Bu Blogda Ara

12 Aralık 2019 Perşembe

Yir Sub’un Yardımcıları

Fotoğraf açıklaması yok.


Yir Sub’un Yardımcıları

Çu dönemi kayıtlarında, Yir Sub(v) ya da öteki anlatımla yeryüzü ve orada akan sular arasında “ak ejder” ya da yarı insan yarı balık biçiminde, ejder ongunlu tanrılar ve tanrıçalar geçiyor ve Türkçe Yaşıl-öğüz denen Houng-ho ile ona akan Lo Irmağı bölgesi, bunların merkezi olarak düşünülüyordu. Lo tanrıçası, göksel ejder ve söylencesel hükümdar olarak kabul edilen Fu-hsi’nin kız kardeşi ve eşi, kadın-yılan Nu-wa’nın bir biçimi olan Fu’nun eşi idi ve Yi adlı bir avcı hükümdarla evliydi. Benzer söylence ve gelenekler Hotan’da, yeşim taşı çıkan bir dere çevresinde bulunmaktaydı ve bu nehirlere, adak olarak yeşim taşı (kaş) atılırdı. Gelin ve güvey olarak genç kızlar ve erkekler ve atlarla kara donlu hayvanlar, Çin’de kadın kamlar tarafından suya atılarak nehirlere kurban verilirdi[1]. Tüm bunların yansıması olarak, doğunun ve hala günümüz Anadolu’sunun bir söylencesi olan yılan kadın Şahmeran, babaerkiliğin İlluyankas’ına ya da Mitra’sına koşut yerli bir öykü değilse, Türklerin anlatım içeriğiyle Orta Asya’dan buralara getirilmiş bir biçim de olabilir.
Kök Türk kağanı soyundan bir avcının bir su tanrıçasıyla ilişkide bulunduğunu anlatan ve ilerde de değinilecek bir söylence, inancın bu dönemde de süre gittiğine işaret eder. Söylencede, Kök Türk avcısı bir ak geyiği vurduğu için darılan su tanrıçası ondan bir insan kurbanı ister. Su ya da dağ unsuruna bağlı geyik ve geyik başlı ejder düşüncesi, göçebe Türk bezeklerinde de yaşamaktaydı[2]. Çukurova yöresinin Ala Geyik söylencesi de, Anadolu’yla koşut kaynağının birazını, belki de ta oralardan almıştı.
Türk kitabelerinde ıduk yir suv-sub-suy diye geçen ruhların bu su tanrıçası, bölgeye hakim olan suların, dağların ve derelerin, hayvan biçiminde düşünülen ruhları ya da tanrıçalarıydı. Ötüken Dağları’nda Sır-Tarduş Türklerini koruyan kurt başlı, insan biçimli bir ruh da bunlardan birisiydi. Öte yandan her yönetsel bölümün (vilayet) olduğu varsayılan ruhları da bu gruba girenler olmalı. Gene ak geyiğin su tanrıçasına bağlı olmasına karşın güneş simgesi olan dokuz sayısıyla belirginleşen dokuzarlı sıgun-kiyik (dağ tekesi-maral) tanrının hayvanı sayılıyordu ve böylece dağ tekesi ya da geyiğin de biri gök, diğeri Yir Sub’a ilişkin iki biçimi vardı. Dağ tekesi önyazıda (piktogram) kağan soyunun damgası sayılıyordu. Öte yandan su kuşları, at, erkek kurt hep eril sanlarla ilişkindi[3].
Geride incelenen Umay’ın, Yir Sub tanrıçanın yardımcısı değil, olsa olsa kısıtlanmış ya da sınırlanmış birtakım niteliklerinin belirdiği “kendisi” olduğu savlanabilir. Olağanüstü, bilinmeyen ve bu dünya ile öteki arasında bireysel iletişim kuran kamların birtakım nitelikleri ve özellikleri, onların Yir Sub’un başlangıçta kadın rahibeleri ya da en azından yardımcıları olabileceğini düşündürmektedir.
