İçindekiler :Paleolitik ÇağMezolitik ÇağNeolitik ÇağKalkolitik ÇağEski Tunç Çağı
İnsanın yeryüzünde tam olarak hangi tarihte görüldüğüne dair araştırmalar
yapan paleoantropologlara ve biyologlara göre modern insanın atası olduğu
düşünülen bir primat, günümüzden takriben 7 milyon yıl kadar önce ortaya çıktı.
Bu primatın ortaya çıktığı zamanlarda Dünya, jeolojik evriminin üçüncü
aşamasının (70-2 milyon yıl önce) takriben 9/10'unu tamamlamıştı. Dünya'nın
Senozoik denilen bu jeolojik aşamasında dev hayvanlar ortadan kalkmış, içinde
memelilerin de bulunduğu küçük hayvanlar türemişti.
Fiziki anlamda günümüz insanından biraz farklı olan ilk insan türü ise Dünya'nın
jeolojik evriminin sonuncusu olan dördüncü zamanda ortaya çıktı. Bilim
insanlarının Antropozoik (İnsan-Hayvan) diye adlandırdıkları Dördüncü Zaman
(başlangıcı 2 milyon yıl önce) kendi içinde Pleistosen (Buzul Devri) ve Holosen
(Buzul Sonrası Devir) olmak üzere ikiye ayrılır.
Tarihçilerin bilimsel ilgi alanları, insanlık tarihinin yazıyı kullanmaya başladığı
dönemle sınırlıdır. İnsanlığın yazısız dönemlerini araştırmak biyologların,
paleoantropologların ve prehistoryacıların işidir. Onlara göre insanlık tarihini
öğrenmek için günümüze kadar bir şekilde korunarak gelmiş olan insana ait her
öğrenmek için günümüze kadar bir şekilde korunarak gelmiş olan insana ait her
tür iz değerlidir. Zira günümüz insanları gibi ilk insan türleri ve insanlar da en
azından yaşayabilmek için beslenmek, barınmak ve korunmak zorundaydılar. Bu
zorunluluk dolayısıyla onlar barındıkları ya da korundukları yerlerde izler
bıraktılar. Bilim insanlarının keşfedip, inceleyip, değerlendirdikleri bu izler, bir
iskelet, bir kemik ya da günlük yaşamda kullanılan herhangi bir alet ya da araç
olabilir. Bunlar insanlığın yazısız dönemlerinin aydınlatılmasında işe yaradı ve
insanlığın yazısız dönemlerinin tarihi, insanlar tarafından kullanılan alet ve
araçların teknolojik gelişimine göre tanımlanıp, adlandırılan çağlara ayrıldı. Bu
çağlar kronolojik olarak Paleolitik Çağ, Mezolitik Çağ, Neolitik Çağ, Kalkolitik Çağ
ve Eski Tunç Çağı olarak sıralandırılır.
Paleolitik Çağ
Yontma Taş Çağı da dediğimiz Eski Taş Çağı, yani Paleolitik Çağ'ın başlangıcı
ilk insan türü olarak tanımlanıp, adlandırılan Homo Habilis'in ortaya çıkmış
olduğu zamana kadar geriye götürülmektedir. İnsanlık tarihinin çok büyük bir
kısmını (%99'unu) oluşturan bu çağ, insanlığın çok yavaş ilerleyen kültürel
gelişimine göre kendi içinde Alt, Orta, Üst Paleolitik olmak üzere üç evreye
ayrıldı. Bu evrelerin ilk ikisinde insan türü doğada kolayca bulunan taş ve ağaç
dallarını hiç şekil vermeden araç olarak kullandılar. Paleolitik Çağ'ın son
evresinde ise insanlar, taşları birbirine vurarark kabaca yontup
biçimlendirebiliyordu ve çakmaktaşından ucu sivri, keskin aletler yapabiliyordu.
Paleolitik Çağ insanları mağaraları mesken olarak kullanıyorlardı. Yenilebilir
bitkilerle, meyvelerle ve avladıkları hayvanların etleriyle besleniyor, bu
hayvanların derilerini soğuktan korunmak için giysi olarak kullanıyorlardı.
