Bu Blogda Ara

12 Ocak 2020 Pazar

TÜRKİSTAN’DA HAYVAN VE HAYVANCILIKLA İLGİLİ MİTOLOJİK VE GELENEKSEL KÜLTÜRÜN GÜNÜMÜZDEKİ ETKİLERİ






TÜRKİSTAN’DA HAYVAN VE HAYVANCILIKLA İLGİLİ MİTOLOJİK VE GELENEKSEL KÜLTÜRÜN GÜNÜMÜZDEKİ ETKİLERİ



Öz 

Türkistan, tarihsel derinliği olan bir coğrafi ad olmakla birlikte; Türk Milleti için müşterek kültür değerlerinin yarattığı tarihsel ortak hafıza, gelenekler ve uygarlık alanıdır. Bu makalede, muhtelif araştırma kaynaklarından ve tarafımızdan sahada yapılan gözlem ve tespitlerden yararlanılarak, Türkistan’da hayvan yetiştiriciliği, hastalıklardan koruma, tedavi, bakım-besleme uygulamaları üzerinde mitolojik kültür ve geleneğin etkileri hakkında bir değerlendirme yapılmıştır.

Giriş Türkistan Neresidir? 

Türkistan, Türklerin yaşadığı yer anlamındadır. Batı Türkistan ve Doğu Türkistan olarak iki kısımdan oluşur. Türklerin en eski yaşam alanlarından biri olan Batı Türkistan, Hazar Denizi’nin doğusundan başlayıp bugünkü Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ile kuzey Afganistan (burası Afgan Türkistan’ı olarak da bilinir) topraklarını içine alır. Batı Türkistan’da Harezm ve Mâverâünnehr olmak üzere iki önemli yerleşim bölgesi dikkat çeker. Harezm, Aral Gölü’nün güneyinde, bu göle dökülen Amu-Derya (Ceyhun) Nehri’nin aşağı mecrası boyunca uzanır. Pitnak şehrinden başlayan bölgenin batısında Kara-Kum Çölü, doğusunda ise Kızıl-Kum Çölü vardır. En önemli şehirleri Gürgenç (Ürgenç), Hive, Kat, Vezir ve Hezaresb’dir. Mâverâünnehr’in en önemli şehirleri Buhara ve Semerkand’dır. Yine Türklerin en eski yurtlarından biri olan Doğu Türkistan, bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin batısında yer alır ve burada büyük oranda Uygur Türkleri yaşar. Çinlilerin yeni topraklar anlamına gelen Sinkiang (Sincan) ismini verdiği bölge, tarih içinde Kaşgarya veya Altışehr olarak da anılmıştır. En önemli şehirleri Yarkend, Kaşgar, Aksu ve Urumçi’dir (Kanlıdere, 2013:81).

Zeki Velidi Togan (Togan, 1981:23-24), Türkistan’ın sınırlarını şu şekilde tanımlamıştır: Güneyde Gürgan Irmağı, Horasan Dağları, Küpet Dağı, Kuhi Baba (Kara Dağ, Kohzar-i Mescid), Mezduran, eski Yunanlıların Propamis ismini verdikleri Topçak ve Ak Dağ (Koh-i Sefid) dağları, Hindikuş sırtları, Mustağ-Küenlün sıradağları, Doğu sınırında Sucav civarından, Moğol Altayına uzanan Burucan geçidi bulunmaktadır. Kuzeyi ise; Cangurya ve Kazakistan’ın kuzey sınırında bulunan İrtiş havzası ve Aral-İrtiş su ayrımı hatlarının kuzey yamaçlarıdır. Batısında ise; güney Ural Dağı, Yayık Irmağı, Volga (İdil) Nehrinin denize döküldüğü yer ve Hazar Denizi ile sınırlandırılmıştır. Bu tarife Afganistan sınırları içinde bulunan Afgan Türkistan’ı ve İran sınırları içinde bulunan Astarabad ve Deregiz şehirlerini kapsayan İran Türkistan’ı katılmamıştır

Bu tarife göre Türkistan, batıdan doğuya Volga (İdil) Nehri ve Hazar Denizinden Çin Seddi’ne, kuzeyden güneye Altaylardan, Hindikuş Dağlarına kadar uzanan oldukça büyük bir coğrafyayı kapsamaktadır (Kaya, 2014:4).

Türkistan, tarihsel derinliği olan bir coğrafi ad olmakla birlikte; Türk Milleti için müşterek kültür değerlerinin yarattığı tarihsel ortak hafıza, gelenekler ve uygarlık alanıdır. Bu makalede, muhtelif araştırma kaynaklarından ve tarafımızdan sahada yapılan gözlem ve tespitlerden yararlanılarak, Türkistan’da hayvan  yetiştiriciliği, hastalıklardan koruma, tedavi, bakım-besleme uygulamaları üzerinde mitolojik kültür ve geleneğin etkileri hakkında bir değerlendirme yapılmıştır.

Kadim Türkler İçin Hayvan ve Hayvancılığın Önemi

 Kadim Türklerin hayatında hayvan ve hayvancılık sadece bir geçim, varlık ve zenginlik kaynağı olarak yer almamıştır. Kültürün ve hayat tarzının vazgeçilmez bir unsuru olarak, aynı zamanda Türklerin mitolojik kutsallar dünyasının inşasında da hayvanın vazgeçilmez bir yeri vardır.

Kadim devirlerde Türklerin hayatında at, deve, sığır, koyunkeçinin önemi çok büyük idi. Tört tülük (dört çeşit) denilen bu hayvanlar, Türklerin hayatta kalmaları ve refah içinde yaşamaları için Tanrı’nın Türklere lütfu olarak kabul edilmiştir. Tört tülük hayvanın günümüzdeki karşılığı ekonomik değeri olan evcil memeli hayvanlardır. Türkler için bu hayvanlar; etlerinden dolayı yiyecek, sütlerinden dolayı içecek, kıllarından, yünlerinden ve derilerinden dolayı giyecek, güçlerinden dolayı taşıyıcı araba, kamyon ve traktör demektir. Bir deve bütün evi (kiyiz-keçe otağı) bütün malzemeleriyle taşıyabilir (Kosıbayev, 2013: 1054).

Hayvanlar Türk mitoloji ve inanç dünyasında yer alan önemli figürlerdir. Evrenin dikey modelini sembolize eden; yerle göğü, ışıklı ruhlarla insanları birleştiren altın köprü görevini gören; Altay Türklerinde (Tuvalar, Hakaslar, vb) Altın Bürlü Bay Terek veya sadece Bay Terek, diğer varyantlarda ise Kutsal Altun Kavak olarak adlandırılan Dünya Ağacı tarafından birleştirilen üç dünyadan oluşan bir evren vardır. Bu ağacın kökü yer altını, gövdesi orta dünyayı, dalları da yukarı dünyayı temsil eder (Bayat, 2007:56). Türkler, gök ve göğün kutsallığında kendini gösteren diğer ruhlar için kurban verirken kurbanlık hayvanın bir damla kanının yere akmamasına büyük özen gösterirlerdi (Roux, 1999:121). Saha halkı, üst ve alt dünya sakinlerinin hayvancılıkla uğraştıklarına inanmaktadır. Gökyüzündeki yaratıcı atlara, alt dünya sakinleri de yalnızca sığırlara sahiptir (Vasilyev, 2007:25).

 Mitolojik Türk kültüründe hayvanların kutsallığı inanç dünyasında kalmakla yetinmemiş, ongun-töz olarak Türklerin semboller dünyasına da girmiştir. Türklerde her boyun bir kutsal hayvanı vardır ve boylar ongun-töz denilen sembollerle tanımlanırlar. Erman (2017), ongun ya da töz veya töslerin Türklerde genellikle tavşan, ayı, kartal, sincap gibi zoomorf şekiller altında tasavvur edilmiş olduğunu, "tilik", "kozan", "aba", "bürküt", "tiyin" gibi isimlerle anıldığını bildirmektedir.

Hayvanların bir kısmı evcilleştirilerek bir kısmı da doğa içerisindeki yeri ile insan hayatına girmiş ve Türk milletinin dilinde, kültüründe yer almıştır. Başta Türkistan olmak üzere Türk kültür coğrafyasında yer alan eski sanat eserlerinde, örneğin taşlara kazılan işaret ve sembollerde (Türkistan coğrafyasındaki tamga-taşlar, saymal-taşlar gibi) avlak hayvanlar ve kutsanmış hayvan figürleri ile karşılaşılmaktadır. Kaplankıran (2016:1162), Türklerin bazı hayvanlara farklı anlamlar ve değerler vererek onları bayraklarında, armalarında ve damgalarında kullandıklarını, eski Türk devletlerinden Büyük Hun İmparatorluğu’nun ejderha, Göktürk İmparatorluğu’nun kurt başı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun çift başlı kartal figürünü bayraklarında kullandıklarını; Türk Cumhuriyetlerinden Kazakistan’ın bayrağında kartalın, Gagavuz Özerk Cumhuriyetinde ise kurt başı figürü yer aldığını ifade etmiştir. Kaplankıran, Türkmenistan’ın armasında at, Özbekistan’ın armasında hüma kuşu, Kırgızistan’ın armasında kuş figürü yer alırken Nogay Türklerinde de koçboynuzu damgası kullanıldığına da işaret etmiştir

Eski Türk topluluklarının inanç sistemlerini oluşturan Atalar Kültü, Tabiat Kültü ve Gök Tanrı Kültünün sistemleşmiş hali günümüz dünya edebiyatında Şamanizm olarak isimlendirilse de Türk kültüründe daha çok Kamlık (Şamanlık) geleneği olarak isimlendirilir. Bu gelenek İslam dinine rağmen etkisini günümüze kadar sürdüren bir inanç ve pratikler bütünüdür (Dalkıran, 2010:9). Kamlar; hastaları iyileştirmek, ölen adamın ruhunu öteki dünyaya götürmek, kısırlığı tedavi etmek, fal bakarak gelecekten haber vermek, evi kötü ruhlardan temizlemek, avın bol olmasını sağlamak, kurban sunmak gibi bazı dinsel törenleri icra etmek, mevsim ritüellerini düzenlemek, sığırlara ve atlara zarar veren ruhları kovmak, kayıp şeylerden haber vermek gibi icraatları yaparlar (Bayat, 2006:23).

 Türkan (2015), Harun Güngör’ün şamanlık ve tedavi ile ilgili görüşlerini şu şekilde ele almakta ve değerlendirmektedir: Şamanın yaptığı sihir veya büyüye tedavinin bir türü olarak bakar ve “şamanlar sadece hekim değillerdir, onlar aynı zamanda, sihir ve büyü de yaparlar. Çoğu zaman bu sihir ve büyüler de tedavinin bir çeşidini oluşturur” açıklamasını yapar. İki aşamalı bir tedaviden bahseder: Şamanlar aynı zamanda halk hekimidirler. Hastalıkları iyileştirir, rahatsızlıkları giderirler. Şamanizm’de hastalığın iki çeşit tedavisi vardır: 1. Özel- 2. Genel. Özel türde hastalığı sadece Şaman tedavi eder. Bu tedaviye halk katılmaz, genel türde ise tedaviye halk katılabilir. Örneğin; hayvanlar arasında (koyun, at, deve) bir hastalık yaygınlaşıp hayvanlar ölmeye başladığında, diğer insanlar da yapılan tedavi törenine Şaman ile birlikte katılırlar. Bu tür bir yöntem

“hastalığı göçürmek” eyleminde de kullanılabilir. Günümüzde Şamanlar daha çok birer otacı yani sağaltıcı durumuna gerilemişlerdir. Yerleşik hayata geçiş ve sınıfsal farklılıkların oluşmaya başlamasıyla beraber Şamanlık da yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Bu tür toplumlarda Şamanın yerini falcılar, sihirbazlar, medyumlar, tabipler ve din adamları almıştır.

Hekimlik uygulamalarının tarihsel gelişim süreci içinde, doğaüstü güçlerle, becerilerle ve yeteneklerle donanmış insanlar olarak kabul gören kamlar hayvanları da tedavi eden sağaltıcılardı. Modern tedavi usulleri toplum hayatına nüfuz ettikçe, kamların hayvan tedavisi üzerindeki etkileri de azalmaya başlamıştır. Zamanımızda, klasik ve orijinal anlamda Kamlardan veya Kamcılıktan söz etmek çok zordur. Zira Kamlık geleneği ve ritüelleri İslam, Budizm, Hıristiyanlık ve diğer inançların ve dinlerin etkisiyle tarihsel süreç içinde değişime uğramıştır. Örneğin Türkistan’da İslam’ın etkin olduğu topluluklar arasında hayvanların ve hayvan barınaklarının korunması için Kamlık ritüellerinin uygulanması yerine, İslami mahiyetli muskalarla karşılaşılmaktadır. Hıristiyanlık inancının hâkim olduğu muhitlerde, hayvan barınaklarının girişine İsa’nın ikonlarının asılması, Budizm’in dini hayatta etkin olduğu yerlerde Budizm öğelerinin ve ritüellerinin klasik kamlık uygulamalarının yerini aldığı görülmektedir

Bu vesileyle bir hususa daha işaret etmek gerekir. Türkistan coğrafyasında ortak sosyal ve kültürel değerlerin oluşarak Türk uruklarının / boylarının / soylarının milletleşmesi sürecinde hayvancılığın doğrudan etkisi vardır. Mevsim şartlarına göre hayvanlarına otlak arayan konar-göçer uruklar, yayla ve otlaklarda tanışıp, kaynaşma imkânı da elde etmişlerdir. Yaylalar ve meralar, geçmişte olduğu gibi şimdi de yalnızca hayvan otlatılan mekânlar değildir. Dün olduğu gibi bugün de hayvanlarda tohumlamaların, bakım-besleme işlemlerinin yapıldığı; et, süt, yün, deri gibi hayvansal ürünlerin işlendiği, ticari faaliyetlerin yürütüldüğü, dostluk, akrabalık, komşuluk ilişkilerinin kurulduğu alanlardır. Bu durum, Türkistan’ın sosyolojik, sosyoekonomik ve sosyokültürel bir boyutudur. Kırgızlarda geleneğin devamı olan ve cayloolarda (yaylalarda) devam eden “Üylönüü toyu” (Düğün), “Beşik Toy” (Çocuğun beşiğe yatırılması), “Tuşoo Toy” (Çocuğun ilk yürümesi şöleni) ve hatta “Aş” (ölen insanın yıl dönümü) gibi şölenler ve bu şölenlerde oynanan At çabış, Kök börü, Cambı Atış, Kız Kumay, Küröş ve Ordo gibi geleneksel oyunlar ile toylarda uruuların (soyların / boyların) akınları (ozan) arasındaki atışmalar (İsakov, 2005:106-107), günümüzde de bütün Türkistan’da canlı bir şekilde yaşamaktadır. Türkistan’ın bereketli otlakları, yaylakları ve meraları farklı soydan ve boydan gelen Türk halkları (bodunları) ve toplulukları arasında komşuluk, akrabalık, dostluk ilişkilerinin gelişmesi; ortak kültür değerlerinin yaşatılıp kuşaktan kuşağa aktarılması yönünde tarihi görevlerini yapmaya devam etmektedir

XV. ve XVI. yüzyıllardan itibaren Tanrı Dağları civarında yaşayan Kırgızlar, mevsimlere göre konar-göçer hayatı sürdürmekteydiler. Onların eskiden beri hayvancılık ile uğraşmaları ki, böyle bir hayat yaşamalarını icap ettirmekteydi. Zira çok sayıda hayvanları olan bir ulusun ve bu ulusun asıl çekirdeğini teşkil eden uruuların sürekli bir yerde bulunması oldukça imkânsızdı. Onun için, Kırgızlar hayvan sürülerini, yılın dört mevsimine göre değişik yerlerde yaylatmak zorunda idiler. Bu durumun bir tezahürü olarak mevsim şartlarına göre hayvan sürülerini barındırmak ve otlatmak için kışın kıştoo, baharda cazdoo, yazın cayloo ve güzün de küzdöö denilen mevsimlik mekânlarda bulunurlardı (İsakov, 2005:96). İşte bu hareketlilik, Türk halklarının coğrafyayı keşfine, tanımasına ve sahiplenmesine ve nihayet yurt edinmesine fırsat sağlamıştır. Günümüzde, gerek Sovyet döneminden kalan işletmelerde, gerekse bağımsızlık sonrası büyük sermayelere dayalı olarak kurulan modern işletmelerde hayvancılık faaliyetleri yürütülmekle birlikte; kırsal kesimde geleneksel yaylak-kışlak hayvancılığı da yaygın olarak devam etmektedir.


Hayvanların Tedavisi, Yönetimi ve Korunması

  Şamanistlerin panteonunda Ülgen'in ak kızlarından başka da birkaç iyi dişi ruhlar vardır. Altaylılarda Umay, Ana Maygu, Aka Ene, Yakutlarda Ayısıt'lar bunların belli başlılarıdır. Altaylılara göre Umay çocukları ve hayvan yavrularını koruyan dişi tanrıdır. Tarihi kaynaklarda verilen bilgilere ve folklor materyallerinden anlaşıldığına göre bu dişi tanrı insan ve hayvan yavrularını ve bütün dişileri koruyan bir dişi tanrıdır. (İnan:1976:23-14). Yakutlarda Umay adı “Imı” şeklinde ancak talih kuşunun adı olarak muhafaza edilmiştir. Fakat “Umay” ruhunun bütün görevleri ve sıfatları ayısıt (yaratıcı, yayuçu) denilen ruhlara verilmiştir. Ayısıt-yaratıcı, bereket ve refah sağlayıcı dişi ruhlar zümresine denir (İnan, 1986:37). Burada sözü edilen “yaratıcı” ve “yaratıcılık” Tanrı’nın yani yegâne yaratıcının (Tanrı Ülgen’in) yaratıcılık ve yaratma kudreti değildir. İnan (1896:3), ayısıtı (yaratıcılığı) şu şekilde izah eder: Umumiyetle Şamanist Türklerin kozmogonisi “yaratıcı tanrılar” tanıyorsa da “yaratma” mefhumunu “yoktan var etme” olarak anlamaktan çok uzaktır. İlk akla gelen tanrıların bile dayanacak yerleri, o veya bu nesneyi “yaratmak için ellerinin altında ezelden beri mevcut maddeleri bulunmuştur. Yakutların kendi menşelerine dair söyledikleri rivayetlere göre, ilk Yakut (Saha) yani ilk insan, gökten inen bir yaratıktan türemiştir. Fuzuli Bayat’a (2016) göre, Potatov’un Tuva avcıları arasında topladığı malzemede Kanım, Ülgen’in oğludur. Kanım tayganın ve oradaki hayvanların iyesi olmasının yanı sıra Şamanların da koruyucusudur. Altay Türklerinin tasavvurunda Ülgen’in kızı olan Yayık da taygadaki hayvanların koruyucudur. Avcılar ona saygı gösteririler

Eski Türk inanç sisteminde her bir varlığın sahibi (iye, eye, issi, ıssı, ize, ie, ee ) vardır. Varlıklar sahipleri tarafından korunur, kollanır ve yönetilirler. Dolayısıyla bu sahipler kutsaldırlar. Bu bağlamda eski Türk inanç sisteminde hayvanların da koruyucu ruhları vardır. Günay ve Güngör (1997: 45) Türkler bu doğaüstü güçleri “iyilik verenler ve kötülük getirenler” olarak ikiye ayırmışlardır. Karakurt, (2011:17), hayvanları koruyan ruhlar ve güçler hakkında şu bilgileri verir. Abzar Ata: Avlunun Koruyucu Ruhudur. Abzar İyesine benzer bir varlıktır. Akşam sığır sürüleri dağılırken eve gelen hayvanların doğru yolu bulmasını sağlar. Ağıl İyesi: Ağılın Koruyucu Ruhudur. Küçükbaş hayvanların barındığı ağılın koruyucu ruhudur. Koyunların ve keçilerin arasında uyuduğuna inanılır. Abzar İyesi (Damız İyesi, Kitre İyesi): Ahırın koruyucu ruhudur. Evin ahırında veya bazen de avlusunda yaşar. Ahır İyesi ahırda yaşayan hayvanların bazılarını daha çok sever, bazılarından ise hoşlanmayabilir. Sevdiği hayvanın (genelde atın) yelesini taramaktan, kuyruğunu örmekten çok hoşlanır. İnsanlar görmediği sırada onun önüne ot veya saman atarak besler, sevmediği atı ise aç bırakır, gece boyu koşturur, ter içinde bırakır, aşırı derecede yorar.

 En eski Türk destanlarından olduğu bilinen “Manas” destanında Ay Tuyak “atın hamisi”, Ay Müyüz “ineğin hamisi”, Aksarbaşıl “koyunun hamisi”, Çıçañ Ata “keçinin hamisi” gibi isimlere sık rastlamak mümkündür. Ayrıca bu isimler sadece destanlarda değil, masal, öykü, alkış, kargış, bata (hayır dua), ağıt, şarkı, türkü, atasözleri gibi Kırgız folklorik kaynaklarında da sıkça yer almaktadır (Orozobaev, 2011:195-196).

Kambar Ata “atın hamisi”, Çolpon Ata “koyunun hamisi”, Oysul Ata “devenin hamisi”, Zengi Ata “sığırın hamisi”, Çıçan Ata “keçinin hamisi”, Koroson Ata “koyunlarda görülen çiçek hastalığının hamisi”, Kayberen “geyiğin hamisi”, Böltök “bıldırcının hamisi”, Kumayık “köpeğin hamisi”, Buudayık “yırtıcı kuşların hamisi”, Kıntık “sülün kuşunun hamisi”, Kedepaya “Kekliğin hamisi”, Karşan Ata “kurdun hamisi”, Dönköy “köstebeğin hamisi”, Caltankara “atın  hamisi”, Bavakan “atın hamisi”, Mankayın “ayının hamisi”, Manka Ata “maymunun hamisi” olarak kabul edilir. Bunların içerisinden Cölömö, Bavakan, Döñköy, Güşünay, Kedepaya, Caltañgara, Karşan Ata, Mañkayın, Mañka Ata gibi pirler sadece bazı ağızlarda rastlamakta olup bu isimler hakkında yeterli bilgi yoktur. Halk arasında en yaygın bilinen pirler Kambar Ata, Çolpon Ata, Oysul Ata, Çıçan Ata, Kumayık, Buudayık pirleridir ve bunlar folklorik kaynaklarda çok sık rastlanan unsurlardır (Orozobaev, 2011:194-195)
Halkın eskiden beri bir başka geçim kaynağını teşkil eden avcılığın gelişmesi ve avcılık yolu ile kıtlık ve normal zamanlarda yiyecek ihtiyaçlarını karşılanması, evcil hayvanların dışında av hayvanlarına da saygı ile davranmalarına sebep olmuştur. Diğer Kırgız uruularında olduğu gibi, Sayaklar arasında da “Kayberen Ene” (Kayberen anne) geyik piri olarak bilinmektedir. Yaşlı kimselerin, avcılık sonrasında “Kayberen Enenin tukumu össün” (Kayberen Ana’nın nesli devam etsin), “Kayberen Enenin tukumu köböysün” (Kayberen Ana’nın nesli çoğalsın) diye dua etmeleri, onların av hayvanlarına karşı gösterdikleri sevgi ve saygının bir ifadesi olmalıdır. Bu bağlamda, Kırgızların “Kococaş” adlı bir destanında, Kayberen Ene’nin veya geyik pirinin halk nazarındaki yeri açıkça görülmektedir. Bu destanda, Kococaş adlı bir avcı, bulunduğu bölgenin geyiklerini sayısız şekilde vurduğu için, ona geyik piri Kayberen Ene kızmış ve neticede avcı kaya üzerinden düşerek ölmüştür. Toplumun hayvanlara ve doğaya olan bu saygısı, onların pirlerinin olduğuna dair inançları ve bu pirlerin halk nazarında olağanüstü bir göce sahip bulunduğunu göstermektedir (İsakov, 2005:69)

Hayvanlar geçmişte olduğu gibi günümüzde de Türk halklarının (bodunlarının) ve soy-boylarının (uruklarının) sosyal, ekonomik ve kültürel hayatında önemli bir yer tutmaya devam etmektedir. Türklerin kadim tarihinde oluşan mitolojik kültür, Türkistan’da kabul edilen yeni dinlerin kuralları, gelişen sosyal, ekonomik ve kültürel şartlara göre kendini güncelleyerek toplum hayatında yaşatılmaktadır. Mitolojik kültürün tarihsel koşullara göre kendini yenilemesine bağlı olarak, hayvanların koruyucu ruhları ya da iyeleri Türkistan’da halk arasında pir denilen figürlere dönüşmüştür. Hayatın pratiğinde gerek hayvana gerekse koruyucusuna duyulan sevgi ve saygı gayet canlı olarak yer almaktadır. Hayvanların kesimi sırasında uygulanan ritüeller bunun açık delilleridir. Hayvan kesilirken ev ahalisi hayvanın başında toplanır, koyun kesilirken “Çolpon Ata koldosun” (Çolpon Ata korusun), at kesilirken de “Kambar Ata koldosun” (Kambar Ata korusun) diye dua edilir.

Görüleceği üzere, Eski Türk inanç sisteminde her bir varlığın sahibi (iye) olduğuna dair mitolojik inanç, tarih boyunca değişikliklere uğrayarak günümüze kadar gelmiş, günümüz Türkistan’ında yaşamaya devam etmektedir

Ateş ve ocak kültü, Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Aile ocağın etrafında şekillenir. Bu nedenle ev ve aileye ocak da denilmektedir. Diğer yandan, belli hastalıkları tedavi eden kişiler ve bu kişilerin soyundan gelenler “ocak” olarak adlandırılmaktadır. Türkistan’da yılancık ocağı, sarılık ocağı, yel ocağı, inme ocağı gibi ocaklarla karşılaşılmaktadır. Bu ocakların orijinal ritüelleri, ocak sahibinin mensup olduğu dinin etkisiyle orijinalliğinden uzaklaşmış, yeni formlar kazanmıştır; ancak menşei itibariyle Türk mitolojisine bağlıdır. İslam’ın etkisiyle Kamların yerini alan bir Bakşı’nın (Közü Açık) hastalık tedavisi sırasında Umay Eni’ye (Umay Ana) Fatiha okuduğuna bizzat tanık olduk.

 Şamanistler'in inançlarına göre ateş her şeyi temizler, kötü ruhları kovar. Bu inancın izlerine Müslüman Türklerde de rastlıyoruz. Başkurtlar ve Kazaklar bir yağlı paçavrayı tutuşturup hastanın çevresinde "alas, alas" diye dolaştırırlar. Buna "alas-lama" derler. Bu kelime Anadolu Türkçesi’nde "alazlama" şeklinde muhafaza edilmiştir, ateşte temizleme anlamını ifade eder. "Alas" kelimesi Altay şaman dualarında çok geçer. Yakut oyun - kamları ateşle kötü ruhları kovmak için okudukları afsunlarda "alias, alias" diye bağırırlar. Yakutca "alias-ta" (alazla) yanan paçavra ile ayin yaparak kötü ruhları kovmak demektir. Yakutlar bu töreni yapan hakkında "oyun aal uotanan aalastıır" (şaman kutlu ot-ateş ile alazlıyor) derler. Ateş ruhuna hitaben okunan şaman ilahilerinden anlaşıldığına göre aile ocağı kültü ile ateş kutlu birbirinden ayırt edilmez (İnan, 1976:43). Güngör (2007:5), “Geleneksel Türk dini inanışlarından günümüze intikal eden ve bütün canlılığı ile varlığını devam ettiren diğer bir inanış ise, Ateş ve Ocak inanışıdır. Türklerde ateş, Gumilev’in de ifade ettiği gibi, tapınma objesi değil, temizleme vasıtasıdır ve bu niteliği ile Zerdüşti ateşten ayrılır. Ateş ve ateşe bağlı olarak yapılan tütsüleme; evi, iş yerini, çarşıyı, pazarı vb.ni kötü ruhlardan korur. Ateşin yakıldığı ocak da kutsaldır ve su dökülerek söndürülmez” demektedir

Ateş temizleyici bir özelliğe sahiptir. Türko Tatar halkları eski zamanlarda ateşin sihirli bir temizleyici güç olduğuna inanırlardı. Bundan başka hastalığın iyileştirilmesinde etkili güç yine ateştir. Doğu Rusya Tatarları ve Çuvaşlar insanlar ve hayvanlar arasında görülen bazı bulaşıcı hastalıklar sırasında ve hatta sıcak yaz aylarında, odun ateşinin ruhları temizleyici etkisi olduğuna inanırlar. İnsanlar, önceden tespit edilen bir günde evlerindeki tüm ateşi söndürerek köyün dışında büyük bir ateş yakarlar. Bu ateşin üzerinden atlayan insanlar hayvanlarını da geçirirler ve temizlendiklerine inanarak birer parça ateşle evlerine dönerler (Kırcı, 1998:400).

Hastalıkları iyileştirici, ruhları arındırıcı, kötü ruhları yok edici inancından hareketle, ateş, baksılar (şamanlar, otacılar) vasıtasıyla tedavi aracına dönüştürülmüştür. Bazı hayvan hastalıklarının dağlama yoluyla tedavi edilmesi, barınakların tütsülenerek hayvanların kötü ruhlardan ve nazardan korunması, kızgın demirlerle hayvanların damgalanması, gerek hastalıktan korumak gerekse hastalığın iyileşmesini sağlamak için hayvanların iki ateş arasından geçirilmesi gelenekleri Türkistan’da gayet canlı bir biçimde yaşamaya devam etmektedir. Özellikle Nevruzda evlerin, hayvan barınaklarının tütsülenmesi, insanların ateş üzerinden atlaması törenleri ile karşılaşılır. Mitolojik devir inanç sistemindeki ateş kültünün bir devamı olarak, evlerin ve barınakların kötülüklerden, uğursuzluklardan korunması; bedenlerin günahlardan kurtulması, ruhların arındırılması sağlanır. Hayvanları salgın hastalıklardan, göz değmesinden, herhangi bir felakete düşmesinden korumak için yapılan törende, önce açık arazide aralarında yedi adım mesafe olan iki ateş yakılır. Ateş yakılan yerden beş-yedi adım mesafede yüksekçe bir yerde iki molla karşılıklı durup, kollarını uzatıp, Kuran’ı açık olarak tutarlar, hayvanları iki ateşin arasından ve Kuran’ın önünden geçirirler. Bu ritüeller günümüzde de Türkistan’da bilhassa şehir merkezlerine uzak dağlık veya bozkır kesimlerinde uygulanmaktadır

Atlarda en çok görülen hastalık, "çılday" adı verilen bir çeşit çıbandır. "Çılday" atların genellikle göğüslerinde çıkmaktadır. Geleneksel tedavide, bu hastalık dağlanmak suretiyle tedavi edilmektedir. Bundan dolayı Türkler, sadece "çılday" çıbanlarını tedavi için değil, atlarında meydana gelen bütün yaralar için dağlama yöntemini kullanıyorlardı (Koca, 2002:22). Günümüzde hayvanların vücutlarında ortaya çıkan çıbanların, muhtelif yaraların, tedavilere cevap vermeyen enfektif odakların (fistüller), sığırlarda görülen yumuşak doku yara ve apselerinin (aktinomikoz gibi) geleneksel halk hekimliği uygulamaları şeklinde dağlanarak tedavi edilmesi girişimlerine Türkistan’ın çeşitli bölgelerinde tanık olduk.

 Salihov (2007:83-84), Mihaly Hoppal’ın (Nekotorıe Rezultatı İzuçeniya Şamanizma v Sovremennoy Etnologii //Mirovozrenie Fınno-Ugorskih Narodov, Novosibirsk, Nauka, 1990) başlıklı makalesine atıfta bulunarak şu bilgileri vermektedir: Son zamanlarda yapılan araştırmalar sonucunda, şamanların göz boyamadıkları, uzun süreli çalışmalar sayesinde fizyoterapi usullerini öğrenen ve onları kullanarak tedavi eden tabipler olduğu anlaşılmıştır. Başkurtlar, Şamanlığın babadan oğula geçtiğini kabul ederler. Bu inanç Moğolistan, Sibirya ve Tibet’te de mevcuttur. Türkistan’da Bakşıların kor haline getirilmiş uzun bir kızgın demiri insan ve hayvanın vücudunun çevresinde dolaştırarak tedavi girişimlerine tanıklık ettik.

Konar-göçerlik çağlarından edinilen tecrübeyle, Türkistan bozkırlarında, dağlarında, yaylalarında, ovalarında yaşayan insanlar yetenekli ve başarılı avcı olma özelliklerini devam ettirmektedirler. Söz konusu tecrübeyle av hayvanlarının yaşam koşullarını, doğadaki davranışlarını, yaban hayvanlarının günlük ve mevsimsel göç yollarını, saklanma biçimlerini, vücutlarının en zayıf ve hassas yerlerini çok iyi bilmektedirler. Sahada yaptığımız gözlemlerde, kırsal kesim insanlarının gerek evcil hayvan, gerekse av hayvanlarının anatomileri hakkında ileri düzey pratik bilgilere sahip olduklarını gözledik. Avcılar, kalp ve kalpten çıkan büyük damarları ve av hayvanlarının diğer iç organlarını tanıyorlar, avladıkları hayvanların safra suyu bulaşarak karaciğerlerinin ziyan olmaması için safra keselerini kesip atıyorlar. Evcil ve yaban hayvanlarının bütün organlarını tanıyor olmalarından dolayı, atalarından öğrendikleri her organdan ayrı bir yemek yapma kültürü Türkistan’da yaşamaya devam etmektedir.

Kırgızlar kasları vücuda bağlayan tendonlar hakkında ileri seviyede bilgilere sahiptiler. Kırgız avcılar avladıkları hayvanların tendonlarından cerrahi amaçlı olarak deri-kas dikiminde kullanılan iplik ve son derece sağlam yaylar yapma konularında çok mahirdiler (Karadağ ve Ark. 2016:382-383). Günümüzde modern tıbbi araç ve gereçlerin gelişimine bağlı olarak, halk hekimliği pratiğinde tendonlardan ameliyat ipliği yapımına rastlanmamaktadır

Aldahsev (1989)’in saha çalışmaları sırasında bizzat tanık olarak kaleme aldığı halk veteriner hekimliği ile ilgili tespitler hem Kırgız geleneksel halk hekimliği hem de veterinerlik bilim tarihi açısından önemlidir. Aldashev, 1920’lerde Issık Kol’un Ceti-Ögüz bölgesindeki Çırak Köyü’nde yaşayan 60lı yaşlardaki halk hekimi (otacı) Otunçu Sokuroğlu’nun birçok hastalığı tedavi ettiğini kaydetmiştir. Otunçu Sokuroğlu hayvanların birçok hastalığını tedavi ediyordu. Mesela, dört farklı catalağı birbirinden ayırıp onları ayrı ayrı yöntemlerle tedavi edebiliyordu. (Kırgızca’da Catalak, Kazakça’da Jatalak “atın karın ağrısından dolayı yata kalka yerde yuvarlandığı hastalık” anlamında kullanılır). 1- Туттукма - Сийдик жаталак (tuttukama, siydik catalak, sistit), 2- Жем жаталак (cem catalak, hububatın aşırı tüketilmesi), 3- Жин жаталак (cin catalak, konstipasyon, ıkınma, kabızlık), 4- Суу жаталак (suu catalak, soğuk

 su içmeye bağlı ağrı ve sancılar). Atta sancı ile seyreden hastalıklar, bu hastalıkların nedenleri ve teşhisi gibi hususlar günümüz modern veteriner hekimliğinde sorunlu alanlardır. Halk hekimliği bilgisi ile atta sancının ve sancının oluştuğu organın saptanması ve ayrıca ayırt edici tanı konularak sancının oluştuğu yere ve sebebe göre tedavi yapılması ileri düzey teşhis ve tedavi tecrübesini gerektirir. Otunçu Sokuroğlu, hayvan sahibinden her zaman hastalığın nasıl ortaya çıktığını, sebeplerini, nasıl gelişip seyrettiğini, yüksek ateşten nasıl koruduğunu öğrenirdi. Bu, modern hekimlikteki anamnezdir. Aldaşev’in verdiği bilgilerden, bu kişinin diagnostik amaçla rektal muayene yaptığını da öğrenmekteyiz (Karadağ ve Ark., 2016:383)

Otunçu, atların sancılarının hangi hastalıkların belirtisi olduğunu ve hastalığa göre tedavi yöntemini bilirdi. Aldaşev (1989), Otunçu’nun bunların dışında kalan başka hastalıkların, sancıların ve ağrıların da teşhis ve tedavilerini bildiğini ifade etmektedir. Bu bilgilerden hareketle, Otunçu’nun köklü bir hekimlik tecrübesinin ve hekimlik geleneğinin temsilcisi olduğunu söylemek gerekir.

Geleneksel hayvan sağaltıcıları (otacılar) atların, büyük ve küçükbaş gevişenlerin birçok hastalığını bilmektedir. Bu sağaltıcıların içinde жем түшүү (cem tüşüü, pododermatitis, canlı tırnağın yangısı), ак баш (ak baş, atlarda toynakta ortaya çıkan enfekte yaralar), конок (konok, keratokonus, kornea zayıflığı), сүлүк (suluk, stakibotriotoksikozis, stachybotrys türü mantarların neden olduğu pansitopenik ve toksemik bir hastalık), муун аксак (muun aksak, raşitizm), ич көбүү (iç köbüü, ishal) gibi hastalıkları tedavi eden kişiler de vardır. Bu halk hekimleri gebelik teşhisi ve hayvan dölleme işlerinde geleneksel halk hekimliği yöntemlerini kullanmaktadırlar.

 Жытуу чайыр (cıttuu çayır) (aselbent ağacı, Styrax officinalis)’un sıcak çayı, эрменд (ermend) (pelin otu, Artemisia) çeşitleri, ышкын (ışkın, uçkun, Rheum ribes), ат кулак (at kulak) (labada, Rumex), чекенди (çekendi) (denizüzümü, Ephedra campylopoda), марал кулак (maral kulak) (beyaz çöpleme, yeşil çöpleme, Veratrum album, Veratrum calfornicum), жыттуу көкөмерен (cıttuu kökömeren) (anık, dağ reyhanı, çöl reyhanı, kara reyhan gibi Ziziphora sınıfından bitkiler), сары чай чөп (sarı çay çöp) (Sarı kantaron, Hyperici herba), каакым (kaakım) (karahindiba, Taraxacum officinale), каз таңдай (kaz tanday) (civanperçemi, Achillea millefolium), зире (zire) (kimyon), жүгөрү (cügörü) (mısır), жунгар уу коргошуну (cungar uu korgoşun) veya ысык-көл уу коргошуну (Issık Kol uu korgoşunu) (kurtboğan, Aconitum songoricum), өгөй эне-өз эне (egey ene-öz ene) (Öksürük otu, Tussilago farfara), койчу баштык (koyçu baştık) (çobançantası,

Capsella bursa-pastoris) gibi pek çok bitki hayvan tedavisinde kullanıldı (Salihov ve Tülöbaev, 2011-2012).
Görüleceği üzere, Türkistan’da hastalıkların tanınması ve tanı konulan hastalıkların adlandırılması konusunda zengin bir geleneksel birikim vardır.

Türkistan’da sürüyü salgın hastalıklarda korumak üzere, yine gelenekten gelen bulaşıcı (Kırgızca “жугуштуу” (cuguştuu”, Kazakça “жұкпалы” (jukpalı), Özbekçe “yuqumli”) hastalıklara karşı geliştirilmiş tedbirler uygulanır. Enfekte hayvanlar sürüden ayrılır. Bulaşıcı hastalığa yakalanan hayvanların sürüden ayrılarak uzaklaştırıldığını, otlandığı yerden ayrılmaması için de çevresi akarsularla veya çitlerle çevrili yerlere konulduğunu gözledik.

Aldashev’in (1989) bildirdiği otacı Otunçu örneğinde olduğu gibi, Türkistan’da sayıları azalıyor olmakla birlikte, geleneksel tedavi yöntemleri uygulayan kişiler mevcuttur. Esas itibariyle günümüzde şehir merkezlerine yakın yerlerde hayvancılıkla uğraşan çobanların modern tıp ve tedavi usul ve gereçlerini kullanmalarından dolayı, Kamlık ritülleri ve geleneksel yöntemler terk edilmişse de, bozkır çobanları cerrahi müdahale, doğuma müdahale, muhtelif halk ilaçlarıyla hayvan tedavi etme, hayvan ıslahı, yayla ve meralarda hayvan yönetimi gibi hususlarda geleneksel tecrübeleri kullanmaya devam etmektedirler.

Hayvanların güdülmesi esnasında karşılaşılan en önemli mesele, hangi hayvanın kime ait olduğunun bilinmesi idi. Bu bakımdan her uruu ve urukun kendine has kullandığı bir “tamga”(damga)sı ve her ailenin “en”leri (en) vardı (İsakov, 2005:62) Türk kültüründe damga, im, en adı altında anılan maddi kültür unsurları tarihöncesi çağlardan günümüze kadar süregelmektedir. Damgalar taş-kaya, ağaç, deri, dokuma, halı kilim, hayvanlar, süs eşyaları, maden sanatı, çanak-çömlek, mimari yapılar, bayrak ve tuğlar, giyim-kuşam, silahlar, zırhlar, mezar taşları vs. gibi çok geniş kullanım alanlarında silinmez izler bırakmıştır. Damgalar, savaşçıgöçebe Türk boylarında hayvanların çeşitli yerlerinde tanımlayıcı işaretler olarak görüldüğü gibi, Orta Asya, Avrasya steplerinde, Kafkaslarda kozmogonik, mitolojik, dinsel, ekonomik, kültürel anlamlar da içeren iletişim aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. (Enveroğlu, 2005:4)

Tamgalar, büyük baş malların “cambaş”(kalça)ına basılır, koyun ve keçi gibi küçük hayvanlar için ise, tamga yerine kulaklarına “en” vurulur (İsakov, 2005:62). Hayvanlara vurulan damgalar, aynı zamanda hayvan sahibi olan boyun da sembolüdür, işaretidir. Zira her damganın bir şekli ve adı vardır; o şekil ve ad belli bir boya aittir Meselâ, Kırgızistan’da Sayak boyunun damgası kerki tamga ve kayçı tamga, Bugu boyunun damgası cagalmay, Saruu boyunun damgası ise ay tamga’dır. Dağlama yoluyla vurulan damga ve enler bütün Türkistan’da hem boy işareti hem de o boya ait hayvanların işaretleri olarak yaygın şekilde uygulanmaya devam etmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, entansif hayvancılık yapılan işletmelerde ve şehir muhitlerinde daha yaygın, bozkır ve kırsal kesimde ise daha ender olmak kaydıyla, dağlama yoluyla vurulan damga ve enlerin yerini devletlerin yürüttüğü istatistik programlarda standartları sağlamak üzere kulak küpeleri ve endüstriyel ürünler olan muhtelif renkteki boyalarla işaretleme uygulamaları almaya başlamıştır

Modern hayvancılık işletmelerinde dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de sürü yönetimidir. Modern ve bilimsel sürü yönetimindeki temel amaç, hayvanların ihtiyacına uygun bakım ve besleme ortamlarının ve koşullarının sağlanması, hayvanların sağlığını koruyarak en ekonomik şekilde sağlıklı ürünler elde edilmesidir. Hayvanlarda kızgınlığın belirlenmesi, tohumlama zamanı, tohumlama aralıkları, yavruların bakım-besleme ve emzirme süreleri, hastalıkları önleyici tedbirlerin alınması, hastalıkların fark edilmesi ve ilk müdahaleler, damızlık hayvanlarda aranan özellikler gibi hususlar da sürü yönetiminin ana faaliyetlerindendir. Türkistan’da bulunan modern ve büyük hayvancılık işletmelerinde Sovyetler döneminde çeşitli bilimsel programlar uygulanmıştır. Günümüzde de büyük işlemelerde güncel sürü yönetim programları uygulanmaktadır.

 Ancak, halk elinde yapılan hayvancılıkta, kuşaktan kuşağa aktarılan geleneksel tecrübelerden yararlanılmaktadır. İsakov’un (2005:62), Kırgızların Sayak uruusunda (boyunda) sürü yönetimi ile ilgili ortaya koyduğu tespitler, esas itibariyle Türkistan’daki geleneksel sürü yönetiminin tipik bir örneğidir. İsakov, Sayak Uruusunda sürü yönetimini şu şekilde izah etmiştir: Hayvanları idare etmedeki en önemli hüner veya sanat, onları toplu olarak bir arada tutmak ve idare etmekti. Bir başka ifadeyle onları daha çok sürüler halinde veya en azından üç-beşini bir arada tutarak idare etmek lazımdı. Bunun en önemli sebebi, bir grup veya sürü halindeki hayvanın daha iyi kontrol edilmesiydi. Kırgız uruularında olduğu gibi, Sayaklar arasında hayvanlar zenginliğin bir göstergesi idi. Kırgızlar’da göçebe hayatın ön planda olduğu dönemlerde, toplumunun yegane ekonomik gücünü hayvanları oluşturuyordu. En zengin olarak kabul edilen insanların genelde 1000-6000 atı, yine bir o kadar inek ve boğası, 5000 - 8000 civarında koyunları ve keçileri olabilirdi. Bunların dışında göç ve ev işleri için belli sayıda töö ve ögüzler bulunurdu. Bir kişiye ait olan bu kadar sayıdaki hayvan

sürüsünün tamamını bir arada tutmak ve idare etmek bir hayli güçtü. Bu bakımdan hayvanlar, hayvanı idare edecek olan bir kimsenin kabiliyetine ve mer’a ile yaylakların büyüklüğüne göre ayrılırdı. Bu bağlamda, bir at sürüsü, yaklaşık sayısı en az 12 ve en fazla 60 olan gruplar halinde otlatılırdı. Atların her bir grubuna “üyür” adı verilirdi. İneklerin her bir grubu da, yaklaşık bir at sürüsü kadar olurdu. Bunun yanında, töölerin her bir grubu 60-100; koyunların ise 300-700 arasında değişebilirdi

Türkistanlı çobanlar gelenekten gelen tecrübeyle yayla ve otlakları hayvan refahını ve verimini artıracak bir şekilde kullanırlar. Bu çobanlar hangi mevsimde hangi otlakların kullanılacağını çok iyi bilirler. Koca (2002:16), yaptığı çalışmada bu konuda bilgiler vermiştir. Dağların rüzgârlara açık kuzey tarafları, "kuz" olarak vasıflandırılmaktaydı. Kuz yerler, yazın serin geçmekteydi; üstelik diğer yerlere göre de daha fazla yağış almaktaydı. Daha da önemlisi kuz yerlerdeki otlar ve sular hiç kurumamaktaydı. Bu yerlerde göçebenin yaylaları bulunuyordu. Göçebe, ilkbaharda yaylaların bulunduğu kuzeye ve yüksekliklere çıkıyordu. O, tabiatla iç içe yaşadığı için tabiatı ve tabiatın yasalarını çok iyi biliyordu. Çünkü yüksek yerlerde taze ot, su ve serinlikten başka, yazın insanları ve hayvanları rahatsız eden ve hastalık yapan sinek ve haşarat pek fazla bulunmuyordu.

Çobanlar otlattıkları ve güttükleri hayvana göre adlandırılır. Bunlardan sığır çobanlarına uyçu, koyun çobanlarına koyçu, koyşu veya çaban, at çobanlarına cılıkıcı veya jılkı baktaşı, deve çobanlarına tööçü, tüyökustar veya tüyö baktaşı adı verilir.

 Hayvanlar kış mevsimini kıştoolarda (kışlaklarda), yaz mevsimini de cayloolarda (yaylalarda) geçirir. Kışlaklar için hayvanları soğuk havalardan, rüzgâr hareketlerinden ve kar fırtınalarından korumak için koktu ve kolot denilen vadi yatakları tercih edilir. Kışın geçirileceği vadilerde doğal mağaralar (ünkür, üngir) varsa kışın zorlu şartlarında hayvanlar mağaralarda muhafaza edilir. Eğer doğal barınaklar yoksa taş, ağaç, toprak kerpiç gibi yerel malzemelerden ağıl ve ahırlar yapılır. Kışın yem kıtlığına fırsat vermemek için hayvanlar güz aylarında, uzun ve sert kış koşullarının henüz başlamadığı dönemlerde dağların ve otlakların güney yamaçlarında yaylıma çıkartılır

Yaz mevsiminde hayvanlar arasında sayıca çok fazla olan koyunların kaybolmaması ve diğerleriyle karışmaması için, “koroo” veya “koy koroo” adını alan yerlerde yapılır. Bu gibi korolara 100-700 koyun sığar. Her koyun sürüsüne bir koyçu bakar. Koyun ve keçiler, cayıt, jaylım olarak bilinen otlaklarda koyçular tarafından güdülürdü.

 Keçiler koyunla beraber güdülür ve bakılır. Ancak, keçi toplum nazarında koyun kadar önemli bir hayvan olmasa da, süt veren hayvanların arasında olduğunu gözden uzak tutmamak lazımdır. Sütü dışında keçinin boynuzu, derisi ve tüyleri, zanaat ve dokumacılık işlerinde geniş ölçüde kullanılır (İsakov, 2005:64-65). Koroolar, Anadolu’da saya veya yatak olarak adlandırılan yerlerdir. Türkistan’da halk elindeki hayvanların kış ve yaz aylarındaki bakım, besleme ve korumaları gelenekten geldiği haliyle yapılmaktadır.

Değerlendirme ve Sonuç 

Geleneksel yollarla hayvan hastalıklarının teşhisi ve tespiti, bulaşıcı hastalıklardan koruma usulleri, hastalıkları tedavi yöntemleri, hayvan bakım-besleme ve sürü yönetimi uygulamaları genel olarak Türkistan’ın her tarafında benzerlik gösterir. Bu benzerlikler Türk halklarının (Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler, Karakalpaklar, Hakaslar, Altaylılar, Tuvalılar, Kafkas Türk halkları, Kuzey Asya, Sibirya, Doğu Türkistanlılar, Tatar, Başkırt ve diğer) kültürel ve geleneksel köklerinin aynılığından kaynaklanmaktadır.

Türkistan’da;
Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de halkın en önemli geçim kaynağı ve istihdam alanı hayvancılıktır.
Hayvanlarda bazı hastalıklara farklı Türk lehçelerinde farklı isimler verilse de, hastalık adlarının genel olarak aynı geleneksel adlarla adlandırıldığı gözlenmektedir. Bu durum, gelenekten ilham alarak hastalıkların tanınıp bilindiği, belirtileri birbirine benzeyen hastalıkların ayırıcı özelliklerinden hareketle birbirinden ayırt edilebildiği bilgi ve tecrübenin Türkistan’da var olduğu kanısını doğurmaktadır.

Bulaşıcı hastalıkların taşınma şekilleri, ara konakçıları (hastalık taşıyıcılar)ve konakçıları ve bulaşıcı hastalıklardan korunma yolları geleneksel olarak bilinmektedir.
 Zoonoz denilen ve hayvandan insana geçen hastalıkların geleneksel hekimlik kültürü içinde bilindiği, salgın hastalıklara karşı aşılama bilgisinin var olduğu görülmektedir.
 Hastalıkların tedavisinde geleneksel olarak doğadan yararlanma kültürü (bitkisel ilaçlar gibi) zengindir.
Hayvan ıslahı, hayvan yetiştiriciliği ve hayvan besleme konularında derin bir geleneksel bilgi vardır. Irkların verim özelliklerine göre et hayvancılığı, süt hayvancılığı, yarış atı gibi hayvan yetiştirme bilgi, beceri ve tecrübesi vardır.
Geleneksel halk hekimliği içinde dezenfeksiyon bilgisi ve uygulamalarının yer aldığı tespit edilmiştir.

Küresel sermaye, mal ve hizmet hareketliliği, kentleşme, küresel kültür değerlerinin yerel ve geleneksel kültür değerlerini tehdit etmesi, teknolojik gelişmeler gibi etkenlere bağlı olarak hayvan ve hayvancılıkla ilgili Türkistan’daki mitolojik kültür ve geleneksel değerler zayıflamaya ve yok olmaya başlamıştır. Bir milletin binlerce yıllık tarihsel süreç içinde geliştirdiği ve sahibi olduğu bu özgün değerlerin akademik çalışmalarla kayıt altına alınması gerekir. Bu çalışmalar, Türk Milleti’nin kültür, medeniyet ve kimlik değerleri için de bir gerekliliktir

Hayvancılığın geleneksel ve kültürel kökenleri irdelenmeden, Türkistan’da milletleşme süreciyle ilgili değerlendirmeler eksik; sosyal, kültürel, politik ve ekonomik analizler yetersiz kalacaktır. Türkistan’da yaratılan hayvancılıkla ilgili zengin ve köklü bir geleneğin tecrübeleri üzerinde yapılacak akademik çalışmalardan elde edilecek sonuçlar insanlığın hizmetine sunulabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...