Roux’un, tarihte Türkler ve Moğollardaki kamlık üzerine yazdığı üç makalenin bilgi yeterliliği açısından oldukça kapsamlı olduğu nakledilmektedir[4]. Tükçe kam, Hunca atakan, Kazakça baksı, Yakutça oyun, Çuvaşça yum, Moğolca böge-bö, Tunguzca şamandiye adlandırılan sözcük Altaylılarda, kadın olanda udugan adını alır. Dilbilimcilerin bir kısmına göre şaman sözcüğü kökenini Paliçe’deki samana ya da Soğutça’daki smn sözcüklerinden almaktadır ve şaman-kam ilişkisi de buradan gelir. Kamlığın Orta Asya’ya Budizm gibi güneyden gelme olduğu öne sürülen bu sava göre, Han döneminden Tang’lara dek geçen dönemde Kırgızlar Şamanlarına, kan derlerdi[5]. Uygurlarda kam hastalıkları gideren, acıları dindiren, çılgınlıkları, delilikleri (saraları) yatıştıran, hastalara ilaç yapan otacı diye anılır[6]. Kam sözcüğüne IX. yüzyıla dek pek rastlanmasa da ara dönemlerde Kök Türklerin kam uygulamaları yaptıkları, örneğin yurda gelen Bizans elçisini, kamların yalımlar arasından geçirdiklerine değgin kanıtlar vardır. 765 yıllarında Çin başkentini zapt etmek isteyen Uygurların, seferin barış içinde geçeceğine değgin iki kamın bilişi (kehanet) sonucu saldırıdan vazgeçtiklerini anlatan Çin askeri valisinin açıklamasına değgin belge, Orhon Uygurlarında da kamın varlığını göstermesi yanında, kamların ne denli siyasi ve diğer kararlarda etkin olduğuna bir işarettir. Kök Türk ve Uygur kağanlıkları dağıldıktan ve sonraları, IX. yüzyıldan başlayarak Oğuz, Türk, Kırgız ve Karahanlı boylarında da kamlara rastlanmaktadır[7].
Bu içerikte ilk Türkçe metin olan Irk Bitig: “Er ava varmış, Tengri’den erlik (dilemek üzere) dağda kamlamış”[8]derken erlik kamlama yeri, Yir Sub’un biçimsel simgesi ve yönü olan (dağ) biçimle[9] örtüşmektedir. Bu da hem kamlama hem de kamın geldiği yeri işaret eder. Öyle ya, kişiye yaruk olan erlik sıfatı, karşıtı olan kararıgda verilmeli ve hem birbirinin zıddı hem de tamamlayıcısı olan ikili ilkeye (dikotomi) uyulmalıydı.
Kamlama eylemi ile kamın kılık kıyafeti birbirinden ayrı olamaz; her kam içinde bulunduğu budunun geleneklerine uygun genellikle kuş, geyik, ayı ve kurt gibi bir hayvanı (totem) kendine eş seçer; giyinişiyle ve süsleniş biçimiyle ona öykünerek özdeşir. Örneğin kuş donuna bürününce başına ve giysilerinin üstüne kuş telekleri takıştırır; geyik donunda başına geyik boynuzu, ayı ya da kurt donunda da üstüne ayı ya da kurt postu geçirir. Ayrıca giysisine incik-boncuk, çaput, ayna, demir ve bakır gibi şeyler tutuşturarak süslenir. Tüm bunlar kamın kamlama ayinine başlamasına yetmez; kesinkes bir çalgıya, genellikle davula gereksinimi olur; bazen de telli sazın, davulun yerine geçtiği de görülür[10].
Irk Bitig’deki başka bir metin, “Uzun donlu ‘giysili’ aynasını gölde kaybetmiş, sabah sır verir, gece danışır.”[11] derken burada, kamın Yir Sub’la ilişkinliği görünmeye başlar. Uygurca’da uzun tonlu sözcüğünün önceleri kam, sonraları rahip ya da papaz yerine kullanıldığından söz edilmektedir. Her iki kullanışta da ortak olan “uzun ton” niteliğidir. Anlaşıldığına göre hem kadınlar hem de kamlar “uzun ton” giymekteydi.
Herodot, İskitlerle ilişkin verdiği bilgide, İskitlerde söğüt değnekleriyle fala bakmanın atalardan kalma olduğunu, bu gelecekten haber verme yeteneğini onlara Aphrodite’nin öğrettiğini ve bu falcıların, eşcinsel olduğunu yazar. Bu bilgi bile bozkır toplumunda uygulanan fala bakma geleneğinin dişil kökenli olduğunu göstermesi bakımından ilgi çeker. Öte yandan falcılardaki görüntü (transvestizm) ya da gerçek (eşcinsel) bu olgu, gelecek yüzyıllarda hemen hemen bütün Asya kamlığında yaygınlaşacaktır[12].
Moğolların, Uygurlarda kamalar adı verilen ve cinlerle gizli konuşmalar yapan; çoğunun, erdişi ve büyücülük yaptıkları sırada yakaladıkları kişilere kendilerinin ırzına geçilmesini zorlayan müstehrek, başkaları tarafından kirletilmiş sihirbazlar gördüğünü bildiren A’bul Farac tarihine[13] karşın İnan, Yakutlarda erkek şamanların kadın entarisiyle ayin yaptığını, bu özel giysilerin göğsünde kadın memelerini temsil eden yuvarlak madeni şeylerin bulunduğunu, şamanlar ve Müslüman baksıların uzun saçlı[14] olduğunu yazar. Öte yandan cinsiyet değiştirmenin (transvestizm) özellikle Kamçadal, Koryak ve Çuksi kamlığına özgü olduğunu bildiren Basilov, “Sibirya halklarının inancına göre ruhunun kam olmasını isteyen kişi, zorunlu olarak cinsiyetini değiştirmek amacıyla kadına benzemeye çalışır” der. Benzer biçimlenme Çudar Türkmenleri, Kazak ve Karakalpak kamları arasında da görülür. Öte yandan, Avarlar ve Tobalarda kadın kamlar vardı[15].
Tüm bunlar kamlığın Yir Sub’la ilişkin olduğunun yansımış biçimleri olan kanıtlar olmalı. Günümüzde bazı yörelerde uygulanan, ancak Mersin kırsalında sadece kişi sanı olarak kalan; erkeklerin kadın kılığına girerek oyun oynamaları biçimli köçekçilik, belki de düğünün kamlama işleminin hala yaşatılan bir yansımasıdır.
IX. yüzyıldan sonra İran’lı ya da Arap gezginlerinin yapıtlarında kamlar hakkında bilgiler verilmiştir. Balasagunlu Yusuf Hacip:
“Gerek hekim, tabip tut, gerek kam tut;
Eceli gelene ilaç fayda vermez.”
Der ve Kutatgu Bilig de:
“Her derdin belli ilacı, tedavi edecek kamı vardır.”
Diye, kamların hekimlik[16] yaptığını vurgular. Gezginlerden birinin X. yüzyıla değgin verdiği bilgiye göre de Oğuzlar, tabiplerine çok saygı göstermekte, onlara mal ve canlarını emanet edecek denli güvenmekteydiler[17].
Yusuf Hacip:
“Otacıdan sonra afsuncular gelir. Yel, yek (şeytan) hastalıklarını bunlar tedavi ederler. …Tabip afsuncuların sözünü beğenmez, afsuncu da tabibe yüz çevirir. Tabip ‘ilaç kullansa iyi olur’ der. Afsuncu ise, ‘muska kullanırsa ci-şeytan uzaklaşır.”
Diyerek, XI. yüzyılda Müslüman Türkler arasında iş gören tabiplerle kamlar arasındaki çekişmeyi gösterir[18].
Hem Yusuf Hacip, hem “Kam kehanette bulundu” diyen Kaşgarlı’ya göre, kamlar bilicilik yaparlardı[19]. Süreçte, İslamlaşan Türkler kam adını unuturlar[20]; ancak biçim günümüze dek yansır, Mersin kırsalında bilicilik ve muskacılık yapan erkekler bakımcı adıyla; çoğunlukla halk hekimliği ya da büyüsel sağaltım yapan kadınlar da ocak adıyla işlevlerini sürdürür giderler.
XI.yüzyıla ilişkin başka gezginlerce de, Kırgızlar arasında birtakım adam ya da adamların yılın belli günlerinde yanlarında getirdikleri ilahi söyleyenler ve çalgıcıların çalmaya başlamasıyla kendilerinden geçtikleri sırada halkın onlara kıtlık, kuraklık, bolluk; yağış, kuraklık; yılın tedirgin ya da güvenli mi geçeceğine, düşman saldırısına ilişkin sorularına bilişte (kehanet) bulunduğu, bilişlerinin çoğunun söyledikleri gibi çıktığı; gene bu yıllık bayramlarda her köyün gittiği bir kaynak ya da ormanda, tanınmış bir boydan olan bir adamın götürülen putların çevresini döndükten sonra halkın huzuruna çıktığı, iyilik ve kötülüklere değgin biliş söylediği bildirilmektedir[21]. XII. yüzyıla değgin bir metinde de Türkler arasında bir cins falcı ve bilgili insanın çoğaldığı ve bunlara kam dendiği[22] geçmektedir.
Kamlardan, yaptıkları kamlama işlevine göre ak şaman adını alanlar özel giysi ve davul kullanmazlar; kötü ruhlara ve karanlık tanrılara ayin yapmaz, kanlı kurban vermekten çekinirler; ancak gündüzleri, aydınlık ruhlara kansız ayin ve tören düzenlerler. Halktan çok saygı gördükleri halde fazla iş de görmezler. Kara şamanlar ise, bunların dışında tüm ayin ve kurban törenlerine katılırlar[23]. Yakut yansımalarının da gösterdiği üzere, ak şamanların Gök Tanrı’ya ilişkin rahipler-rahibeler olabileceği, kara şamanların da Yir Sub’a ilişkin rahipler-rahibeler olabileceği akla uygun gelmektedir.
Babaerkiliğin bastırmasıyla, bekli de bu bağlamda kışkışlamak amacıyla, Yir Sub’un kadın yardımcıları ya da onu temsil eden rahibelerin, insanlara zarar veren kara ya da kötü ruhlar olarak gösterilmiş olacağı olasıdır. Bu savı destekler görünen bir öykü Cücenlere ilişkindir. Çeunu Hakan’ın tahta çıktığı günlerde küçük oğlu Tszubhoy kaybolur ve bir türlü bulunamaz. Hakanın çok güvendiği ve ülkenin en ünlü uduganı (kadın kam-şaman) olan Deuhun Divan’a başvurulur. Şaman kadın çocuğun göklerde bulunduğunu söyler ve bir gölün ortasına çadır kurarak yaptığı ayinle de oğlanı meydana çıkarır, ana babasına teslim eder. Buna çok sevinen hakan, kocasına dünyalık vererek ayırdığı bu uduganla evlenir. Ülke yönetimi bundan sonra uduganın eline geçer; ancak, devlet işleri de çığırından çıkar. Tszubhoy büyür ve anası Heulüylin Hatun oğluna, başından geçenleri sorar. Oğlan, küçükken bir şaman tarafından kaçırıldığını, onun kendisini bir yıl evinde sakladığını anlatır. Hatun bunu hemen hakana bildirir, ama hakan inanmaz. Durumdan haberdar olan udugan Tszubhoy’u boğdurtarak ortadan kaldırtır. Daha sonra da şaman kraliçe, prensin anası tarafından boğdurtulur. Bu işlere karışanları yok etmeye çalışırken hakan da boy başbuğlarından birisi tarafından öldürülür[24].
Bazı şamanistler, en kuvvetli kamın kadın olduğunu söylerler. Manas Destanı’nda da rüya ve geleceği bilen şamanların çoğunun kadın olduğu görülür. Molla Gazi’nin, şeraite uymayan Kırgız-Kazakları yeren bir beytinden anlaşıldığına göre, ateş ruhuna yağ atan erkekler, kızların giydikleri külahlardan giyerler. Öte yandan, geleceği bildiren rüyaları en çok kadınlar görür. Kahramanların geleceğini haber verenler kız kardeşleri ya da karılarıdır. Tüm bunlar, şamanlığın kadınlara has bir zenaat olduğunu göstermeye yeterli belirtilerdir[25] ve Yir Sub’un rahibeleri oldukları görüşüne de güç katar.
İnsan öbekleri adına eylem gösterilerek, yardımcı ruhların verdiği esinle, vecde (uğunmaya) gelip davul, tar ve ayna gibi özgül gereçler kullanarak olağanüstü, bilinmeyen, dünya-acunla (cosmos) bireysel iletişim kuran; amaçları hastaları sağaltmak, öbür dünyaya göçüşlerine eşlik etmek, geçmişi ve geleceği bilmek, ırklamak, av büyüsü yapmak, yada taşı kullanarak yağmur yağdırmak gibi kamlama[26] yapmak olan kamlar; aileyi koruyan ateş, iyi yer-su ruhları ve ufak tefek ruhlara kendisi de doğrudan kurban ve saçılar sunabilen insanın doğrudan doğruya başvuramadığı, özellikle insanların en kötü düşmanı olan, insana ve hayvan sürülerine hastalık göndererek kurban (tolu-tolug) isteyen kötü ruhları; ancak ruhlar ve tanrılarla insanlar arasında aracılık yapma kudretine sahip ve bu kudretini göklerden ve atalarının ruhlarından aldıkları için karşı koyabilir ya da onları insandan uzaklaştırabilirdi[27].
Kamlar gerek erkek gerek kadın olsunlar bir boy değillerdi ve bağlı oldukları boy, oymak ya da köyün üyesi olarak yaşarlardı[28]. Öğrenmekle kazanılmazdı; ama kam olmak için belli başlı bir kamın soyundan olmak yeterliydi. Gene de kamlığın da bir girişi olurdu.
Yakutlarda aynı oymaktan, ancak kam soylu bir genç kamlığa giriş yaparken oymağı onu bir tepe ya da bir dağa çıkarır, özel giysisini giydirdikten sonra eline at kılları bağlanmış bir asa tuttururlar[29]. Burada çıkılan tepe Yir Sub’un temsil bulduğu yerdir ve sırık (asa) da onunla ilişkin bir nesnedir. Adayın sağ tarafına dokuz koruyucu delikanlı, sol tarafına dokuz kız geçer ve bunların tam ortasında da, giriş törenini yöneten yaşlı kam bulunur. Yaşlı kamın öncülüğünde adaya:
“Zavallıların koruyucusu, yoksulların babası, öksüzlerin anası olmaya… Yüksak dağ tepelerinde bulunan ruhlar… (ın)… en büyüğü ve en kudretlisi… şamanlar tarafından Sustuganah Ulu Toyon… tanrıya, onun büyük oğlu Uygul Toyon’a, karısı Uygul Hatun’a… Ulu Toyon’un küçük kardeşi Kara Surun Toyon’a, onun oğlu Alban Boray’a, kızı Kız Satılay’a saygı göstereceğim, tapacağım. İnsanları adam öldürmeye, intihara, iftira etmeye teşvik eden bu kızın kötülüklerinden kişi oğullarını kara aygır kurban etmekle koruyacağım… Bütün bu ruhların büyük anası olan Kün Cölörüme Hatun’a tapacağım, onu tanıyacağım. Ona kızıl alaca at kurban ederek kötülüklerinden kişi oğullarını koruyacağım…”[30].
Diye sürüp giden bir dua yaptırılır. Dua yerinin Yir Sub olduğu açıkken, adı geçen erkek ruh ya da kadın ve tümünün anası olan hatun da Yir Sub’ludur. Madem adı geçen tanrıçaların tümü insanlara kötülük yapıyorlarsa, onların dışında iyilik yapan karşıtları da mutlaka olacaktır ya da olmalıdır.
Kamlama sırasında uğunarak kendinden geçen kam ile hazır bulunanlar arasındaki ilişki tamamen kopar, kimi kamlamayı da yapayalnız yapar. Aslında kam, boyu içinde ömrü boyunca yalnız biridir; örneğin topluluğun Tengri’ye sunduğu at kurbanı törenlerine bile katılmaz[31].
Göksel törenlerine bile katılamayan bu yapayalnız yaşam biçimi, kamın göksel erki temsil etmediğinden kaynaklansa gerekir; çünkü onlar toplumsal olaylara umar bulamazlardı ve çözümleri de daha çok gruplara değgin olmalıydı. Ancak kamların yıllık bayramlara katıldıkları ve çözümlerini topluma değgin ilettikleri de göz önüne alınırsa yer yer göksel erkle de ilişki kurdukları anlaşılmaktadır; ama bundan, kamın kesinlikle göksel erki üstlendiği anlamı çıkarılmamalı. Şu halde kamın görevinin, gökyüzünü yeryüzüne indirip, bunu (kaos) dağıtarak acunsalı (cosmos) kurmak olmayıp, bu gibi olgularla ilgili belirsizlik ve gelesilik halleri üzerinde ırklamada bulunmak olduğu söylenebilir. Ölümü önleyemeyen kam, onu sadece ondurur; ölen hasta ile iletişim kurar. Savaşın kazanılmasına yardımcı olamaz ama sonucun aleyhte ya da lehte mi olacağını bilişler[32].
Kamlık ile atalar tapımı arasında yer alan, kamın tös (ongun) biçiminde koruyucu ruhu olduğu gibi, Kök Türk ya da tüm Türk insanının da atalarını ya da başka ruhları betimleyen tösleri vardı. Tösler genellikle deri, keçe, kumaş ve tahta gibi malzemelerden yapılır. Bu inanç o denli köklüdür ki, XIII. yüzyılda Moğollar, Tatarlar ve hatta Uygurlar arasında yaşatılıyordu[33]. Yakutlar tangara, Uranhalar eren, Moğol-Buretler ongon derler ve bir kısmı, yanında çocukların oynadığı bebeklere benzerlerdi. Altaylılarda tös, “bu babamın tözü, bu anamın tözü” sözünden anlaşılacağı üzere, atalar ruhuyla ilişkindir. Moğollarda ise atalar yanında ölüler kültü ile de bağlantısı vardır. Tösler, Uygurlarda tapınaklara konurken, Ebü’l-Gazi Han kugurçak adlı töslerin evlerde saklandığını bildirmektedir. Doğu Türkistanlı bakşılar hastaları sağaltırlarken birçok kugurcak kullanırlar. Çok yaygın olan ongunsal (totem) töslerde tavşan, ayı, kartal, sincap, kakum gibi hayvanlar önde gelir[34]. Günümüzde, Anadolu’nun birçok yöresinde hala gözlenen, özellikle Mersin’in Gözne Yaylası kalesi önünde ya da Asar Ziyaret yerinde uygulandığı gibi bir ağaca ya da kayaya paçavra, kıl, tüy ve iplik bağlama benzeri biçimlerin tümü de tös niteliğindedir.
İlkel toplumlarda büyüsel erk ateş, ısı, yakma, ısıtma gibi terimlerle anlatım bulur. Kamların da böylesi sihirli ısıya sahip olduğu, onların soğuk ve sıcaktan etkilenmedikleri ve böylece insanüstü olanaklardan yararlandıklarına değgin biçimi, birer ateş ustaları olduklarını gösterdikleri demircilikte görmek olasıdır[35]. Biçimin söylencesi, Ergenekon destanında yer alır. Bir mağara nitelikli yerde olması yanında, topraktan çıkarılması da demiri dişille ilişkin yapar.
Demirden yapılan eşyaların yaşamı kolaylaştırması yanında bir kısmının öldürücü işlevi de olması demircilerin kahramanlar kahramanı ya da hanedan kurucusu -"söylencesel hükümdar”- olmasını olası kılar ve tarihte, birçok hanedan kurucusuyla demirciler özdeş olurlar; tıpkı kamın ruhlar aracılığıyla bereketi ve doğurganlığı sağlaması gibi. Demircinin hanedan kurucusu ve kam ile aynı sınıflandırmaya dahil edilmesinin nedeni işte budur. Yakutların ilk atası demircidir. Onların bu demirci atalarından olan biri de, kam gibi hastalıkları sağaltır. Kök Türklerinin de hanedan kurucularının kam ya da demirci uruklara sanlık olduğu; ilişkin kamın imanı, demircinin de silahı simgelediği kişiler, en azından bir üst toplum oluştururlar. Bu üst toplum da kökeninde kamlar ve demirciler yatan A-shih-na uruğu olmalı. A-shih-na sözcüğünün Keltçe anlamı olan “inleyerek, bağırarak, ıstırap çekerek ağlamak, saçma sapan sesler çıkarmak ve hayvan gibi böğürmek” anlamı[36] belki de demircilikle ilişkinliğinden gelmektedir. Öte yandan Türklerde yas çekmenin, avazın çıktığı denli böğürerek ağlama olan biçimi de bu anlamla değgin olabilir.
[1] Esin s.85
[2] Esin s.86
[3] Esin s.88-90
[4] Diviçioğlu s.75
[5] Diviçioğlu s.75
[6] DTA s.33
[7] Diviçioğlu s.75
[8] Divitçioğlu s. 76
[9] Esin s.32
[10] Diviçioğlu s.77
[11] Diviçioğlu s.76
[12] Diviçioğlu s.80
[13] Diviçioğlu s.80
[14] İnan s.89
[15] Diviçioğlu s.81
[16] İnan s.72
[17] Diviçioğlu s.77
[18] İnan s.73
[19] Diviçioğlu s.78
[20] İnan s.74
[21] Diviçioğlu s.77-78
[22] Diviçioğlu s.78 Diviçioğlu s.78
[23] İnan s. 83-84 İnan s. 83-84
[24] İnan s.88-89
[25] İnan s.89-90
[26] Diviçioğlu s.79
[27] İnan s.75
[28] İnan s.79
[29] İnan s.76, 77
[30] İnan s.77
[31] Diviçioğlu s.79
[32] Diviçioğlu s.79
[33] Divitçioğlu s.83
[34] İnan s.42-47
[35] Divitçioğlu s.84-85
[36] Divitçioğlu s.86-87

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...