çağa geçiş’ motifleri de aynı temayı işlemektedir. Nitekim ELIADE’ye göre dünya üzerindeki mitolojilerin, dinlerin ve ideolojilerin önemli bir bölümünün dayanak noktası bu inançtır (2001: 82-119, 224).
Esasen bu ‘yeniden doğuş’ teması ayın ve yıldızların hareketleri ile ilgili olup, pek çok kültürde görülen hükümdar kurbanları da bu temadan çıkmıştır. Frobenius’un 1912’de Sudan’ın ortasındaki Kordofan (~Kurdufân) bölgesinden derlediği Kaş’ın Yıkılması Efsanesi’ne göre çok eski zamanlarda Kordofan’daki Napata şehir-devletinde Napatalı Nap denilen hükümdarlar vardır. Bu hükümdarlar çok güçlü ve zengin olmalarına karşılık hükümleri kısa sürer, çünkü o ülkede rahipler her gece ay ile yıldızları gözlerler, kurbanlar sunarlar, kutsal ateşler yaktırırlar ve hükümdarların öldürüleceği günü gözlerler. O gün gelince kutsal boğaların arka ayakları kesilir, ülkede ateşler söndürülür, kadınlar evlere kapatılır, hükümdar öldürülür ve yeni hükümdar çağırılır. Ancak bir gün, yeni hükümdarın sevdiği Far-li-mas adlı kölesi, üstün masal anlatma yeteneğiyle birkaç gece üst üste rahipleri işlerinden alıkoyar ve rahiplerin hükümdarın öldürüleceği günü tespit etmelerini engelleyerek bu geleneği yıkar. Hükümdar yıllar sonra kendi eceliyle ölünce Far-li-mas onun yerine geçer; ancak geleneğin yıkılması yüzünden sonunda ülke de yıkılır (Campbell 1960: 151-161). Bu efsane, Binbir Gece Masalları’nın ana karakteri Şehrazat’ın (Şehrâzâd) hikâyesiyle aynı kökene dayanmaktadır. Burada da Şehrazat, her gece birlikte olduğu eşini öldürüp ertesi gün yeni bir evlilik yapan bir hükümdara eş olur, ancak her gece anlatıp yarım bıraktığı hikâyeleri sayesinde hükümdarı kendisini öldürtmekten caydırarak hayatta kalır (Campbell 1960: 161-164). Güney Sudan’da yaşayan Şilluklarda rahipler, çocukları dâhil kimsenin görmediği hükümdarlarını yedi yıllık dönemin sonunda ya da hasat ve sürülerin zenginliğinde düşüş olursa öldürürler. Soyluların başı tarafından yapılan bu kurbanın ayın son ve çeyrek olduğu karanlık gecelerden birinde, ilk yağmurdan önceki dönemde ve ilk tohumlar atılmadan önce yapılması gerekir. Hindistan’ın güneyindeki Malabar bölgesinde tanrı-krallar, Jüpiter’in zodyakta bir dönüşünü tamamlayıp Yengeç burcundaki geri dönme hareketine başladığı zamanın sonunda, yani on iki yılın sonunda zorunlu olarak kendilerini halkın önünde keskin bıçaklarla kurban ederler. Yine Frobenius’un Afrika’daki gözlemlerine göre Mozambik, Angola ve Zimbabve bölgelerinde adı Ay olan ve ulu baş tanrıyı temsil eden hükümdarlar ile onların Venüs adlı ikinci eşleri, Tanrı’nın ölüm zamanı geldiğinde birlikte boğdurulurlar. Cesetleri bir dağdaki mezar-mağaraya götürülen hükümdarla eşinin, orada yeniden ya da yeni semavî küreler olarak dirildiklerine inanılır. Eski Babil’de de yeni yıl kutlamalarında hükümdar soyulup aşağılanıp dövülür ve pazar yerinde yerine geçen birisi boynuna geçirilen ilmek sıkılarak öldürülür. Frobenius’a göre bu inançların çıkış noktası Hazar Denizi ile İran Körfezi arasında bir yerde olmalıdır ve buradan güneydoğuya doğru Dravid kültür sahasıyla yayılırken, güneybatıya doğru da Doğu Afrika’ya yayılmıştır. Sudan’da, Nijerya’da ve Ruanda’da pek çok kabilede görülen bir uygulamaya göre hükümdarlar öldürüldükten sonra bütün tapınaklarda ateşler söndürülür, halefi yerine geçene kadar da kutsal ateşler yakılmaz. Ardından ikinci ateş yakma töreni sırasında çıplak olarak birer ergin erkek ve kız tarafından yeni hükümdarın, hanedanın ve halkın önünde ateş yakılır, bu çift ilk cinsel birleşmelerini yapar ve açılan çukurlara canlı canlı gömülerek kurban edilirler (Campbell 1960: 165-169, 420-421). Girit’teki antik Minos uygarlığında da dokuz yılda bir krallar kurban amacıyla öldürülürler (Campbell 1960: 427-428). Campbell, Mezopotamya’daki Güneş ve Ay hanedanları ile kutsal kral katlinin, Hindistan’la Doğu Afrika’ya geçtiğini belirtmiştir (Campbell 1960: 421, 436-438).
