Bu Blogda Ara

20 Haziran 2019 Perşembe

ŞAMAN

   

                      ŞAMANLIK

Türk inancına çok yönlü adını veren inanç şamanlıktır. Gerçekte bozkır halklarının dinsel inançlarını şamanlığa bağlama yerleşmiş bir kanıdır. Şamanlığın büyük araştırıcısı Eliade'ye göre şamanlık kısaca esirime ve dalgınçlık tekniğidir. Ancak, her esirime de şamanlık değildir. Şaman, kendi özel yöntemleri ile esirir. Bu esirime durumu içinde ruhunu göklere yükseltir, yer altına indirir. Oralarda gezip dolaşır. Ruhun bedenden ayrıldığını duyar. Ruhları denetimi altına alır. Ölü, şeytan, cin ve perilerle bağlantı kurar. Hastaları sağaltır. Ölülerin isteklerini yerine getirir, insanların dert ve dileklerini bildirmek üzere gökteki ve yerdeki Tanrıların yanına gider. Onlara aracılık yapar. Bu özellikleri ile ilkel topluluklar da şaman korku ve saygı uyandırır. İnsan ruhunun uzmanıdır. Halk kitlesinin doğaüstü ve yürek gücünün doyumuna bakar. Ancak işlevi başka dinsel sihirsel inanç din adamlarında olduğu ölçüde kapsamlı değildir. Bir zorluk olmazsa şamana iş düşmez.

Şamanlık kökende dinden çok, büyü kişiliğinde bozkır Türk inanç düzenidir; Doğanın katı koşullarına karşı bir yaşama biçimidir. Eski Türkler arasında Şamanlığın bir türü yaşar. Eski Türk toplumunda görülen, Tanrı ve "yersu" inançları ile ilgisi bulunmaz. Ancak Türk inancı ile şamanlık arasında şaşırtıcı bir uyum olmuştur. Özellikle Türklerdeki atalar kültü, kartal inancı, demircilik ve at kurbanı şamanik özellikler kazanmıştır. Kökende şamanlığın en büyük özelliği, yayıldığı bölge halkının ruh yapısına bürünme yeteneğidir.

Türk düşüncesi uzun bir yol sonunda Şamanlığa ulaşır. Kendinden önceki birçok inancı içinde özümler. Bu yüzden şamanlık belli bir birlik göstermez. Dünyanın çeşitli yerlerinde ve zamanlarında ayrı görüntüye bürünür. Zamana ve çevreye göre uyum gösteren çok renkli bir inanç konumundadır. Şamanlıktaki "Esirime" Türk inançları ile bir bileşime varmıştır. Böylece şaman ruhu gezip dolaşır. Tanrılarla bağlantı kurar. Eski Türk toplumunun doğaya bağladığı gizli güçler yeni anlamlar kazanır. Yavaş yavaş geliştirerek, ona yeni öğeler ekler. Böylece tüm manevi alemini belirli bir kadro içine almayı başarıp bir din sağlamlığı kazanır. Yine de dıştan etki yalnız Türk dinine özgü değildir. Din tarihçilerine göre, her dinde bu tür etkiler, birleşimler, yenilemeler bulunur.

Şamanlık, Göktürklerde kağan ve çevresinden çok halk arasında yayılmış ve benimsenmiştir. Yazıtlarda bu inançtan söz edilmez. Bizanslı gezginler Menander (6.yy) ve Theophylakt (7.yy) şamanlığın günümüzde iyi biçiminde tanınmasını sağlamışlardır. Eski Türk dini için görece "şamanizm" terimi kullanılır. Bu, Altay ve Yakut şamanlığının çok üstünde bir dinsel anlayıştır. Büyük göçebe hanlıkların dinidir.

Günümüzde eski Türk dini dendiğinde hemen akla Şamanlık gelir. Sürekli adı geçer de, ne olduğunu pek kimse tanımlayamaz. Oysa Eski Türkler bir dizi inançların ardından şamanlığa geçmişlerdir. Şamanlık çok kimsenin tanımlayama-yacağı ölçüde çok renklilik gösterir. Kendinden önceki bir çok inancı özümseyerek değişik bölgelerde değişik gelişim gösterir. Yine tüm dinler için geçerli olan zamana göre biçimlenme bu doğa dininin en belirgin özelliğidir. Ayrı zaman dilimlerinde, ayrı giysilere bürünür. Şamanlığın esası Göktanrı, Güneş, Ay, yer su, ata, ateş (ocak) tapınçlarıdır. Dinsel tören belirli bir tören içinde yürütülür.

Çin kaynaklarına göre, Orta Asya Şamanizminin esasları Göktanrı, güneş, ay, yer, su, ata, ateş (ocak) tapınçlarıdır.

                 a. Doğa Her Zaman Haklı

Doğa güçlerine inanç tüm halk dinlerinde bulunuyor. Sözgelimi eski Yunan Tanrı ve Tanrıçaları doğa güçlerinden kaynaklanıyor. Zeus, gökler Tanrısıdır. Yağmur yağdırıyor, şimşekler çaktırıyor. Bulutlar yolluyor. Apollon güneş, gençlik Tanrısı. Afrodit ilkyaz, sevi Tanrıçası, vb... Ancak eski Yunanlar, eski Mısır ve Mezapotamyalılarda olduğu gibi, Tanrıları insan biçiminde düşünüyorlar. Bu düşünceye göre her ilin bir koruyucu Tanrısı vardır.
Eski Mısır'da ise Nil, bolluk Tanrısı. Eski İran'da, ateş Zerdüşt'ün Tanrı Ahuramazda'nın göstergesidir. Romalılara göre her yerin koruyucusu var. Her insanın koruyucu perisi bulunuyor. Örnekler çoğaltılabilir. Sonuçta bütün halklar Tanrıların somut benzerlerini yapıyorlar. Yunanlılar heykel, Hintliler ve Araplar putlarla görüntülüyorlar Tanrılarını.15

Türklerde doğada birtakım gizli güçlerin varlığına inanma ilk dönemlerden başlar. Bu inanç Orhun anıtlarında "yersu" terimi ile anlatılır. Orhun anıtlarında "Yukarda mavi gök, aşağıda yağız yer kılındığı zaman ikisinin arasında kişi oğlu yaratılmış" tümcesi seçilir. Kırgızların Manas destanında "Yer yer olduğu zaman, su su olduğu zaman" dizeleri geçer. Her ikisöyleyişte de anlam aynı insanoğlunu dünyanın yaratılışına bağlar. Gök ile yer kılındığında, kadın ile erkek varolmuşlardır

 Altay Türklerine göre yer yaratılmadan önce "su" vardır. Altay söylencesinin bir anlatısı "Önce su vardı. Yer, gök, ay güneş yoktu" diye başlar. Söylencenin öbür biçimininde ise "önce deniz vardır. Yer gök yoktur. Tanrı Ülgen denizin üstünde uçar. Konmak ister. Konabilmesi için dünyanın yaratılması gerekir. Birden Su içinde Ak Ana çıkar. Ülgen'e buyruk verir. Bu buyruk üzerine yer yaratılır. Söylenceye göre bizim dünyamızdan başka 99 dünya vardır. Dünyaların yeraltıları (cennet/cehennem) bulunur. Uygurlar da bu "yersu" inancını sürdürürler.

Eski Türklerde dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç, orman, deniz, demir, kılıcın gizemli güçleri var. Ayrıca güneş, ay, yıldırım, yıldız, şimşek, ruh Tanrıları sayılır. Ruhlar iyi ve kötü ruhlar olarak ikiye ayrılır. Erkek Tanrılar yanında Umay adı verilen Tanrıça vardır. Asyalı Hunlar ilkyaz ve sonyazda atalara ve doğa Tanrılarına kurbanlar keserler. Han Tanhu, gündüz güneşi, gece dolunayı ulular. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar girişimlerini ayyıldız hareketleri ile denetlerler. Tabgaçlar ilk ve sonyazda atalara kurbanlar sunarlar. Kurbanlar taşev tapınağı içinde kesilir, çevreye kayın ağaçları dikilir. Bunlardan kutlu ormanlar oluşur.

Hunlar, saldırıyı ya da savaşı ancak ayın büyümekte olduğu veya tamamlandığı günlerde göze alırlar. Büyük kağan en büyük dinadamı gibi birşeydir. Her sabah Tanrının çadırından çıkar, tapınır gibi bir tavırla, doğan güneşi selamlar. Uğur getiren yeni ay gördüğü zaman ise aynı saygı ile selamlar.

                               b. Yer-Su


Eski Türkler, Göktanrı gökte "Tengri ruhları"nın varlığına inanıyorlar. Doğaya tapıyorlar. Doğaya tapınım, "yersu" terimi ile karşılanıyor. Yer-Su tapınımı büyük imparatorluklar döneminde gelişerek vatan tapınımı düzeyine yükseliyor

Göktürkler "ıduk yersub" (kutsal yer su) kavramını kullanıyorlar. Bu koruyucu ruhlar ve yurt anlamına geliyor. Yazıtlarda "eçümiz apamız tutmış yer sub" (atalarımızın yönettiği yer su) kullanımı geçiyor. Yer-Su tapıncı, Ötüken ve Budun ili dağları ormanları temsil eder. Bu kutsal yer-su ruhları Göktürklerin yazgısını yönetir. Yurdun korunmasında yer-su ruhlarının rolü Tonyukuk yazıtında pek çok vurgulanır. Göktürk yurduna saldıran düşmanlar, Tanrı Umay ve yer-su ruhlarının yardımıyla gafil avlanarak basılmışlardır.

Yersu'lar Uygurlarda da kutsal sayılır. Yazıtlarda "ıduk Ötüken" ve "tamıg ıduk baş" olmak üzere iki yersu adı anılır. "Iduk Ötüken" kağanlığın merkezidir. Kutsal Tamıg, Tamir suyunun kaynağıdır. Uygurlarda Kutlu Dağ söylencesindcki kayalık ulusa güç ve mutluluk veren ruhtur. Yine eski Türklerde yağmur taşı olarak kullanılan Yada taşı vardır. Tüm bunlar doğaya tapınım öğeleridir.

Bugünkü şaman Türk boylarında görülen dağ, su (ırmak, .göl, pınar), ağaç, kaya tapınçları eski Türk yazıtlarında "yersu" adı altında toplanmıştır.

                                     c. Dağ


Dağı kutsama evrensel bir inançtır. Eski Yahudiler Sina dağını, Yunanlılar Olimpus dağını, Araplar Arafat, Hindular Himalaya dağını kutsarlar.16 Yer Su ruhlarının en özgün göstergesi dağlardır. Şamanist Türklerde dağ tapıncı Göktanrı tapmayla ilgilidir. Hunlar eski Yurtlarında Hanyoan dağına her yıl Göktanrıya kurbanlar keserler. Gantsuanşan dağı Hunların kutsal dağlarındandır. Hun hanları Çinle yaptıkları sözleşmeleri Hunda dağı tepesinde kurban keserek antlarla pekiştirirler

Göktanrı tapıncı ile dağ tapıncı birbiriyle yakından ilgilidir. Altaylı Şor ve Beltirler, Göktanrıya kurbanlarını yüksek dağ tepesinde törenlerle sunarlar. Bu törene tengere tayıg (Tanrı gök kurbanı) derler. Gardizi'ye göre, Eski Türkler dağların Tanrı makamı olduğuna inanırlar. Türgeş ve Çiğil Türkleri yakınlarındaki bir dağı Tanrıların makamı sayarlar. Yüksek dağ tepeleri göklere yakındır.

Orta Asya dağlarının çoğu Türkçede ve Moğolcada kutsal sözlerle adlanır. Günümüzde Orta Asya'da ve Altaylarda şamanist her boyun, her oymağın kendine özgü kutsal dağı bulunur. Ama Altaylar tümünün ortak kutsal dağıdır. Boylardan kurulan büyük birliklerin ortak kutsal dağları vardır. Göktürklerde de dağ ve mağara kültürü önemli. 7. Yüzyılda Göktürk imparatorluğuna giren tüm Türk ve yabancı boylar için Ötüken dağı ve ormanı kutsaldır. Hakanın otağı Ötüken'de kuruludur. Her yıl boylar başbuğları ile Budin İnli mağarasında törenler yaparlar. Atalara kurbanlar sunarlar. Türkler İslama girdikten sonra bile bu tapınç sürecektir. Divan'ı Bağdat'ta yazan Kaşgarlı Mahmut, Ötüken'i anacaktır.

Cüveyni'nin saptadığı Uygur söylencesinde, kutsal Kuttag vardır. Uygurlara mutluluk ve bolluk sağlar. Bu dağı Çinliler gördükten sonra Uygurlar perişan olmuşlardır. Bugünkü Moğolistan'daki Erdene Ula (Mutluluk Dağı) için de aynı söylence anlatılır. Moğolların taptıkları, Erdene Ula'yı Çinliler alıp götürürler. Dağın bulunduğu yerde bir kadın şaman tapınarak Tanrıya dua eder. Mutluluk dağını geri getirir. Bu söylence Uygur Kuttağ söylencesinin çeşitlemesidir.

Söylencelerde Orta Asya'nın verimli dağları Çinlilerce tutulduğu dönemlerin anılarını yansıtır. Bolluk dağlarını yitiren göçebeler bu dağların anılarını yıllar yılı unutmazlar. Hunlar, Gansu ilindeki Tsilenşan dağından ayrıldıktan sonra ağıtlar yakacaklardır.

Şamanlara göre tüm dünya ruhlarla dolu. Dağlar, ırmaklar, göllerin tümü canlı nesneler. Kutsadıkları ırmaklar göller salt yerel nesneler değil. Konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklar. Dağ doğrudan ruh, ruh doğrudan dağdır. Bunları ayırmak zor. Şamanistler çok eski ilkel doğada canlılık anlayışını yaşatıyorlar

Şaman törenlerinde, şaman Altay dağlarına sesleniyor. Ondan yardım umuyor.
 Üzülmeyelim Tanrı var 
Tasalanmayalım Altay var
 Altay'ım diye tapıyoruz 
Ruhlar ve büyük şamanlar Altaylardan esin alırlar.
 Kutsal dağ kavramı Moğollarda da var. Moğolların Gizli Tarihinde Cengiz Han gençken Merkitlerin 
bir baskınında Burhan Haldun dağına sığınır. Bu dağın yardımıyla düşmanlardan kurtulur. Söylence şöyle:

"Burhan Haldun tepesine çıktım. Burhan Haldun'un yardımıyla kırlangıç gibi kurtuldum. Her sabah Burhan Haldun'a tapınmalıyım. Bunu soyum ve soyumun soyu böyle bilsin!"

 Temuçin bu sözlerle kuşağını boynuna, külahını koluna astı. Güneşe karşı döndü. Eliyle göğsüne vurdu. Güneşe karşı dokuz kez diz çöküp tövbe etti. Pişmanlık belirtti.

Benzer bir öykü Altay Türklerinde de var. Moğollarca izlenen Altaylılar Karagay dağına sığınıyorlar. Dağa kurban kesiyorlar. Birden bire dağı, orman kaplıyor. Moğollar yol bulamıyor. Altaylılar kurtuluyor. 11.yüzyılda Gardizi, Dokuz Oğuzların çok büyük bir dağa taptıklarını yazar. Oğuzlar o dağa kurban keserler.17

Eski Türklerin Yersu tapınımı Sibirya ve Orta Asya Şaman Türklerinde yaşıyor. Altay Yenisey ve Yakut Türkleri dağ, orman, ağaç, yer pınar tapınçlarını sürdürüyorlar. Kutsal dağlar için görkemli törenler yapıyorlar. Başkurtlar, bütün Ural dağlarını kutlu sayarlar. Bununla birlikte her boyun kutlu bir dağı bulunur. Uralın orta kesimindeki boylar Tura, Kırktı dağlarını kutsarlar. Kırktı dağında bir ağaca çaput bağlarlar. 18

Göktanrıya yapılan tören de yüksek ve kutsal dağın tepesinde yapılıyor. Bir ağızdan ilahiler söyleniyor. Dağlar, ırmaklar, ormanlara sesleniliyor. Anadolu'da da kimi dağlar kutsal sayılır. Yaklaşık her Alevi köy ya da obasının kutsal saydığı bir, iki dağ vardır. Anadolu böyle kutsal sayılan dağlarla doludur. Kimi yerlerde böyle dağlar için törenler yapılır. Yağmur dualarına çıkılır. Kurbanlar sunulur, adaklar adanır. Yörükler göç sırasında Toros dağları ruhlarına kurbanlar sunarlar. Çanakkale yöresi Türkmenleri Kazdağını kutsarlar. Ordaki Sarıkız'ı ulularlar. Çevrede yaşayan Aleviler arasında Sarıkız üzerine söylenceler anlatılır, deyişler söylenir. Sözgelimi şu deyiş Sarıkız mitolojisini anlatır:

       Hey kurbanın olam, Zülfikâr
       Ali Sen yarattın yeri göğü ezeli
      Dünya görmemiş böyle güzeli 
      Hey kurbanın olam Zülfikâr Ali


        Falıma nurundan Kabe'ye düşen
        Mevla nefesinden süzülüp geçen 
        Sarıkız elinden doldurup içen
         Hey kurbanın olanı Zülfikâr Ali


          Eşiğinin yanında Yan Yatan Sultan
           Sarıkız divanında kumlan aslan 
           Sırrı, esrarı bilendir Selman 
            Hey kurbanın olam Zülfikâr Ali


              Malımı, canımı helal aldın mı?
              Irzıma, kanıma helal aldın mı? 
              Sarı Sultan'ımı helal aldın mı? 
             Hey kurbanın olam Zülfikâr Ali.

Deyiş çok renkli motifleri içerir. Orta Asya'da Anadolu'ya uzanan uzun yolun tüm öğeleri serpiştirilmiştir. Deyişe göre, varı yoğu yaratan Ali'dir. Sarıkız'ın nuru süzülüp Tanrı Ali'den gelmiştir. Ali kapısında yan yatan Selman'dır. Sarıkız divanında kurulan bu Selmanı Farisi, Ali'nin tüm sırrını bilir. Sonra Sarıkız, Selman'ın nikahlısı, helallisi olur.
Burda anlatılan olaylar, tümüyle Eski Türk destanlarındaki öğeleri anımsatır. Oğuz Kağan Destanı ile kimi koşutluklar bulunur.

Oğuz Kağan Destanı'nda, günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrı'ya yalvarır. Karanlık basar. Gökten bir ışık düşer. Bu ışık, güneşten, aydan daha parlaktır. Oğuz Kağan yürür. Bu ışığın içinde bir kız görür. Çok güzel bir kızdır. Başında ateşli, parlak bir beni vardır. Altın Kazık, Demir Kazık gibidir. O kız, öyle güzeldir ki, gülse Göktanrı da güler. Ağlasa, Göktanrı da ağlar. Oğuz Kağan onu görünce aklı kalmaz, onu sever ve alır.

                     Kazdağı yöresinde anlatılan Sarıkız masalı şöyledir:

Birgün Fatma Anamız çok üzgün ve tasalıdır. Ağlar. Bu sırada Hz. Ali, Kan Kalesini açmaya ve ele geçirmeye çalışır. Hz. Ali, Fatma Ana'nın derdini, üzüntüsünü duyar. O sırada Kan Kalesi hanının kızını almak üzeredir, ki o anda Fatma Anamızın eli Hz. Ali'nin yakasına yapışır. Hz.Ali'nin önünde hanın kızı can verir. Hz. Ali bu olayı Fatma Anamızın kadınlık kıskançlığına yorar. Fatma Anamızı, kızın odasına götürür. Orda gönlünü alır. Niye geldiğini sorar. O da derdini söyler. "İki oğlumuz var. Bir de kızımız olsaydı! tşte bunun için tasalanıp geldim" der.

         Hz. Ali şöyle karşılık verir: 
        "Var Kabe'den kızını al!"

Fatma Ana o anda kendini dünya güzeli bir kızla, Kabe içinde bulur. Bu mır topu yavrusuyla, atası Hz. Muhammet'e varır. 
"Gör bakalım, sahibim Ali ne verdi?" der.

"İyi ama yavrum, bu çok güzel kızı görmek için, benim üçüncü gözüm yok. iki gözüm Hasan-Hüseyin'dir. Var bunu Hz. Ali'ye götür. Tanrı'ya emanet etsin" diye karşılık verir Muhammet.

Fatma Ana:
 "Ben istedim diye verdi. Ali geri almaz" der. Hz. Muhammet: "Öyleyse götür, Kabe'ye bırak. Tanrı kendisi bilir. 

"Fatma Ana, kızı Kabe'ye bırakmaya giderken Kabe'nin kapısında yan yatmakta olan Selman'la karşılaşır. "Ey Selman, burda ne işin var?" diye sorar. "Sahibim Ali, bana bir kutsal emanetini almamı buyurdu. Onu almaya geldim" der. Fatma Ananın kucağındaki nurtopunu alıp gözden yiter. Selman Kafdağı'nda elmastan, yakuttan bir köşke bırakır. Kız büyür. Selman kızın yetiştiricisidir. Selman, arada bir uğrayıp kızı yoklar. Kız büyüdükçe yaşlı Selman'ın güzelliğine vurulur. Bir gün Tanrıya duaya durur. 'Yalvarıp yakarır. Durum Ali'ye malum olur. Ali:

"Halin yaman" der.

Yeri göğü yaratan, kendi tüm gizemine Selman'ı ortak eden Ali, Selman'a acır. Onu genç, yakışıklı bir delikanlı yapar. Gidip, Kafdağındaki köşkünden kızı getirir. Sarıkız tepesinde ona bir dünya sarayı düzer. Sarıkız dünya sarayında yirmi gün yaşar. Artık kendisine bu yaşayış, kimsesizlik ağır gelmeye başlar. Bir gün Selman'a:

"Atamı, anamı, dedemi, kardeşlerimi göresim geldi. Onları bana göster" diye yalvarır. Selman Sarıkız'a acır,

"Sarıkız'ın çok güzel. Seni görmek istiyor. Bir gel, onu gör" diye yakarır. Fatma Ana, Ali'den izin alıp gelir. Sarıkız'ı görüşür. Bu buluşmadan sonra Sarıkız ölür, Selman ise yeniden yaşlanır. Yedi kız sağ yanda, yedi kız sol yanda, yedi de sürünerek kendi özlemini inleyerek sızlayarak Ali'yi sormaya gider. Yirmi gün sonra Ali'nin kapısına gider. Örtüsüne girer.

Fatma Ana Sarıkız'ı görmeye gittiği zaman güzün ilk günüdür, işte bugün, Kazdağı çevresindeki Aleviler her yandan Kazdağı'na gelirler. Büyük toplantı ve eğlence yaparlar.

A.Yılmaz, bu söylenceyi 110 yaşında bir dededen derlemiştir. Söylencede dağ kutsaldır. Dağın kutsal sayılması, yersu tapmanın bir bölümüdür.

A.Yılmaz, Kaz Dağını ululama doğrudan Şaman inancına dayanır. Kuzey Türklerinden Aktav Türkleri gelip bu alana yerleşmişlerdir. Eski inançlarını

Türk-İslam örtüsü altında yaşatmışlardır. Ayda Torugan'a Sarıkız, asıl dağa da Kazdağı adını vermişlerdir.

                                   ç. Ağaç, Orman


Bir orman tümüyle ya da kimi ağaçlar kutlu sayılıyor. Şamanların en çok saydıkları ağaç kayın. Altay şamanları kayının Tanrıdan koptuğuna inanırlar. Bunun için, kayına yıldırım düşmez.19 Doğu Türkistan'ın Müslüman şamanları hastayı afsunla sağaltırken kayın ağacı bulunduruyorlar. Son yıllara değin Altaylı şamanlar kayın ağacı olmadan tören yapmıyorlar. Kayın salt törende bulunan bir araç değil, kendisine tapılan kutsal bir varlık. Kaç Türklerinden bir şaman kayına kurban sunarken şöyle sesleniyor:

Altın yapraklı kutsal kayın 
Sekiz gölgeli kutsal kayın 
Dokuz köklü, altın yapraklı bay kayın 
Ey kutsal kayın ağacı
 Sana kara yanaklı, ak kuzu kurban ediyorum

Bu açıklamaya göre kayını, ana Tanrı Umay ile, Ülgen yere indirmiştir. Altay dualarında hep bay kayın anılır. Beltir ve Sagaylar gök ya da dağ kurban törenini kayın ağacı altında yaparlar. Yakutlar karaçam ağacını sayarlar. Çocuğu olmayan Yakut kadın kara çam ağacına gelir. Ak at derisini ağacın altına serer. Ağacın karşısında dua eder

Orman tapıncı, kuzeyli çağdaş avcı uluslarda da en önemli tapınçlardan. Yakut avcılarına göre dokuz orman Tanrısı ruhu bulunur. Bu ruhlar avcıları korur. Onlara bol av bağışlar.

Son zamanlara dek avcılıkla geçinen Şor Türkleri orman ruhuna pek önem verirler. Bu ruhlar avcının temiz ve doğru sözlü olmasını ister. Avcı ava çıkacağı gün cinsel ilişkide bulunmamalıdır. Avcıların aile bireyleri de temizliğe özen göstermelidir. Avcılar dönünceye değin obada oyun, şakalaşma, eğlence yasaktır. Orman ruhları böyle şeyleri sevmezler. Bu ruhlar avcılardan öyküler, masallar dinlemeye bayılırlar. Bu yüzden avcılar yanlarında bir usta hikayeci bulundurur.20

                         d. Su, Pınar, Irmak, Göl, Kaya


Eski dönemlerden beri Türklerde su önemli bir öğedir. Orhun anıtlarında "yersu" Türklerin koruyucu ruhudur.
 El Biruni, Oğuzların çok bereketli bir pınar yanındaki kayaya taptıklarını, secde ettiklerini yazar. Gardizi'ye göre Kimek boyu İrtiş ırmağına tapar. Su Kimeklerin tanrısıdır. 10.yüzyılda İbn el-Fakih, Barhsan Türklerinin Isık gölünü kutsadıklarını yazar. Barhsan Türkleri Isık gölüne taparlar.

Çağımızda Altay Türkleri doğa tapıncına "yersu" derler. Görkemli törenlerle "yersu"ya ilahiler söylerler. "Bereketli hayvan sürülerimizin canlarını yaratan yersuyumuz" diye seslenirler.
Arap kaynaklarına göre, eski Oğuzlar ve Moğollar sudan kaçarlar. Hiç yıkanmazlar. 10.yüzyılda İbn Fadlan "Hiç yıkanmazlar, hele kışın su ile hiç ilgileri olmaz" diye sözeder. 13.yüzyılda Cengiz Han bu geleneği yasallaştırır

Cücenler giysilerini ve ellerini yıkamazlar. Aynı töre şaman Oğuzlarda ve Moğollarda da görülür. Gardizi Kimek ve Kıpçakların İrtiş ırmağına taptıklarını bildirir. Ona göre "Su Kimeklerin Tanrısıdır." Bu yüzden Tobalar onları küçük görürler. Haşaretten sayarlar. Bu gelenek koyu şamanistlerin su tapıncına inanmalarından kaynaklanır.21

                       e. Ateş, Ocak


Eski Türklerde ateşe tapınç çok önemlidir. Altaylı şamanist Türkler şöyle bir söylence anlatırlar:
İlk insanlar meyve ve otla beslenirlerdi. Ateşe gereksinimleri yoktu. Tanrı onlara et yemelerini buyurdu. Ateşe ihtiyaçları oldu. Ülgen gökten, biri kara biri ak iki taş getirdi. Kuru otları avcunda ezerek bir taşın üzerine koydu. Başka bir taşla vurdu. Otlar ateş aldı. Böylece Ülgen, ilk kez ateş yapmasını insanlara öğretti. "Bu ateş atamın gücünden taşa düşmüş ateştir" dedi.
Bu yüzden, Altaylarda ve Yakutlarda, çakmak taşından elde edilen ateş kutlu sayılır. Kuzey Altaylarda gelin güvey gerdeklerinde ilk ateşi çakmak taşıyla tutuştururlar. Üç gece, üç gündüz bu ateşin yanında bulunurlar.
Yakut şamanları dinsel tören için ateşi çakmak taşıyla elde ederler. Bu ateşe kutsal ateş derler. Kibritle yakılan ateş dinsel törende kullanılmaz.

Ateşe bakıp gelecekten bilgi vermek Türklerde eski bir görenek. Türklerin büyük hanlarının belli bir günü vardır. O gün kendisi için büyük bir ateş yakılır. Bu ateşe kurban sunulur, dualar edilir. Ateşin üzerinden büyük yalınlar yükselir. Yalınlar yeşilimsi olursa, bol yağmur yağacaktır, iyi ürün olacaktır. Kızıl olursa savaş olacaktır. Sarı olursa salgın ve sayrılık olacaktır. Kara olursa han ölebilir, ya da uzun bir yolculuğa çıkacaktır. 11.Yüzyılda Gardizi şöyle diyor:


 Hintliler gibi ölülerini yakarlar. Ateşi en arı nesne sayarlar. Ateşe düşen her şeyin arı olacağına inanırlar. Ölüyü kir ve günahlardan arınması için ateşe atarlar.

Şaman inancına göre ateş herşeyi temizler. Kötü ruhları kovar. 6.Yüzyılda Batı Göktürk hanına gelen Bizans elçileri ateşler arasından geçmişlerdir. Bu törenle, elçilerle gelmesi olası kötü ruhlar kovulmuş olur. İnancın izleri ile Müslüman Türklerde de karşılaşılır.

Başkurtlar ve Kazaklar bir yağlı paçavrayı tutuşturup hastanın çevresinde "alas, alas" diye dolaştırırlar, "alaslama", "alazlama" biçiminde Türkiye Türkçesinde de kullanılır. Ateşle temizleme anlamındadır. Alas sözü Yakut ve Altay şamanlığında geçen bir sözcüktür. Yakut şamanları kötü ruhları "alias, alias" diye kovarlar. Şaman kutlu od ile alazlama yapmaktadır

Ocak tapıncı ile ateş tapıncı birbirinden ayrılmaz. Şaman dualarında atalarımızın yaktığı ocak denir. Şaman törenlerinde okunan manzum dualardan birinde ateş ruhu şöyle kutsanır:


Otuz dişli ateş anam
 Kırk dişli kayın anam
 Gündüzleri bizim için
 Çalışıp çabalıyorsun


Ruhlara inanma, kahinlik ve falcılığı da birlikte getirir. Hunlarda, Uygurlarda falcılık yaygındır. Uygurlardan kalan Irk Bitik yazıtı kahinlikle ilgilidir.22

Ne ki, kahinlik ile falcılık salt Türklere özgü değildir. Eski ve orta çağlarda insanlığın genel arayışlarındandır. Eski Mısır'da Yunan'da, Babil'de önbilicilik ünlüdür. Romalılar kendilerini bu gizeme kaptırmışlardır. Bizans kaynaklarına göre Türkler ateşi de kutsal sayarlar. Göktürklerde görülen bu inanç Zerdüştlüğün etkisiyledir.

Büyük devlet kuran Şamanistler dinsel törenlerini uygulamak için tüzük oluşturuyorlar. Mançular bunu yapmış. Çinlilere göre Hunlarda da benzer tören var. Dinsel törenler belirli bir düzen içinde yapılır. Hakanın otağındaki tapınakta her yıl başında tören yapılır. Törene 24 Hun boyunun başbuğu katılır. Yılın beşinci ayında Lungçeng kentinde toplanırlar. Atalara, Göktanrı'ya, yersu ruhlarına kurbanlar sunarlar.

Sonyazda atlar iyi beslenmişlerdir. Orman yanında toplanırlar. Çevreyi dolaşırlar. Halkın ve hayvan sürülerinin sayısını belirlerler. Hakan günde iki kez tapınım için çadırından çıkar. Sabah güneşe, geceleri aya tapar. İÖ. 121 yılında Çinliler bir Hun prensini yenip otağını ele geçirirler. Savaş kazancı arasında bir de altın put vardır. Çin tarihçilerine göre, Hun prensi bu put karşısında Göktanrı'ya kurbanlar sunar. Hunlar bir işe girişeceklerinde yıldızların ve ayın durumuna bakarlar.

Hunlardan sonra Orta Asya'da devlet kuran çeşitli Türk soyları da Göktanrı'ya, yersuya, güneşe, aya kurbanlar sunuyorlar. Dinsel inançları Hunlarınki gibi. Tobalar, Siyenpi geleneği üzerine ilkyazın ilk ayında Göktanrıya, kurbanlar kesiyorlar. Doğuda bulunan tapınakta atalara kurbanlar sunuyorlar. Sonyazın ilk ayında Göktanrıya kurban törenleri yapıyorlar. Dinsel tören, kurban törenleri bir kurallar dizisi içinde yapılıyor. Atalar tapınağına bir taş oyuyorlar. Kuzey yurdundan güneye göç ediyorlar. Taş evde göğe, yere, hakanın soyuna kurbanlar kesiyorlar. Kurbandan sonra kayın ağaçları dikiyorlar. Bunlardan Tanrısal kutlu ormanlar yeşeriyor. İÖ. 3. yüzyılda Tobalarda Hun tapınçları sürüyor. Tobalar, egemenliklerindeki Cücenleri aşağılıyorlar.

519 yılında Juan juanlarda bir kadın şaman, bir prensi göğe yolculuğa yolluyor. Sonra bu prensi geziden geri çağırıyor. Bunun için güzün orta ayında bir ovada çadır kuruyor. Çadırın içinde yedi gün oruç tutuyor ve tüm bir gece dua ediyor

Vl.yüzyılda iç Asya'dayız. Göktürk soyu, büyük Türk devletini yeniden kurmuştur. Göktürkler eski dinsel inançlarına bağlı bir soy. Bu soy, devlet yönetiminde ulusal yazı ve ulusal dili geliştirecektir. Ulusal devlet bilincinin tomurcuğu açılacaktır. Tüm bunlara karşın ilkel şamanlık yaşayacaktır. Göktürkler de şamanlığa inanıyor. 6. yüzyılında gelişmiş bir ulus olmasına karşın bugünkü Altay uluslarının şamanlık-larındaki birçok ilkel öğeleri bulunduruyor.

Keçeden Tanrıların biçimini yapıyorlar. Deri torba içinde koruyorlar. Bu görünüşü iç yağı ile yağlıyorlar. Sırıklar üzerine dikiyorlar. Yılın dört çağında Tanrılara kurbanlar kesiyorlar. Bu görüntüler, Altaylıların Töztös, Yakutların Tanara, Soyonların Eren, Moğolların Ongon dedikleri putlar. At ve koyun kurbanların kafalarını sırıklara takarlar. Hanın çadırı Ötüken dağındadır. Kapısı doğuya bakar. Her yıl boy başbuğlarıyla birlikte ataların mağarasına kurbanlar sunar. Ayın ilk onunda ırmak kıyısında Tanrıya kurban keserler. Ötüken dağının batısında 500 lii uzakta yüksek bir dağ vardır. Bu dağın üstünde ağaç ve ot yoktur. Buraya "Budun ili" derler. Ülkeyi koruyucu ruh anlamındadır. Ruhlara taparlar, kamlara inanırlar.

Göktürkler ve Uygurlardan sonra Orta Asya Bozkırlarının efendileri Kırgızlardır. Çin ve İslam kaynaklarına göre onlar da şamanı Tanrılara ruhlara kurbanlar sunuyorlar. Kurban töreninin belli bir zamanı yok. Sulara ağaçlara kurban kesiyorlar. 10 yüzyılda İslam gezgin Dülef'e göre her yıl üç bayramları var. Dinsel törenlerinde uyaklı deyişler okuyorlar.

 Ebu Dülef Yedi Su ve Sırderya ırmağının doğusunda oturan Karluklar için şu bilgiyi veriyor:

Karluk Türklerinin yanmayan ağaçtan tapınakları bulunur. Duvarlarında eski hakanlarının görüntüleri belgelenir. Bu sav doğruysa, Karluk şamanlığı oldukça gelişmiş. Tapınaklı bir din durumuna gelmiş.

Yine Gardizi'ye göre Kırgızlar boy boy çeşitli varlıklara taparlar, inek, kirpi, saksağan, şahin, güzel ağaçlar bu tapılan nesnelerdir. Her yıl belli günlerde çalgıcıları gelir. Çalgılar çalmaya başlayınca şaman bayılıp düşer. O yıl neler olacağını, kıtlık, bolluk, yağmur, kuraklık, tehlike, güvence ve düşman saldırısı konularında sorular sorulur. Şaman tüm bu sorulara yanıtlar verir ve çok kez söyledikleri olur.

10.yüzyılda Hazar ile Aral arasında Oğuzlar yaşarlar. İbn Fadlan'a göre İslam ülkesine yakın olmalarına karşın Oğuzlar Şamanlıkta direnirler. Ibni Fadlan, ilk Oğuz beyi Küçük inal Beyi görür, inal Bey önce Müslüman olmuştur. Ama, halkı "Müslüman olursan bizim başkanımız olamazsın" diye karşı çıkmıştır, İnal Bey yemden şamanlığa dönmüştür

Fadlan'ın gördüğü ölü gömme törenleri de tıpkı Göktürklerinki gibidir. Mezar üzerine kurgan yapılır. Balbal dikilir. Yug (aş) yapılır. Kesilen hayvanların derileri, baş, ayak ve kuyrukları ile birlikte ağaca asılır. Böylece ölülere kurbanlar sunulur.


                             f. Ruhlar


Şamanlıkta iyi ve kötü ruhlar bulunuyor. Altay şamanlığında Ülgen, en büyük ruh ve Tanrı sayılır. Kırgız ve Kazak Türkçesinde ülgen büyük, ulu anlamında. Buryat dilinde "anamız yağız yer" demek. Buna göre Ülgen yer Tanrısının adı

A.Anohin'in saptadığı söylenceye göre, ülgen, iyilik eden bir varlık. Ay ve güneşin ötesinde, yıldızların üstünde yaşıyor. Onun katına giden yolda yedi (ya da dokuz) engel var. Bu yol erkek şamanlara dinsel tören sırasında açıktır. Buna karşın erkek şaman da ancak beşinci engele de ulaşabilir. Ordan geri döner. Ülgen'in sarayı altından tahtı vardır. Kendisi insan biçimindedir. Ülgen yaratıcıdır. Tüm varlığı yaratan odur. Ona aylı güneşli tüm katları yaratan odur diye seslenirler. Ateşi yaratan odur. Sacayaklarını ocaklara o yerleştirmiştir. Gökten dökülen rahmet onun ağız sularıdır. Ayı ile güneşin devinimini yaptırır. Ak bulutları ülkeden ülkeye aşırır.

Ülgen'in yedi oğlu, dokuz kızı vardır. Bunlar göklerde bulunur. Oğullarının her birinin özel adı vardır. Kızları topluca Akkızlar adı ile anılır. Ülgen'in hizmetinde başka ruhlar da vardır. Bunlar Yayık, Suyla, Karlık, Utkuçu ruhlarıdır. Yayık insanlarla Ülgen arasında aracılık yapar, insanları kötü ruhlardan korur. Ay ve güneşten bir parçadır.


Suyla, yerde bulunur ve insanları korur. Gözleri otuz günlük uzaklıktan görür. At gözlerine benzer. Ay ve güneşin kırıntılarından yaratılmıştır, insan yaşamındaki değişimleri izlemekle görevlidir. Dinsel yolculuğunda şamanı saldıracak kötü ruhlardan korur. Yayık ile birlikte kurbanın canını göklere götürür. Dinsel törende onuruna saçı olarak rakı kullanılır.

Karlık, Suyla'nın en yakın arkadaşıdır. Utkuçu göklerde bulunur. Yer yüzüne inmez. Ülgene kurban sunmak için göğe çıkan şamanı karşılar. Şamanın dileklerini Ülgen'e sunar. Ülgen'in oğulları da gökte bulunur. Her Altay boyu bir oğulu kendi koruyucusu sayar. Ülgenin dokuz kızı (ak kızlar) şaman dualarının esin kaynağıdır.

Şamanlıkta başka, iyi dişi ruhlar da vardır. Umay, Ana Maygıl, Aka Ene, Ayasıt bunlardandır. Umay çocukları ve hayvan yavrularını korur. En ünlü Türk dişi Tanrısıdır. Eski çağlardan beri bilinir. İlk Göktürk yazıtlarında adı geçer. Bilge Han "Babam hakan öldüğü zaman küçük kardeşim Külteğin yedi yaşındaydı. Umay gibi anam hatun sayesinde küçük kardeşim Külteğin erkahraman adını aldı" der. Anasını Umaya benzetir. Yine yazıtlarda "Tanrı, Umay ve kutsal yersu ruhların Türklere yardım etmesinden söz edilecektir.

Ayasıt, yaratıcı, bolluk, gönenç dişi ruhudur. Kimi insan ve hayvan yavrularını korur. Dağınık yaşam öğelerini toplayıp birleştirir. Yakutlarda eski Umay'ın işlevini üstlenmiştir. Ana karnındaki çocuğa "kut" üfler. Çocuğa can verir. Gebe kadınların koruyucusudur. Yakut kızları ayasıt adına put yapıp karyolalarının altına saklarlar. Kısır kadınlar çocuk için Ayasıt'a dilekte bulunurlar.

Şamanlıkta birtakım kötü ruhlar da vardır. Bunların başında Erlik gelir. Erlik, Altaylılara göre "güçlü" demektir, insanlara her türlü kötülükleri yapar. Hastalıklar yollar, kurbanlar ister. Kurban verilmezse, o obaya ya da ocağa ilişir. Ölüm, yıkım yollar. Öldürdüğü canlının ruhunu yer altındaki karanlık dünyasına götürür. Kendisine uşak yapar. Şaman dualarında şöyle betimlenir:


 "Bindiği at kara küheylan, döşeği kara kunduz derisi. Beline kuşak yetişmez, Göz kapağı bir karış, kara bıyıklı, kara sakallı. Yüzü kana çalmış, parlak saçlı bay erlik. Kuvası kişi göğsünden, kadehi kurumuş kafatasından, kılıcı yeşil demirden, kapkara yüzlü. Bindiği at kara küheylan, dizgini kara ipek, kamçısı kara yılan, tam önüme gülerek gel!"

Erliğin de yedi (ya da dokuz) oğlu var. Dokuz da kızı bulunur. Şaman inancına göre bütün dünya ruhlarla dolu. Dağlar, göller, ırmaklar (yersu) tümü canlı nesneler. Dağlar, ırmaklar, göller şamanlar için salt yerel adlar değil. Konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklar. Şamanistler bu inançlarında çok eski ilkel animizm döneminin anılarını yaşatıyorlar.

                                             g. Şaman


Şaman, kendinden geçme yöntemi ile ruhlarla ilişki kurabilen din adamıdır. Doğaüstü varlıklarla ilişkiler kurabilir. Onların gücüne sahiptir. Bunları toplum adına kullanır. Tanrılarla insanlar arasında aracılık yapar. Tanrılarca seçilmiştir. Ruhlar buyruklarına verilmiştir. Gücü tanrısaldır. Bu güç başı üzerine bir bulut olarak gelir. Ebemkuşağı biçimine girerek vücudunu doldurur

Şaman bu inançlarla büyür. Düşsel evreni geniş bir kimsedir. Doğadaki sırları bilir. Küçüklüğünden beri düşüncelidir. Kimileyin bunalımlara girer. Doğaçlama deyişler söyler. Dinsel duyum içinde kendinden geçtiğinde, ruhunun göklere çıktığına ya da yer altına indiğine, cehennemi gördüğüne inanır.
Genellikle bir kişinin şaman olup olamayacağı çocukluğundaki birtakım ruhsal belirtilerden anlaşılıyor. Nioradze bunları şöyle anlatıyor: "Cinperi dev görme, sık sık gelen baş dönmeleri, bayılmalar gelecekten haber verme yeteneği. (...) Şaman olacak kimseler, şamanlık mesleğini alana değin ruhsal ve bedensel acılar içinde kıvranırlar. Çoğu zaman yemeden içmeden kesilirler, insanlar arasına katılmazlar. Dış görünüşleriyle sinirlidirler. Evlerinden ormanlara, kırlara kaçarlar. Dışarda karlar üzerinde yatarlar. Tek başına yaşadıkları yerlerde ruhlarla ve cinlerle konuşurlar.

Drenkova'ya göre, insanlardan çekinme ve korku, içe dönük bir ruhsal yapı, sıkıntı ve düşüncenin ağır basması şamanlık için önbelirtilerdir. Bu durum karşısında o çocuğun yakınları, çocuğun ata ruhunca seçilmiş olan çocuğu bu ağır görevinden alıkoymak için türlü çarelere başvururlar. Ancak bütün bu çarelerin işe yaramadığı anlaşılırsa genç altaylı öğrenim ve eğitim için bir şamanın yanına verilir. (...) Sözgelimi Kırgızlarda bir kimsenin şaman olması yaklaşık olarak yukardaki belirtilere uygun düşmektedir:

Şamanlık öğrenmekle elde edilmez. Soydan gelir. Kimse şaman olmak istemez. Geçmiş şamanlardan birinin ruhu şaman adayını sarar. Bundan sonra şaman adayı deneyimli bir şaman yanında eğitime başlar. Yaşlı şaman ona tüm gerekli öğretileri belletir.

Yakutlarda şaman adayı uğraş öğretisine şöyle giriyor: Tüm oymak toplanır, bir dağ ya da tepe üzerine çıkar. Yaşlı şaman, geleceğin şamanına üstlük giysisini giydirir. Eline at kılları bağlanmış bir asa verir. Genç adayın sağında dokuz genç, solunda dokuz kız bulunur. Yaşlı şaman, uğraşa bağlılık yemini okur. Bu uzun bir duadır. Genç aday aynı sözleri yineler

Tobaların ilk dönemlerinde kadın şamanlar var. Devletin dinsel törenlerini yönetiyorlar. Sözgelimi 339 yılında bir kurban töreninde, tıpkı Sibirya şamanları gibi ellerinde dümbeleklerle gözüküyorlar.

                     h. Giysi


Şamanların en önemli giysileri üstlük ile başlıktır. Üstlük ak koyun derisinden yapılır. Üstüne başka parçalar dikilir. Başlık üç karış uzunluğundadır. Kızıl bezden yapılır. Kıyısına üç düğme konur. Şaman bunları dinsel tören sırasında giyer.

Giysiden sonra en önemli donatım davuldur. Çalgısız dinsel tören yapılmaz. Daha sonraları Müslüman olan şamanlar davul ya da def yerine kopuz kullanacaklardır. Şaman üstlük ve davulunu düşsel biçimde süsler. Bu süslerin biçimini ona hizmetinde bulunduğu ruh, ayrıntılı biçimde betimlemiştir. Bu esinlenme ile donatımın biçim ve özellikleri doğar.

              ı. Davul


Şaman davullarına resimler, ak ve kızıl boya ile çizilir. Boyalar, ırmak kıyılarındaki yumuşak taşlar ezilerek toza dönüştürülür. Bu yüzden boyalara, "apagaç taş", "kızıl taş" adı verilir. Bu toz deneyimli erkek çizicilerce, parmakla davul üstüne sürülerek çizim yapılır. Davulun sahibinin çizimi, davulu iki eşit bölüme ayırır. Yukarda baş, aşağıda ayaklar bulunur. Başın iki yanında yer alan içi yuvarlak ay ve güneşin görüntüsü sayılır. Şaman davullarında güneş, ay, yıldız, şimşek resimleri yanında kayın ağacı resmi de bulunur. Bir şaman davulundaki iki kayın ağacı resmini şöyle açıklar:

"Ülgen atamızdan ilk titrediğimiz zaman, Umay anamızla birlikle bu iki kayın ağacı yere indi."

 Altay Şamanlığında, Şamanı öldükten sonra davul ormana götürülüp parçalanır. Bir ağacın dalına asılır. Şamanın ölüsü de bu ağacın yanına gömülür.23

                                  i. Dinsel Tören 


Şaman dinsel törenlerinde kesinlikle ateş bulunur. Kurbanlık hayvan önce ateş ruhuna sunulur. Şamanist Türk halklarının törenleri ikiye ayrılır: 1. Belli bir dönemde yapılması gereken törenler: ilkyaz, yaz ve güzün yapılır. Çok eski dönemlerden beri yapılagelirler. Çin kaynaklarına göre eski Türk İmparatorlukları döneminde, devletin resmi dinsel bayramlarıdır, ilkyaz ve güz bayramı törenleri Hunlar döneminden beri bilinir. Moğollar döneminde bunlar devletin dinsel bayramı olacaktır. Görkemli törenlerle kutlanacaktır.

Bu yaz bayramları törenleri doğanın dirilişini anlatan evrensel törenlerdir. Sami halklarında Pesah, Hırıstiyanlarda Paskalya törenleri ile aynı içeriktedir
Yaz bayramı törenlerine Yakutlar "ısıah" adını vereceklerdir. Yedi ay süren ağır kış döneminden sonra kısraklar sağılacak, kımız mayalanacaktır. Bütün oymak, soy bir çayırda toplanacaktır. Soyun şamanı yönetiminde tören yapılacak, oyunlar dönülücektir. Şöyle türkü söyleyeceklerdir:

 "Ey çocuklar, beyler, sevinçli günler geldi 
Eski yıl bitti, yeni yıl geldi 
Tüm yeryüzü yem yeşil kesildi
 Çocuklar doğuyor, İnekler, kısraklar yavruluyor
 Ardından şaman kımız kabını başına kaldırır. "Algıs" (Uğur) diye söyler. İlk toplanan kımızı saçı olarak Tanrıların büyüğü, Ürün Ayi Toyon'a ve Ürün Ar Toyon'a sunar. Şu ilahiyi okur:

Ay Toyon sana şükürler olsun 
Bu ilkyaz dönemini bize sen verdin
 Buzağılar, tay, tatlı sütleri sen yolladın
 Ağaçlarımızı güzel yapraklarla donattın 
Otlaklarımızı yeşil otlarla süsledin
 Bu kımız dolu ayağı (kadehi) sana sunuyoruz

Sonra ateş Tanrısına, al ateş sahibine kımız ve yağ döker. İlkyaz ısıah törenine şamanla birlikte dokuz arı kız, dokuz arı genç katılır. Bunlar şamanın göğe yolculuğunda birlikte olurlar. Arı olmayan kızlar gençler, göklere çıkamazlar. Günahlarının ölçüsüne göre göğün katmanlarında kalırlar. Tanrılar katına çıkan yolda duraklar vardır. Tören sırasında bu durakların her biri için özel ilahiler söylenir.

Yakutlarda bu tören son dönemlerde hıristiyanlık etkisiyle bir tür ulusal bayrama, şölene dönüşmüştür.

Altaylıların en önemli dinsel töreni at kurbanı törenidir. Tören uzun ya da kısa olabilir. En uzun tören üç bölümden oluşur.

 a) Güneş battıktan sonra hazırlık bölümü yapılır. Şaman tören yapılacak yeri belirler. Kapısı doğuya açılan özel büyük bir çadır kurulur. Kapısına at

kılından bir tuzak konur. Çadırın ortasına yeşil kayın dikilir. Kayının çadır içinde kalan dalları budanır. Çadırın üstünde kalan dallar, bırakılır. Oraya bayrak asılır. Kayın dokuz yerinden kertilir. Buralara basamak denir.

b) Birkaç akboz at getirilir. Bunlar Tanrının beğenisine sunulur. Şaman afsun söyleyerek elinde bulunan fincanı atın arkasına kor. Fincan başı aşağı düşerse, Tanrı bu atı beğenmemiştir. Kurbanlık kısraksa, şaman fincanı onun sütüyle yıkar. Sonra şu duayı okur:

 İyi görüp kabul ettin
 Fincan benden, alça düşürmek senden 
Hayırlı bilgi verin

Kurbanlığın dizgini "baş tutan"ın elindedir. Bu adam Tanrı katına kurbanın canını götürecek ruhu temsil eder. Şaman, kayın dallarından bir demet yapar. Kurbanın üzerinde sallar. Giysi ve başlığını giyer. Eline davulunu, tokmağını alır. Önce Ülgen'i, oğullarını ve onlara bağlı ruhları çağırır. Şaman birkaç ruha seslenir. Deyişler okur. Mumyalanmış kaza biner. Gök yolculuğuna çıkmış olur. Sözde kurbanlığın görünmez canını avlayacaktır. Epeyce uğraştıktan sonra hayvanın canını yakalar. Şamanın bindiği kazda uçup gider. (Uçtuğu varsayılır).

Kurbanlık at boğularak ve bel kemiği kırılarak öldürülür. At ölmek üzereyken iki şaman hayvanın yanına gelir. Ellerinde tuttukları ekmeği atın yanına getirirler. Kurbandan çıkan kutu ekmeğe karıştırmış olurlar. Bu ekmeği kurban sahibi ile yakınları yiyecektir. Başka kimseye verilmez. Kurbanın derisi, başı, ayağı ve kuyruğu topluca bir sırığa asılır. Kurbanın kemikleri kırılmadan ayrılır. Kurbanı "kazancı" denen iki uzman pişirir. Pişirilme sırasında kazancılardan başka kimse kurbana yaklaşamaz. Şaman et suyundan alır. Töslere afsunlar dualar okuyarak saçı yapar. Ozansı dualar okur. Her dizenin bitiminde "amin" anlamında "çook" diye bağırır

Törene katılan kimselere kurban eti ile şölen verilir. Şaman dua ederek et parçalarını yemeyi sürdürür. Biraz sonra şaman dinlenir. Bu sırada kurban sahibi dokuz giysi getirir. Çadırın kapısının yanına asar. Bunlar Ülgen'e armağandır. "Tolu" denir.

Kemikler bir çukurda toplanır. Çalı, çırpı ile kapatılır. Şaman davulunu ateşe tutup kurutur. Cübbesi ile davulunu kokulu ot yakıp tütsüler. Bir oturak üzerine oturur. Davulunu vurarak ruhları çağırmaya başlar. Önce, Yayık Han adlı su Tanrısını çağırır. Davuluna vurmayı ve uyaklı dualar okumayı sürdürür. Bildiği tüm ruhları adlarıyla çağırır. Bunlar arasında kartal da vardır. Kartalı, "Tanrı kuşu, bakır tırlanaklı müthiş kuş" diye tanımlar. Bundan sonra her boyun büyük atasını çağırır. Bu atalara seslenen ilahiler okur. Kurban sahibi ile eşini davulun tokmağı ile kucaklayıp, kutsar. Ev bireylerine göstermelik olarak zırh ve başlık giydirir. Ardından güçlü davulu vuruşları ile ateş çevresinde döner. Ülgen için konulan ödülü davul ve tokmağı ile kucaklar. Sürekli şiirsel ilahiler söyler. Ülgen'in ödülünü alıp göğe yükselişe geçer. Göğün birinci katına çıkar. Orda yıldırım, gök gürültüsü ile karşılaşır, ikinci kata yükselir. Havanın ilerdeki konumu üzerine önbilişte bulunur. Göğün her katında ne bulunduğunu anlatır. Deyişler söyleye söyleye dördüncü kat göğe çıkar. Davulu ile gök gürlemesini yansıtır. Beşinci kata ulaşır. Gök gürültüsü artmıştır. Bu katta Yayuçı denen bir ruh vardır. Şaman bu ruh katında davuluna yavaş vurur. Dualarını yavaş söyler. Bu ruh dişidir. Buna anam diye seslenir.

Yaratıcı (yayuçı) sorgular:

Sen kimden kaldın, kimin torunusun? Adını söyle. Kişinin adı, geyiğin postu olur. Adını, yolunu bildir. Kuş uçmaz, sürüngen geçmez bu yere pis kokan böcek gibi nasıl geldin?
Şaman çok korkar. Geri geri gider, yalvarıp yakarır.

Yayuçı şamanın ağzından önbilişte bulunur. "Şu olacak, bu olacak". Törene katılanların tüm başlıklarını şamanın davulunun altına atarlar. Bu iyi falları yakalamak içindir. Şaman göğün altıncı katına çıkarken herkes başlığını alır. Altıncı katta şaman aya secde eder. Böylece göğün on ikinci katına değin çıkar. Burda Ülgen'e kurbanlar sunar. Ona dualar söyler. Böylece yolculuğun sonuna gelmiştir
Şaman yeryüzüne iner. Davulunu atar. Gözlerini açar. Uzak yoldan gelmiş gibi herkesle sclamlaşır. Bu üç gün süren törenin özetidir. Üçüncü gün, şaman onuruna büyük bir şölen verilir. Şölen için hazırlanan içkilerden herkes sarhoş oluncaya kadar içer.

Kötü ruhlara karşı yapılan dinsel törenlerde şamanlar yer altına yolculuk yaparlar. Uyaklı bir anlatımla başlarından geçenleri dile getirirler: Cehennemde kıl köprüden geçmişlerdir. Kuzgun uçmaz kızgın sarı çöller aşmışlardır. Günahlı şamanların sayısız iskeletlerini görmüşlerdir. Yılan, ejder, canavarlarla karşılaşmışlardır.
Eski Türklerde özgün bir ölü gömme töreni vardır. Göktürklerdeki ölü gömme törenini Çinliler ayrıntılı biçimde betimler. Çinliler bu törene "Kubbeli otağ altındaki tabut" adı verirler. Türk töresine göre, ölü, kubbeli otağ altına konur. Her akrabası, koyun, at, sığır, gibi bir hayvan keser. Kurbanlar çadırın dışına dizilir. Tüm akrabalar ata biner. Otağın çevresinde at koştururlar. Çadırın çevresinde acı çığlıkları atarak yedi kez dönerler. Kapıya gelince yüzlerini bıçakla çizerler. Yüzler, kulaklar bıçaklanır. Kan göz yaşına karışır. Yas göstergesi olarak, saçların kesildiği olur. Tütsü (kokuluk) kullanılır. Çından ağacı ile "yuğ yıpar" (tütsülü yas meşalesi) yakılır. Ölüyü gömme için uğurlu bir zaman seçilir. İlkyaz ve yazın ölenler yapraklar dökülünceye dek, sonyaz ve kışın ölenler, yapraklar yeşirinceye dek bekletilir. Ölü, kubbeli otağ biçiminde tahta köşk içindedir. Hakan at üstünde, özel eşyaları ve altın, gümüş, kürk gibi değerli hediyelerle yakılır. Külü ölünün eşyaları ile birlikte gömülür. Gömüldüğü gün yeniden kurbanlar kesilir. Gömünün üstüne bir tapınak yapılır. Tapınağın çevresini atlılar kuşatır. Tapınağın üzerine "bengü taş" denen bir kaya yerleştirilir. Bengü taşa, ölen kişi ve savaşları görüntülenir. Orhun vadisindeki Göktürk dönemi ata anıt tapınakları, bu geleneğin açık bir kanıtıdır. Bu tapınak ve yontular, yüksek katmandan kişiler içindir. Daha alt katmandan kişilerin mezar taşına, günümüzde Kırgızlar mezarlarında konan, tuh denen büyücek kuklalar konur. Ölü yakma geleneği Eski Kırgızlarda da vardır. Kültegin anıtında, ölenin görüntüsü yanında, yakınlarının ve maiyetinin yontusu da vardır. Ölenin yontusu dışındaki görüntüler, belki de eski dönemlerde kurban edilen insanların simgesidir. Mezarın üzerine sahibinin öldürdüğü sayıda taş ya da yontu (heykel) dikilir. Bunlara "Balbal" denir. Yine Göktürk dönemi mezarlarında, koç yontuları ile at, geyik resimleri bulunur. Bunlar kurban törenlerinin bir anısı olmalıdır. Göktürklerde kurban kesilen koç ya da atların başları sırıklara çakılır, mezarın çevresine dikilir. Koç ve geyik yontuları belki de bu kurbanları anlam içindir. Söz konusu gelenek olduğu gibi eski Chou Türklerinde de vardır.24

Kaynak :TÜRKLERİN DİNİ   Prof.Dr.Fuat Bozkurt


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...