Saldırgan, vahşi hayvanlardan taş ve sopalar kullanarak korunuyorlar,
yaşadıkları mağaraların çevresinde besin olanağı tükenince yeni besin
kaynakları bulup onları toplamak için ya da avlayabilecekleri hayvanların
peşinden giderek göçebe bir yaşam sürüyorlardı. Göçebe yaşam onları açık
alanda, özellikle nehir kıyılarında doğal koruma olmadan tehlikeye açık olarak
yaşamak zorunda da bırakıyordu. Böyle durumlarda onlar ağaç tepelerinde, kaya
oyukları ve sığınaklarına veya çalılardan yaptıkları korunaklara sığınıyorlardı. Bu
özellikleri dolayısıyla '' Toplayıcılık ve Avcılık Dönemi'' diye de tanımlanan
Paleolitik Çağ'da yaşamın zorluğu insan türlerini gruplar halinde yaşamak
mecburiyetinde bıraktı. Bu toplu yaşam biçimi, insan türünün günümüz insanının
sahip olduğu yardımlaşma duygusunu geliştirmelerinde etkili oldu. Çünkü onlar
sahip olduğu yardımlaşma duygusunu geliştirmelerinde etkili oldu. Çünkü onlar
vahşi hayvanların saldırılarıyla başedebilmek için ya da avlayacakları hayvanlar
büyük, zorlu ya da çevik hayvanlar ise ortak hareket etmek zorundaydılar.
Ateşin kesin olarak ne zaman ve nasıl keşfedildiği bilinmiyor. Ancak ateşin
aydınlattığı, ısıttığı, yakıp öldürdüğü, hayvanların ateşten korktuğu (muhtemelen)
bir yıldırım düşmesi sonucunda çıkan yangınlar sayesinde Paleolitik Çağ'da
öğrenildi. İnsanlar ateşi kontrol etmeyi bu çağda başardılar. Neolitik Çağ'dan
önce, Paleolitik Çağ'da yapılan bu keşif insanlığın yaşamını kolaylaştırmak adına
önemli bir başarıydı. Artık insanlar ateşle ısınabiliyor, aydınlanabiliyor, vahşi
hayvanları kendilerinden ateşle uzak tutabiliyor, eti pişirebiliyordu. Ateş, onların
yaşamlarını da renklendirmişti. Gruplar halinde yaşayan ilk insanlar, ateş
yakarak onun etrafında eğlendiler. Bu toplu yaşam dolayısıyla insanlar konuşma
yeteneklerini de güçlendirdi, böylece insanlar sözcüklerle anlaşabilme yolunda
ilerleme kaydetmeye başladı. Farklı dilleri konuşan insan topluluklarının ortaya
çıkış tarihi de bu nedenle Paleolitik Çağ'a kadar geriye götürülmektedir. Paleolitik
Çağ'ın sonlarına doğru sözü edilen bu tür eğlencelerin konuları, yapılan bir tür
ritüel sahneleri olarak İspanya ve Fransa'da keşfedilen bu tür mağara resimleri,
Paleolitik Çağ insanının en önemli sanat ürünleridir.
Sonuç olarak Paleolitik Çağ'da yaşam zordu. Bu nedenle Amerikalı etnogrof
Lewis Henri Morgan, Günümüzde Yontma Taş Çağ'ı da denilen Eski Taş Çağı'nı
yani Paleolitik Çağ'ı insanlığın ''Vahşet Evresi'' olarak tanımlamışıtr. Morgan'a
göre paleoantropologlar ve arkeologların Mezolitik dedikleri Orta Taş Çağı ise
insanlığın ''Vahşet Evresinden Barbarlık Evresine Geçiş'' çağıdır. Morgon'ın
''Barbarlık Evresi'' diye tanımlamış olduğu çağ ise Cilalı Taş Çağı da denilen
Yeni Taş Çağı yani Neolitik Çağ'dır
Mezolitik Çağ
Günümüzden yaklaşık 15 bin yıl önce taş çağı kültürlerinden ilki olan Paleolitik
Çağ kültürü sona erdi. Bu çağın yerini Orta Taş Çağı da denilen Mezolitik Çağ
aldı. Çağın başlangıcında buzulların erimesiyle ortaya çıkan iklim değişikliği,
insanların eski yaşam biçimlerini terk etmek zorunda kalmalarının nedeni oldu.
Bu çağda yaşayan insanların, değişen iklim koşullarına uyum sağlayamayarak
çok kalabalık sürüler halinde göç eden hayvanlar dolayısıyla eski alışkanlıklarını
koruyabilmeleri zordu. Mezolitik Çağ'da insanlar önceki çağın insanı gibi
mağaraları ve kaya oyuklarını mesken olarak kullanmaya devam ettiler. Hala
avcı ve toplayıcıydılar. Ancak onların avladığı hayvanlar eskisi kadar büyük ve
avcı ve toplayıcıydılar. Ancak onların avladığı hayvanlar eskisi kadar büyük ve
kalın derili değildi. İklim değişikliği bu tür büyük hayvanların değil, daha küçük ve
çevik olanların hayatta kalmalarına izin verdi. İnsanlar hala gruplar halinde
yaşıyorlar, av hayvanlarının ve besin kaynaklarının durumuna göre göçebe bir
yaşam sürüyorlardı ve insan gruplarının sayısı arttı. Tüm bunların yanı sıra açık
alanda yaşama eğilimi artmaya başladı. Yerleşik yaşamın ilk örnekleri bu çağda
görüldü. İlkel de olsa tarımla uğraşan topluluklar oluşmaya başladı. Kullandıkları
aletlerin hammaddeleri hala taş, kemik, boynuz ve çakmaktaşıydı. Fakat
Mezolitik dönemin en karakteristik aleti, mikrolit denilen küçük taşlardan yapılan
aletlerdi. Ayrıca bu çağın insanları da mağara duvarlarına resimler yaptılar ve bu
resimleri boyadılar. Yabani tahılların toplanmasında işe yarayan oraklar da bu
çağ insanlarının günlük yaşamında kullanılır olmaya başladı. Ancak Mezolitik
Çağ'ın insanları henüz üretici değildi.
Paleolitik Çağ'dan Neolitik Çağ'a bir geçiş evresi olarak tanımlanan Mezolitik
Çağ'ı Türkiye'de temsil eden iskan yerleri şunlardır: Karain, Belbaşı, ve Beldibi
(Antalya'da), Biris Mezarları ve Söğüt Tarlası (Şanlıurfa'da). Bunlardan
Beldibi'nde kaya oyuğundan mikrolit denilen küçük taş aletler keşfedildi.
Neolitik Çağ
Cilalı Taş Çağı da denilen Yeni Taş Çağı, yani Neolitik Çağ Morgon'a göre
insanlığın ''Barbarlık Evresi''ni oluşturmaktadır. Neolitik Çağ, insanlık tarihi
açısından bir dönüm noktasıdır. Zira bu çağın insanları uygar olarak
nitelendirilen bir kültür seviyesinden olmasalar da Gordon Childe'in söylediği gibi
bir Neolitik devrimi gerçekleştirmişlerdi. Günümüzden takriben 11 bin yıl önce ,
yani M.Ö. 9000 yıllarında görülmeye başlanan Neolitik Çağ insanları artık
mağaralarda yaşamıyorlardı. Göçebe ve toplayıcı yaşamı büyük ölçüde
terketmiş, yerleşik, üretici topluluklar oluşturmuşlardı. Suya yakın olan, çevresi
ekime elverişli, güvenli mevkiler olduğunu düşündükleri sabit açık alanlara
yerleşip, oralarda sürekli iskan etmeyi tercih etmişlerdir. İnsanların mağaralara
bağımlı olmadan yaşayabilmek için seçmiş oldukları yerler, köylere, kasabalara
dönüştüler. Fakat bu yerleşmeler depremlere , salgın hastalıklara , saldırılara ya
da işgallere maruz kaldılar, yıkıldılar. Bu tür olumsuzluklar, insanların bu yerleri
terketmeleri için yeterli olmadı. Çünkü yerleşme o çevrenin en uygun yeriydi.
Yıkıntı düzeltilip yeniden iskan edildi. Her işgalci, işgal ettiği yerde kendi
yerleşimini inşa etti ve kültürlerinin izlerini bıraktı. Böylece arkeologların kazılarla
ortaya çıkaracakları üst üste kültür izlerini bıraktılar. Bilim insanları tarafından
ortaya çıkaracakları üst üste kültür izlerini bıraktılar. Bilim insanları tarafından
Neolitik Çağ'da iki evreli kültürel gelişmenin olduğu ortaya koyuldu. İlk evrede
her ne kadar avcılık terk edilmiş olmasa da insanlar yerleşik yaşama geçmiş,
yerleştikleri yerin çevresinde bitki ve hayvanlarını evcilleştirmeye başlamıştı.
Yani tarım yapıyor, hayvan besleyebiliyor, taştan, çakmaktaşından, kemikten,
boynuzdan ve obsidyen denilen doğal camdan aletler ve süs eşyaları
yapabiliyordu. Ateşi günlük yaşamının bir parçası yapmış ve ateşten
aydınlanmak, ısınmak, pişirmek için yararlanabiliyordu. Fakat ateş, bu evrede
kapların üretiminde henüz bir araç olarak kullanılmıyordu. Bu nedenle Neolitik
Çağ'ın M.Ö. 7600'e kadar olan ilk evresine Seramiksiz (Aseramik) Neolitik
Dönem denilmektedir.
Neolitik Çağ'ın ikinci evresinde insanlar, kil toprak çamurun ateşle
sertleşebileceğini keşfettiler. Bu keşifle birlikte çanak ve çömlek, testi gibi pişmiş
toprak kapların, yani seramiğin üretimine başladılar. Böylece Neolitik Çağ'ın
Seramikli Dönemi (M.Ö.7600-6000) başlamış oldu. Bu dönemde iskan edilen
yerlerde yapılan tarım ve hayvan yetiştiriciliği gelişti. Yerleşik yaşam için hayati
önemi olan besinleri iskan ettikleri yerin çevresinden sağladılar. Başta buğday,
arpa, bezelye ve mercimek olmak üzere toprağa bağlı olarak üretilen bitlikeri
ekip biçtiler. Bu bitkilerin tohumlarını ekmek için toprağı uygun hale getiren ve
hammaddesi metal olmayan çapa ve saban gibi aletleri üretip kullanmaya
başladılar. Olgunlaşan tahılı toplamak içinse çakmaktaşından yaptıkları
oraklardan yararlandılar. Neolitik Çağ'ın seramiksiz evresinde evcilleştirdikleri
koyun, keçi, ve köpek gibi hayvanlar bu çağın ikinci evresinde çok daha yaygın
olarak günlük yaşamın bir parçası oldu. Koyun ve keçinin hem etinden, hem
sütünden, hem derisinden, hem de yününden yararlandılar. Yünden ve keten
liflerinden ip, ipten de dokuma endüstrisinin ilk ürünleri olan basit kumaşları
ürettiler. Sazlardan örülen sepetler, evlerin zeminlerine serilen saz ve
kamışlardan hasırlar, Neolitik Çağ'ın ikinci evresinde bilinen günlük yaşam
ihtiyaçlarındandı. Hammaddesi toprak, taş, mermer , çakmaktaşı, boynuz, kemik,
obsidyen olan günlük yaşamın diğer aletleri, araçları, silahları ve süs eşyaları da
Neolitik Çağ'ın ikinci evresinde daha kaliteli üretildi. Topraktan yapılan
heykelcikler, özellikle Ana Tanrıça heykelcikleri Neolitik Çağ'ın ikinci evresinin
karakteristik sanat ürünleriydi. Bunlar heykeltraşlığın ilk örnekleridir. Resim
sanatı evlerin duvarlarında renkli kabartmalarla icra edildi. Duvar kabartmalarını
ve fresklerini oluşturan tasvirlerinin konuları ise maymun ve insan resimleri, av
ve dans sahneleriydi. Dünya'nın bilinen en eski manzara resmi de Türkiye'de
(Çatalhöyük'te) görüldü. Neolitik Çağ'ın ikinci evresinde yaşayan insanlar, önceki
evlerini yuvarlak biçimli olan basit kulübeler olarak değil, ortada bir avlusu
bulunan ızgara ya da hücre planlı, kare ya da dikdörtgen biçimli inşa ettiler. Tek
katlı ve düz damlı olan evlerin duvarları pişmemiş topraktan, yani kerpiçten ya da
taştan yapılıyordu. Bazı evlerin duvarlarında, damlarında ya da üst kat
çıkmalarında veya zemininde ahşap da kullanılıyordu. Ancak istisnai durumlar
dışında evlerin duvar zemininde yer alan kapıları yoktu. Bu çağın ikinci evresinde
köylerin hem hane sayısı hem de nüfusu arttı. Üretici hale gelmiş olan Neolitik
Çağ toplulukları ihtiyaç fazlası olan ürünleri, ihtiyaç duydukları ürünlerle
değiştirmeye başladılar. Böylece değiş-tokuş (takas) ticareti geleneğinin temelleri
atıldı. Bir nehrin kıyısından öbür nehrin kıyısına geçebilme ihtiyacı ise su
taşımacılığının insanın günlük yaşamının bir parçası haline getirdi. Ancak
Neolitik Çağ'da su taşımacılığında kullanılan araç henüz yalnızca ağaç
kütükleriydi. Tüm bu ilerlemeler ve farklılaşmalar ile bilim insanlarının ''İleri
Üretim Dönemi '' olarak adlandırdıkları Kalkolitik Çağ'a geçiş başlamış oldu.
Kalkolitik Çağ
''Kalkolitik'' terimi de Paleolitik, Mezolitik, ve Neolitik terimleri gibi eski Yunanca
olan iki kelimenin, yani bakır anlamına gelen ''kalkos'' ile taş anlamına gelen
''lithos'' kelimelerinin birleştirilmesinden türetilmiştir. Bakır-Taş Çağı olarak da
adlandırlan Kalkolitik Çağ'da insanlar, çağın adını oluşturan kelimelerden de
anlaşılacağı üzere günlük yaşamlarında hala taş aletler kullanmaktaydılar. Ancak
artık bir madenden, yani bakırdan yapılan araçlar da insanların günlük
yaşamında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bilim insanlarının ''İleri
Üretim Dönemi'' olarak adlandırdığı bu çağ kendi içinde Erken, Orta ve Geç
Kalkolitik olmak üzere üç evreye ayrıldı ve çağın başlangıcı, M.Ö. 5000 yılın
ortalarına tarihlendi. Kalkolitik Çağ'ın ilk evresinden itibaren insanlar, giderek
daha kalabalık nüfusa sahip olan köylerde yaşamaya başladılar. Neolitik
Çağ'dan beri bilinen bakır madeninin yanı sıra altın ve gümüşten de aletler ve
süs eşyaları yapıldı. Maden, artık yalnızca dövme tekniğiyle değil, yüksek ısıda
eritilip, erimiş haldeyken bir taş kalıba dökülerek şekillendiriliyor ve bu şekilde
süs eşyası ya da bir alet elde ediliyordu. Böylece insanlık tarihindeki ilk ilkel
kalıplar Kalkolitik Çağ'da geliştirilmiş oldu. Kalkolitik Çağ'ın bir diğer önemli keşfi,
çömlekçi çarkının icadı oldu. Çağın sonunda gerçekleşen bu icat sayesinde
seramik kapların daha kolay şekillendirilmesinin ve daha seri üretilmesinin yolu
açıldı. Çağın mimarisine bakıldığında kentleşmeye doğru ilk eğilimlerin de bu
çağda ortaya çıktığı görülmektedir. Her ne kadar evler dikdörtgen planlı, düz
damlı olsalar da evler arasında sokak diye nitelendirilebilecek dar yollar bu
çağda görülmeye başlamıştır. Bazı yerleşmelerin etrafı kerpiç duvarlarla
kuşatılmıştı. Eski Yunanların ''megaron'' dedikleri büyük ve dikdörtgen planlı
odalar, ilk kez bu çağda görüldü. Ancak pişmiş topraktan Ana Tanrıça
heykelciklerinde sanatsal açıdan kayda değer bir gelişme görülmedi. Kalkolitik
Çağ hem mimari bakımdan hem de ürettikleri alet, silah, süs eşyası, diğer
ihtiyaçlar ve ürünler bakımından Neolitik Çağ geleneğinden tamamen kopuk ya
da özgün olan bir kültür çağı olmamıştır. Yalnızca küçük boyutlu aletlerin ve süs
eşyalarının yapımında bakır madeninin kullanımı bu çağda artmıştır.
Eski Tunç Çağı
M.Ö 4000 yılıın sonundan başlayıp M.Ö 13. yüzyılın sonlarına kadar devam
eden Tunç Çağı, kendi içinde Eski Tunç Çağı, Orta Tunç ve Geç Tunç Çağın
omak üzere üçe ayrılır.
Eski Tunç Çağı'nın en önemli yerleşmesi, arkeoloji bilimi gelişmeden önce
efsanevi bir kent olarak bilinen Troia'dır. Batı'nın ilk ozanı Homeros'un M.Ö. 8.
yüzyılın ikinci yarısında yazmış olduğu '' İlyada'' destanının yayınlanmasından
sonra ünlenen Troia, M.Ö 13. yüzyılda Priamos adlı zengin bir kralın hüküm
sürdüğü güçlü askeri yapılanması olan bir kentti. Troia 1 yerleşmesi M.Ö.
2500'de bir yangınla yıkıldı. İlkinin yıkıntıları üzerine inşa edilen Troia 2, M.Ö.
2200 yılına kadar eskisinin devamı olan kültürünü geliştirerek büyüdü. Taş
temeller üzerinde yükselen kerpiç duvarlarla çevrili yaklaşık 100 metre çapında
bir iskan alanını kapsayan Troia 2'nin ana giriş kapısı, Troia 1'deki gibi kulelerle
korunuyordu. Kentin iki giriş kapısının her birinde megaron tipi bir giriş mekanı
(propylon) bulunuyordu. Evler merkezi yeri işgal eden bir saray ile megaron tipi
bir yapıyı çevreliyordu.Troia 1 seviyesinde çömlekçi çarkı kullanılmıyordu. Kilden
yapılan kaplar, elle biçimlendiriliyor, açık ateşte pişirilerek sertleştiriliyordu. Tek
renkli olan kaplar, ender de olsa beyaz yüzey üzeri boya ile bezenerek
süsleniyordu. Troia 2'de hem çömlekçi çarkı kullanılıyor hem de kaplar fırın
ateşinde sertleştiriliyordu ve çöleklerin çoğu insan biçimli üretiliyordu. Her iki
dönemin heykelleri şematikti. Heykelciklerin cinsiyeti, küpe takma amaçlı olarak
delinen kulak memelerinde ifade edildi. Aletlerin yapımında bakır, altın, gümüş,
kalay, tunç ve nadir de olsa meteor demir kullanıldı. Madenden yapılma aletlerin
3/5'i tunçtandı. Ancak bütüm madenler Troia dışından temin ediliyordu. Eski
Tunç Çağı'nın erken evresinde üretilen pişmiş toprak kaplar biçimsel çeşitlilik
açısından zengin olamadığı gibi basit biçimliydiler. Çömlekçi çarkının kullanılmış
olduğu Eski Tunç Çağı'nın son evresine kadar kaplar tek renkli ve çok azı boyalı
olarak üretildi. Boyalı kaplarda kullanılan renk kırmızıydı ya da açık zemin koyu
renklerle süslenmişti. Kapların basit biçimli olmalarının nedeni madenden
üretilen kapların üretimindeki artıştı. Geçen zamanla üretilen seramikler, siyah
perdahlı yüzeyi geometrik karbartmalar ve yivlerle süslenmiş emzikli
çaydanlıklar, gaga ağızlı testileri geniş karınlı seramik kaplar üretilmeye
başlanmıştı. Bunlar ve insan yüzlü testiler, çift kulpları olan vazolar, birer kulbu
olan fincanlar ve kaseler, keskin köşeli fincanlar ve vazolar Eski Tunç Çağı'na
özgü yeni formlardı. Eski Tunç Çağı'nın son evresinde üretilen seramik kaplar da
biçim bakımından çeşitliliğin arttığı ve basit olmaktan çıktığı evreydi. Bu evrede
gaga ağızlı testiler, kulplu çaydanlıklar gibi madenden yapılmış eserler, seramik
gaga ağızlı testiler, kulplu çaydanlıklar gibi madenden yapılmış eserler, seramik
kap üretiminde örnek alındı. Heykeller şematik olmaktan çıkmış değildi. Pişmiş
topraktan, tunçtan, gümüşten, altından ve çeşitli taşlardan heykelcikler yapıldı.
Pişmiş topraktan Ana Tanrıça heykelciklerinin yapımı bu çağda da devam etti.
Boyutları 5 ile 30 santimetre arasında değişen bu heykelcikler arasınde boğa ve
geyik heykelcikleri, bronz geyik heykelcikleri ve sistrum denilen çıngıraklar da yer
almaktadır. Eski Tunç Çağı'nda damga mühürlerinin hammadesi yine pişmiş
toprak ve taştı. Üzerine geometrik desenler çizilmişti. Dokumacılık Eski Tunç
Çağı'nın özellikle son evresinde çok gelişti. Eski Tunç Çağı yerleşmelerinde gün
ışığına çıkarılan çok sayıdaki ağırşak, kirmen ve tezgah ağırlıkları gelişmişliğin
delilleri olmuşlardır.
Eski Tunç Çağı kültürü, Kalkolitik Çağ kültürü geleneğinin devamı olup kesintisiz
kültürel bir gelişim söz konusudur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder