Bu Blogda Ara

13 Aralık 2019 Cuma

Yir Sub Kut törenleri

Fotoğraf açıklaması yok.

Yir Sub Kut törenleri

Çu döneminde gök, güneş, ay ve yıldızlara, savaş tanrısı Ch’ih-yo’ya; yer ve su ruhlarına (tanrıçalar), yaruk ve kararug ilkeleri ile yaz ve kış tanrılarına; ocak ve kapı ruhlarına; insansal ruhlara yapılan çeşitli ayinlerden Yir Sub’a yapılan ayinler dört mevsim başlarına rastlatılıyordu. Gök ve yer ayinleri sadece hükümdarlar, yer-su ruhlarına bölgeye hakim olan beyler ayin yapardı. Yer-su tanrılarına ayin yapılan yerlere onların yontuları ve atalar tapınağına da yazıtları (kitabe) konurdu. Ayinlerde tanrı ve ruhlara Türkçe tapıg denilen adaklar, yeşim taşı, kumaş, şarap ve kurban eti sunulurdu. Göğe kızıl, yere kara, yer-su ruhlarına bulundukları yöne gönderme yapılan renge uygun donlu ve bulunamadığı durumda uygun renge boyanmış hayvanlar kurban edilirdi. Göksel tanrılara ateşte yakılmış ya da pişmiş; su ruhuna boğulan; yer ruhuna gömülen kurbanlar; gök ve yer tanrılarına kan; atalara çiğ et sunulur, yemek (aş) ve şarap hazırlanınca da tanrılar ve ruhlar şölene çağrılırdı. Ayinlerin önem sırasına göre boyları ayarlanan davullar çalınır, Türkçe alkış denen ilahiler söylenir, tanrıları eğlendirmek amacıyla destanları imleyen, eller kavuşturulmuş olarak danslar yapılır; ayin çevresinde at koşturulurdu[37].
Gök ve Yer ayinlerinin özünde kutsal evlenme olmalı ve yansımaları, günümüze dek sürer gelir. Bu bağlamda eskiden, Mersin kırsalında davul-zurnasız düğüne pek ilgi gösterilmez; hatta bu tür düğüne, dul avrat düğünü denirdi. En yoksulun düğünü bile, davul-zurnalı olurdu. Sadece ailelerin rızası dışında yapılan evlenme törenleri (alkaç düğünü), davul-zurnasız ve çok kısa tutulurdu[38].
Hsiung-nular (Hunlar) ise ayinlerde kımız içer, at ile deve yarışları yaparlar; göğe, yere, hükümdar atalarına, tanrı ve ruhlara, Ötüken Dağları’nda, Ongın Irmağı ya da Temir Irmağı çevresinde kurban verirlerdi[39]. Kök Türkler ise Çin metinlerine göre tanrılarını ve ruhlarını sayarlar, kadın ve erkek kamlara inanırlardı. Beşinci ayın ikinci yarısında (yaz gündönümü) Gök Tanrısı ve Kara Tanrı’ya kurban (tapıg-tapışlıg tapıg) sunarak büyük ayine başlarlar; her yıl soylular (asiller) kurban vermek için atalar mağarasına giderdi. Atalar mağarası olasılıkla Altay Dağları’nda, dişi kurdun Türk boyunu doğurduğu Turfan’ın kuzeybatısında bir dağdı[40].
Türkler Yağız Yir (yer) ve Iduk Yir-suv (kutsal yer-su) ruhlarından başka, insanlara kut verdikleri ve bağlı oldukları acunsal (kozmik) aileleri belirledikleri nedeniyle, bütün “unsur”ları sayar ve onlara da ayinler yaparlardı. Ayinlerde at, koç, koyun ve geyik gibi kurbanlar verir; bunların kemiklerini yakarak ışık (gök ya da yaruk kuvveti) oluştururlardı[41]. Türkler de, Çularda olduğu gibi ayin hazırlığına yabani at ve geyik avlayarak başlarlar; ayin ve verilen şölenlerde kımız içerler ve Çinlilere göre sarhoş olurlardı[42]. Kağanın kamlar gibi uğuntuya girdiği de olurdu. Kurban eti altun küzeç denen kaba konulur ve kurban yemeği (liv) de hükümdar simgeleri arasından sayılırdı. Üç ayaklı ve altında ateş yakılmaya yarayan kazan anlamına gelen oçok (ocak-mantal) otağın ya da odanın ortasında durur ve burası aş pişirme yeri olması dışında, otağda yaşayanların oluşturduğu birliğin simgesi ve ateş ayini yeri olarak da kullanılırdı. Bu gelenek Anadolu Türklerine tekke kazanı olarak yansırken Yeniçeri Ocağı’nda da çok önem verilen bir bezekti[43]. Bezek, Mersin kırsalında yapılan düğünlerde aş ocağı olarak görünür ve bu biçim, eski törenlerin günümüze dek gelen yansımalarından olmalı. Aş ocağında, düğünün olmazsa olmazı olan düğün çorbası, topalak ve döğme aşıadıyla üç tür aş pişirilir ve bu üç geleneksel yemeğe yörede aşana, aşanayı yapacak usta kadın aşçıya da aşanacı denilmektedir[44].
Ateşe olağan üstü önem veren Türkler, belki de ateş tapınımını, ateşi ilk yakan Türksanlı ataya bağlılık göstermek için yapıyorlardı. Ateş ayini için kullanılan oçok, başka bir söyleyişle taşınabilen üç köşeli Oot mantal karşısında ayin yapan kağan, alevlere bakarak uğunur ve bilişte bulunurdu[45].
Çu dönemi ayinlerinde görevli rahiplerin kızıl elbiseler giymeleri, ocak tanrıçasına ilk aş pişiren kişinin al giymiş güzel bir kadın oluşu[46], burada olduğu gibi Türklerde erkek ve kadın kamların olasılıkla kızıl donlu olabileceğini düşündürmektedir. Kızıl rengin güneşle, güneşin kağanla, kağanın Yir Sub’la ilintisi, Anadolu’da gelinin başı üstüne bir al atılması, evliliğin kutsal (hieros gomes) oluşu yanında bereketi de imleyeceği göz önüne alınırsa, bu çıkarsamaya bir işaret sayılabilir.
IV-VI. yüzyıllarda Çin’de devlet kuran ve çoğunluğunu Türk boylarının oluşturduğu Tabgaçlar döneminde uygulanan ayin yerinde, Yir Sub’u simgeleyen su unsuru ve kuzey yönünü imleyen kara ipeklerle örtülü, silindir gövdeli (kubbe?), yüz kişiyi alabilen büyük bir otağ kurulmuştu. Ayin için hazırlanan set, Çin’de gök ayini için yapılan yuvarlak biçimde değil, ikinci derecede sayılan yer tanrısına özgü, dört köşeliydi. Bu, Tagbaç gök ayininde, yalnızca su unsurunun simgeleri yer almaktaydı. Setin çevresine tahta yontular dizilmiş ve her birinin yanına birer tuğ dikilmişti. Yontulara, ipek giysiler ve sarığa benzer başlıklar giydirilmişti. Kadın kamlar, ayin setinin üstüne çıkıp da davullar çalmaya başlayınca herkes secde ederdi. Bu sırada birer ak buzağı, koç ve sarı bir at kurban ediliyordu. Kurban töreninden sonra, Tagbaç hükümdar soyundan olan gençler yontulara tökük( içki dökme-libation)) töreni yapmaktaydı. “Beşinci ay içinde Türkler, koçlar ve atlar öldürüp göğe kurban ederler”[47] diyen Kök Türklere ilişkin metinde anlatılan ayinin su kenarında yapılması olasıdır. Hsung-nu ve Tabgaçların gök-dağı dedikleri ve tepesinde göl olan kutsal zirveleri Kök Türkler hep kutsal sayardı.
“Kemik ilinde (Ertiş ırmağı bölgesi) Mnkvar (?) adlı dağda, (kutru) büyük bir kalkan miktarında bir tatlı su pınarı vardı. (Bu pınarın suyundan ordular da içse azalmazmış)… Bu pınarın yanında, sanki secde etmiş bir adamın ayakları, avuç ve parmakları ve dizlerinin yeri görülür. Bu yerde, çocuk ayakları ve kulan nalları izi de vardır. Oğuz Türkleri (bu yeri) görünce secde ederler.”[48].
Diyen bir belge ve:
“(Uygurlar) gümüş veya bakırdan borular yaparak, içlerine su doldurup birbirine fışkırtırlar. Bazısı, elleriyle su atarak eğlenirler. Onlara göre, böylece yaruk ilkesinin etkisiyle gelen zararlar yok edilmektedir.”[49].
Diyen belgelerden de anlaşıldığına göre, Yir Sub’u simgeleyen, birçok kültürde de kutsal bezek olan suyla[50] birtakım göksel zararlar engellenebiliyordu.
Kaşgalı’nın, Türklerin ya adak ya da tanrılarla yakınlık elde etmek için putlara kestikleri kurbana verdiği ad olan yağış ve Kök Türk dilinde söylenen yığış sözcüklerindeki üfleme biçimi, yerel söyleyiş farkından ileriye gitmese gerekir.
“Kara çadır inananı. Adı : Yeğen Çor. Sevgili torunu. Kurban.”
Diyen Qutuk-Ula yazıtındaki geyik bezekleri, kuş ağızlı geyikler biçiminde İlteriş Kağan’ın anıt-kurganında da var olduğuna göre, Kara Çadır boyunun (oğuş) bu hayvanı beylerine kurban etmeleri[51] öğütlenmektedir. Anadolu’ya gelen Hititlerde de geyiğin ne denli kutsal ve önem taşıdığını geride görmüştük.
Çin kaynakları, Kök Türklerin yılda bir kez atalara kurban verdiklerini ve Kırgızların, ruhlar için kurbanları yere gömdüğü hakkında bilgiler aktarmaktadır. Kırgızlar ağaçlara da kurban verirlerdi. Yer-su ruhuna Kök Türkler beşinci (yaz gündönümü-Ulug-ay) ve sekizinci (sonbahar ekinoksu) Çin aylarında kurban sunarlardı. Uygurlar ise ilkbaharda, sonbaharda ve kış gündönümünde yer ayini yaparlardı. Uygurlar ruhlara aş (üsüdke aş), yeraltı ruhlarına (yek) kapı eşiğinde çiğ et, çiçek, şarap (bor), bira (bengi) gibi hediyeler bırakırlardı. Oğuzlarda da ölen kişilere hediye olarak yere aş gömülürdü[52].
İlk bakışta, adayandan adanana, adanandan tanrıya doğru dönüşen bir sürecin gerçekleştiği Qutuk-Ula metninde geyiğin, adayan torun tarafından, ölmüş olan Kara Çadır büyüğü ile ilişki kurularak Tanrı’dan kayırıcılık (şefaat) dilemek amacıyla kurban edildiği anlaşılmaktadır. Şu halde kurban, insanları ya da toplumu ölüm, savaş, kıtlık gibi felaketlerden korumak için ilişkilendirilen boy üyesi yerine tutsağın, toplum yerine atın öldürülmesidir. Böylece daha az üzücü olan yaratıkların öldürülmesi de insanın ve toplumun azap çekmesinden daha az sıkıntı verici hale getirilmiş olmaktadır[53]. Dilenen, olasılıkla otların altından bittiği, gök ve yer nefeslerinin iki oğlu olarak tanımlanan gök gürültüsünün kararıgdan yaruka doğru olan ilkesiyle belirlenen ırkla, dünyasal yaşamın eylem başlangıcı[54] sayılan ve iki yaruku iten bir kararug ilkesiyle belirtilen iki ırk arasında inç kelmekyani barış içinde bulunmaktır[55]. Günahlarından arınmak için tövbe niyetiyle uygulanan kuttöreniyle şiddet ve gazabı bastırmak, adayan kişi ya da öbeğin dileğini tanrıya iletmek (adak) amaçlanırdı. Bu bakımdan kurbanın kadın ya da erkek ve armağan değişinden çok farkı olmamalı. At, koç ve geyik gibi kendilerine en yakın hayvanların kurban edilip dağıtılmasıyla da acunsal (cosmos) düzen kurma dileği yerine getirilirdi[56]. Uluğ Ay’ın orta gününde Temur suyunda buluşan Kök Türkler, yer-su tanrısı yanında Gök Tanrı’ya da kurban sunarlardı[57].
Kök Türkler kağanı Ulug-ay’da, yir tengri-kanı dedikleri yer tanrı hanı ya da Yağız Yir denen ve bütün yeryüzüne hakim sayılan tanrı(ça)ya, gök ile birlikte ayin yapardı. Bir Çin metni bu ayinlerin, Ötüken-yış’tan epeyce uzakta çevreyi saran çok yüksek, ne otun yetiştiği, ne de ağacın bittiği, yer tanrısı ya da taht tanrısı (Po-teng-ning-li) denilen bir dağda yapıldığını bildirmektedir. Yılda bir kurban verilen “Atalar Mağarası”, işte bu taht tanrısı (böd-tengri) dağındaydı, Anlaşılan Kök Türkler, yer tanrısının tag ırkında belirtilen ölümle ilgisini ve kağan mezarlarının dağ şeklinde olmasını, bu dağa gönderme yaparak anlatıyorlar; böylece, atalar tapıncı yer tanrı tapıncı ile birleştiriliyordu[58].
Ana Tanrıça ya da simgesi olan Yir Sub’a ilişkin olduğuna değgin bolca kanıtlardan biri:
“Doğu Kök Türk kağanı devamlı olarak Ötüken Dağı’nda oturur. Soylular her yıl halkı atalar mağarasında kurban sunmaya götürürler. Ayrıca beşinci ayın ortasındaki on gün içinde T’ojen Irmağı’nda toplanarak Gök Tanrı’ya kurban sunarlar.”[59].
Öteki:
“Batı Kök Türkleri her beşinci ayın sekizinci günü toplanarak ruhlara kurban sunarlar. Ayrıca her yıl atalar mağarasına yüksek bir memur yollayarak kurban sunarlar.”[60].
Diyen metinlerde, Doğu ve Batı Türklerinin, atalar mağarasında kurban sunarak atalar ayini yaptıkları apaçıktır.
Bilindiği gibi Yağız Yir’in yönü yeryüzünün altı ya da olasılıkla oraya giden kapı yani mağara (Ergenekon), ana ve halk kalabalığı da onun somut simgeleriydi.
Anlaşılacağı üzere atalar ölümü, mağara da analık işlevini, yani doğumu simgelediğinden atalar mağarası ölürken doğumu, doğarken de ölümü, başka bir söyleyişle çevrisel acunsal zamanı temsil etmekteydi. Çalkantılar ve hatta çöküşler ortaya çıksa bile her seferinde aynı düzenli çevirinin yeniden kurulduğu; dilek mi yoksa tövbe kurbanı mı olduğu pek belli olmayan bu kurban kuttöreni, çevrisel sürecin aynı karar sürmesini sağlıyordu. Atalar mağarasında uygulanan atalar ayini, Kök Türk kağanlık uruğu olan A-shis-na’lara ilişkindi ve törene, soylu kişilerle yüksek rütbeli memurlar katılırdı. Öte yandan tüm Kök Türk aile ve oğuşlarının da geleneksel atalar ayini yaptıkları bir gerçektir. Uygulanan kuttörenlerinde kurban etleri üleşilerek bir şölen yapıldığında, bunun bir tövbe kurbanı olmayıp bir dilek-kurban-bayram olacağı düşünülebilir; çünkü bu edimde ne pişmanlık ne de tövbe vardır. Tanrıdan dilenen tek şey otların yeşerip solduktan sonra yeniden yeşermesi gibi, bereket ve doğurganlık getiren dönüşen zamanın da kaygısız tasasız bir süreç içinde akıp gitmesi olmaktadır[61].
“Birisi ölünce cesedini çadıra korlar. Oğullarından, yeğenlerinden ve kadın erkek hısım akrabalarından koyun ya da at öldürerek, bunları ölüye kurban edilmek üzere cesedin önüne serer. Akrabalar çadırın dolayında altı kez döndükten sonra kapının önünde durur ve gözyaşlarıyla akan kanlar birbirine karışıncaya kadar yüzlerini bıçakla çizerler. Tekrar yedi tur attıktan sonra dururlar. Uygun bir gün bekleyip ölünün bindiği atı yakarlar. (Ölü mezara defnedildikten sonra) kurban olarak ya koyun ya da at kafasını mezarın başına asarlar.”[62].
Diye yazan bu metinde, çadıra konan ölüye at ya da koyun kurbanı sunulduktan sonra çadırın çevresinin altı kez dönülmesi sayısal değerinden dolayı ve çizdikleri yüzlerinden akan kanın gözyaşlarıyla karışması ve toprağın ıslanması, eylemin Yir-sub’a; yedi kez dönüşün sayısal değeri ve ölünün atının yakılmasına ilişkin olanların da Gök Tanrı’ya adanmış eylemler olabileceğini gösterir. Bu durumda ölü ardı törenlerinin de ikili ilkeye (dikotomi) uyduğu söylenebilir.
Bir başka belge, Bizans elçisi Valantin’in Batı Türk Kağanı Turhxanth tarafından karşılandığı sırada kağanın babası İstemi Kağan’ın ölüm töreniyle karşılaşmasına ilişkindir. Belgede, Türklerin geleneğe uygun olarak yüzlerini çizmelerine Bizansların kızdığını, bunun barbarca olduğu yazar. Öteki belgelerde ise:
“Kağanları (Mugan) birdenbire ölünce Türkler Wong K’ing’e (Çin elçisi) şöyle ayıttılar: Eskiden bizim ülkemize gelen elçiler buraları yas içinde gördüklerinde üzüntüden yüzlerini çizerlerdi. Şimdi ülkemiz müttefik olduğuna göre bu işi, haydi haydi yapmaları görevleri değil mi? Wong K’ing baş eğmeyi reddetti. Türkler onun bu kararlılığı karşısında daha fazla ısrara cesaret edemediler.”[63].
“(P’i-chie-Ch’ueh Kağan öldükten sonra karısı Çinli prenses) Uygur yasalarına uyarak yüzünü çizdi ve bağırarak ağladı.”[64].
Diye yazar ve Uygurlarda ölü ardı geleneğinin, belli bezekleriyle ne denli yaygın olduğunu gösterir. Ölüye sunulan kurban yanında yüzün çizilerek kanatılması, kanın gözyaşlarıyla karışarak toprağa damlaması bezekleri ilgi çekicidir. Gerilerde, insan kurbanı bezeği incelenirken İbrahim’in tanrıya kurban etmek istediği oğlu İshak’ı sünnet yaparak kurban eylemini hafiflettiğini ve diğer biçimleri görmüştük. Metinlerden anlaşıldığına göre Türklerde de bir zamanlar, tanrıya hayvanlar yanında insan kurbanı geleneği de vardı; hele ölen kişi tanrıdan kut almış biri, yani hakansa, ikili ilkeye (dikotomi) uygun olarak eşinin de ölmesi ya da kurban edilmesi ya da ölü hakana yoldaş olması gerekiyordu. Burada ölüye eşlik ya da Sümerlerde maiyetiyle gömülme biçimini anımsayalım. Zamanla yumuşatılan bu biçim insan bedeninin en ilgi çeken ya da görünen organı olan yüzün çizilerek kan akıtılması biçimine getirildi.
Bizans elçisi Valantin’in, Kağan Turhxanth’ın İstemi Kağan’nın sağlığında bindiği atla ölüye haberci gönderilen dört tutsağı kurban ettiği tanıklığı ve “P’i-chie-Ch’ueh kağan ölünce hassa subayları, genel valiler ve ötekiler Prenses Ning-Kuo’nun da onunla birlikte gömülmesini talep ettiler.” diye bildiren Çin belgeleri, 750 tarihlerinde Uygurların bu geleneği uyguladığını göstermektedir. Prenses, kocası ile diri diri gömülmeyi reddedince bu beladan yüzünü çizerek kurtulur. Tüm bunlar Türklerde, ölen kocaya öbür tarafta eşlik etmek üzere karılarının da birlikte gömülmesi (kurban) geleneğinin bu yıllarda hala yürürlükte olduğunu belirtir[65]. Bu biçimle geride anlatılan Sümer gömü biçimi, Sudan ve Şehrazat masalları arasındaki benzerlikler birer rastlantı olmasa gerekir.
Tanrıya ya da ölüye hayvan kurban etme, kutsal bir kılım iken, ölüye insan kanı sunmayla ise ölü, “kutsal mundar”a dönüştürülmüştür. Mundarlığa ilişkin başka bir metinde, Oğuzların hasta olan kişiyi uzağa kurulan bir çadıra yerleştirerek ayırdıkları; hastaya sadece köle ya da cariyelerin baktığı ve bu işlemin, ölene ya da iyileşene dek sürdürüldüğü; eğer kişi yoksul ya da köle ise, onu sahraya atıp gittikleri kaydedilmiştir. Buna göre Oğuzlarda, yüz çizme geleneği ile hastalık arasında bir özdeşlik olduğu görülür. Öyle ki, hastalık yalnız başına mundarlık oluştursa bile arılığa (kutsal) ters düştüğünden başlı başına mundarlık yaratır ve ölüm de bir hastalık olduğundan o da bir mundarlıktır; yani ölüm arı olmanın karşıtıdır. Öyleyse arı olmak ile mundar bir ikilidir (dikotomi) ve birbirini tamamlar. Başka bir anlatımla mundar arıdan ayrılan bir parçadır, kutsala başkaldırıdır. Öyleyse ölümle gelen mundar, yüz çizilerek akıtılan kan-kurbanla arındırılıyor, öteki deyişle tanrı (Yir Sub) hoşnut ediliyor demektir. Böylece biri ölürken öteki dirilmiş oluyordu. Ölü ardı kuttörenlerine katılmak, aslında ölüm dolayısıyla toplumun hayata dönüşüne alkış tutmak[66]; ölümle kuruyan otların ya da oluşan kıtlığın Yer Sub hoşnut edilerek yeşermesini, bereketin artmasını dilemek ya da sağlamaktı.
İlerde işlenecek A-shih-te söylencesinin gösterdiğine göre Türk toplumunda insan kurban etmek apaçık[67] öğütlenen ve uygulanan bir gelenekti zaten.
Belgelerin gösterdiklerine[68] bakılınca ilkesi iki yaruku iten bir kararug olarak belirtilen inç kelmek yani barış içine gelmek ırkının[69] yol göstermesiyle yapılan ant içme törenlerinde, barışın sürekliliği için Yir Sub’un simgelerinden olan bir kısrak kurban edildiği anlaşılmaktadır.

[1] Esin s.85
[2] Esin s.86
[3] Esin s.88-90
[4] Diviçioğlu s.75
[5] Diviçioğlu s.75
[6] DTA s.33
[7] Diviçioğlu s.75
[8] Divitçioğlu s. 76
[9] Esin s.32
[10] Diviçioğlu s.77
[11] Diviçioğlu s.76
[12] Diviçioğlu s.80
[13] Diviçioğlu s.80
[14] İnan s.89
[15] Diviçioğlu s.81
[16] İnan s.72
[17] Diviçioğlu s.77
[18] İnan s.73
[19] Diviçioğlu s.78
[20] İnan s.74
[21] Diviçioğlu s.77-78
[22] Diviçioğlu s.78 Diviçioğlu s.78
[23] İnan s. 83-84 İnan s. 83-84
[24] İnan s.88-89
[25] İnan s.89-90
[26] Diviçioğlu s.79
[27] İnan s.75
[28] İnan s.79
[29] İnan s.76, 77
[30] İnan s.77
[31] Diviçioğlu s.79
[32] Diviçioğlu s.79
[33] Divitçioğlu s.83
[34] İnan s.42-47
[35] Divitçioğlu s.84-85
[36] Divitçioğlu s.86-87
[37] Esin s.93-96
[38] Tekin, Horozlu Köyü
[39] Esin s.97
[40] Esin s.98
[41] Esin s.99 Esin s.99
[42] Esin s.202
[43] Esin s.103,104
[44] Tekin Horozlu Köyü
[45] Esin s.118
[46] Esin s.107-109
[47] Esin s.113,114
[48] Esin s.115
[49] Esin s.116
[50] Eliade s.196-216
[51] Diviçioğlu s.67
[52] Esin s.168
[53] Diviçioğlu s.68
[54] Esin s.33
[55] Esin s.34
[56] Diviçioğlu s.68
[57] Esin s.114
[58] Esin s.168-169
[59] Diviçioğlu s.68
[60] Diviçioğlu s.68
[61] Diviçioğlu s.69-70
[62] Diviçioğlu s.70
[63] Diviçioğlu s.70
[64] Diviçioğlu s.71
[65] Divitçioğlu s.73,74
[66] Diviçioğlu s.72
[67] Diviçioğlu s.181
[68] Diviçioğlu s.73
[69] Esin s.34

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...