Bu Blogda Ara

12 Ocak 2020 Pazar

MOĞOL ADETLERİ YARATILIŞ İNANCI / KOZMOGONİ





YARATILIŞ İNANCI / KOZMOGONİ


Evrenin yaratılış inancı, toplulukların genel inanışlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Moğolların Gizli Tarihi (MGT), Altan Topçi (AT) ve Erdeni-yin Tobci (ET) gibi kronikler daha önce bahsettiğimiz üzere evrenin yaratılışıyla başlamaktadır.

Ahmet Temir'in çevirdiği MGT'nin I. bölümünde 'İlk Tarih' genel geçer bir biçimde anlatılmıştır. Cengiz Han merkezli bir eser olduğu için Cengiz'in atasının, Tanrı'nın isteğiyle yaratılmış bir bozkurt ve eşinin de beyaz bir dişi geyik olduğu belirtilmiştir. 'Bozkurt' olarak çevrilen kelimenin Börte Çinoa ve 'dişi geyik' olarak çevrilen kelimenin de Goa-maral olarak özel isimler şeklinde geçtiklerini görmekteyiz. Yine burada 'Tanrı'nın isteğiyle yaratılmış' ifadesinin 'Tanrı'dan kut almış' şekliyle kullanılabileceği de tartışmalar arasında yer almaktadır:


"Çinggis hahan'ın ceddi, yüksek Tanrının takdiriyle yaratılmış bir bozkurt idi, eşi beyaz bir dişi geyik idi. Onlar denizi geçerek geldiler. Onan nehrinin manbaı ile Burhan-haldun (dağı) civarına yerleştiklerinde, Bataçihan adlı bir oğulları oldu." (Temir 2010: 3)


Tuncer Gülensoy'un çevirisini yaptığı AT'de yazar, yaratılışa değinmeden evrende yaratılmış canlıların belirsiz bir sebeple başarısız olmalarından dolayı Buddha'nın emriyle Maha Samadi'nin hanların hanı olarak isim kazandığını anlatır. Hint ve Tibet kağanlarının soy secerelerini sayarak Timuçin'in soyuna kadar gelir:

"(...) Bu dünyanın insanlarında (ve) canlı yaratıklarında başarılı hareketin bulunmayışından dolayı yegane Buddha'nın emri ile Maha Samadi hakanlar hakanı diye meşhur oldu. Maha Samadi Hindistan'ın ilk hakanı (idi). Onun oğlu Büyük Işık Hakanı (idi). Onun oğlu Faziletli Hakan (idi). (...)" (Gülensoy2008: 20-21)


Evrenin yaratılışıyla ilgili Budizmin etkisinde kalmış olsa da en detaylı anlatım ET eserinde yer almaktadır. Budizm duasıyla başlayan eserde yazar, evrenin oluşumunu öğrendiği kadarıyla anlatacağını belirtir. Evrende önceleri hiçbir şey yokken dünyanın üç temel maddeden -hava, su, toprak- oluştuğu anlatılır. 'Yaratıcı hava', 'Dalgacı su' ve 'Diz çöktüren toprak' olarak isimlendirilen maddelerden ilk önce sadece hava vardır. Bu hava, harekete geçerek, çarpışır ve yeni bir katman ortaya çıkar. Sıcaktan dolayı bir bulut oluşur. Ve bu buluttan bir buhar yükselir. Bu buhardansa sınırsız büyüklükte bir okyanus yağar. Okyanus üzerinde ise 'Altan Zurxet' yani 'altın yürekli' isimli toz gibi toprak ortaya çıkar. Bu okyanusun ismi 'talyy' yani 'tozlu' olarak geçer. Bu evrende  insandan önce bit yumurtası gibi küçük böcekler, toprağın ortasında büyük ve ihtişamlı dağ 'Sumber Tag', Yedi Altan Dağları, Yedi Büyük Göl, Dört Büyük Kıta, Sekiz Küçük Kıta gibi on iki kıta ortaya çıkmıştır. Budist inancına göre anlatılan yaratılış sürecinde insanın ortaya çıkışı ise hayli ilgi çekicidir. Budist inancında 'canlı' olarak adlandırılan mahlukların hepsi insandan önce yaratılmıştır. İnsandan önce, 'Dayan' adı verilen öte dünyadaki kutsal yerden bir peygamber yere indirilir. Altı tür canlı üç dünyada yaşamaya başlar. Bu canlılar, tıpkı peygamberleri gibi ölümsüzdür. Toprağa ayak basmaz havada gezerler. Saf, arı yemekler yerler. Ve gece karanlık çöktüğünde vücutlarından ışıklar saçarlar. Cinsiyetleri olmayan bu canlılar, rahimden doğmaz, bölünerek çoğalırlar. Daha sonra bu canlılardan bir tür olan bir hayvan, yerden saf olmayan bir yağ bulur, yağı yiyerek etrafındakilere sunar. Bütün canlılar bu yağı yiyince arı yemek yok olur. Uçma yetilerini ve ışıklarını kaybeder, sıradan olurlar. Böylece bugünkü anlamıyla tanıdığımız normal insanlar olurlar. Cinsiyet kazanır, Güneş ve Ay'a muhtaç olurlar:

"Эдүгээ ерөнхийн шүтээн гадаад сав ертөнц тогтсон, ерд шүтэгч дотоод үр амьтан бүтсэн хоёроос эн тэргүүн гадаад сав тогтсон нь хэммвээс, гүрван зүйл мандалаар тогтвой. Түүнд гүрван мандал нь, Зохиогч хийн мандал, Долгилогч усны мандал, Шүтүүлэгч шороон мандал лугаа гурванаас урьд хийн мандал нь, (...) Хужирт далай нэрт хязгаалал үгүй их далай болон усны мандал тогтвой. Гутгаар шолоон мандал нь, тэр усны дээр Алтан зүрхэт хэмээх барамнасны тоосон, сүүнд өрөм байсан мэт тогтож, түүнээс зэргээр долоо долоон хувь болон нарийн тоосон, тэмрийн, усны, далайн (...) арван хоёр тивүүд нэгэн цагт тогтвой. (...) (Tsançid ve Coimaa 2006: 18-21).


Türk kültürüne bakıldığında yaratılış (kozmogoni) inanışlarıyla ilgili pek çok varyasyonla karşılaşılmaktadır. Gök Tanrı inancına sahip Türklerin yaratılış inancında yaratıcı tanrılar olsa da İnan'a göre, yaratma, yoktan var etme anlamından uzaktadır. Bu yaratıcı tanrıların yaratmak için ellerinde bir nesne, materyal bulunmaktadır. Bu da hakiki anlamıyla yaratma değil dönüştürmedir (İnan 1986: 13). Yine İnan'a göre 'yaratma' algısı Türk kültürüne samî dinlerden girmiştir (İnan 1986: 14)

MGT'de geçen bozkurt ve geyik Türklerce de kutsal hayvanlardır. Türklerde kurttan türeyiş anlatıları olsa da geyikten türemeyle ilgili bir anlatıya rastlanmamaktadır. MGT'de geçen anlatıya göre erkek kurt ve beyaz dişi geyik Moğolların atasıdır. Türklerde ise erkek kurdun yanı sıra emziren dişi kurt da görülmektedir. Bahaeddin Ögel'e göre de Türk efsanelerinde geçen geyik örnekleri dişidir. Ögel'in eserinde

 bahsettiği bir anlatıya göre Göktürklerin atalarından biri askerleri ile ava çıkar. Bu av sırasında askerlerden biri ak geyik vurur ve o geyik vurulduktan sonra Göktürklerin atası, sevdiği dişi Deniz Tanrısı'nı bir daha yerinde bulamaz. O asker de cezalandırılır (Ögel 1993: 569). Bu anlatıdan da beyaz geyiğin Moğollarda olduğu gibi Türklerde de kutsal sayıldığını görmekteyiz. Daha sonraları da geyik motifi türlü damga ve el işi ürünlerde karşımıza çıkmaktadır.

Buraya kadar âşinâ olduğumuz bilgilere ek olarak kaynaklarda farklı bir yaklaşımla karşılaşmaktayız. Moğol tarihi üzerine çalışan A. Konstantin D'Ohsson'un aktardıklarına göre, Cengiz Han'ın dünyaya gelişinden 2 bin sene evvel yani M.Ö. VIIVI. yüzyıllarda Moğollar, Tatar halkları tarafından katledilir. Yalnız iki kadın ile iki erkek Ergenekon'a kaçarak kurtulur. Ve burada çoğalarak kabilelere ayrılırlar. VIII. yüzyıl ortalarında ise Ergenekon'dan çıkan kabileler, Onan, Keluren ve Tula nehrilerinin kıyılarına yerleşirler. Bu kabilelerin reisi olarak ise Börteçin (Gökkurt) adı verilir (2008: 37-38). Türk destanları arasında yer alan Ergenekon Destanı ile benzerlik gösteren bu anlatıda adı verilen Börteçin, MGT'de adı geçen Börte Çinoa'nın kendisidir. Bu anlatının doğruluğuna inanmak Türk-Moğol tarihi içinde ortak atayı kanıtlar niteliktedir. Bu yüzden D'Ohsson'un kaynak göstermeden rivayet olarak verdiği bu anlatı, rivayet olarak kalmaya devam edecektir. Ögel çalışmasında, Cengiz Han'ın atalarının bir bozkurt ve geyik olarak verilmesini, Cengiz Han'ın devletinin Moğol İmparatorluğu değil, Orta Asya İmparatorluğu'nun göstergesi olarak yorumlar. Bu yüzden daha sonra da değineceğimiz gibi Cengiz Han anlatıları ile Oğuz Kağan Destanı arasında bağlantılar bulunduğunu belirtir (1993: 574).

Ögel'in belirttiğine göre Orta Asya ve Sibirya coğrafyasında anlatılan yaratılış efsaneleri içinde en doğru ve büyük olanı Radloff'un derlediği Altay Türklerine ait efsanedir. Altay Türkleri, İranlıların Hürmüz Tanrısına, Kurbustan demektedir. Bu adın da bazı düşünürlerce Moğol kökenli olduğu belirtilmektedir. Bundan dolayı da Altay Yaratılış efsanesinde Moğol etkileri düşünülmektedir (1993: 419).

Hem Altay Yaratılış Destanı'nda hem de ET'de geçen yaratılış anlatısında dualizm izlerine rastlanmaktadır. Türklerin yaratıcısı 'Ülgen' ile kişioğlu 'Erlik', Moğol anlatısında da tam olarak adı geçmese de bir yaratıcı ve topraktan oluşan 'Altan Zurxet' bu ikilikleri oluşturur.

 Ögel, yaratılış destanlarını 'Dünyanın Yaratılışı' ve 'İnsanın Yaratılışı' şeklinde iki gruba bölerek incelemiştir. Biz de ET'de geçen Moğol anlatısında önce dünyanın, sonra insanoğlunun ortaya çıkışını görmekteyiz.

Moğol anlatısında geçen motifleri Radloff'un derlediği Altay Yaratılış Destanı(AYD)'yla karşılaştırmak gerekirse, AYD'de başlangıçta her yerin suyla kaplı olduğunu görmekteyiz (Ögel 1993: 471). Moğol anlatısında evrende ilk önce 'Yaratıcı Hava' adı verilen havanın olduğu anlatılır. Daha sonra bu havanın buluta ve bulutun da okyanusa dönüştüğü anlatılmaktadır. Her iki anlatı da insanoğlu uçma yetisine sahiptir. Her iki anlatıda da insanoğlu yapmaması gereken işler yapar ve cezalandırılır. Moğol anlatısında insanoğlunun hataya düşmeden önce canlıların yaratıldığı anlatılırken, AYD'de Tanrı Ülgen, anlatının sonunda yarattığı canlıları anlatır.

Ögel'in bahsettiklerine göre, yaratılış destanlarında 'hiçbir şey'den önce okyanus vardır. Bu tema genel olarak yaratılış destanlarına yansımıştır (1993: 473). Ancak Moğol anlatısında okyanustan önce hava olduğunu görmekteyiz. XVII. yüzyılda yazılan bu anlatıda 'hava'nın insan için vazgeçilmez olduğu düşünüldüğünde öncelik sırasına göre yaratılanları sıralamış olabileceği tahmin edilebilir

Roux'ya göre Türk ve Moğolların yaratılış inancını aktaran batılı kaynaklar bazı çelişkilere sahiptir. Yazıtlarda yalnızca dünyanın oluşumunu görmekteyken, Theophylactus bozkır halklarının yaratılış inancıyla ilgili, gök ve dünyanın yaratıcısına Allah denildiğine dair tespiti ve Gürcü azizi Abo'nun 780'li yıllardaki Hazarlardan bahsederken Allah'ı yaratıcı olarak tanımlamalarına karşın herhangi bir dine sahip olmayışlarından bahsetmesi çelişkilerden bazılarıdır. Ayrıca İbni Fadlan, Volga Bulgarlarının bedenlerinde var olan yapay cinsel organını kendilerinin tek yaratıcısı olarak gördüklerini belirtmesi de düşündürücü mahiyettedir (Roux 1994: 89).


KÜLTLER

Bozkır topluluklarının inancında tabiatta var olan gizli kuvvetlere inanılır. Bu kuvvetler aynı zamanda birer ruhtur. Ruhlar iyilik ve kötülük veren olarak ikiye ayrılırlar (Kafesoğlu 1998: 302). Dağ, tepe, kaya, su, ırmak, mağara, ağaç, orman, demir, kılıç  gibi sosyal hayatta önemli yer tutan şeyler kutsallıkla ilişkilendirilirdi. Türk kültüründe olan bu inanışın Moğol anlatılarında da yer aldığını görmekteyiz.


Işık Kültü

 Duva-Sohor'un kardeşi Dobun-Mergen'in kendisine eş olarak aldığı Alun Goo, Moğol tarihinde önemli ve kutsal bir yere sahiptir. Dobun-Mergen'in ölümünden sonra Alun Goo ve Dobun-Mergen'den olma iki oğlu Belgunotai ve Bugunotai 11 yaşamlarına devam ettiler. Detaylarda farklılıklar olsa da her üç kaynakta da kayda geçen anlatıya göre Alun Goo erkeksiz olmasına rağmen Begter, Belgetei ve Bodonçor adında üç oğlan daha doğurmuştur. MGT'de Alun Goo'nun kendi hakkında dedikodu yayılmasından sonra, Dobun-Mergen'den olma oğullarına, geceleri sarışın bir adamın, çadırın bacasından sızan ışık yoluyla karnını okşamasını ve çıkarken de güneş ve ayın ışıkları üzerinden sarı bir köpek gibi sürünerek çıkmasını anlatır:


"Her gece sarışın bir adam, evin (çadırın) bacasından (damdaki açıklıktan) sızan ışık vasıtasiyle girerek karnımı okşuyor ve onun nuru vücuduma geçiyordu. Çıkarken de güneş (veya) ayın nurları üzerinden sarı bir köpek gibi sürünerek çıkıyordu." (Temir 2010: 8)

AT'de ise yine Alun Goo'nun oğullarına olan biteni karanlıkta sarı ışıklı bir erkek çocuğun bir ışık halinde çadıra girmesiyle karnını ovaladıktan sonra sarı Kalcin köpeği olup dışarı çıkmasını, ardından kapıya doğru giderken dili ve dudaklarıyla yalanmasını anlattığı görülür:


"Gece karanlığında sarı ışıklı (bir) erkek çocuk meydana geldi. (Bu erkek çocuk) parlak (bir) ışık (halinde) benim odama girdi. O (çocuk) benim karnımı (elleriyle) oğaladığı zaman sarı 'Kalcin' köpeği oldu (ve) dışarı çıktı; dili ve dudaklarıyla yalanıyordu; bilhassa kapıya doğru (giderken)." (Gülensoy 2008: 27)

ET'de ise Alun Goo aynı hikayeyi ışıksız ve köpek detayı olmadan anlatır:

"Алун гоо хатны зүүдэнд, шөнө бүр нэгэн гоо үзэсгэлэнт хөвгүүмэрхий хүн ирж, дэр нэгдэн хоноод, манагар үүр цайхуй лугаа гарч одон аху-г зүүдэлмүй хэмээн авьсан нөхөддээ өгүүлж яван атал, гагцаар явсаар (...)" (Tsançid ve Coimaa 2006: 55)


Budizm etkisiyle bu detayların kaybolduğu düşünülmektedir. Alun Goo arkadaşlarına her gece rüyasına yakışıklı bir erkeğin girdiğini ve tan vaktine kadar onunla uyuduğunu anlatır. Kaynaklarda geçen sarı köpek ifadesinin kurt olduğunu tahmin edilmektedir. Çünkü Moğollar kurttan korktukları için adını anmamak adına farklı isimler koymuşlardır. 'Shar nogoi' adı ile geçen sarı köpek de kurt adına verilen isimlerden birisidir. Anlatılarda geçen 'sarışın yakışıklı adam' sembolünün ise 'sira çiugen' ya da 'çaogen şira' ifadelerinde yer alan çiugen/çaogen isimlerinin bugünkü Moğolca'daki cagan/tsagaan yani beyaz rengini ifade ettiği düşünülmektedir. Bu da geceleri çadıra giren kişinin asil bir bey olduğunu düşündürtmektedir.

Işık, bozkır mitolojisinde kutsal bir motiftir. Roux, ışığı önemli bir dölleyici güç olarak tanımlar. Kimi zaman açık bir şekilde kimi zaman da Ay veya Güneş ışığı şeklinde anlatılarda yer bulduğunu belirtir (2011: 77). Işık, kimi zaman kadınları ziyaret eden insanüstü bir varlık olurken, kimi zaman da kadınla birlikte kendini dışa vurmaktadır. Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz'un evlendiği kadın gökten inen mavi bir ışık sonucu doğarken, Yaratılış destanındaki Ak-Ana, ışıkla kutsanmış bir kadındır (Yardımcı 2007: 53). Moğol anlatısında ise ışığı kadını ziyaret eden insanüstü bir ruh olarak görüyoruz. Ögel, bu konu üzerinde özellikle durmuş ve büyük devletler kurmuş toplumların soylarını kutsal köklere bağladıklarını belirtmiştir. Ögel'e göre Moğollar da bunu yapmıştır (1995: 201).

Işığın köpek donuna girerek çadırı terketmesi de köpeğin Moğollar için kutsallığını gösteren önemli bir detaydır. Ögel'e göre buradaki köpek Türklerin 'Gök-böri'sine benzer (1995: 201). Moğollarda kurttan korkulduğu için köpek denildiği düşünülürse de türeyiş anlatısındaki kurt detayı önem kazanmış olur.

Anlatılarda geçen sarı ışık detayı önemlidir. Sarı ışık Moğol kültüründe altını simgeler. Cengiz Han'ın kurduğu devlette de sarı renk belirli bir öneme sahiptir. Ancak Ögel bu konuda Çin kültüründe de sarı rengin öneminden ve sarı renk kıyafeti sadece Çin imparatorlarının giydiğinden bahseder (Ögel 1995: 201).



Atalar Kültü 


Türk kültüründe 'Atalar Kültü' olarak geçen inanış, Moğol kültüründe de önemli bir yer tutmaktadır. Metinlerde sıkça örneklerini gördüğümüz inanışa ilk olarak MGT'de rastlanmaktadır. İlkbaharda, Ambahai-hahan'ın kadınları atalarına kurban sunmak için mezarlığa giderler.

"İlkbahar günü, Ambahai-hahan'ın kadınları Orbai ve Sohatai cedlere kurban sunmak maksadiyle (meydana, mezarlığa) gitmişlerdi. Ho'elun-ucin de (oraya) gitti, fakat geç kaldı ve onlardan: 'Geç geldi' diye azar işitti." (Temir 2010: 23)

Ahmet Temir'in naklettiği şekliyle Moğolca metin "yekes-e hacar-u ineru haruhsantur"dır. Metinde geçen "yekes-e hacar" büyük ataların gömüldüğü yerdir. 'Yekes', bugünkü Moğolca'daki 'ih' yani büyük anlamına gelirken, 'hacar' ise 'gazar' halinde toprak anlamıyla yaşamaktadır. Büyüklerin toprağı şeklinde düşünüldüğünde büyüklerin gömüldüğü topraktır. MGT adlı eserin orijinalinin yazılış zamanında bu yerin konumunun belli olduğu düşünülmektedir. Daha sonraları bu konum kaybedilmiştir. 'İnaru' şeklinde geçen kelime 'pirinç pişirmek, kurban sunmak' anlamında verilmiştir. Metinlerin genelinde 'kurban sunmak' olarak Moğolca 'sacaq sacaru' ifadeleri geçer. Bu ifade Türkçe'deki 'saçı saçmak' anlamına gelmektedir. Buradaki inaru kelimesi pirinç ya da yemek anlamında kullanılmış olabilir. AT ve ET'de rastlayamadığımız bu örnek üzerinde MGT'de durulmuştur. Çünkü, Ögelen Eke (Hoelun-ucin) bu törene geç kaldığı için azarlanmış, o da kendisini çağırmadıkları için yanındaki hatunlara sitem etmiştir. Eriştiğimiz bu detaylardan böyle bir törenin önemi anlaşılmaktadır.

AT'de Alagçigud'lu Ünige'nin oğlu Alag, bir şişeden içki içer ve Menggen İraku aracılığıyla kutsanan kraliçeye 'kurban döker':

"Alagçigud'lu Ünige'nin oğlu Alag, (bir) şişeden içki içti (ve) Menggen İraku vasıtasiyle takdis edilmiş kraliçeye kurban döktü." (Gülensoy 2008: 103)

Metinde saculi saçugulcu şeklinde geçen kurban dökme ifadesi yine saçı saçmak anlamında düşünülmelidir. Burada göğe değil kraliçeye sunulan bir saçı vardır. Bu da saygı ve hürmet göstergesi olarak düşünülebilir. Bu anlatıya ET ve MGT'de rastlanılmaz.

 MGT'de geçen en önemli adlardan biri 'Etugen'dir. Temucin, Togril-han ile Camuha'ya teşekkür ederken;

"Gök ve yerin yardımıyla gücüm arttı, güçlü Tanrı'dan nam aldım. Anamız Etugen'in yardımıyla buraya geldim." (Temir 2010: 51)

Etugen eke ifadesiyle 'yer ana' denmektedir. Yer ana, Gök (Tengri) baba inancı Moğollarda oldukça yaygındır. Gökten yağan yağmur ile yer verimleşir, doğurgan olur. Türklerde de Ötüken Yış (Ormanı) oldukça meşhur ve inanç kaynağı olan bir bölgedir. Moğollarda da Otogon Dağı mevcuttur. MGT'de geçen Etugen Eke'ye AT ve ET'de yer verilmemiştir.


Roux'ya göre Ötüken, bugünkü Moğolistan'da Orhon Nehri yakınlarında olduğu tahmin edilen bir dağdır. Yeri tam olarak belirlenemeyen Ötüken adının kökeni hususunda da bir birliğe varılamamıştır. Orhun Yazıtları'nda da geçtiği gördüğümüz Ötüken adı ormanlık dağ olarak anlatılır. Bu ad, Şine Usu Yazıtı'nda ve Kaşgarlı Mahmut'un eserinde de yer almaktadır. Ötüken, T'u-küelerde yer tanrıçası olarak tanımlanmıştır. Ancak VIII. yüzyıla gelindiğinde sadece kutsal dağ adıyla anılır (Roux 2011: 110-111). Ölmüş büyüklere yani atalara saygı, Kafesoğlu'na göre 'baba hukuku' inancındaki bir yansımadır. Bundan dolayı tıpkı Moğollar gibi, Asya Hunları, Tabgaçlar ve GökTürkler de kutsal mağalar önünde ataları için kurban sunarlar. Mezarların korunması, mezarlara ve atalara yapılan saygısızlıkların savaş sebebi olması atalar kültünün önemini gösteren detaylardır (Kafesoğlu 1998: 304). Bundan dolayı anlatılarda gördüğümüz kurban sunmak, bozkır kültürünün genelinde önemli bir gelenektir. Genellikle bir ataya veya bir güce kurban sunulur. Biz de metinlerde atalara ve bir kraliçeye kurban sunulduğunu görmekteyiz. Kurban, hayvan eti, kokusu, pirinç, darı gibi bereket temsil edici yiyeceklerin saçılmasıyla da gerçekleştirebilir. Türk kültüründe saçı, daha çok ruhları memnun etmek için sunulur. Moğol kültüründe ise içeçek olarak saçılan saçılar oldukça yaygın olarak görülmektedir.

Orman Kültü 

Her iki kültür için de önemli kültlerden bir tanesi de orman kültüdür. Orman kültü, incelediğimiz eserlerde karşımıza sığınma yeri olarak çıkmaktadır. MGT, AT ve ET'de yer alan anlatıya göre, Timuçin ve ailesi Taiçut'lardan kaçarken koyu ormana gizlenirler. Belgutai ağaçlardan çit yaparken, Haçiun, Temuge ve Temulun kayalıkların arasında beklerler. Taiçutlar sadece Temuçin'i istediklerini söylediklerinde, Temuçin atına binerek Tergune tepesindeki ormanın içine kaçar. Ormanın etrafı çevrilmesine karşılık yılanın bile girmediği ormanda saklanan Temuçin üç gece saklanır. Üç gece saklandıktan sonra dönmeye karar verir. Atına bineceği sırada atının eğeri çözülerek düşer. Sıkıca bağlı olmasına rağmen çözülen eğeri görünce ormandan çıkmaktan vazgeçen Temuçin, bunu bir işaret olarak algılar ve üç gece daha kalmaya karar verir. Üç gece sonra yine çıkmak istediği zaman ormanın kenarında çadır büyüklüğünde beyaz bir taşın düşerek yolu kapattığını görür. Temuçin bunu da bir işaret olarak algılayıp üç gece daha kalmaya karar verir. Yemeksiz geçen dokuz günün ardından akıbetini Tanrı'ya bırakarak çıkmaya karar veren Temuçin, beyaz taşın yanından ilerlerleyerek çıkar

"(...) Temucin, Tergune tepesindeki ormana nüfuz ederek girdiği halde, Taiçi'ut'lar giremeden ormanı muhasara ettiler. Temucin orada üç gece kaldıktan sonra, 'çıkmalıyım' diyerek atını yedekte götürürken, eğeri çözülerek düştü. Dönüp bakınca, eğerin göğüslük ve kolan ile bağlı olduğu halde çözülüp düşmüş olduğunu gördü. 'Kolan böyle olabilir (çözülebilir), fakat göğüslük de nasıl çözülüyor? Herhalde tanrı ihtarda bulunuyor' diyerek döndü ve daha üç gece kaldı. Sonra yine çıkmak istediği zaman, ormanın kenarında, çadır büyüklüğünde beyaz bir taş düşerek yolu kapamış bulunuyordu. 'Herhalde tanrı ihtarda bulunuyor' diyerek döndü ve yine üç gece kaldı. Dokuz gün yemeksiz kaldıktan sonra, 'şerefsiz ölmektense çıkmalıyım!' dedi, yolu kapamış olan çadır büyüklüğündeki beyaz taşın yanından ilerleyip, yürümesine engel olan ağaçları ok yapmağa mahsus bıçağı ile kestikten sonra atını (taşın) yanından (ileri) sürdü." (Temir 2010: 30)

Aynı anlatı AT'de MGT'den sadece Taiçut'ların eve saldırmasıyla Temuçin'in evden direkt ormana doğru kaçmasında farklılık gösterir. AT'de ormanın adı Onon ormanı olarak verilmiştir:

"(...) Tayiçigud ansızın eve hücum etti. Tayiçigud: 'Ana biz beşimiz bir arada gereksiziz Temucin'i dışarı gönder' diye seslendi. Temucin bu sözleri işitince, gizlice Onon'un ormanına gitti (ve) orada saklandı. (...)" (Gülensoy 2008: 34)

ET'de de aynı anlatı yer almaktadır12. Temuçin'in bu gibi alametler karşısında yorum gücünü kullanarak kendisini koruması, kut inancıyla alakalıdır. Bunlar, Temuçin'in  Tanrı'dan kut alan bir kimse olduğunu gösteren alametlerdir. Anlatılarda sadece Temuçin için anlatılan bu alametler onun kut alan kişi olduğunu ispatlamak için kullanılmıştır. Ayrıca orman ve taş sembolleri eski Moğol masallarında sıkça geçmektedir. Bir şeylerden kaçan kahraman elindeki bir şeyi önüne atarak önünde bir orman ya da kaya oluşmasını sağlamaktadır. Hem orman hem de taş/kaya sembolleri kahramana yardım etmek için kullanılan sembollerin başında gelmektedirler. Özellikle jada adı verilen taş ile gerçekleştirilen sihir yardımıyla hava değiştirilir, kar fırtınası ya da aşırı soğuklar oluşturulur (Atwood 2004: 495).

 Roux'ya göre ağaç, zengin ve karmaşık yapısıyla her dönem her bölgede tanrılaştırılmıştır (1994: 123). Türk kültüründe ağaç ve orman kültüyle ilgili en önemli çalışmaları Abdülkadir İnan ve Bahaeddin Ögel'in eserlerinde görmekteyiz. İnan, orman kültüyle birlikte kayın gibi bazı ağaçların da Türk kültüründe önemli bir yer teşkil ettiğinden bahsettikten sonra, orman kültünü kuzeyli çağdaş avcı toplulukların en önemli kültlerinden biri olarak tanımlar (1975: 39). Oğuz Kağan'ın ikinci eşinin bir ağaç kavuğunda ortaya çıktığını unutmamakla birlikte Ögel, orman kültü ile ağaç kültünün birbirinden ayrı olarak incelenmesi gerektiğini savunur. Ögel de İnan gibi ormanlı Türkleri kuzeyde yer alanlar olarak belirtir ve orman ruhlarının kötü ruhlar olarak kabul edildiğini söyler (1995: 489)

Gövdesi dışında göğe bakan dalları ve toprağa tutunan kökleriye ağaç Gök Tanrı inancında önemli bir sembol olmuştur. Çoğu anlatıda yedi veya dokuz dala sahip olan kutsal ağaç, şamana yolculuğunda basamak görevini görür (Roux 1994: 123).

Ağaç tek başına hayat ağacı, verimli, doğurgan ve kutsal sayılırken, orman kalabalık, karanlık ve ürkütücü olması nedeniyle kötü ruhlar arasında sayılmıştır. Bilge Orhun Yazıtları'nda geçen Ötüken Yış, ormanla çevrili dağlık arazi olarak kutsal sayılır. Ancak Moğol anlatılarında gördüğümüz, saklanma ve yardım görme anlatılarına Türk kültüründe rastlayamamaktayız.


Dağ Kültü

 MGT, AT ve ET'de dağ adları oldukça yaygın olarak kullanılmış. Coğrafî yapı olarak sık dağlarla çevrili bölgede dağlık araziler genellikle ormanlarla kaplıdır.
MGT'de sıkça Burhan Haldun dağından bahsedilir. Altai, Ala'ut-turha'ut, Kentei, Çekçer, Gurelgu en sık geçen dağ adlarıdır. Türk kültüründeki en önemli dağ Ötüken'dir. Ancak Çin kaynaklarının belirttiğine göre o dönemde Ötüken ile kıyaslanabilecek başka dağlar da bulunmaktaydı. P'o-teng-ning-li yani But Tengri, dik şekilde yükselen yüksek bir dağdır ve üzerinde herhangi bir ot ya da ağaç yetişmez. Thomsen tarafından Tannu-Ola olarak belirlenen Turfan'ın kuzeyindeki Kögmen, Ulan Bator Yazıtı'nda tanrılar arasında sayılan bir dağdır. Bu dağın Ötüken sıradağları arasında yer aldığı düşünülmektedir (Roux 2011: 62).

Türeyiş efsanelerinin yanında dağlarda yer alan mağaralarda ibadet Ögel'in de bahsettiği gibi dikkat çeken noktalardan birisidir. Ölüleri dağ mağalarına bırakma veya gömme, dağda göğe kurban sunma önemli ibadetlerdir (Ögel 1995: 426-428). Kurban sunmak için çıkılan dağlarda bir nevi hac yolculuğu yapılmaktadır. Ancak kurbanın dağa mı yoksa dağda yaşadığı düşünülen başka bir kutsallığa mı sunulduğu belirsizliğini korumaktadır. Ergenekon'da da görüldüğü üzere halkların kökenlerinde çoğu kez dağların arasında uzunca bir süre bekleyip, güç toplayıp buradan çıktıkları görülmektedir (Roux 2011: 62)

Roux'ya göre dağların bu kadar önemli olmasının sebebi, dikeyliği ile simgelemesi, orman ve karlı kaplı ulaşılmaz ve gizemli olması, göklere uzanan boyları ve bundan dolayı da evrenin merkezinde olmasıdır (1994:124)

Metinlerde sıkça geçen Burhan Haldun dağının anlamına bakıldığında Roux'nun Rintchen'den aktardığı bir tahminle karşılaşmaktayız. Burhan'ın şaman tanrısı, Haldun'un da kutsanan bir tür söğüt ağacı olduğunu öne süren araştırmacı Burhan Haldun'un Söğüt Tanrılı Dağ anlamına geldiğini savunur. Ancak Roux, Burhan'ın borkan ve bu kelimenin de boz-kan yani gri renkli efendi anlamına geldiğini savunarak bu ismin daha sonraları Buda ile karıştırıldığını belirtir (1994: 126-127).


Güneş Kültü

 MGT de Temucin, Merkit'lerin saldırısından kurtulduktan sonra Burhan Haldun dağının eteklerinde defalarca ölümle yüzyüze gelmesine rağmen her defasında Burhan Haldun yardımıyla kurtulduğunu hatırlayarak kemerini boynuna takıp, şapkasını koluna asıp güneşe karşı döner ve eliyle göğsüne vurarak dokuz defa diz çöküp tövbe eder, ve onun koruyuculuğuna sığınır:

"Temucin Burhan (dağlarından) inerek yumruklariyle göğsüne vurdu ve şunları söyledi:
 'Ho'ahçin ana gelincik gibi işittiği,
Kakım gibi gördüğü için,
Hayatımı kurtarmak niyetiyle,
 (Ancak) bir yular başlığı olan bir atla
 Geyik izlerini takip ederek,
 Karaağaç kabuklarından kulübelere sığınarak,
 Burhan tepesine çıktım
Burhan-haldun'un yardımiyle
 Bir bitin hayatı gibi hayatım kurtuldu.
 Biricik hataımı kurtarmak niyetiyle, 
Yalnız bir atla Sığın izlerini takip ederek, 
Söğüt kabuklarından kulübelere sığınarak, 
Haldun tepesine çıktım.
 Haldun-Burhan'ın yardımiyle,
 Bir kırlangıçın hayatı gibi 
Hayatım kurtuldu.
 (Bu esnada) büyük korku da geçirdim. 
(Bundan sonra) Burhan-haldun için
 Her sabah tapınmalıyım, 
Bunu neslim ve neslimin nesli böyle bilsin!'

Temucin bu sözlerle kemerini boynuna ve şapkasını koluna asarak güneşe karşı döndü ve eliyle göğsüne vurarak güneşe karşı dokuz defa diz çöküp tövbe ve istiğfar etti." (Temir 2010: 40-41)

AT ve ET'de rastlamadığımız bu anlatı, Temucin'in güneşe verdiği önemi ve onun kutsallığını gösteren önemli bir anlatıdır. Güneş yüksekte ve ışık kaynağı olduğu için her zaman saygı duyulan bir semboldür. Moğol inancında Güneş erkekliği, Ay ise dişiliği sembol eder. Ayrıca Cengiz Han'ın boy damgasında güneş bulunmaktadır.

 Roux'nun aktardıklarına göre, güneş ve güneşe tapınma Türk kültüründe çok eskilere dayanmaktadır. Güneş'i yaşamın ana kaynağı olarak gören Türkler, Moğolların aksine onu dişil olarak tanımlamıştır. Çoğu kez Ay ile Güneş birlikte anılsa da Güneş çok daha önemlidir (Roux 2011:94). Orta Asya topluluklarında güneş ve ay kültü bulunduğunu belirten İnan, Altaylı Gök Tanrı inancına sahip halkların güneşle ant içip, ant formellerinde 'kün ana körüptür' cümesi geçtiğini belirtir.Gök Tanrı inancında güneş ve ay, kötü ruhlarla mücadeleye girişir. Yakutlara göre ise güneş ve ay iki kardeştir, her ikisi de bir tanrıdır (İnan 1986: 29).

Ögel'e göre Türklerin birinci sırasında her zaman güneş olmuştur. Çünkü Türkler sürekli güneşli bögelerde yaşamışlardır (1995: 187). Bu düşünceyi, Türklerle ortak coğrafyalarda yaşayan Moğollar için de tekrarlayabiliriz. Kün, Gün, Güneş Türk kültüründe bir çok noktada karşımıza çıkmaktadır. Kutadgu Bilig'de Gündoğdu, Oğuz Kağan'ın oğlu Gün Han gibi örnekler güneşin Türk kültüründeki önemini gösteren önemli örneklerdir.13

Güneşe selam verme, Hunlardan itibaren Göktürklerle devam etmiş, Cengiz Han'a kadar gelmiştir. Günümüzde hâlâ Moğolistan Cumhuriyeti bayrağında yer alan simgelerden biri olan güneş, Moğol kültüründeki önemini korumaktadır.

 GÖK İLE İLGİLİ İNANIŞLAR

 Moğol kaynaklarında göğe selam verip secde etme adetiyle karşılaşmaktayız. Bu adet gökten ziyade göğe doğru içki saçmak ve selamlayarak secde etme ritüeli halindedir. Günümüzde de Moğol topluluğu arasında devam etmektedir.

AT s. 77-78'de Tokukan Tayisi'nin çeşitli aralıklarla göğü üç kere selamlayarak secde ettiğini görmekteyiz. Tokukan Tayisi, koyunlarını güderken büyük toplantıdan dönen adamları görür ve ne konuştuklarını sorar. Adamlar dalga geçer bir vaziyette o olmadığı için bir şey konuşmadıklarını söyler. Bunun üzerine Tokukan Tayisi, 'Bunlar sizin sözleriniz değil, Tanrı'nın emirleri' diyerek gökyüzüne doğru secde eder14. Ardından Onui Aka, Tokukan Tayisi'ye şimdi göremeyeceği bedeni gelecekte de göremeyeceğini söyler. Bunun üzerine Tokukan Tayisi yine bunun Tanrı'nın sözleri olduğunu söyleyerek gökyüzüne doğru secde edip selamlar. Hemen ardından Tokukan Tayisi etrafı sarılınca kötü kehaneti öğrenir. Tokukan Tayisi bunu öğrenince gökyüzüne doğru secde ederek selamlar:

"(...) Tokukan Tayisi koyunları güderken, toplantıdan dönen adamlarla karşılaştı. Tokukan toplantıdan dönen iki adama sordu: 'Toplantıda neler konuşuldu?' O adamlar şöyle diyerek alay ettiler: 'Sen yoktun, onun için herhangi bir tartışma olmadı.' O adamlar gittikten sonra Tokukan Tayisi başlığını çıkarttı: 'Bunlar sizin sözleriniz değil, bunlar Tanrı'nın emirleri' dedi (ve) gökyüzüne (doğru) secde etti. (...) Onui Aka dedi ki: 'Şimdi göremediğin bedeni, gelecekte de göremeyeceksin.' Bu sözler üzerine Tokukan Tayisi dışarı çıktı. Dedi ki: 'Bu sözler senin değil, onlar Tanrı'nın sözleri,' gökyüzüne doğru secde edip selamladı." (Gülensoy 2008: 77-78)

Anlatı, ET'de aynı şekilde geçmektedir15. Metinlerde geçen tenri-dür mörgübe ifadeleri 'göğe yalvarma' anlamına gelmektedir. Ayrıca ET'de Tokukan Tayisi ile ilgili farklı detaylar bulunmaktadır. Oyratlar, kut soyundan olmadığı için Moğollar tarafından büyük han olarak kabul edilmezler. Tokukan Tayisi içki içip sarhoş taklidi yaparak Cengiz Han'la konuşuyormuş gibi yapar. Cengiz Han'ın kut soyundan olduğunu, annesinin Cenhiz Han'ın soyundan olan Tokukan Tayisi, kendisinin de kut soyundan sayılarak han olmaya hakkı olduğunu iddia eder:

"тэндээс Тогоон тайши Мирасаны сайн хонгор морин хэмээхүйгээр эзний ордын цамхагийг гурвантаа эргэж дайрлан цавчилж, чи Суутын бие цагаан гэр болоос би Сутайн үр Тогоон байнам хэмээн өгүүлсэнд, (...)" (Tsançid ve Coimaa 2006: 110)

Tokukan Tayisi'nin bu hareketi politik olarak yorumlanmaktadır. Göğü selamlama esnasında içki sunma ritüelini de görmekteyiz. AT'de Mukulikai Ong, sefere çıkmadan önce adet olduğu için Tanrı'ya bir kadeh içki sunarak16 göğü selamlar:

"Mukulikai Ong ordusunu toparlayıp, (âdet üzere) Tanrı'ya (bir kadeh) içki sundu (ve) dedi ki:

'Oh, azametli ebedî Tanrı, bil! 
İkinci olarak, sen,
 takdis edilmiş kutsal olan, bil!
 Senin soyuna iyilik yaptım, 
Senin neslinden olan benim hakkımda kötü düşündü.
' Göğü selamladı." (Gülensoy 2008: 94)

Aynı anlatı ET'de de geçmektedir17. Metinlerde geçen saçuli sacucu, Türkçe'de de yer alan 'saçı saçmak' anlamına gelmektedir. Halen Moğollarda airaq adı verilen bir nevi kımız ya da süt birkaç damla olarak göğe doğru saçılır.

 Şüphesiz gök hem Türkler hem de Moğollar için çok önemlidir. Tengri, tenger, tengir, kök, xöx hem Türkçe hem de Moğolca gök ve tanrı anlamlarında kullanılmıştır. Çünkü inanışa göre gök ile tanrı içiçedir. Gök Tanrı İnancı'na sahip iki topluluk da göğü son derece önemsemiş ve kutsal saymışlardır. 18 Saçı saçmak ile ilgili yukarıda da belirttiğimiz gibi şükran sunmak ve bereket adına göğe doğru saçı saçılır, sahip olunan şey gök ile paylaşılırdı. Saygı değer gök ve onun içerdikleri selamlanır, böylece kişi kendi içini ferahlatırdı.

XVII. YÜZYIL MOĞOL KRONİKLERİNİN TÜRK- YÖNÜNDEN KARŞILAŞTIRILMASI
Cihan Anzerli



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...