Dünya kültürlerindeki bu öldürme ve yeniden doğuş motifi bir tek hükümdarlara ve çevrelerine özel değildir. Avustralya yerlilerinden Arandalarda (Arrernte) bir erkek, şaman olma gücü bulunduğunu anlayınca kabilesinden ayrılarak bir mağaranın ağzında uykuya yatar. Arandaların inanışına göre bir mağara ruhu bu kişiye iki mızrak atarak onu öldürür. Ardından mağara ruhları o kişiyi mağaranın içine götürürler, iç organlarını çıkararak yenilerini takıp onu diriltirler. Kişi önceleri tuhaf davranışlar gösterir ancak sonunda bir uzman büyücü olur (Campbell 1960: 254-255). Sahalarda (Yakut) Āca Efsanesi’ne göre şaman adayları normal insanlarken ölürler ve öbür dünyada bir süre kaldıktan sonra dünyada şaman güçlerini kazanmış olarak yeniden doğarlar. Sahalar aynı zamanda olağanüstü bir şamanın ruhunun ölümünden sonra yeniden doğduğuna, büyük şamanların da üç kez doğduklarına inanırlar (Campbell 1960: 258-262, 266-267). Kuzey Amerika’daki Montana Karaayak Kızılderililerindeki Bufalo Dansı Efsanesi’ne göre bir adam bufalolar tarafından ezilerek ve parçalanarak öldürüldükten sonra adamın kızı, babasının omurgasının bir parçasını yere koyarak giysisiyle örter ve şarkı söyler. Kız giysiyi kaldırınca babasının gövdesinin yeniden oluştuğuna tanık olur, tekrar giysiyi örtüp şarkı söyler ve giysiyi kaldırdığında babasının dirilerek nefes aldığını görür (Campbell 1960: 285, 291). Almanya’da Bonn yakınlarındaki Oberkassel’da bulunan Magdalenyen dönemi Cro-Magnon İnsan mezarlarında (MÖ y. 30,000-10,000) hayaletlerin canlılardan uzak durup onları rahat bırakmaları için uyluk kemiklerinin ters çevrilmiş, kafataslarının ayrılmış ve kolların bağlanmış olduğu görülmektedir (Campbell 1960: 378-379). Türk kavimlerinde de kemikten dirilme ya da yeniden doğma inancının varlığı bilinmektedir. Örneğin Hakaslara ait Altın Arığ Destanı’nda ana karakter Altın Arığ ve atı Ak Boz öldürüldükten sonra kemikleri kızıl ve ak kuma dönüşmüştür. Ancak beyaz bastonlu yaşlı bir adam bu kumların arasından Altın Arığ’ın topuk kemiğine ve Ak Boz’un toynağına değneğiyle üç kere vurduktan sonra minyatür boyutlarda kahraman Taptaan Mirgen ve atı Ak Oy meydana gelmişlerdir (Özkan 1997: 299, 301,
323). Türklerin ölü gömme geleneklerinde ölülerini yaktıkları ve küllerini gömdükleri ZS’da, SS’da, BS’da, TD’de ve CFYG’de anlatılmıştır.17 Elimizdeki metinler, Türklerin ölülerini neden yaktıklarını açıklamamaktadır. El-Mervezî, Ṭabâʿî elḤayavân’da Kırgızların (Ḫirḫîz) eskiden beri ölülerini yaktıklarından, ateşin ölüleri temizlediğine ve günahlarından arındırdığına inandıklarından, ancak Müslümanlarla komşu olduktan sonra ölülerini gömmeye başladıklarından söz etmiştir (Minorsky 1942: 30; İbn Fazlân 1995: 103). Ayrıca, tehlikeli bir düşmanın bedenini yakarak ruhun zararlı güçlerini ortadan kaldırmakla ilgili Sibirya’da ve Moğollar arasında yaygın bir inanç da vardır (Tatár 1992: 339, 341). Türklerin ölülerini yakmaları, ateşin ölüleri arındırdığına ilişkin inançla ilgili olabileceği gibi, kemiklerden ölünün diriltilmesi inancıyla ilgili de olabilir.18 Burada Türklerde kağanlar tahta geçerken yapılan törenlerdeki bir uygulamayı da incelememiz gerekmektedir. ZS’ya, TD’e ve CFYG’ye göre Türklerde yeni bir kağan seçildiğinde, yüksek rütbeli kişiler (beyler) kağanı bir keçe örtünün içinde taşıyarak güneş yönünde dokuz kez döndürürlerdi. Her dönüşte bütün tebaa yeni kağanın önünde eğilirler, eğilmeler bitince beyler kağanı ata bindirerek dolaştırırlar, kağanın boğazına ipek bir bez dolayarak sıkarlar, hemen ardından bağı çözerek kağana başlarında kaç yıl kalacağını sorarlardı. Kağan baygın durumda olduğundan süreyi açık seçik söyleyemez, beyler de kağanın ağzından karmakarışık dökülen kelimelerden kağanın hükümdarlık yapacağı süreyi kestirmeye çalışırlardı (CFYG 961.11311a; TD 197.5403; ZS 50.909). Bu törenin aynısına Hazarlarda da rastlanmaktadır. Arap coğrafyacısı İbn Ḥavḳal’ın yazdığı Ṣûret elArḍ’a göre Hazarlarda hakanlar padişahlarını (hakan vekillerini) ve vilâyet valilerini (İbn Ḥavḳal bunlara da padişah diyor) tayin ettikleri zaman padişaha görev verilince, hakan iplik ile onun boğazını sıkardı. Padişahın nefesi kesilmeye yaklaşınca hakan ona “ne kadar zaman padişahlık etmek istiyorsun” diye sorar, padişah da “şu kadar müddet istiyorum” diye yanıtlardı. Padişah bu süre içinde ölmezse öldürülürdü (Yörükân 2006: 122). 遼史 Liaoshi’daki Risale Bölümü’ne (志 zhi)
göre Kuzey Çin’de 遼 Liao Hanedanı’nı (907-1125) yöneten Kitan (契丹 qi dan) hükümdarlarının tahta oturma törenleri sırasında Yeniden Doğuş Töreni (再生儀 zai sheng yi) denilen bir bölüm bulunmaktaydı. Bu bölümde sarayın dışındaki düzlük alanda kurulan yeniden doğuş binasının girişine üç kütük yerleştiriliyor ve daha önceden seçilmiş olan bir çocuk, yedi kere kütüklerin altından geçiyordu. Çocuğun yedinci geçişinden sonra hükümdar da kütüklerin yanına uzanıyor ve elinde sadak tutan yaşlı bir adam, ‘yeni bir oğul doğdu’ diye bağırıyordu (Liaoshi 53.879- 880). Tören sona erdikten sonra da hükümdar bir keçe halı üzerinde havaya kaldırılıyordu (Liaoshi 49.836). Türklerdeki ve Hazarlardaki bu törenin yorumlanması MORI, DİVİTÇİOĞLU ve GOLDEN tarafından yapılmıştır. DİVİTÇİOĞLU’ya göre dünya üzerindeki bazı kültürlerde görülen hükümdar öldürme, daha doğrusu hükümdarı tanrılara kurban verme ve yeni bir başlangıç yapma kültü, Türklerde ve Hazarlarda bu tören aracılığıyla varlığını sürdürmüştür. Kağanların boğulma noktasına kadar gelmeleri, kurban edilmeyi simgeliyordu; bundan sonra, hükümdar olacak kişi, eski hayatından sıyrılarak Tanrı’dan kut almış oluyor ve tanrısal (Tanrı’ya benzer) kağanlık aşamasına geçiyordu. Nitekim Kitan törenine ‘yeniden doğuş töreni’ denilmesi de böyle açıklanabilir. MORI’ye göre ise bu törende aslında yeni kağanın Tanrı’yla iletişime geçmesi sağlanıyordu. Törende kağan bayılıyordu (boğaz sıkma işlemi, bayılmayı hızlandırmak amacıyla yapılıyordu), o zaman da Tanrı’nın kağanın ağzından hükümdarın tebaasına yeni kağanın kaç yıl hüküm süreceğini söylediğine inanılıyordu. GOLDEN da bu tören sırasında kağanın şamanlık güçlerinin vurgulandığını, ayrıca burada bir güneş kültüne de atıfta bulunulmuş olabileceğini belirtmiştir (Divitçioğlu 2005: 93-98; Golden 2007: 170, 177-178; Waida 1976: 181). CZEGLÉDY, Mali’deki Bambara halkında da Türklerdeki ve Hazarlardaki törenlerin çok benzeri bir törenin uygulanmakta olduğunu anlatmıştır. Bu törenlerde Bambaraların yeni seçilen hükümdarın önüne içinde taşlar ve Baobab ağacı yaprakları olan bir kap konulur, hükümdar neredeyse ölene kadar boğulur, son çırpınışları sırasında önündeki kaptan birkaç taş alır ve bu taşların sayısı, hükümdarlık yapacağı yılların sayısını temsil eder (1966: 18-19). Bütün bu uygulamaların evrensel bir yeniden doğuş inancından çıktığı söylenebilir.
ÖGEL, bu mitteki kurt, dağ, mağara, bataklık, bir kavim tarafından mağlup edilme gibi motifleri incelemiş (1957: 95-99, 104-107, 1993-I: 20-57, 1995-II: 111- 126, 418-464) ve kurdun çocuklarının dışarıdan kızlarla evlenmelerinin ekzogamya geleneği olabileceğine işaret etmiş, ancak bunun kesin olmadığını yazmıştır (1957: 109). CZEGLÉDY’nin de değindiği gibi, bu mitte mağaradan çıkan ve dışarıdan kızlarla evlenen on çocuk, Türklerin on boyunu temsil etmektedir (1972: 290). SINOR, bu mitte görülen kurt, mağara ve halkı mağaradan çıkartıp kurtaran ata motiflerini incelemiştir (1982: 233-249). SINOR’un görüşüne göre Türklerdeki kurt motifi, ona göre İranî bir halk olmaları muhtemel olan ve Çin kaynaklarında 烏孫 Wusun şeklinde geçen Orta Asyalı halktan alınmış olabilir. Wusun’ların Çin kaynaklarında kayıtlı bir efsanelerinde, bir Wusun hükümdarının bebekken bir karga ve kurt tarafından beslendiği anlatılmaktadır. SINOR’a göre bu motif sonradan Soğdlular aracılığıyla Türklere aktarılmış olabilir (1982: 236-240). Nitekim bazı araştırmacılar tarafından, Eski Türkçede ‘kurt’ için kullanılan böri kelimesinin İranî bir etimolojiye sahip olduğu ileri sürülmüştür (Doerfer 1965-II: 334; Sevortyan 1978: 221; Golden 1992: 119).19 GOLDEN, Türklerin kökenlerini kurda bağlamalarının Avrasya’da yaygın görülen bir geleneğin örneği olduğunu belirtmiştir. ‘Kurt’ anlamına gelen çeşitli etnonimlerden örnekler veren GOLDEN, kurt kültünün savaşçı halklarla ilişkili olduğunu açıklamıştır (1997: 91-92). Zor durumda kalan kahramanın kuşlar tarafından beslenilmesine ve bu sayede hayatta kalmasına ilişkin anlatılara Sibirya’da çeşitli efsanelerde rastlanılmaktadır (Tatár 1996: 270-272). Türklerin kurttan türeyiş mitinde görülen, içinde otlarla kaplı bir ova bulunan geniş mağara motifine çok benzer bir motif ise, Moğolistan’ın kuzeyindeki Hövsgöl Eyaleti’nde (Hövsgöl Aymag Хөвсгөл Аймаг) yaşayan Soyotların ve Tuvalıların bir efsanesinde görülmektedir. Bu efsaneye göre bir avcı, fırtınadan kaçmak için sığındığı bir mağaranın içerisinde dış dünyaya benzeyen bir dünya bulur. Bu dünyada insanlar, sığırlar, köpekler ve diğer varlıklar yaşamaktadırlar(Tatár 1996: 270). TATÁR, Altay-Sayan bölgesinde ve Sibirya’da görülen mağara ve yer altı dünyasına açılan delik motiflerini de incelemiştir (1996: 268-274). TATÁR, ayrıca bu motiflerle Eski Yunan mitolojisinde görülen mağara, delik ve yer altı dünyası motifleri arasında bağlantı olduğunu, bunun da Altaylara gelen Hint-Avrupalı konar-göçerlerin (Sakalar) varlığıyla açıklanabileceğini belirtmiştir (1996: 273). Çeşitli Türk-Moğol mitlerinde ve efsanelerinde görülen mağara, kapalı yerde korunma ve sonradan ortaya çıkma motifleri, DEWEESE tarafından incelenmiştir (1994: 273-290). DEWEESE, Türklere ait bu mitin anlatısındaki düşmandan kaçma motifinin, Gerdîzî tarafından kaydedilmiş olan Kimek türeyiş mitinin anlatısına benzer olduğunu belirtmiştir. Ona göre Türklerin bu miti, Kimeklerin mitine kaynaklık etmiş olabilir. DEWEESE, ayrıca bazı Başkurt ve Moğol efsanelerinde de benzer temaların işlendiğine değinmiştir (1994: 498).
III. Sibirya’da Türeyiş Mitindeki Motifler
Türklerin Çin kaynaklarında kayıtlı türeme mitlerinden Sibirya’da türeme
mitinde görülen birkaç motifi burada inceleyeceğiz.20 Bu mite göre Türk hanedanının atası Yizhi Nishidu, yaz ve kış tanrılarının kızlarıyla evlenir. Yaz ve kış mevsimlerine tanrılık atfedilmesi ya da en azından insanlara benzetilmesi, farklı dönemlerdeki çeşitli Türk topluluklarında da görülmüştür. 921-922’de Bağdad’tan
Etil (Volga) Bulgarlarına Abbasî elçisi olarak giden İbn Faḍlân’ın seyahatnamesine göre Başkurtlar, kışın ve yazın da tanrıları olduğuna inanırlardı (İbn Fazlân
1995: 47). Maḥmûd el-Kâşġarî tarafından yazılan Dîvânu Luġâti’t-Türk, yaz ile kışın
birbiriyle karşılıklı konuştuğunu işleyen üç ayrı şiir parçası aktarılmıştır (Atalay
1998-I: 204, 1999-III: 278-279, 367). Hükümdarın doğaüstü güçlere sahip kadınlarla evlenmesi motifine ise diğer Türk destanlarında da rastlanılmaktadır. Oğuz
Kagan Destanı’nda Oğuz Kagan’ın evlendiği kızlardan birisinin gökten indiği, birisinin ise bir gölün ortasındaki adada bulunan bir ağacın kovuğunda oturduğu aktarılmıştır. ÖGEL’e göre burada Oğuz Kagan’ın hem Gök Tanrısı’nın kızıyla hem
de Yer Tanrısı’nın kızıyla evlendiği anlatılmak istenmiştir (Bang-Rahmeti 1936:
12, 14; Ögel 1993-I: 117-118, 139-143).21 SINOR, ayrıca mitte Yizhi Nishidu’nun bir
fırtına tanrısı olduğunun vurgulanmak istendiğini yazmıştır (1982: 229). GOLDEN
ise bu karakterin rüzgâra ve yağmura hükmetmesinin Türk ve Moğol şamanlarının özelliklerinden olduğunu ve bunun Yada Taşı inancıyla bağlantılı olduğunu
belirtmiştir (1992: 119).
Abangbu’nun on yedi kardeşinin olması ve bu sayının BS’da yetmiş olarak
verilmesi, Kırilen’e göre İkinci Türk Kağanlığı’nın kurucusu İltėriş Kagan’ın Çin
yönetimine karşı çıkardığı isyanın Türk yazıtlarında görülen anlatısını hatırlatmaktadır. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünün XI.-XIII. satırlarında ve Bilge Kagan
yazıtının doğu yüzünün X.-XI. satırlarında aktarılmış olan bu anlatıya göre İltėriş
Kagan, isyanı on yedi kişiyle başlatmıştır. Ancak isyancıların sayısı sonradan yetmişe ve ardından da yedi yüze ulaşmıştır. Burada verilen sayıların sembolik olma
ihtimali güçlüdür (Tekin 1988: 10, 40; Kırilen 2015a: 215). 22 Yizhi Nishudu’nun
oğullarından birisinin ak bir kuğuya dönüşmesi, ÖGEL’in de belirttiği gibi Türk
kavimlerinin mitolojisinde görülen ‘don değiştirme’ yani şekil değiştirme (metamorfoz/başkalaşma) motifinin bir örneğidir (1993-I: 29).23 Bu mitteki atalardan Neduliu Şad’ın ateş yakarak halkını ısıtması ve bunun sonucunda halkının başına
geçirilmesi anlatımı da Yunan mitolojisinde tanrılardan ateşi çalarak insanlara
ateşi kullanmayı öğreten, ancak bunun yüzünden tanrılar tarafından sonsuz bir
cezaya çarptırılan Promētheus karakterini anımsatmaktadır. Ancak Türk mitinde ateşi insanlara tanıtan kişi cezalandırılmamakta, tam tersine halkı tarafından ödüllendirilmektedir.24 Bu mitte Neduliu Şad’ın ölümünden sonra yeni beyin
seçiminin ağaçta en yüksek yere zıplama yarışı yoluyla yapılması motifinin bir
benzeri, Altaylarda yaşayan Teleütlerin bir masalında da tespit edilmiştir (Ögel
1993-I: 52-53). Bu motife benzeyen bir başka örnek ise İrlanda’da Connacht (Connaught) bölgesindeki köylerde anlatılan bir İrlanda halk masalında, kral seçiminin koşu yarışı biçiminde yapılmasında görülmektedir (Campbell 1960: 434). Bu
motifte hükümdar seçilecek kişide fiziksel gücün de varlığının arandığı vurgulanmaktadır. Ayrıca GABUEV, bu mitte görülen yüksek ağacın aslında ‘Dünya
Ağacı’ motifi olabileceğini önermiştir (Golden 2006: 11).
IV. *Yama’nın Mitindeki Motifler
Bu kısımda *Yama’yla ilgili mitte görülen birkaç motifi inceleyeceğiz. Söz
konusu mitte görülen Deniz Tanrısı’nın kızı figürünü Deniz Tanrıçası olarak ele
alan ÖGEL, Türk kavimlerinin mitolojisindeki deniz tanrıçası ve geyik motiflerini
de incelenmiştir.25 ÖGEL ayrıca bu iki farklı motifin birbiriyle bağlantılı olduğunu
belirtmiştir (1993-I: 576-577). Bir su kütlesine tanrılık atfedilmesine ve onun bir kızının olduğuna inanılmasına ilişkin bozkır kavimlerine ait daha eski bir inanış,
HĒRODOTOS tarafından aktarılmıştır. HĒRODOTOS’un aktardığı bir İskit efsanesine göre, İskitlerin atası olan Targitaos’un babası Zeus iken, annesi ise Borysthenes (Dnyeper) Irmağı’nın bir kızıdır (Historiae 4.5.1). Hükümdarın doğaüstü bir
kadınla görüşmesi motifi, ÖGEL’in de üzerinde durduğu üzere Cuveynî’nin yazmış olduğu Târîḫ-i Cihânguşâ’da kayıtlı olan Uygur türeyiş efsanesinde görülmektedir. Bu efsaneye göre Uygurların ilk büyük hükümdarı olup kendisi de doğaüstü bir şekilde doğmuş olan Bögü Ḫan bir gece çadırında uyurken, çadırının tepesindeki duman deliğinden içeriye kutsal bir genç kız iner ve Bögü Ḫan’ı uyandırır, ancak Bögü Ḫan korkusundan uyuyormuş taklidi yapar. Kız ikinci gece geldiğinde aynı sahne yaşanır. Üçüncü gece ise vezirinin önerisine uyan Bögü Ḫan,
Aḳ Taġ’a (Ak Dağ) gitmek için kızla yola çıkar. Bögü Ḫan ve kız dağda sabaha kadar sohbet ederler; yedi yıl, altı ay ve yirmi iki gün boyunca her gece aynı şeyi
yaparlar. Son gece kız Bögü Ḫan’a veda ederken, ona tüm dünyayı ele geçireceğini müjdeleyip iyi bir hükümdar olması için ona çeşitli öğütler verir. Bu görüşmeden sonra da Bögü Ḫan ordularını göndererek büyük fetihlere girişir. ÖGEL
hem Türklerdeki *Yama mitinde hem de Uygurların türeyiş efsanesinde görülen
bu motifte, hükümdarların doğaüstü kızlarla evlenmediklerini vurgulamıştır
(1993-I: 87; Juvaini 1997: 57). Türklerin kurttan türeme mitinde görülen mağara
motifi, bu mitte de birkaç kere tekrarlanmıştır. Burada Ashide boyunun mağarasına değinilmiş olması dikkat çekicidir. Mite göre Deniz Tanrısı’nın bulunduğu
*Şar Denizi, bu mağaranın batısında bulunmaktadır. Türklerin kurttan türeme
mitine göre Türklerin atalarının doğduğu mağara, Batı Denizi’nin doğusundaki
Koçu’nun kuzeyinde ya da kuzeybatısındadır. *Yama’nın mitinde Ashide Mağarası’nın yanı sıra *Yama’nın atalarının çıktığı mağaradan da söz edilmiştir. Bu
mağaranın Ashide Mağarası’yla ya da Türklerin kurttan türeme mitinde görülen
atalarının çıktığı mağarayla aynı olup olmadığı bilinmemektedir. Ashide Mağarası’nın da kurttan türeme mitindeki mağara ile aynı yer olup olmadığı belli değildir. Bu iki farklı mitte sözü geçen mağaraların hepsi de aynı mağara olabileceği
gibi, her Türk boyunun farklı mağarasının olduğu gibi bir sonuç da çıkarılabilmektedir. Ancak bu durum, Türklerin kurttan türeme mitiyle çelişmektedir çünkü bu mite göre Türk boylarının ataları olan on oğul, tek bir mağarada doğmuşlardır. Kaynaklarda sözü geçen coğrafî yerler hakkında ayrıntılı bilgiler verilmemiş olması, bu meseleler konusunda kesin hükümlere varmayı zorlaştırmaktadır. Nitekim SINOR, kurttan türeme mitinde görülen ve kurdun kaçıp çocuklarını doğurduğu yer için kullanılan 穴 xue kelimesinin, *Yama’nın mitinde
görülen 窟 ku kelimesinden farklı olduğunu belirtmiştir. Ona göre xue kelimesiyle verilen yer, gerçek bir mağara yani ku olmayıp, yüksek dağlar arasında korunaklı bir açıkhava amfitiyatrosu şekline sahip bir vadidir (1982: 235-236, 246).
Bu mitte görülen geyik motifine ise diğer Türk mitlerinde rastlanılmamaktadır. Deniz Tanrısı’nın kızının *Yama’dan altın boynuzlu bir ak geyiği avlamasını söylemesi ve ilişkilerinin devam etmesi için geyiğin yalnızca *Yama tarafından avlanması gerektiği uyarısını yapması, Türklerde hükümdarların koruması
altına alınan tabu geyiklerin varlığıyla bağlantılı olabilir. Çinli Budist rahip 玄奘
Xuan Zang, 大唐西域記 Da Tang Xi Yu Ji adlı eserinin 1. Bölümü’nün 871a sayfasında Batı Türk topraklarında ilerlerken Sûyâb Şehri’nin (碎葉城 Sui Ye Cheng)
400 li (200 kilometre) batısında, Talas’a (怛羅斯 Da Luo Si) 150 li (75 kilometre)
uzaklıkta *Biŋ Yul’a (千泉 Qian Quan) ulaştığını yazmıştır. Burası Batı Türk hükümdarı Tong Yabġu Kagan’ın (統葉護可汗 Tong Yehu Kehan) yaz aylarını geçirdiği en gözde yaylağıdır. Rahibe göre burada geyik çoktur ve çoğunun boynuna
çıngıraklı tasma takılmıştır. Bu geyikler evcil olduğu için insanlara alışıktır ve
ürküp kaçmaz. Kağan bu geyikleri çok sevmiştir ve adamlarına bu geyikleri öldürmeye kalkışanların cezasının ölüm olduğunu, bu konuda af olmayacağını buyurmuştur; bu sayede geyikler avlanmadan hayatının sonuna kadar yaşayabiliyordur (Takakusu 1931-LI: 871a; Chavannes 1903: 195; Ekrem 2003: 115-116; Kırilen 2015c: 62). Bu geyikler Türklerin nezdinde Iduḳ yani tabu sayılmış olabilir.26
Daha ileriki bir tarihte Buhara’da Karahanlı hükümdarı Şemsü’l-Mülk Naṣr
Ḫan’ın (1068-1080 yılları arasında hükümdar) kendisi için bir malikâne yaptırdığı
bilinmektedir. Ḳoruḳ (Nerşaḫî’nin yazımına göre Ġoruḳ) yani ‘korunan yer’ olarak
adlandırılan bu malikânede hanın at sürülerine mahsus otlak, saray, güvercinlik
ve yabani hayvanlara mahsus bir park vardır. Moğollar da bu Türkçe kelimeyi
yabancıların girmesi yasak bütün yerler için kullanmışlardır. Hükümdarların
malikâne, saray, harem dairesi gibi özel mülkü olan topraklar Ḳoruḳ sayıldığı gibi,
gidilmesi yasak olan han mezarlarına da Moğollar yine ḳoruḳ demişlerdir. Nitekim Moğollar ölen hanların ve şehzadelerinin adlarını ḳoruḳ yani tabu yapmışlar,
bu adların kullanımını ise yasaklamışlardır (Barthold 1947: 523-525).27 *Yama’nın mitinde Deniz Tanrısı’nın kızının *Yama’ya ilişkilerinin devam etmesi için ak bir
geyik avlaması gerektiğini ve bunu başaramazsa ilişkilerini sonlandıracağını söylemesi de yukarıda incelediğimiz bu uygulamayla bağlantılı olabilir. Nitekim ak
geyiğin bir başkası tarafından avlanması *Yama’yı kızdırmış ve *Yama’nın kızgınlıkla işlediği cinayet yüzünden Deniz Tanrısı’nın kızı, onunla olan ilişkisine
son vermiştir. Burada muhtemelen Türklerde, Karahanlılarda ve Moğollarda görülen hükümdara mahsus hayvanların tabu sayılması uygulamasının mitolojik
bir yansıması bulunmaktadır.
*Yama’nın mitinde görülen bir diğer motif ise Teŋri’yi temsilen bir tuğa
kurban sunulmasıdır. Tuğa kutsallık atfedilmesi ve kurban sunulması uygulamasına Kitanlar ve Moğollar arasında rastlanılmaktadır. Kitanlar tuğlara kutsallık
atfetmişler ve bunların tanrısal güçler taşıdıklarına inanmışlardır (Liaoshi 7.81).
Moğolların Gizli Tarihi’nde (Moŋġol-un Niuça Toça’an/Moŋġol-un Ni’uça Tobça’an, 元
朝秘史 Yuan Chao Bi Shi) §106’ya göre Temücin’in (sonraki Çiŋgis Ḳan yani Cengiz
Han) andası (kan kardeşi) Camuḳa, Merkitler üzerine sefere çıkarken uzun tuğunu kımız saçısı yaparak kutsadığını (Moğolca tuḳ-iyan saçuba bi) söylemiştir
(The Secret History of the Mongols 2004-I: 37-38, 416). Sefer öncesinde tuğlara
saçı yapılarak kutsanması, Moğollar arasında yakın dönemlere kadar yaşayan bir
gelenek olmuştur(The Secret History of the Mongols 2004-I: 416). Nitekim Moğol
inançlarına göre tuğlar, sahip oldukları koruyucu ruhlar (sülde) sayesinde ülkeyi
ve halkı koruyan kutsal nesnelerdir. Koruyucu güçlere sahip olduklarına inanılan
bu kutsal tuğlar için 20. yüzyıla kadar Moğollar arasında dinî törenler ve şenlikler
düzenlenmiş, törenlerde tuğlara yiyecek-içecek kurbanları sunulmuştur (Tatár
1990: 325-336). Hatta TATÁR, 1921 gibi geç bir tarihte bile Moğollar arasında tuğa
insan kurbanı (bu örnekte savaş esirleri) sunulduğuna ilişkin bir örnek aktarmıştır (1990: 328). *Yama’yla ilgili mitte görüldüğü üzere, tuğa kutsallık atfedilmesi
ve kurban sunulması geleneği Türklerde de bulunmaktadır. Ancak Kitanlardaki
ve Moğollardaki tuğ kültü, Türklerdeki inanıştan ayrılmaktadır. Türkler tuğun Teŋri’yi temsil ettiğine inandıkları için tuğa kurban sunmuşlardır; Kitanlar ve
Moğollar ise kurban sunulmasını doğrudan tuğun ruhuna yapmışlardır. Bu iki
farklı inanışın kesiştiği nokta, tuğlara kutsallık atfedilmesi ve kurban sunulmasıdır.
V. Tibetçe Bir Belgede Yer Alan Türk Mitlerindeki Motifler
P.T. 1283 numaralı Tibetçe belgede kayıtlı Türk mitlerinden birincisinde
*Yama Kagan’ın (Zha-ma Kha-gan) bir seferinden söz edilir (Venturi 2008: 29).
*Yama Kagan’ın bu seferine aynı metinde bu mitten biraz önce I. 49-50’de de değinilmiştir. Buna göre Kırgız (Gir-tis) ülkesinin kuzeyinde çöllerle kaplı büyük bir
dağ sırası vardır ve *Yama Kagan buraya bir sefer düzenlemiş, ancak dağları aşamamıştır (Venturi 2008: 27). Ongin yazıtının batı yüzünün I. satırında da
ŌSAWA’nın Shemo’yla ve Zha-ma Kha-gan’la özdeşleştirdiği (2011: 176-177), yazıtın yazarının ‘atamız’ (ėçümüz apamız) olarak sözünü ettiği efsanevî Türk hükümdarı *Yama Kagan’ın dört yöne seferler düzenleyip fetihler yaptığı yazmaktadır (Ölmez 2012: 190). İncelediğimiz Tibetçe belgede *Yama Kagan’ın kuzeyde
dağların ötesindeki ülkeye düzenlediği seferin başarısızlıkla sonuçlanması ise
dikkat çekici bir ayrıntıdır. Ancak çeşitli yönlere doğru askerî seferler düzenleyen ata-hükümdar motifi, Türk kavimlerinin mitolojisinde farklı dönemlerde de
görülmektedir. Türk hükümdarı *Buḳan Kagan’ın (553-572 yılları arasında hükümdar)28 fetihleri, VIII. yüzyılın ilk yarısında dikilen Türk yazıtlarından Köl Tigin yazıtının doğu yüzünün 1.-3. satırlarında ve Bilge Kagan yazıtının doğu yüzünün 2.-3. satırlarında yarı-efsanevî bir şekilde anlatılmıştır (Tekin 1988: 8, 36).
Cuveynî’nin kaydetmiş olduğu Uygur türeyiş efsanesine göre Bögü Ḫan, komutanlarını fetihler yapmaları için çeşitli komşu ülkelere göndermiş ve kendisi de
seferler düzenlemiştir (Juvaini 1997: 57-58). Oğuz Kagan Destanı’nda da Oğuz Kagan’ın düzenlediği seferler, ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır (Bang-Rahmeti 1936:
18, 20, 22, 24, 26, 28).
Bu mitte sefer sırasında kaybolan iki askere dişi bir devenin yol göstermesi
motifi, mit kahramanlarına çeşitli hayvanların yol göstermesi şeklinde Türk ve
Orta Asya mitolojilerinin farklı dönemlerinde karşımıza çıkan motifin bir türevidir. DEWEESE’ye göre yol gösterici bu hayvanlar, koruyucu ruhları temsil ediyor
olabilir (1994: 496). Yol gösterici hayvan motifinde kimi zaman hayvanlar kahramanlara kılavuzluk yaparken kimi zaman da kendilerini avlamak isteyen kahramanların önünden kaçarak bu kahramanların bilinmeyen topraklara ulaşmalarını sağlar. Avda kaçan hayvanın peşinden gitme motifi Avrupa Hun, Ogur, Macar,
Hantı-Mansi, Oğuz, Anadolu ve Güney Sibirya efsanelerinde kahramanların avda
geyik kovalamalarında görülür (Ögel 1993-I: 577-583, 1995-II: 101-103, 105). Kurt
ise Oğuz, Başkurt ve Güney Sibirya destanlarında kahramanlara yardım eden, onlara yol gösteren bir hayvan olarak karşımıza çıkar (Bang-Rahmeti 1936: 18, 22,
24, 26; Ögel 1995-II: 115-116, 120-121, 126).29 Yol gösterici hayvanlar efsanelerde
vahşi hayvanlar olduğu gibi evcil hayvanlar da olabilmektedir. Cuveynî’nin aktardığı Uygur göç efsanesinde Uygurları göçe teşvik eden ve göç sırasında onlara
yol gösteren varlıklar, hep bir ağızdan ‘Göç! Göç!’ şeklinde bağıran atlar, develer,
köpekler, sığırlar, koyunlar, kuşlar ve çocuklardır (Juvaini 1997: 61). İncelediğimiz Tibetçe belgede de yol gösterici varlık, evcil bir hayvan olan devedir. Türk
ve Orta Asya mitolojilerinde devenin yol gösterici olmasının başka bir örneğine
ise henüz rastlayamadık.30
P.T. 1283 numaralı Tibetçe belgede aktarılmış olan ikinci Türk mitinde ise,
Türk kavimlerinin Çin kaynaklarından iyi bildiğimiz kurttan türeme mitlerinin
epey değiştirilmiş bir yansımasını bulmaktayız. Bu mitte ilk köpek gökten indikten sonra ondan iki köpek meydana gelir; bunlar dişi bir kurtla çiftleşse de ondan
yavruları olmadığı için bir Türk kızını kaçırır ve onu gebe bırakır. Bu ilişkiden
ortaya çıkan erkek yavrular köpek olarak doğarken kız yavrular insan olarak doğarlar. İki boy hâlinde yaşayan bu topluluk arasında erkeklerin yaşadığı ise hiç
görülmemiştir (Venturi 2008: 30). Venturi, bu mite benzeyen bir hikâyenin Keşiş
C. de BRIDIA tarafından yazılmış olan Historia Tartarorum’da da aktarıldığını belirtmiştir. Bu hikâyeye göre Tatarlar (Moğollar) bir sefer sırasında bir aydan uzun
bir süre boyunca ilerledikten sonra Köpekler Ülkesi’ne varırlar. Tatarlar burada
yanlarında erkekler olmayan kadınlar bulurlar ve kadınlara erkeklerin yerlerini
ve ne çeşit erkekler olduklarını sorarlar. Kadınlar ise erkeklerin köpek olduklarını söylerler(Venturi 2008: 30). Metinde ‘köpek’ olarak verilen hayvanın aslında
kurt olma ihtimali vardır. ÖGEL’in de belirttiği üzere köpek, Tibetliler tarafından
ata kabul edilen kutsal bir hayvandır (Ögel 1993-I: 561-562, 565-568).31 Köpek kültüne Tibet dışında ayrıca Kitanlar, Cürçenler ve bazı Germen kavimleri arasında
da rastlanılmaktadır (Golden 1997: 94, 97). GOLDEN, köpeğin çeşitli Türk kavimleri arasında kişi adı olarak kullanılmasının ve köpek kurban edilmesinin örneklerini vermiştir (1997: 94-96). Moğolların Gizli Tarihi’nde §21’de kayıtlı Moğol köken mitine göre Çiŋgis Ḳan’ın atalarının annesi olan Alan Ḳo’a, eşi Dobun Mergen
öldükten sonra doğaüstü şekilde gebe kalarak üç çocuk doğurmuştur. ALAN
ḲO’A’nın açıklamasına göre kendisini gebe bırakan kişi, bir ışık şeklinde çadırının
duman deliğinden giren sarı renkli bir erkektir ve onu gebe bıraktıktan sonra
sarı renkli bir köpek şekline girerek çadırdan çıkmıştır (The Secret History of the
Mongols 2004-I: 4). AIGLE, burada sözü geçen köpeğin aslında bir tür kurt olabileceğini belirtmiştir (2015: 126).32 Kırgızlar arasında XIX. yüzyılda derlenilen anlatılarda da Kırgızların kırk kız (Kırgız adı da bu halk etimolojisine bağlanmaktadır) ile kızıl bir köpeğin soyundan geldikleri aktarılmıştır. Bu kızıl köpek, daha
önce yok edilmiş bir halkın canlandırıcısı rolündedir ve GOLDEN, hem bu anlatıda geçen köpek motifinin bir kurt olma ihtimalinin bulunduğuna işaret etmiş
hem de bu anlatının Türklerin kurttan türeme mitinin bir anımsatıcısı olduğunu belirtmiştir (2011: 43). Bu yüzden, aslı Türkçe olan Uygur istihbarat raporunu da
Tibetliler kendi dillerine çevirirken kurt kelimesini ‘köpek’ olarak çevirmiş olabilirler; tabii bu konuda kesin bir hükümde bulunmak zordur. Burada kurt motifine bir atıf olabileceği gibi, bu motiften bağımsız olarak GOLDEN’ın ayrıntılı bir
şekilde incelemiş olduğu bir köpek motifinin varlığı da söz konusu olabilir. 33
VENTURI, Tibetçe belgedeki mitin Çin kaynaklarında kayıtlı Türk mitleriyle bağlantılı olduğunu belirtmiştir (2008: 9). Türklerin kurttan türeyiş mitinde ise, incelediğimiz bu mitten farklı olarak Türklerin ataları bir erkek çocukla dişi bir
kurttur. Ancak Türk kavimlerinin mitolojisinde erkeğin kurt, dişinin insan olduğu bir türeyiş miti daha bulunmaktadır. 魏書 Weishu’daki ve BS’daki Gaoche
Bölümleri’nin aktardığı bir mite göre, Çinliler tarafından 高車34 Gaoche olarak adlandırılan Türk halkının soyu, bir Hun hükümdarının kızıyla erkek bir kurttan
gelmektedir. Hun hükümdarının çok güzel iki kızı vardır ve halk bunların tanrı
(神 shen) olduklarını düşünmektedir. Bu yüzden hükümdar onları Teŋri’yle (天
tian) evlendirmeye karar verir ve ülkesinin kuzeyinde insanların yaşamadığı bir yerde yüksek bir kule (臺 tai) yaptırarak kızlarını oraya kapatıp Teŋri’ye onlarla
evlenmesi için yakarır. Kızlar bu kulede dört yıl kaldıktan sonra bir gün yaşlı bir
erkek kurt (老狼 lao lang) gelerek gece gündüz kuleyi gözetleyip ulur ve kendisine bir in yaparak orada uykuya dalar. Kurt oradan bir türlü gitmeyince kızlardan küçük olanı bu kurdun tanrısal (shen) bir varlık olup Teŋri tarafından gönderilmiş olabileceğini söyleyerek kuleden aşağı iner. Ablası bu kurdun pis bir
hayvan olduğunu ve ailelerinin bu durumu kabullenmeyeceğini söyleyerek kız
kardeşine karşı çıkar ama sözünü dinletemez. Küçük kız kardeş kurtla evlenir ve
birlikte çocuk sahibi olurlar; onların soyu da çoğalarak bir devlet kurarlar. Soyları kurda dayandığı için bu halk uzun sesler (uzun hava) şeklinde şarkı söyler ve
şarkıların sesi kurt ulumasına benzer (BS 98.3270; Weishu 103.2307).35 Erkek kurttan türeme motifine sonraki dönemlerde çeşitli Türk-Moğol kavimlerinde de
rastlanılır. ÖGEL, Attila’nın annesinin bir kralın kızı, babasının ise erkek bir tazı
olduğunu anlatan bir Avrupa efsanesini aktarmıştır (1993-I: 194-195). Moğolların
Gizli Tarihi’nde §1’de kayıtlı Moğol köken mitine göre Çiŋgis Ḳan’ın ataları, erkek
bir kurt ile dişi bir geyiktir (The Secret History of the Mongols 2004-I: 1). Bir Güney Sibirya efsanesinde de kurtla evlenen kız motifi görülmektedir (Ögel 1995-II:
117).
Türklerden söz eden bu Tibetçe belgede bir de Öküz Ayaklı olarak adlandırılan bir halktan söz edilmektedir. Belgede I. 92-94’te kayıtlı olan bu bilgiye göre
Alayuntlu Türklerinin (Ha-la-yun-log Dru-gu) kuzeyinde çöllerle kaplı büyük dağ
sırasının ötesinde Ud-ha-dag-leg şeklinde adlandırılan insanlar yaşamaktadırlar.
İnsan eti yiyen bu insanların ayaklarında öküz toynakları bulunmaktadır ve vücutları kıllarla kaplıdır (Venturi 2008: 31-32).36 LIGETI, bu adın aslının Eski Türkçede ‘öküz ayaklı’ anlamına gelen *ud hadaġlıġ olduğunu tespit etmiştir.
SENGA’nın görüşüne göre bu halk, yukarı Ural ve Tobol ırmaklarının havzala rında yaşamıştır. VENTURI, Historia Tartarorum’da Ucorcolon olarak yazılan ve anlamı ‘öküz ayaklı’ olarak çevrilen halk adının da Tibetçe belgedeki ud hadaġlıġ’a
denk geldiğini belirtmiştir. Historia Tartarorum’a göre Tatarcada ucor ‘öküz’ demekken colon da ‘ayak’ anlamına gelmektedir; bu halka aynı zamanda ‘köpek başlılar’ anlamında Nochoyterim de denilmektedir. Bileklerinden aşağısında öküz gibi
ayakları olan bu insanların başlarının arkası kulaklarına kadar insan başı şeklindeyken, yüzleri köpek yüzüne benzemektedir. Bu insanların bedenlerinin sözü
geçen kısımları canavar şekline sahip olduğundan dolayı bu şekilde adlandırılmışlardır (Venturi 2008: 31). Görüldüğü üzere, bu anlatıda pek çok Orta Asya efsanesinde karşılaşılan çeşitli motiflere rastlanılmaktadır. Kitanlara hizmet ettiği
sırada 947-953 yılları arasında onların yanında seyahat eden 胡嶠 Hu Qiao, 陷虜
記 Xian Lu Ji adlı eserinde Öküz Toynaklı Türkler (牛蹄突厥 Niu Ti Tu Jue) adında
bir halktan söz etmiştir. Hu Qiao’ya göre bu insanlar kuzeyde çok soğuk bir ülkede yaşamaktadırlar; vücutları insan vücudu gibidir ama öküz ayaklarına sahiptirler. LIGETI, Hu Qiao’nun sözünü ettiği Öküz Toynaklı Türkler ile Tibetçe belgedeki *ud hadaġlıġ’ın aynı halk olduğunu tespit etmiştir. Nitekim SINOR da her ne
kadar efsanevî içerikli bir ada sahip olsa da Öküz Toynaklı adında bir halkın varlığının tarihî bir gerçeklik olduğunu belirtmiştir. MARQUART’a göre Öküz Toynaklı
adı aslında kayak olarak anlaşılmalıdır; bu görüşü CLAUSON ve MORIYASU da kabul etmişlerdir. Ancak LIGETI bu görüşe kuşkuyla yaklaşmıştır ve SINOR da onu
izleyerek bu görüşe karşı çıkmıştır. Nitekim SINOR’un da belirttiği gibi, kayak
kullanan Türklerden XTS’da Tahta Atlı Türkler (木馬突厥 Mu Ma Tu Jue) olarak söz
edilmiştir (1985: 153-154).37 Tibetçe belgenin *ud hadaġlıġ halkının yamyamlığından söz etmesine benzer bir anlatıma ise HĒRODOTOS’un eserinde de rastlanılmaktadır. Ona göre İskitlerin kuzeyinde onlar gibi giyinen ama onlardan farklı
bir dil konuşan İnsan Yiyenler (Ἀνδροφάγοι Androphagoi) yaşamaktadırlar (Historiae 4.18.3, 4.100.2, 4.106.1). YAŞLI PLINIUS da İnsan Yiyen İskitler (Anthropophagi
Scythae) adlı bir halktan söz etmiştir (Naturalis Historia 6.20, 7.2). Tibetçe belgenin
*ud hadaġlıġ halkının insanlarının vücutlarının kıllarla kaplı olmasına değinmesi ise, Çin kaynaklarında Dinglinglerin vücutlarının dizlerine kadar kılla örtülü olmasına ilişkin verilen bilgiyi anımsatmaktadır. 38 Historia Tartarorum’un Öküz
Ayaklılar halkına aynı zamanda Köpek Başlılar denilmesine ilişkin verdiği bilgi de
dikkat çekicidir. Kurt ve köpek kafalı insanlara Türk kavimlerinin mitolojisinde
rastlanılmaktadır. TPGJ’de 630 yılında yıkılmış olan Doğu Türk Kağanlığı’nın yerini alarak yeni bir kağanlık kurmuş olan 薛延陀 xue yan tuo’lar ile ilgili bir efsanede kurt başlı bir insana (狼頭人 lang tou ren) değinilmiştir(TPGJ 297.2364). Oğuz
Kagan Destanı’nın İslamî versiyonlarında da Oğuz Ḫan’ın savaştığı, ilk başta yenildiği ama sonradan yendiği İt Baraḳ adında bir halktan söz edilmiştir. Efsaneye
göre kuzeyde karanlıklar ülkesinde yaşayan bu halkın kadınları çok güzelken, erkeklerin yüzleri köpek yüzüne benzemektedir (Ögel 1993-I: 185-190). Köpek kafalı insan (Cynocephalus) motifinin örnekleri Eski Mısır, İslam, Hint, Avrupa39 ve
Çin40 efsanelerinde de görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder