TÜRKLER'DE
KURT EFSANESİ
1-
Gök-Türkler’in Türeyişi
2-
Gök-Türk Türeyiş Söylencesi ve Ergenekon Söylencesi
3-
Tarih ve Söylence
4-
Ergenekon Adı Nasıl Ortaya Çıktı?
5-
A-çina Ne Demektir?
7-
A-çina Hanlarının Halkı Türkler
8-
Yüzüklerin Efendisi ve Türklerin Sığındığı Miğfer Biçimli Dağ
9-
Kurt Simgeciliği
10-
Kurt ile Elik Keçisi
11-Dişi
Kurt, Türkler ve Etrüskler
12-
Sonuç ve Mankurt Söylencesi
1-GÖK-TÜRKLERİN
TÜREYİŞİ
Geçtiğimiz
aylarda Türklerin ongunun kurt olmadığı, Ergenekon Söylencesi’nin Moğol kökenli
olduğu ve bu söylencenin tamamı ile safsata olduğunu savlayan yazılar okuyunca
aklıma Cengiz Aytmatov’un Man-kurtları geldi. Kendi ulusuna yabancılaşan
aydınlarımızın(!) ulusumuzu da nasıl yanılttığını görmek acı verici
idi...Yazıma Ergene-kon Söylencesi’nin asıl anlatımı ile başlıyorum:M.S. 386 –
581 yılları dönemi Çin kayıtlarına göre Gök-Türkler’in
Türeyişi:“...T’u-kue’ler, Hiung-nu ( Hunların)(14) özel bir ırkıdır. Soyadları
A-şina’dır.(15) ÖnceHunlardan bağımsız bir kabile kurdular; ama daha sonra bir
komşu ülkenin saldırısına uğradılar.On yaşında bir oğlan çocuğuna varıncaya
kadar bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok edildi. Düşman askerleri, oğlanın
daha küçük olduğunu görünce onu öldürmeye yürekleri elvermedi. Sonunda
ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar.
Bataklığın içinde bir dişi kurtvardı, çocuğu etle besledi. Böylece oğlan çocuk
serpildi, büyüdü, dişi kurtla ilişkiye girdi, kurt ondan hamile kaldı.Komşu
devletlerin kralı, gencin hala sağ olduğunu öğrenince, onu öldürmeleri için
adamlarını yeniden oraya gönderdi. Gelenler, gencin yanında dişi kurdu da
öldürmek istediler. Bunun üzerine dişi kurt, Kao-ç’ang ( Turfan(16) Devleti’nin
kuzeyinde bulunan bir dağa (17) kaçarak sığındı. Bu dağda bir mağara vardı,
mağaranın içerisinde üzeri otlarla kaplı alabildiğine geniş bir ova uzanıyordu.
Yüzlerce li genişliğindeki ova dağlarla çevriliydi. Dişi kurt dağlara saklandı.
Orada
on erkek çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlar büyüdüklerinde mağaradan çıkarak
dışarıdaki kadınlarla evlendiler, onlar da çok sayıda çocuk dünyaya getirdiler.
Her nesil kendine bir soyadı koydu, biri kendine A-şi-na adını verdi. Onun
çocukları ile çocuklarının çocukları çoğaldılar ve yüzlerce aile oldular.
Birkaç nesil sonra Ju-Ju (19) ların tebaalığına girip, onlara hizmet etmek
üzere mağaradan dışarıya çıktılar. Kin-şanların ( Altayların) güney yamacında
yaşamaya başladılar ve Ju-juların hizmetinde demirci ustası olarak
çalıştılar.Kin-şan Dağı ( Altay Dağı), bir miğfere benziyordu, onlarda miğfere
T’u-küe dedikleri için, kendilerine T’u-kü adını koydular...” (1)Üstte
gördüğünüz söylencenin kaynağı M.S. 386-581 yılları arasında yer alan Çin
arşivlerinde yer alır ve Gök-Türklerin türeyişini anlatır. Ancak buradaki Türk,
Gumuilev’in belirttiği gibi Türkçe konuşan ama başka kabile adları taşıyan
halkları değil sadece dişi kurttan türeyen Aşinaların soyunu anlatır ki onlar
da kendilerine Gök-Türk demişlerdir.Örneğin ülkemizin adı Türkiye’dir, Türk adı
kullanılır ama Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan gibi diğer Türk ülkeleri
farklı adlar taşır. Başka bir örnek ise Kazakistan: Kazak Türklerinin kökleri
Bizans, Ermeni, Rus kaynaklarında “ Sarışın, renkli gözlü” olarak tanımlanan
Kıpçak Türkleri’nden gelir, zamanla Moğol ve Çinlilerle karıştıkları için Kazak
Türkleri bu fiziki özelliklerini kaybetmişlerdir. (2) Tarih derslerinden
anımsayacağınız Mısır’daki Memlük ( Kölemen) Devleti de, Deşt-i Kıpçak’ta (Kıpçak
Bozkırı: Güney Ukrayna ve Güney Rusya) Moğollar tarafından ele geçilerek,
Suriye’de Köle olarak satılan ve daha sonra Eyyübilerin Hassa ordularında yer
alan Kıpçak Türklerince kurulmuştu.Kazakistan, bu nedenle yakın zamanda
Mısır’da bulunan Memlüklüler tarafından yapılan Sultan Baybars Camii’ni
yenilemeye karar verdi. (3) Sultan Baybars’ın(( d:1223- ö:1277) ) kurduğu bu
devlet, Araplar tarafından “ Devlet-it Türkiye” adıyla anılmıştı.Gök-Türkler
ise Türk adını bilinçli bir biçimde kullanmışlar ve kendi türeyiş
söylencelerinde Türk adının doğuşu ile ilgili olarak da kendilerince bir yoruma
gitmişlerdir.Türk adının ilk ne zaman ortaya çıktığı ise tartışmalıdır ve
yazımızın konusu olmadığı için bu konuyu burada bırakıyorum.
2-GÖK-TÜRK
TÜREYİŞ SÖYLENCESİ VE ERGENEKON SÖYLENCESİErgenekon Söylencesi 13. yüzyılda
tarihçi Reşidüddin tarafından yazıya geçirilmiş daha sonra ise 17. yüzyılda
Ebü'l Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türkî adlı yapıtında yer almıştır.Ergenekon
Söylencesi, üstte alıntıladığımız 4. y.y.’a dayanan “Gök-Türklerin dişi kurttan
türeyerek Türk adını aldıkları söylencenin” değişmiş bir anlatımıdır. Cengiz
Han’ın kurduğu Moğol-Türk İmparatorluğunun etkisi ile zaman içerisinde bu
söylenceye Moğol unsurları girmiştir. Reşidüddin de kendi yapıtını yazarken
faydalandığı Altun Debter adlı Moğolca yapıtın da etkisiyle olmalı, bu
söylenceyi Moğol Söylencesi olarak yapıtına almıştır. Bu Moğol etkisine daha
sonra yeniden değineceğim.Yazıya eldeki tüm Gök-Türk ve Ergenekon
söylencelerini sunarak değil, en eski tarihli Gök-Türk Söylencesini sunarak
başladım ki, yazının okunması zor olmasın. Diğer söylenceleri ise yazının
sonunda ekler bölümünde kaynakları ile beraber sıralı olarak
göreceksiniz.Bunlar:a-) M.S. 386-581 yılları arasındaki Çin arşivlerinde geçen
söylencenin iki anlatımından ilkini yazının başında vermiştim. İkinci anlatımda
bu kez hem Gök-Türk Türeyiş Söylencelerinin diğer anlatımlarından hem de
Ergenekon başlıklı olanların anlatımından farklı bir öykü yer alsa da, yine de
“ yok olan kabile, a-çi-na ( kurt), dağ ve T’u-küe” unsurları yer almakta. Ama
ayrıca “ 17 sayı simgesi ile “yaz ve kış kızı unsurları” eklenmiş.b- M.S.
