ŞAMANİST DÜŞÜNCEYE GÖRE DÜNYANIN YARADILIŞI
Prof.Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ
ÖZET
Zamanımızda din diye bilinen Şamanizmin özüne baktığımızda esasında böyle bir durumun
olmadığı ap-açıktır. Eski Türk dini ile Şamanizmin birbirine karıştırılması ise meselenin başka bir boyutudur. Bununla beraber Orta Asya Türkleri arasında bilhassa 19. yüzyılın ikinci yarısında araştırmalar yapan W.Radloff, V.Verbitsky, A.Anohin gibi ilim adamlarının tespitleri sonucunda, eski Türk dininin ana vasfında Şamanlık varmış gibi bir düşünce hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bugün Asya Bozkırlarındaki dini inançların Şamanlığa bağlanması neredeyse adet haline gelmiştir
Zamanımızda din diye bilinen Şamanizmin özüne baktığımızda esasında böyle bir durumun
olmadığı ap-açıktır. Eski Türk dini ile Şamanizmin birbirine karıştırılması ise meselenin başka bir
boyutudur. Bununla beraber Orta Asya Türkleri arasında bilhassa 19. yüzyılın ikinci yarısında
araştırmalar yapan W.Radloff, V.Verbitsky, A.Anohin gibi ilim adamlarının tespitleri sonucunda, eski
Türk dininin ana vasfında Şamanlık varmış gibi bir düşünce hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bugün
Asya Bozkırlarındaki dini inançların Şamanlığa bağlanması neredeyse adet haline gelmiştir.
Günümüzde eski Türk dininin geleneklerini yaşatan Türklerin kozmogonisine göre, esas
itibarıyla tanrıların en yükseği Tengri Kayra Kan1
(veya Bay Ülgen) kişiyi ve bunun aracılığıyla
yeryüzünü yaratmış, kişinin kendisiyle mücadeleye girmesi üzerine ona “Erlik” adını vererek, ışık
diyarından, yeraltına atmış ve yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek, her dalında bir cins insan
türetmiştir. Bilindiği üzere Müslümanlığın kitabı Kuran-ı Kerim’in Hucurât Suresi, 13. ayetinde Allah:
“Biz sizi bir erkekle, bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere
ayırdık”2
, der ki; yaradılış hikâyelerinin hemen hemen tamamına yakını kutsal kitaplardakilerin değişik
birer söylenişidir. Netice itibarıyla farklı bir dinmiş gibi anlatılan Şamanist telakkideki bu durumu da
göz önünde bulundurmak gerekir.
Bir başka hikâyede ise şu ifadelere rastlamaktayız: Daha insan yaratılmamışken, Ülgen deniz
üzerinde yüzen ve insana benzeyen bir çamur tabakası görür. Bu çamur yığınını alarak insan olmasını
ister. Ülgen ilk yarattığına, anlamı Türkçedeki er-erk sözünden geldiği belirtilen Erlik adını verir.
Başlangıçta Ülgen’e dost ve kardeş gibi davranan Erlik, bir süre sonra kendini onunla bir tutmaya ve
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
1 Kayra Kan belki de “kayıran, koruyan, en büyük, en ulu” anlamına gelen Tanrı’nın bir sıfatı olabilir. Bakınız, A.Anohin,
Altay Şamanlığına Ait Materyaller, Çev. Z.Karadavut-J.Meyermanova, Konya 2006, s.5; A.İnan, Eski Türk Dini
Tarihi, Ankara 2017, s.30-31.
2 Bakınız, Kur’an-ı Kerim ve Meâli, Meal ve Tefsir C.Yıldırım, İstanbul 1982, s.518.
hatta üstün görmeye başlar. Gün geçtikçe Ülgen’den her bakımdan uzaklaşır ve onun yarattıklarının
hepsine düşman olur.
Anlaşılacağı üzere Erlik bu hikâyede bir nev’i şeytandır ve şeytana eski Türkler “yek” ya da
XVIII. yüzyıla ait bir Arapça-Farsça sözlüğün tercümesi olan Terceme-i Kanun-ül-Edeb’te
rastlanıldığı üzere “oçuk” veya birtakım Türk bölgelerinde “albız”, “taylı” ve “çör” demektedirler.
Kısaca yukarıda söylenenlerde de görüleceği gibi, burada insanın Allah’a isyanı ve ihtirasları
yüzünden günahkâr olması da söz konusudur.
Yine Altay yaradılış destanlarından birisinde, Tanrı’nın insanın kulaklarına üfleyerek can,
burnuna üfleyerek de akıl verdiğine3
şahit olmaktayız. Bu can verme işiyle alâkalı anlatılanların bir
farklı yorumunda ise; Tanrı’nın yanında ikinci derecede bulunan Ülgen, insan vücudunu yarattıktan
sonra, ona can istemek için kuzgunu Tanrı’nın huzuruna yolladı. Kuzgun gagası arasına sıkıştırdığı
insan canını alıp gelirken yoruldu ve acıktı. Yol üstünde bir deve leşi gördüyse de, yememek için
kendine hâkim oldu. Kuzgun açlığını unuttuğu bir sırada bu kez de at leşine rastladı, fakat bunu da
yememeye dayandı. Bitkin bir haldeyken, bu sefer de gözü yoldaki bir sığır leşine takıldı. “Ah ne
güzel gözleri varmış” der iken, ağzındaki canı bir ormana düşürdü. İşte bu sebepten çam türü ağaçların
yaprakları kışın bile canlı gibi yeşilliğini korur. Kuzgunun bu yolculuğu esnasında Erlik de yeraltından
(altıngı orun/aşağı yer) çıkmış, bir saray görmüştür. Bu mekânda Ülgen’in yarattığı insanların cesetleri
yatıyor ve onları da tüysüz bir köpek bekliyordu. Erlik, köpeğe “beni içeri bırakırsan sana tüy
bağışlarım, soğuktan üşümezsin; bir yemek veririm her yediğinde bir ay acıkmazsın” dedi. Köpek bu
vaade aldanarak, Erlik’i saraya soktu. Erlik buradaki bütün cesetlere kendi canından üfledi4
.
Yukarıda anlatılanlar bir yana Kur’an’da Hicir Suresi 26-29, Sâd Suresi 71-72, Mu’minun
Suresi 12 ve Secde Suresi 9. ayetlerde Allah; insanı çamur ve biçimlendirilmiş balçıktan yarattığını,
meleklere de ona üflediğinde secde etmelerini söylediği gibi; kişiyi yarattıktan sonra kendi ruhundan
ona üflendiğine değinilir. Ancak şeytan secdeye razı olmayınca Tanrı tarafından lanetlenmiştir5
.
Tevrat’ta da; “Tanrı göğü ve yeri yarattığında, dünyada ne bir ot ne de ağaç yoktu. Çünkü Tanrı
yağmur ve insanı henüz yaratmamıştı. O, Adem’i topraktan hâlk etti ve burnuna hayat nefesini üfledi”
deniyor, ki yukarıdaki Sibirya itikatlarının kaynağının da neresi olduğu az-buçuk anlaşılıyor.
Zikrolunan motifler birbirine benzemekle beraber, bu yaradılış esasına göre önce erkek, sonra
da kadın meydana gelmiştir. Ama kadının ortaya çıkışında Erlik’in rolü ön plandadır. Kıpçak Türkleri
arasında anlatılan birtakım rivayetlere göre ise; Tanrı’nın çamurdan önce erkeğin, sonra da kadının
suretini yaptığı, fakat kadın güneşte az piştiğinden dolayı erkeğe nazaran zayıf kaldığı söylenir6
.
3 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi, C. III, Çev. B.Atalay, 2. Baskı, Ankara 1988, s.160; A. Von Le
Coq, “Dr. Stein’s Turkish Khuastuanift from Tun-Huang, Being a Confession-Prayer of the Manichaean Auditores”,
Journal of the Royal Asiatic Society, London 1911, s.280; O.Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, C. I,
İstanbul 1969, s.52; A.M.Sagalayev, Altay v Zerkale Mifa, Novosibirsk 1992, s.23; Tarama Sözlüğü, C. V, Ankara 1971,
s.2909; Derleme Sözlüğü, C. I, Ankara 1963, s.208; Derleme Sözlüğü, C. III, Ankara 1968, s.1291; Derleme Sözlüğü, C.
IV, Ankara 1969, s.1389.
4 Anohin, a.g.e., s.19; İnan, a.g.e., s.82-83.
5 Bakınız, Kur’an-ı Kerim ve Meâli, s.264, 343, 416, 458.
6 A.A.Arslan, Kızılderili ve Türk Şamanizmi, Ankara 2011, s.88
Bununla birlikte Sibirya Türklerinin bir inancına göre ise, gök ve yer yaratılmasaydı, insan da olmazdı7 .
Farklı bir Altay rivayetinde ise; yer, uzay ve insan yaratılmadan önce su vardı. Ülgen (ya da Tengri Kayra Kan) birgün suya bakarken, üzerinde yüzen bir toprak parçası gördü. Bu toprak insan vücuduna benzeyen bir yapıdaydı ve buna “kişi olsun” dedi. Toprak da derhal insan oldu. Tanrı ve onun yarattığı insan beraberce kuşlar gibi gökyüzünde uçarlardı. Günlerden bir gün kişi rüzgârı uyandırarak, suları dalgalandırmış ve Tanrı’ya su sıçratmıştı. İnsan bir müddet geçtikten sonra, Ülgen’den daha büyük ve kudretli olmak istedi. Nihayet Ülgen’e düşmanlık besleyip, ondan daha yukarılara çıkabileceğini aklından geçirdi. Ama işler umduğu gibi olmadı ve suya düştü. Tanrı onun uçma kabiliyetini elinden aldı. Suların derinliklerine yolladı. Kişi boğulacak gibi olunca, Tanrı’dan kendisini kurtarması için yalvardı. Tanrı onu bağışladı, sudan çıkardı ve bir yıldızın üzerinde oturttu. Daha sonra kişiye emir vererek sudan toprak getirmesini ve bunu serpmesini söyleyerek, büyümesini buyurmuştu. Ama kişi hile yapıp, bir parça toprağı ağzında saklamıştı. Bu yüzden ağzındaki toprak da şişti ve nefes alamaz oldu. Eğer Ülgen (veya Kayra Kan) müsaade edip, tükürmesini söylemeseydi ölecekti. Kişi ağzındaki toprağı puskurunca, yeryüzünde bataklıklar ve tepeler ortaya çıktı. Tanrı ona çok kızdığından dolayı “Erlik” ismini taktı. Bu sırada dalsız bir ağaç büyüdü. Tanrı dalsız ağacı sevmedi ve üzerinde dokuz dal olsun istedi. İnsanlar da dokuz dallı bir ağacın meyveleri gibi yaratıldılar ve her insandan bir millet oldu8 . Yukarıdaki hikâye ile bağlantılı olarak, şu hususa da değinmekte fayda vardır ki; aşağı-yukarı dünyaya gelmiş her insan uçmayı şu veya bu şekilde aklından geçirmiştir. Çünkü ulaşılmazı gerçekleştirmek, herkesten üstün vaziyette bulunmak insan için bir ayrıcalıktır. Dolayısıyla bu yaradılış rivayetinin içine uçma motifi durup-dururken girmemiştir. Ayrıca günümüz Altay Türklerinin arasında yukarıdakine benzer bir diğer inanışa göre; daha ne yer, ne de gökyüzünün olmadığı bir sırada Ülgen dünyayı nasıl yaratsam diye düşünür. Bu esnada yanına Erlik gelir ve dünyayı yaratmak için gerekli malzemeyi nereden temin edebileceğini söyler. Tanrı kendisinin bile aklına gelmeyen şeyi bulduğu takdirde kızmayacağını belirtir. Erlik (veya kişi) suya dalarak, ağzında bir toprak parçasıyla su yüzüne çıkar. Ülgen bu toprağı ondan alıp, serperek dünyayı meydana getirir. Fakat gelen toprağın bir parçası Erlik’in dişleri arasında kalır ve Erlik onu Ülgen’in yarattığı dünyanın üzerine tükürür. Böylece dağlar ve bataklıklar ortaya çıkar. Ülgen ve Erlik konusunda bu söylenenler bir yana, bazı araştırmacılar Erlik ile Ülgen’in arasında bir düşmanlık bulunmadığı, bizatihi birbirlerini tamamlayan varlıklar olduğu gibi birtakım iddialar ileri sürüyorlarsa da, bu herhalde doğru değildir9 . Üsteki anlatılanları genel hatlarıyla incelediğimizde; bütün bunların içinde mevcut maddelere şekil vermenin olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Fakat yoktan var etme işi, herhalde Samî dinlerden bu rivayetlerin arasına girmiş olmalıdır.
7 K.L.Monguş, Magiya Tuvinskih Şamanov, Kızıl 1993, s.80. 8 W.Radloff, Sibirya’dan Seçmeler, Çev. A.Temir, Ankara 1975, s.215-216; W.Radloff, Türklerin Kökleri, Çev. A.Ekinci-Y.Ünlü, C. I, Ankara 1999, s.175-176; Z.Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Haz. İ.Aka-K.Y.Kopraman, Ankara 1976, s.88. 9 M.A.Czaplicka, The Turk of Central Asia in History and the Present Day, Oxford 1918, s.30; Sagalayev, a.g.e., s.24; L.N.Gumilev, Muhayyel İmparatorluğun İzinde, Çev. A.Batur, 2. Baskı, İstanbul 2003, s.274.
Bununla birlikte eski Türk destanlarındaki yaradılış hikâyelerine baktığımızda da bir tabiat
üstülük göze çarpar. Mesela Uygurların ataları ve türeyişiyle alâkalı olarak kaynaklarda:
Karakurum’dan doğan iki nehir mevcuttur. Birine Togla, öbürüne de Selenge denirdi10. Bu ırmaklar
Kamlançu denilen bir yerde birleşirdi. Nehirlerin arasında iki ağaç bulunuyordu. Kışın bile bunların
yaprakları dökülmezdi. Meyvelerinin tadı ve şekli ise, tıpkı çam fıstığınınkine benzerdi.
Birgün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık indi. Arkasından yanındaki dağlar yavaş yavaş
büyümeye başladı. Bu vaziyeti gören halk, hayretler içerisinde kalmıştı. Uygurlar büyük bir saygı ile
oraya doğru ilerlediler. Tam yanaştıkları sırada çok tatlı müzik nameleri duydular. Her gece buraya bir
ışık inmeye ve ışığın etrafında otuz defa şimşek çakmaya başladı. Başka bir gün de, aynı yerde ayrı
ayrı kurulmuş beş tane çadır gördüler. Bunların her birisinde birer tane çocuk oturuyordu”11, deniyor.
Dolayısıyla buradan da anlaşılıyor ki yaradılışta, Tanrı’nın bir İlahi işinin olması gerekiyor.
Bu Sibirya-Altay rivayetlerindeki var oluş hususunun şöyle sürdüğünü görüyoruz: Kayra Kan
insanlara yol göstersin diye “Yayık” adlı bir meleği görevlendirdi. Ancak Erlik dünyanın yeni sakinleri
olan insanlara iyi huylarından dolayı kin besledi ve Kayra Kan’a bunları kendi emrine vermesi
konusunda yalvardı. Fakat Tanrı bu fikri uygun bulmadı. Bunun üzerine Erlik, onların akıllarını çelip,
kötü yola düşürerek kendi hâkimiyetine aldı. Tanrı da Erlik tarafından kolayca kandırılan insanlara
kızdı. Bunları kendi haline bıraktı. Erlik’e tekrar beddua edip, yeraltına gönderdi. Kendisi de göğün
onyedinci katında ikamete başladı. Ama göğün güzelliğinin farkına varan Erlik bu kez de bir sema
yapmaya kalkıştı ve Tengri Kayra Kan’dan (Ülgen) izin isteyip, emrindekileri oraya yerleştirdi. Bunlar
onun yoldan çıkardığı insanlardı. Fakat bu kötü ruhlar Tanrı’nın yarattığı iyi insanlardan daha güzel
yaşıyorlardı. Tanrı buna hiddetlendi ve meleklerinden birini oraya gönderdi. Bu meleğin darbeleri ile
gök sallandı, Erlik’in seması parçalandı. Yeryüzünün şekli bozuldu. Arkasından Erlik’i güneş ve ayın
bulunmadığı, yıldız ışıklarının ulaşamadığı karanlıklara itti ve orada kalmasını buyurdu. Tanrı ahiret
günü (sakış künü) geldiğinde onu yargılayacağını, iyi olursa kendi katına alacağını, kötülüğe devam
ederse, kendisinden ebediyen uzaklaştıracağını söyledi12
.
Bu anlatılanlar bir yana Şamanizm diye adlandırılan inanca göre, kâinat üst-üste katlardan
müteşekkildir. Bu mertebeler belirli bir düzen üzere birbirlerinden ayrılmıştır. Bundan dolayı kam
sanatını icra ederken, bir âlemden diğerine geçmek için büyük bir güç harcamak zorundadır. Kam,
oyun, bakşı veya genellikle kabul edilen şekliyle şamanın mertebesini gösteren işaretlerden birisi;
davul ya da definin kenarındaki çıkıntılarıdır ki, söylendiğine göre bunda en yüksek derece dokuz
girintidir. Aslında daha evvelce de belirttiğimiz üzere belki de hayat ağacının dokuz dallı, aşağıdaki ve
yukarıdaki dünyanın dokuz kat olmasına binaen Türk kültüründe dokuz sayısına büyük bir önem
atfedilmiştir. Bilindiği gibi devlet olmanın şartlarından birisi de kagan otagının önünde bir tugun
dikilmesidir. Eğer bu tugun parçaları dokuz tane ise, artık o siyasi yapı en yüksek dereceye çıkmış ve
bir cihan devleti olmuş demektir.
Dolayısıyla Sibirya’daki inanışlara göre yukarıda ve aşağıda dokuz (veya yedi ya da onyedi)
kat bulunur. Gökyüzü ışık âlemi, yeraltı da karanlıklar dünyasıdır. İnsanlar da bu iki âlem arasında,
yani yeryüzünde yaşarlar. Bu yüzden de Kök Türk Kitabelerinde:
“Üze kök tengri asra yagız yer
10 Togla Orkun’un, Orkun da Selenge’nin koludur.
11 S.Y.Gömeç, Türk Destanlarına Giriş, 2. Baskı, Ankara 2015, s.208-209; S.Y.Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi, 5.
Baskı, Ankara 2015, s.208.
12 Radloff, Sibirya’dan…, s.216-217; Radloff, Türklerin Kökleri, s.180; Gökalp, a.g.e., s.89
kılundukta ikin ara kişi oglı kılınmış”13 deniyor. Buna göre evren gök (uzay), yeryüzü (dünya) ve
yeraltı olmak üzere üç katmandan ibarettir. Kişiyi yaratan, koruyucu ve iyi ruhlar ışık diyarında
bulunurlarken, göğün en üst katında ise, altın bir taht üzerinde, dokuz erkek ve ak kızlar (ya da kıyan)
diye anılan dokuz kızı ile beraber Bay Ülgen oturmaktadır14. İnsanları, hayvanları, bitkileri, dağları,
ırmakları, gölleri, denizleri, ayı, güneşi ve yıldızları yaratan ve olmasını isteyen odur15. Kırgız ve
Kazak lehçelerinde Ülgen “büyük” ve “ulu” anlamlarına gelir. Yine Ülgen iyilik eden bir varlıktır.
Onun huzuruna giden yolda dokuz (veya yedi) engel bulunur ve bu yol ancak erkek kamlara açıktır.
Bununla beraber erkek kam beşinci engele kadar, yani Temir Kazık (Kutup) yıldızına gidebilir ve
oradan geri döner. Bir inanışa göre, Saha Türklerinin tarihinde yalnız bir oyun dokuzuncu kata ulaşmış
ve bugüne kadar da geri dönmemiştir16
Bugünkü Altaylılara göre, Erlik yerin en altında (yani cehennem), kara çamur veya kara
demirden sarayda, kara taht üzerinde oturur. Kötülüğün kaynakları da yerin altındadır. Bunlara Altay
Türkleri tarafından “kara töz” (kötü ruh), “kara neme” (kötü nesne) veya “tümengi töz” de denir.
Budist Türkler ise bunu “yek”, yani şeytan diye anarlar. Altaylılar en büyük felaketleri, ölümü, salgın
hastalıkları, vücuttaki yaraları ve hayvan kırgınlarını Erlik’ten bilirler. Bu yeraltında bütün kötü ruhlar
ve zararlı mahlûklar yaşar ki, şaman bazan kötü ruhlarla mücadeleyi kaybeder ve teslim olur17. O
vakitte hastayı iyileştiremez.
Günümüz dünyasının günahkârları yeraltında cezalarını çekerler. Erlik’e giden yolda da tıpkı,
Ülgen’inki gibi engel nev’inden durak noktaları vardır ve bunlara “pudak” (budak) adı verilir. Erlik de
yedi veya dokuz çocuğa sahiptir. Mesela Altaylarda anlatılan bir şaman hikâyesine göre; Erlik’in oğlu
Temir Kan’a şamanlardan birisi şöyle bir seyahat yapmıştır: Önce şamanın ruhu yeryüzündeyken bir
dağın tepesine uçar. Bu suretle o iyi ruhlara kendini ve evini koruması için dua eder. Daha sonra
13 Bakınız, Köl Tigin Yazıtı, Doğu tarafı, 1-2. satır; Bilge Kagan Yazıtı, Doğu tarafı, 2-3. satır: “Yukarıda mavi gök,
aşağıda yagız yer yaratıldıktan sonra, ikisinin arasında insan oğlu yaratılmış”.
14 Altay Türklerine göre Ülgen’in oğullarının sayısı dört, yedi veya dokuz tanedir. Ülgen’in (veya Kayra Kan) oğullarından
isimlerini tespit ettiklerimiz Yayık, (ki buna May-ene de denir. Yayık aynı zamanda denizlerin hâkimidir ve Talay Kan
ismini de taşır), May-tere, Kergüday, Kartış Kan, Börü (Pura) Kan, Borça Kan, Er Kan, Karakuş, Baktı Kan’dır. Farklı bir
anlatı da ise Erlik’in çocuklarının adlarından bazıları şunlardır: Temir Kan, Bay Batur, Karaş, Kerey Kan, Uçar Kan, Yabaş
Kan, Çedey Kan, Kömür Kan vs (Bakınız, Anohin, a.g.e., s.9-10; Radloff, a.g.e., s.219, 239-240; Z.Gökalp, Türk
Medeniyeti Tarihi, Haz. İ.Aka-K.Y.Kopraman, Ankara 1976, s.70-71; S.Buluç, “Şaman”, İslam Ansiklopedisi, C. 11, 2.
Baskı, İstanbul 1979, s.324, 329; İnan, Eski Türk Dini…, s.32, 65-67). Bu dini hikâyelerde Ülgen’in ve Erlik’in kızlarına
ve oğullarına işaret edilirken, eşleri hakkında pek bir şey söylenmemesi de ilgi çekicidir.
15 B.Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, Ankara 1971, s.446; A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, 2. Baskı, Ankara 1972, s.72;
Radloff, Sibirya’dan..., s.214-216; Buluç, a.g.m., s.324; İ.Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara 1980, s.22-23; L.Gan,
“Göktürklerde Gelenekler ve Dini İnançlar”, Çev. E.Sarıtaş, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Sayı 4, İzmir 2000,
s.387; Arslan, a.g.e., s.47.
16 A.Anohin, Altay Şamanlığına Ait Materyaller, Çev. Z.Karadavut-J.Meyermanova, Konya 2006, s.11; F.Fedotoviç,
“Saha Yeri ve Saha Türkleri”, Çev. S.Gömeç, AÜ. DTCF. Tarih Araştırmaları Dergisi, 16/26, Ankara 1994, s.238.
17 Anohin, a.g.e., s.3-8; E.Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Ankara 2001, s.79; M.Waida, “Problems of Central Asia and
Siberian Shamanism”, Numen, 30/2, Leiden 1983, s.224-225; Buluç, a.g.m., s.329.
yeraltına dalar. Burada onu ahlakları hiç de iyi olmayan, çıplak, kara yüzlü, dokuzu da birbirine
benzeyen Erlik’in kızları bekler. Günahtan kurtulunca yolu çöl gibi dümdüz bir yerden geçer. O
ruhuna sahip olmak isteyen beş keçinin bulunduğu büyük bir bataklığa varır. Sonra intihar eden ve
kendini yaralayanların kanlarından oluşmuş bir göle yaklaşır. Gölü geçmesinin ardından, şamanın ruhu
kamladığı ailenin geleceğinden haberdar olur. Peşinden delikli bir taştan geçerek, dipsiz kara bir göle
ulaşır. Gölün üzerinde bir at kılından köprü vardır. Şaman buradan da geçip, ölen atalarının yaşadığı
bir yere varır. Bu kez de Temir Kan’ın kızlarıyla karşılaşır. Onlar da bunu günaha sokmak isterler,
fakat şaman artık hedefine ulaşmıştır. Karşısında Temir Kan’ın çadırı durur18
.
Dolayısıyla Sibiryalı Türkler kötülüklerin kaynağının Erlik’ten geldiğini düşündüklerinden ona
karşı fazla saygı göstermezler. Belki ölüm gibi hadiselerin müsebbibi olarak Erlik görüldüğünden
dolayı, Azrail’in işini yaptığı da sanılabilir. Kamlar ya da şamanların dualarında ise Erlik bazan şöyle
tarif edilir19:
Ey kara at üzerindeki Erlik!
Kara kunduzdan bir yatağın var.
Kalçan o kadar geniş ki,
Hiç kimse onu kuşatamaz.
Kudretli boynunu,
Hiçbir kişi saramaz.
Kaşların bir karış genişliğinde,
Sakalların kapkara,
Yüzün kana bulanmış.
Ey zengin Kan Erlik!
Saçların parlar, kıvılcım saçar.
Sen ölü kişinin göğsünü,
Kova olarak kullanırsın.
İnsanların kafatası bardak olur.
Gök demirdir kılıcın,
Demirdendir kürek kemiğin.
Kara yüzün kıvılcım saçar,
Saçların dalgalanır.
Çadırının kapısında,
Muhteşem tahtlar vardır.
Sehpan topraktandır.
Çadırının damı demirdir.
Güçlü bir öküze binersin.
Eğerini örtmek için,
Bir at derisi yetişmez.
Elini uzatıp, bahadırları yıkarsın.
Kolanlarını çekerek,
Hayvanları yuvarlarsın.
Ey Erlik, atam Erlik!
Niçin halkı böyle takip edersin?
Söyle niçin mahvedersin?
Yüzün kurum gibi karadır.
Ey Erlik, atam Erlik!
Nesilden nesile, devirler içinde,
Seni gece, gündüz sayarız.
18 Anohin, a.g.e., s.9-10; Sagalayev, a.g.e., s.52-56.
19 Radloff, a.g.e., s.223-225; Buluç, a.g.m., s.324, 330; İnan, a.g.e., s.51.
Mesela yine, Şamanist olduğu söylenen bu Türklerin arasında doğumla alâkalı şöyle bir rivayet
de vardır: Bir insan doğacağı zaman Bay Ülgen oğluna emir verir. O da babasına uyarak, bu işi
meleklerden birine havale eder. Bu da dünyaya yeni bir kişi getirir. İnsan yaşadıkça bu melek ona
yardımda bulunur. Bir çocuğun doğacağını bilen Erlik ise, doğuma engel olmak amacıyla kendi kötü
ruhlarından Körmös’ü gönderir. Yeraltının kötü ruhu Körmös doğumu zorlaştırmak için ne gerekiyorsa
yapar. Bu yüzden de anne çok sancı çeker. Doğum başarı ile sona erse de, Körmös bebeğin yanından
ayrılmaz ve onu hayatının sonuna kadar izler. Buna bağlı olarak insanın yanında daima iki refakatçi
vardır. Sağ omuzunda iyilik meleği Yayuçı, sol omzunda Körmös. Yunus Emre bunlara “sorucu”20
der. Bu ise bize sanki İslamiyet’teki kabir melekleri Münker ve Nekir’in durumunu hatırlatmaktadır ki,
incelenmeye değer bir konudur21. Yayuçı kişinin iyi hareketlerini, Körmös de kötülerini yazar.
Dünyada insanın hayatı sona erince, Körmös hâlâ yaşayan ruhunu Erlik’in huzuruna götürür. Burada
Yayuçı ve Körmös dinlenir. Eğer kişi kötülükten daha fazla iyilikte bulunmuşsa, Körmös onu bırakır.
Yayuçı da karanlık diyarından, bu ruhu gökyüzüne ulaştırır.
Bunun yanı sıra Erlik’in cezası ve laneti ebedi değildir. Ölenin gökte bulunan ata ruhları, kendi
meleklerini cehenneme gönderir ve buradaki günahkârı tepesinden tutarak, yukarı çıkarır22. Esasında
Semavi dinlerde de böyledir. İnsanın günahlarının cezasını çektikten sonra bazan yeryüzünde olduğu
da düşünülen cennete gideceğini görürüz. Buna bağlı olarak bir Tuva kamı duasında şöyle diyor23:
Kara göğün kamıyım,
Rüzgârlara döndüm ben.
Ak göğe erişince,
Aydın güneş yaktı beni.
Alçalıp iniverince,
Aya kadar geldim ben.
Araştırmacıların belirttiğine göre, insanlar tarafından anlaşılamayan bu yaradılış efsanesine
çocukça izahların katılması gayet normaldir. Bu söylenilenlerin ne zaman teşekkül ettiğini belirlemek
mümkün değildir. Fakat bunları şöyle bir incelediğimizde, dine ait önemlerinin yanı sıra Türk
edebiyatına ve folkloruna dair de dikkat çekici malzemelerdir. Umumiyetle çağımızın felsefi
doktrinleri ve düşünceleri çerçevesinde yaradılış efsaneleri yorumlandığında; Tanrı’nın yanındaki
ikinci, üçüncü varlıklar söz konusu olmakta ve bunlara da zaman zaman yaratıcı vasıfları
yüklenmektedir. Ama biz meseleye günümüzün teologları veyahut da farklı alanlardaki
araştırmacıların yaptığı gibi, geç Sibirya Şamanizminin unsurlarıyla bakmıyoruz. Bu yüzden saf Türk
dininin izlerini yakaladığımız Türkçe belgeler ve Çin kaynakları bize yol göstermeye devam ediyor.
Bununla birlikte Sibirya ve diğer Orta Asya Türklerinin kozmogonisinde, dünyanın ve insanın
yaradılışıyla alâkalı birbirine benzer anlatılan daha başka hikâyelerle de karşılaşıyoruz. Bunlar o kadar
çoktur ki, hepsini yayınlamaya kalkışsak ciltlerce kitap olur. Zaten büyük bir kısmı arkaik
düşüncelerden, bu yaratılma işinde hayvanların da rol aldığı basit masallardan ibarettir. Bunların
semavi bir din olduğu sanılan Kök Tengri (Allah) inancı veya eski Türklerin hakiki diniyle bir irtibatı
olamaz. Bizim amacımız bugün Şamanizm diye anılan geleneksel hayat biçimi veya düşünce sistemine
ait ne varsa toplayıp, ortaya koymak da değildir.
Şamanizme göre bu yaratma işi belirli safhalardan sonra gerçekleşmiştir ki, bunun da diğer dini
inançlardan Sibirya Türklerine geçtiğini sanıyoruz. Aşağı-yukarı bunların büyük bir kısmı Tevrat’ta
yazılıdır. Altay bölgesinde anlatılan bir hikâyede; 1. gün aydınlık, 2. gün fiziki gök, 3. gün suyun
yerden ayrılması ve bitkiler, 4. gün ay, güneş ve yıldızlar, 5. gün balıklar ve kuşlar, 6. gün insan vediğer hayvanlar yaratılmış olup, 7. gün Tanrı’nın bütün bu işlere son verdiği söyleniyor24. Mesela
İslamiyete göre, Kur’an-ı Kerim’de Tanrı gökleri ve yerleri altı günde hâlk etmiştir25
.
20 Tarama Sözlüğü, C. V, s.3518.
21 Kur’an-ı Kerim ve Meâli, s.520.
22 Geniş bilgi için bakınız, Radloff, a.g.e., s.226-228.
23 Arslan, a.g.e., s.200.
KAYNAKLAR
Anohin, A., Altay Şamanlığına Ait Materyaller, Çev. Z.Karadavut-J.Meyermanova, Konya
2006
Arslan, A.A., Kızılderili ve Türk Şamanizmi, Ankara 2011
Buluç, S., “Şaman”, İslam Ansiklopedisi, C. 11, 2. Baskı, İstanbul 1979
Czaplicka, M.A., The Turk of Central Asia in History and the Present Day, Oxford 1918
Derleme Sözlüğü, C. I, Ankara 1963
Derleme Sözlüğü, C. III, Ankara 1968
Derleme Sözlüğü, C. IV, Ankara 1969
Esin, E., Türk Kozmolojisine Giriş, Ankara 2001
Fedotoviç, F., “Saha Yeri ve Saha Türkleri”, Çev. S.Gömeç, AÜ. DTCF. Tarih Araştırmaları
Dergisi, 16/26, Ankara 1994
Gan, L., “Göktürklerde Gelenekler ve Dini İnançlar”, Çev. E.Sarıtaş, Türk Dünyası
İncelemeleri Dergisi, Sayı 4, İzmir 2000
Gökalp, Z., Türk Medeniyeti Tarihi, Haz. İ.Aka-K.Y.Kopraman, Ankara 1976
Gömeç, S.Y., Türk Destanlarına Giriş, 2. Baskı, Ankara 2015
Gömeç, S.Y., Uygur Türkleri Tarihi, 5. Baskı, Ankara 2015
Gumilev, L.N., Muhayyel İmparatorluğun İzinde, Çev. A.Batur, 2. Baskı, İstanbul 2003
İbni-Mühennâ Lûgati, Haz. A.Battal, 2. Baskı Ankara 1988
İnan, A., Tarihte ve Bugün Şamanizm, 2. Baskı, Ankara 1972
İnan, A., Eski Türk Dini Tarihi, Ankara 2017
Kafesoğlu, İ., Eski Türk Dini, Ankara 1980
Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi, C. III, Çev. B.Atalay, 2. Baskı, Ankara
1988
Kur’an-ı Kerim ve Meâli, Meal ve Tefsir C.Yıldırım, İstanbul 1982
Monguş, K.L., Magiya Tuvinskih Şamanov, Kızıl 1993
Ögel, B., Türk Mitolojisi, C. I, Ankara 1971
Radloff, W., Sibirya’dan Seçmeler, Çev. A.Temir, Ankara 1975
Radloff, W., Türklerin Kökleri, Çev. A.Ekinci-Y.Ünlü, C. I, Ankara 1999
Sagalayev, A.M., Altay v Zerkale Mifa, Novosibirsk 1992
Senbi, M., “Altay Toponimisinde Batı ve Kuzey Mefhumları”, Çev. M.Uydu, Güney-doğu
Avrupa Araştırmaları Dergisi, Sayı 12, İstanbul 1998
Tarama Sözlüğü, C. V, Ankara 1971
Taş, İ., Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji, Konya 2002
Turan, O., Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, C. I, İstanbul 1969
Von Le Coq, A., “Dr. Stein’s Turkish Khuastuanift from Tun-Huang, Being a ConfessionPrayer of the Manichaean Auditores”, Journal of the Royal Asiatic Society, London 1911
Waida, M., “Problems of Central Asia and Siberian Shamanism”, Numen, 30/2, Leiden 1983
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder