Bu Blogda Ara

21 Ocak 2020 Salı

Animizm (Canlıcılık) NEDİR ????





http://d38zt8ehae1tnt.cloudfront.net/the_evil_deception_inside_cern_and_the_lhc_2015_the_wtf_files__214989.jpg?v=1445715887

Animizm (Canlıcılık) NEDİR ????


İngiliz Sir Edward Burnett Tylor (1871-1958), din antropolojisinin ku­rucusudur. Tylor, dinin insanların gündelik deneyimlerine göndermeyle açıklayamadıkları koşul ve olayları kavrama çabalarından doğduğu düşünce­sindeydi.
Tylor atalarımızın -ve çağdaş sanayileşmemiş halkların ölüm, düş­ler ve trans karşısında özellikle şaşkınlığa uğradıklarına inanıyordu. İnsanlar düşlerinde ve trans halindeyken askıda bir canlılık tarzını yaşarlar. Uyandık­larında, düşler aleminden imgeleri anımsarlar.
Tylor, düşleri ve trans halini açıklama çabalarının ilk insanları bedende, biri gün boyu etkin olan, diğeri -ikiz ya da ruh- uyku ya da trans hallerinde etkinleşen iki varlığın barındığına inanmaya yönelttiğine hükmetti. Bu var­lıklar hiçbir zaman karşılaşmamalarına karşın, birbirleri için yaşamsaldı. İkiz bedeni sürekli terk ettiğinde, kişi ölüyordu. Ölüm, ruhun bedenden ayrılma­sıydı. Tylor, Latince ‘ruh/tin’ anlamına gelen anima sözcünden hareketle, bu inancı animizm olarak adlandırdı.
Tylor, dinin animizmden başlamak üzere evreler halinde evrildiğini düşü­nüyordu. Çoktanrıcılık ve tektanrıcılık sonraları gelişmişti. Din, insanların an­lamadığı şeyleri açıklamak için geliştiğinden, Tylor, bilim daha iyi açıklamalar sundukça çöküşe geçeceğini düşünüyordu.
Animatizm, Mana ve Tabu :
Tylor’un animizmin ilk din olduğu kuramına rakip bir başka görüş vardı. Altenatif, ilk insanların doğaüstünü, insanların belli koşullar altında denet­leyebildiği kişilik dışı bir kudret ya da kuvvet alanı olarak gördükleri biçimin­deydi. Animatizm denen böylesi bir doğaüstü kavrayışı, özellikle Güney Pa­sifik’in Papua Yeni Gine ve komşu adaları kapsayan bölgesi, Melanezya’da belirgindir. Melanezyalılar da evrende varolan kutsal kişilik-dışı kuvvete, mana’ya inanıyorlardı.
Melanezya mana’sı bizim talih kavrayışımıza benzer. Melanezyalılar, ba­şarıyı insanların çeşitli yollarla, örneğin büyüyle elde edip kullanabileceği mana’ya atfetmekteydiler. Mana taşıyan nesneler kişinin talihini değiştirebi­lirdi. Örneğin, başarılı bir avcıya ait muska, avcının manasını bunu ele geçi­ren bir başka kişiye aktarabilirdi. Bir kadın, bahçesine bir kaya yerleştirip ü­rünün belirgin ölçüde arttığını görürse, bu değişimi kayadaki kuvvete bağla­yabilirdi.
Dinsel öğretinin özgülleri farklılık gösterse de, mana benzeri kuvvetlere inançlar yaygındır. Öneğin, Melanezya ve Polinezya’daki manalar arasında­ki karşıtlık, Melanezya kabileleri ile Polinezya şeflikleri ve (kadim Hawai gi­bi) devletleri arasındaki farklılığı yansıtır.
Melanezya’da kişi talihi yaver gi­derse ya da çok çalışarak mana edinebilir. Oysa Polinezya’da mana potansiyel olarak herkese açık değildir; siyasal mevkilere bağlıdır. Yöneticilerin ve soy­luların manası sıradan insanlarınkinden çok daha azladır.
En yüksek şefler öylesine mana yüklüydüler ki, onlarla temas, sıradan in­sanlar için tehlikeliydi. Şeflerin manası nereye giderlerse gitsinler, bedenle­rinden yayılıyordu. Toprağa bulaşabilir; böylece şefin ayağının değdiği yerle­re basmak başkaları için tehlikeli hale gelebilirdi. Şefin yemek yerken kullan­dığı kap-kacağa ve gereçlere bulaşabilirdi.
Şefle sıradan insanlar arasındaki temas, mana bir elektrik şoku etkisi gösterebileceğinden, tehlikeliydi. Yüksek şefler bu denli manaya sahip olduklarından, bedenleri ve eşyaları tabuydu (sıradan insanların erişemeyeceği bir nitelik taşıyordu). Yüksek bir şefle sıra­dan insanlar arasında temas yasaktı. Sıradan insanlar kraliyet mensuplarının taşıyabildiği ölçüde kutsal akımı kaldıramayacağından, kaza sonucu buna maruz kaldıklarında arınma ritleri gerekmekteydi.
Dinin bir işlevinin açıklamak olduğunu görüyoruz. Ruhlara inanç, uyku, trans ve ölüm hallerinde ne olduğunu açıklamaktadır. Melanezya manası, in­saların olağan, doğal terimlerle kavrayamadığı başarıları açıklamaktadır. İn­sanlar tembel, aptal ya da yetersiz oldukları için, avcılık, savaş ya da bahçeci­likte başarısızlığa uğramazlar; başarı doğaüstü dünyadan gelir -ya da gelmez­.
Animizm din tanımına uymaktadır. Dinlerin çoğu, hem ruhları hem de kişilik dışı kuvvetleri içerir. Benzer biçimde, çağdaş Kuzey Amerika halklarının doğaüstü inançları var­lıkları (tanrılar, azizler, ruhlar, cinler) ve kuvvetleri (muskalar, tılsımlar ve kutsal nesneler) içerir.
Büyü ve Din :
Büyü, özgül amaçları gerçekleştirmeye yönelik doğaüstü tekniklere gön­derme yapmaktadır. Bu teknikler, ilahlar ya da kişilik dışı güçlere yönelik kul­lanılan afsun, formül ve ilahileri içerir. Büyücüler istenilen bir etkiyi yarat­mak için onu taklit ederek taklidi büyü kullanırlar.
voodoo bebeği ile ilgili görsel sonucu
Eğer birini yaralamak ya da öldürmek isterlerse, bu kişinin bir imgesi erinde bu etkiyi taklit edebi­lirler. ”Voodoo bebeklerine” iğneler batırmak, buna bir örnektir. Temas bü­yüsüne göre, bir insanla bir zamanlar temasta blunan bir nesneye yapılan her şey, o kişiyi etkileyecektir. Temas büyüsü uygulayıcıları kimi zaman kur­banlarının bedenlerinden parçaları -örneğin saç ya da tırnaklarını- kullanabi­lirler. Bedenin parçasına uygulanan afsunun, zamanla işiye ulaşacağı ve is­tenilen etkiyi yaratacağına inanılır.
Farklı dinsel inançlara sahip kültürlerde büyüye rastlanmaktadır. Ani­mizm, animatizm, çoktanrıcılık, hatta tektanrıcılıkla bağdaştırılabilir. Büyü, animizm ya da animatizmden daha basit ve daha ilkel değildir.
Kaygı, Denetim, Avuntu :
Din ve büyü, şeyleri açıklamak ve insanların amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olmakla kalmazlar. Bir başka deyişle, açıklayıcı (bilişsel) işlevlerinin yanı sıra, duygusal işlevleri de vardır. Örneğin, doğaüstü inanç ve pratikler kaygıyı gidermeye yardımcı olur. Büyü teknikleri, sonuçlar insan denetiminin dışına çıktığında ortaya çıkan kuşkuları dağıtabilir. Benzer biçimde din, insan­ların ölümle yüz yüze gelmesini ve yaşam buhranlarına dayanabilmesini sağlar.
Her toplumun gündelik konularla uğraşacak teknikleri bulunmasına kar­şın, insanların yaşamında, denetleyemedikleri kimi yönler bulunmaktadır. Malinowski’ye göre, insanlar belirsizlik ve tehlikelerle karşılaştıklarında, bü­yüye dönerler.
İnsanın elinde isteklerini elde etmesini sağlayacak ne kadar bilgi ve bilim o­lursa olsun, değişimi tümüyle denetim altına alamaz, kazaların önüne geçe­mez, doğal olayların beklenmedik dönüşümünü öngöremez, ya da insan ça­lışmasını tüm pratik gereksinimleri karşılayacak kadar güvenilir ve yeterli kı­lamazlar.
Malinowski, Trobriand adalıların riskli bir faaliyet olan denize açıldıkları zaman büyüye başvurduklarını görmüştü. İnsanların rüzgar, hava ve balık miktarını denetleyemedikleri için büyüye başvurduklarını söylemişti. İnsan­lar bilgileri ya da pratik denetim güçlerinde bir boşlukla karşılaştıkları, ama işlerini sürdürmek durumunda olduklarında büyüye yönelebilirler.
Malinowski’ye göre, büyü denetim kurmak için kullanılır, oysa din “insan yaşamının gerçek trajedilerinden doğmuştur”. Din, özellikle insanların krizle karşılaştıkları dönemlerde duygusal avun­u sağlmaktadır. Malinowski, kabile dinlerini; doğum, ergenlik, evlilik ve ölüm gibi yaşam krizleriyle ilgili olarak değerlendirmekteydi.
Ayinsel Eylemlerin Toplumsal İşlevleri :
Büyü ve din kaygıyı azaltıp korkuları giderebilir. Ancak ayin ve inançlar, kaygı ve bir güvensizlik ve tehlike duygusu da yaratabilir . Kaygı bir ritten de kaynaklanabilir. Gerçekten de, rite katılmak, rit tamamlandığında giderilmesi, katılımcıların dayanışma duygularını besle­yecek ortak bir gerilim yaratabilmektedir.
Geçiş Ritleri :
Yerli Amerikalıların, özellikle de Ova Kızılderililerinin geleneksel görü arayışları, tüm dünyada rastlanan geçiş ritlerine (bir yer ya da evreden bir başkasına geçişle bağlantılı adetler) örnek oluşturmaktadır. Ova Kızılderilile­ri arasında, çocukluktan erkekliğe geçmek için delikanlı geçici bir süre için topluluğundan ayrılır. Ormanda bir süre, genellikle sıkı perhiz ve uyuşturucu kullanımını içeren tecridin ardından, genç erkek koruyucu ruhu olacak bir görüyle karşılaşır. Bundan sonra da yetişkin olarak topluluğuna döner.
Çağdaş toplumların geçiş ritleri kilise üyeliği, vaftiz, bar ve bat mitzvah ve biraderan dayakları gibi uygulamaları içerir. Geçiş ritleri, çocukluktan erkekli­ğe, ya da sıradanlıktan kız kardeşlik (bacıyan) örgütü üyeliğine geçişte olduğu gibi, toplumsal statüdeki değişiklikleri içerir. Daha genel olarak, bir geçiş riti yer, durum, toplumsal konum ya da yaşta değişiklikleri kapsamaktadır.
Tün geçiş ritleri üç evrelidir: ayrılma, eşik ve bütünleşme. Birinci evrede, insanlar gruptan ayrılarak bir yer ya da statüden öbürüne doğru hareket e­derler. Üçüncü evrede, riti tamamlamış olarak yeniden topluma katılırlar. E­şik evresi en ilginç olanıdır. Durumlar arasındaki evre, insanların bir yerden ayrılıp henüz bir başkasına ulaşmadıkları araftır. Bu evre, geçiş ritinin eşiksel evresi olarak adlandırılmaktadır.
Eşiksellik evresinin her zaman belirli özellikleri bulunmaktadır. Eşikteki insanlar ikircikli toplumsal konumlar işgal ederler. Normal toplumsal bağın­tıları kesilmiştir. Olağan toplumsal yaşamdan bu kopukluk çeşitli konrast­larla belirlenebilir. Örneğin, Zambiya Ndembuları arasında şef, göreve gel­meden bir geçiş ritinden geçmek zorundadır.
Eşiksellik süresi boyunca geç­miş ve gelecekteki konumları görmezlikten gelinir, hatta tersine çevrilir. Ha­karetlere uğrar, kendisine buyruklar verilir, aşağılanır. Çoğunlukla bireysel olan görü arayışları ve Ndembu erginlemesinin ter­sine, geçiş ritleri genellikle kolektiftir. Grup -sünnet edilecek erkek çocuklar, biraderan ya da bacıyan erginlenmişleri, askeri karargahlardaki erkekler, yaz kampındaki futbolcular, rahibe olacak kadınlar- ritlerden birlikte geçerler.
En çarpıcısı, kolekif eşiksellğin cominitas denen ve yo­ğun topluluk ruhu, büyük bir dayanışma, eşitlik ve birliktelik duygusu yara­tan yönüdür. Birlikte eşikselliği yaşayan insanlar bir eşitler topluluğu oluştu­rur. Geçmişte varolan ve gelecekte varolacak toplumsal ayırımlar geçici ola­rak unutulur. Eşikteki insanlar aynı davranışlara ve koşullara maruz kalır ve benzer bir tarzda hareket etmelidir. Eşiksellik, gündelik davranışların tersine çevilmesiye ayinsel ya da simgsel olarak belirlenebilir. Örneğin, cinsel tabu­lar yoğunlaştırılabilir ya da tersine, cinsel aşırılıklar teşvik edilebilir.
Eşiksellik her geçiş ritinin bir parçasını oluşturur. Dahası, kimi toplum­larda belirli grupların kalıcı bir özelliği haline gelebilir. Bu durum, özellikle devlet-örgütlü toplumlarda görülür. Dinsel gruplar, genellikle kendilerini diğerlerinden ayrı tutmak için eşiksel özellikleri benimserler. Alçakgönüllü­lük, yoksulluk, boyun eğme, cinsel perhiz ve suskınluk tarikat üyeliğinin ko­şullarını oluşturabilir. Eşiksel özellikler, aynı zamanda kişileri, ortamları ve olayları olağandışı -normal toplumsal mekan ve zamanın dışında- bir yere yerleştirerek onların kutsallığına işaret edebilir.
Totemler; Toplumun Simgeleri :
Böylelikle ayinler, insanlar arasında geçici ya da süreğen dayanışma ya­ratma toplumsal işlevi görebilirler ve böylelikle toplumsal cemaati oluştu­rurlar. Bunu totemizm olarak bilinen dinsel pratiklerde de görmekteyiz.
To­temizm, yerli Avustralyalıların dininde önemliydi. Totemler hayvan, bitki ya da coğrafi özellikler olabilir. Her bir kabilede, insan gruplarının tikel totem­leri bulunmaktaydı. Her bir totem grubunun üyeleri kendilerini totemin so­yundan gelme sayıyordu. Genelde totemi öldürüp yemekten sakınırlardı, an­cak bu tabu yılda bir kez, insanlar toteme adanmış törenler için bir araya geldiğinde, kaldırılırdı. Bu yıllık ritlerin totemin yaşaması ve üremesi için ge­rekli olduğu düşünülürdü.
Totemizm doğayı bir toplum modeli olarak kullanan bir dindir. Totem­ler, genellikle doğanın parçası olan hayvan ve bitkilerdir. İnsanlar kendilerini doğayla, doğal türlerle totemik bağıntıları aracılığıyla ilişkilendirmekteydi.
Her bir grubun farklı bir totemi olduğundan, toplumsal farklılıklar doğal karşıtlıkları yansıtmaktadır. Doğal düzendeki çeşitlilik, toplumsal düzendeki ayırımlara bir model oluşturur. Ne var ki totem, bitki ve hayvanları doğada fark­lı nişler oluşturmalarına karşın, bir başka düzlemde, tümü doğanın bir parça­sı olduğundan birleşirler. İnsan toplumsal düzeninin birliği doğal düzenle simgesel bağlantı ve onun taklidi yoluyla desteklenir.
Dinsel rit ve inançların bir rolü de o dinin saliklerinin dayanışmasını des­teklemek ve sürdürmektir. Totemler ortak kimliği simgeleyen kutsal amblemlerdir. Totemsel ritlerde, insanlar totemlerini onurlandırmak için bir ara­ya gelirler. Böyle yapmakla, ayinden totemin simgelediği toplumsal birliği sürdürmede yararlanırlar.
Ayinin Doğası :
Ayinler, diğer davranış tarzlarından birkaç bakımdan ayırt edilmektedir. Ayinler biçimseldir -yani stilize, tekrar edici ve klişeleş­miştir. İnsanlar bunları özel (kutsal) yerlerde ve belirli zamanlarda uygular­lar. Ayinler litürjik düzenleri -içinde geçtikleri ayinlerden önce bulunmuş sözcük ve eylem dizinleri- içerir.
Bu özellikler ayinleri oyunlara bağlar; ama önemli farklılıklar vardır. 0yunların katılımcıları değil, izleyicileri olur. Aktörler yalnızca bir şeyi resmeder, oysa ayinin -cemaatleri oluşturan- katılımcıları, içtendirer. Ayinler katı­lımcıları ve geleneklerine ilişkin bilgi sunar. Yıllar ve kuşaklar boyu tekrarla­nan ayinler kalıcı mesajları, değerleri ve duyguları eyleme çevirir.
Ayinler, toplumsal eylemlerdir. Katılımcılardan bazıları, kaçınılmaz olarak ritlerin gerisinde yatan inançlara diğerlerinden daha fazla bağlıdır. Ne var ki, salt birleşik bir kamusal eyleme katılmakla, uygulayıcılar birey olarak statülerini aşan ortak bir toplumsal ve ahlaksal düzeni benimsedikleri işaretini verirler.
Kaynak : Conrad Phillip Kottak- Antropoloji, İnsan Çeşitliliğine Bir Bakış. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...