581-617 arası Sui Dönemi Çin arşivlerinde yer alan Gök-Türk Türeyiş Söylencesi
biri kısa, ikincisi uzun olmak üzere üst tarafta sunulan ilk anlatımdakine
uygun bir biçimde anlatılmaktadır.c- 13. y.y.da tarihçi Reşidüddin tarafından
yazıya geçirilen ve 17. Y.y.da Ebü’l Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türki adlı
yazıtında geçen Gök-Türklerin Türeyiş Söylencesi’nin Moğollaşmış halinin
özeti(Ergene-kon).d-) Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un 19.11.200 tarihinde
kamuoyuna duyurduğu ve kaynağı İran’ın Meşhed Kütüphanesi’nde bulunan Arapça
“Kitabü’l Etrak” ve Türkçe “ Türk Bitigi” başlığı atılmış 13. y.y. sonlarında
Doğu Türkçesi ile ve Arap alfabesi ile yazılmış bir yazmada yer alan yeni bir
türeyiş söylencesie-) Osmanlı zamanı ( 1691) zorla Suriye’ye iskân edilmek
istenen, Beğdilli Türkleri’nin Türeyiş Söylencesi ki bu söylencede de “ yok
olan kabile, kurt, dağ içinde mağara ve kurt adlı bir Türk kabilesi” vardır.
3-TARİH
VE SÖYLENCEÖncelikle söylencenin, hangi tarihi olaydan kaynaklandığına
bakalım.Gumilev, girişte sunduğumuz Gök-Türk Söylencesi’nin, hepimizin tarih
derslerinden aşina olduğumuz , Gök-Türklerin, Ju-jan’lara( Cücenler)
başkaldırışı ile ilgili olduğunu anlatır.“A-çina, Hun Prensi Mu’kan!a tabi
iken, Tö-palar ( Tabgaçlar) 439’da Hunları yenip, topraklarını feth edince,
Prens A-çina, 500 çadırlık halkı ile Altay Dağları’nın eteklerine kadar yayılı
olan Ju-janlara sığınır ve Ju-janların demir döküm işlerini yaparak, hizmet
ederler.”( 4)Burada 500 aile tabiri Gumuilev tarafından mecazi olarak
kullanılmaktadır. Yine Gumuilev’e göre A-çina Kabilesi, Hun ve Siyenpi ( Sibir)
savaşçılarından oluşmuş bir kabile idi.(Savaştan geriye kalan bu mecazi 500
kişilik aile, söylencede “düşmanları tarafından elsiz, kolsuz bırakılan çocuk”
olarak simgelenmiştir.)A-çina Kabilesi’nin sığınmak için seçtiği Altay Dağları
eteklerinde Hunlardan türeyen ve Türkçe konuşan kabileler vardı ve A-çinalar
zamanla buradaki yerli Hun Türkleri ile karışarak “ Türkler” adını aldılar.
Daha sonra çoğalıp, güçlenen Gök-Türkler, Ju-janlar ( Cücenler) ile savaş
çıkarmak için, Ju-jan kağanın kızını vermeyeceğini bile bile istemişler,
Ju-janların hakanının, Gök-Türkleri küçümseyerek “sizler, demirci
kölelerimizsiniz, haddinizi bilin” anlamında verdiği yanıt üzerine Gök-Türkler,
Ju-Janlara savaş ilan etmiş, kısa bir süre sonra ise Ju-Janları ortadan
kaldırarak, kendi devletlerini kurmuşlardır.Tarihçi Reşidettin’in “
Ergenekon’dan çıkışı “ Türk Kağanı ve beyleri bir parça demiri ateşe salıp,
kızdırtıktan sonra örs üzerinde çekiçleyerek kutlarlardı” dediği bayram,
Gök-Türklerin tekrara ataları gibi bağımsız olmalarını sağlayan demirciliğin
anılışıydı. Zira Gök-Türkler ve genel olarak Türkler, demircilikleri sayesinde
kılıç, kargı, zırh gibi savaş alet ve giysileri bakımından sıkıntı çekmiyorlar
ve bu da askeri güçlerinin yüksek olmasını sağlıyordu.Gumilev, üstte
alıntıladığım ilk söylence hakkında Çin arşivinde ayrıca “ Batı ucundaki Hyuing-nu(Hun)
Hanedanı’ndan batıya geçenler” ( 5) açıklaması olması nedeni ile kıyıma uğrayan
Gök-Türklerin, Attila Hunlarının (Batı Hunları) devamı olabileceğini de
belirtmiştir.İşte Ergenekon adıyla anılan “ Göktürklerin Türeyiş Söylencesi’ ,
üst kısımda anlattığımız tarihi olayları anlatır.
--------------------4-ERGENEKON
ADI NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?Cengiz Han’ın Moğol-Türk İmp.luğunun etkisi ile
Gök-Türk Türeyiş Söylencesi Moğol Kültürü’ne bağlanmak istenmiştir. Bu nedenle
söylencede adlar ve yerler Moğollaştırılmıştır.Örneğin Ergenekon Söylencesi’nde
katliamdan “ İl Han’ın oğlu Kıyan ve yeğeni Negüz( Dokuz) kurtuldu”
denir.Gök-Türk Türeyiş Söylencesi’nde dişi kurttan on erkek çocuk doğar, bu
çocukların soyu daha sonra ikiye ayrılır; biri A-çina ( Kurt Kabilesi)
diğerlerinin adı ise belirtilmez” A-çina ve diğerleri“ denir. Yani “bir ve
dokuz” olarak ayrılırlar.Ergenekon Söylencesi’nde de Kıyan ve Negüz adlarına
iki genç vardır. Negüz’ün Türkçesi dokuzdur.Ergenekon Söylencesi’nin sonunda
ise Demirci’nin dağı eritmesi ile Gök-Türkler, kağanları Börte-çine
önderliğinde Ergenekon’dan çıkarlar.Börte-çine, Moğolca “Boz-kurt” demektir.
Göktürk Türeyiş Söylencesi’nin anlatımlarında ise mağaradan çıkıldığı vakit,
kağanın adı verilen anlatımlarda A-Hien Şad’dan bahsedilir ki A-hien Şad da,
A-çina soyludur yani “Asil Kurt Kabilesi’ndendir.”Ergenekon’da Kıyan ve Negüz (
Dokuz), Gök-Türk Türeyiş Söylencesi’nde ise A-çina ve “Diğer dokuz kabile”
vardır. Moğol anlatımındaki “ yeğenin adının ‘dokuz’ olması söylenceye
uygundur. Kıyanlar ile A-çinaları özdeşleştirecek bir bilgi yoktur ama
Ergenekon Söylencesi’nin sonunda Gök-Türkler Börte-çine adlı kağanları ile
mağaradan çıkarlar.Söylencedeki Börte-çine yani Boz-kurt adlı kağan bilgisi ile
diğer söylencedeki A-çina soylu A-hien Şad bilgileri de birbirine uyumludur,
her iki söylencede de kağanlar, kurt simgesi ile beraber anılırlar.Gelelim
Ergenekon adına. Ergene-kon, “Dik-yamaç” demektir. Gumilev, Gök-Türk
Söylenceleri’nde “mağaradan girilerek saklanılan yerin”, Orta Asya’da sık
rastlanan Dağ Vadisi olduğunu belirtir. Zaten söylencelerde de “etrafı dağlarla
çevrili ova” denir.Özetle Ergene-kon coğrafi bir bölgenin ya da dağın adı
değil, sadece coğrafi bir özelliği anlatan Moğolca bileşik kelimedir.Söz konusu
türeyiş söylencesinin Ergene-kon adıyla anılması yanlıştır, doğrusu Gök-Türk
Türeyiş Söylencesi olmalıdır.Prof. Dr. Abdulkadir İnak, Cengiz Han’ın Türk
Söylenceleri üzerindeki etkisini şöyle açıklar:“...Moğol istilâsından sonra
eski Türk destanlarının parçaları Cengiz Han adı çevresinde toplanarak,
Cingizname adıyle Kıpçak boyları içinde teşekkül eder. Bu destan XVI. asırda
Başkurtlar arasında tesbit ediliyor. Eserde Çingiz Hanın tarihî hayatı ile
ilgili hiçbir olay yoktur ve destan eski Türk destanının kalıntılarının Çingiz
adı çevresinde toplanmasından meydana gelmiştir.Bu destanî hikâye şöyle başlar:
‘Yafes'e
Ebulca Han derler. Ebulca Han oğlu Bakır Han, Bakır Han oğlu Ovuz Han, onun
oğlu Gök Han, onun oğlu Güz Han, onun oğlu Karak Han, onun oğlu Künü Mergen,
onun oğlu Ucam Buğrıl, onun oğlu Sam Savcı, onun oğlu Serke Burun, onun oğlu
Kaçu Mergen, onun oğlu Kaçuman, onun oğlu Karavman, onun oğlu Tumavul Mergen,
onun oğlu Duyun Bayan, onun oğlu Çingiz Han.’
Bu
şecerede tarih kitaplarının hiç bir tesiri görülmüyor. Bu destanı bir
destancıdan tesbit eden adam gûya, giriş olarak, Çingiz'in şeceresini veriyor.
Bu şecerede dikkati çeken adlar Ovuz Han ve oğlu Gök Handır. Destancı Çingiz
Hanı, Oğuz'un oğlu Gök Hanın neslinden saymaktadır.
Ebulgazi
Bahadır Han da Şecere-i Terakime'de Moğol ve Tatar kavimlerini Oğuz soyundan
saymıştır. "Oğuz Han yetmiş iki yıl Moğol ve Tatarlarla savaştı. Bunlar
onun öz soyundan (süngekinden = kemiğinden) idiler" diyor.
XIII.
asrın büyük hadiselerinin kahramanı olan Çingiz Han Orta Asya ve İdil-Ural
Türklerinin destanlarında eski Oğuz Hanın yerini almıştır. En eski Türk
destanındaki birçok unsurlar ve olaylar Çingiz adı çevresinde toplanmıştır.
Çingizname, Çingiz'in ve atalarının da bozkurt soyundan olduklarını hikâye
ediyor...” (6)Aynı makalede Profesör Dr. Fuat Köprülü den yapılan bir alıntıda
Ergene-Kon’un Gök-Türk Söylencesi’nin Moğollaştırılmış hali olduğuna dair
tespit yer alır:“İslâmiyeti kabul eden Gazan Han zamanında yazılmış olan
Reşîdeddîn'in Câmiü't-tevarih'inde bu menkıbe 'Ergene Kon' namı altında ilk
şeklinden biraz farklı bir surete münderictir. Orada, İslâmiyet tesiri altında
kurttan doğan çocuklar başka şekle ifrağ edilmiş ve Çingiz'e çıkarılan silsilename
bunu tabiatiyle Moğollara atıf ve isnat edilmesine sebebiyet vermiştir.Esasen
Gök-Türklerin bir parçası -ki Çinliler bunlara Şato Türkleri namı verirler-
Milâdî 840 vekayii neticesinde şimali şarkiye muhaceret ederek Moğol kabileleri
arasına karışmış, fakat eski Türk hakanları sülâlesinden olmak itibariyle
Göktürk ananelerini muhafaza etmişti; işte Çingiz'in ecdadı bu Türklere mensup
olduğundan, bu suretle Göktürk ananesi Moğollar arasına girmiş ve muahheren
teşekkül eden Çingiz menkıbesi de tabiatiyle Göktürk destanının bir istitalesi
şeklinde meydana gelmiştir. İşte bu nokta-î nazardan Reşid-ed-din ve
Ebulgazi'deki Ergene Kon menkıbesinde zikredilen Moğollar, şüphesiz,
Oğuzlar'dır; Çin menbalarındaki şekil ile bu muahhar şekil arasındaki ayniyet
de bunu katî olarak gösterir...”J.P. Roux da bu durumu şöyle ifade
eder:“...Moğolların Gizli Tarihi'nde, Cengiz Han'ın köken miti Yukarı Asya'daki
mitlerin en karmaşıklarından biri olarak nitelenir. 'Çeşitli etkilerle hızla
bozulmuş ve daha yakın tarihli yerli ya da yabancı versiyonlarda tamamen
farklılaşmış, zor tanınır hale gelmiştir' der Roux...” (7-ı)
5-)
A-ÇİNA NE DEMEKTİR ?Çinli yazarlar, Gök-Türk Hakanı ile Kurt sözcüğünü eş
anlamlı kullanmışlardır. Örneğin Şapolyo ( Sha-po-lio), kurt karakterli insan
demektir. Yine Çin arşivlerinde hükümdara verilen önerilerde “ yapılması
gereken şey, göçmenleri kovmak ve kurtlara saldırmaktır” denilmektedir.Burada
kurtlardan kasıt Türkler’dir. Zaten Gök-Türk tuğlarında “ altın kurt-başı”
motifleri kullanılırdı.Gök-Türklerin “ Türkler Söylencesi’nde ”A-çina ve diğer
dokuz kardeşinin soyu ana tarafından dişi bir kurttan gelir.Aynı coğrafyadaki
diğer Türk boyları ile başka milletlerin söylencelerinde de benzer biçimde
hayvan-atalar vardır:Tibetliler : Dişi maymun – Orman rakşası ( iblis)Moğollar
: Cengiz Kağan :Bozkurt- AlageyikTölesler : Kurt – Hun yabgusunun kızı(Töles
:Büyük Hun Devleti ile Kök Türk Devleti arasındaki dönemde Türkler'e verilmiş
ortak bir ad)Göktürkler : Hun prensi – Dişi kurtGumilev’e göre ise A-çina “
saygıdeğer/asil kurt” demektir.A-çina ( A-shih-na) : Saygı-değer KurtTürkçe :
Böri, kurt, kaşgir/ kasgirMoğolca : Sono-çino“A” Ön Takısı : Çince “saygı”
ifadesiA-çina : Asil kurtDaha sonra göreceğimiz Beğdilli Türeyiş Söylencesi’nde
de “ dişi kurt tarafından beslenen üç kardeşten birinin adı ‘ Karaca-kurt’ idi
ve bu ad Karaca-Kurt adlı boyu simgeliyordu.)”“...Freud, Totem ve Tabu'da
yazar: 'İlkel insanlara göre, kişinin asıl parçasını oluşturan, addır; bir
kişinin ya da ruhun adı bilindiğinde, bu adı taşıyan üzerinde belirli bir güç
elde edilmiş olur. Durkheim de böyle düşünür: 'İlkel insan için ad yalnızca bir
sözcük, seslerin birleşmesi değildir, varlığın bir parçasıdır.'
Orta
Asya geçmişinde, hayvanın adının söylenmesi yasağı, av ayininin zorunlu
kuralıdır. Eğer ad söylenirse av kaçar. Jean-Paul Roux, Orta Asya'da Kutsal
Bitkiler ve Hayvanlar eserinde, Oğuzlarda kurt sözcüğünün bir tabu söz olduğunu
söyler. Çünkü eski Doğu Türkçesinde kurda böri, Moğolcada ise cino
deniyordu...”( 7-ıı)Üstteki alıntı da neden Gök-Türklerin Türkçe “ böri”
sözcüğü yerine Moğolca “ çino” sözcüğünü kullandığını açıklıyor sanırım.
Anlaşılan “ böri” sözcüğü tabu olduğu için yerine kurt, çino/çina gibi başka
sözcükler kullanmışlar.Gumilev ise – yanlış anımsamıyorsam- bu durumu o bölgede
tüm kabileler arası ortak dil ( ordu,diplomasi,pazar dili) olan Sibirceye (
Sienpice/) bağlar. A-çinalar hem Türkçe hem Sibirce bilmektedir ve bu nedenle “
böri” yerine Sibir dilinde kullanılan “çina” sözcüğünü kullanmışlardır.
6-)
17. Y.Y. BEĞDİLLİ SÖYLENCESİ VE KARACAKURT AŞİRETİBurada kurt adlı kabile ile
kurt söylencesi arasındaki bağı biraz daha açabiliriz.Eklerde tamamını verdiğim
Beğdilli Söylencesi’nde “Osmanlı güçleri ile yapılan savaşlar nedeni ile dul
kalan ve aşireti sürgün edilen Beğdilli Aşiret reisinin hanımının dağda bir
mağaraya bıraktığı üçüz çocuğunun bir kurt tarafından beslendiği” anlatılır ve
bu üçüz çocuklardan da Cerit, Boynuinceli ve Karacakurt Aşiretleri’nin türediği
anlatılır.Bu kırım ve isyan ozanlar tarafından dillendirilmiştir:“Seksen bin
haneyle isyan edinceAnadolu benim derdi BeğdiliKadıoğluyla Yusuf Paşa
gelincePaylı Mamalı'yı vurdu Beğdili
Kara
bayrak salak kanlı salacaAşiretin ucu vardı Maraş'aYetişti imdada beğ Kurd
KaracaZorunan yollara durdu Beğdili...Suluca Karahöyük belli yurtlarıAldı beni
Beğdili'nin dertleriÇöle düştü Beğdili'nin kurtlarıRakka çölünün kurdu
Beğdili...”Peki bu üçüz çocukla anılan aşiretler 1691’deki sürgün ile
Beğdillilerin katledilmesinden sonra gerçekten Beğdilli Aşiret reisinin duş
eşinin doğurduğu üçüzlerin soyundan mı gelmeler?Tabii ki hayır!Cevdet Türkay’ın
“ Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretler, Oymaklar ve Cemaatler” adlı arşiv
çalışmasına baktığımızda Cerit, Boynuinceli ve Karacakurt Aşiretleri ayrı ayrı
yer almaktadır.Ayrıca Kurd, Kurdbali,Kyerdbeğ, Kurdcalar, Kurducular,
Kurdkoca,Kurtlar, Kurtdomuzu, Kurtgözlü nam-ı diğer Kurthamzalı,
Kurdhoca,Kurdinli, Kurdkayası, Kurdlu Gökömer, Kurdmilli, Kurdoğlu, Kurtşeyh,
Kurd Viranı adlı Türkmen ve Yörük aşiretleri geçmektedir.Bunlardan Kurdculu
Cemaati ile, Kurdlar( Kurdlu) Cemaatleri, Boynuinceli Aşireti’ndendir diye
kayıtlıdır.Derki’de geçen sayıda yer alan “ Soyadlarımız ve Aile Lakaplarımızın
Hikayesi” adlı yazımı okuyanlar bilirler ki, Kurt adı ile bir aşiret varsa bu
aşiret çoğaldığı zaman ve içinden ayrılmalar olduğu zaman Türk Geleneği’ne
göre“Kurt, Kurtcu, Kurtca, Kurtlu,Kurtcalı, Kurtculu, Kurtlar, Kurtcular,
Kurtcalar, Kurtoğlu, Kurtcuoğlu...vb, Karakurt, Sarıkurt, Gök/Yeşilkurt,
Kızılkurt, Akkurt” adları ile parçalara ayrılır. ( Ayrıntılı bilgi için
sözkonusu yazıma bakabilirsiniz.)Biz yine Karacakurt cemaat adı ve kurt
söylencesi ile devam edelim.Karacakurt’un yurdum dediği yer ise Kırşehir
Sancağı’dır. Bu bölgede bir de Selçuklu zamanlarından kalma Karakurt ( Kalender
Baba) Tekkesi ve Karakurt Kaplıcası vardır. Karakurt Kaplıcası’nın söylencesi
ise şöyledir:
“...Bir
zamanlar Kırşehir Beyi’nin oğlu çaresiz bir hastalığa tutulmuş, her tarafı
akar, kokar olmuş. Doktorlar ne yaptıysa fayda etmemiş, Bey’in umudu kesilmiş
“Bari gözümün önünde öleceğine götürün bir dağa bırakın, orada ölsün. Göz
görmeyince gönül katlanır.” demiş.Çocuğu alıp Emirburnu Dağı’nın eteklerine
bırakmışlar. Elbette burada kurtlar, kuşlar parçalarda o da bu illetten
kurtulur. Çocuk yapayalnız kol bacak tutmaz, başına geleceği beklerken akşama
doğru bir kurt görünmüş. Kurdun karnı kemiklerine yapışmış, uyuzdan tüyleri
dökülmüş, her tarafı yara içindeymiş.Sürüne sürüne dağın eteğinde bataklığa
gelmiş, çamura bulanmış, çıkmış. Ertesi gün yine bataklığa gelmiş, çamura
girmiş. İki gün sonra canlı kanlı bir kurt olarak ayağa kalkmış ve oradan uzaklaşmış.
Kurdun her hareketini izleyen çocuk,, bu çamurda bir keramet olsa gerek diyerek
o da sürüne sürüne bataklığa girmiş, çamurları yüzüne gözüne sürmüş.Bir köşede
kaynayan sudan içmiş, biraz sonra vücudunda bir dirilik, canlılık hissetmeye
başlamış. Bir iki derken ayağa kalkmış, yürümüş, üçüncü günde Kırşehir’in
yolunu tutmuş. Babasının kapısını çalmış, görenler şaşırmış, gözlerine
inanamamışlar. Çocuk olanı biteni anlatmış, Babası bataklığı bir kaplıca haline
getirerek üzerine bir kubbe, yanına da bir mescid yaptırıp, hizmete açmış.
Adına da Karakurt Kaplıcası demiştir.”(8)Bu söylencenin başka bir anlatımına
“Kırşehir Bey’in düşüne Kalender Baba’nın girdiği ve hasta çocuğu dağa
götürmesi gerektiği” denerek Kalender Baba da eklenir ki, Kurt Baba Tekkesi’nin
diğer adının Kalender olması diğer anlatıma uygundur. Yine Hamza Aksüt’ün
“Anadolu Aleviliğinin Sosyal ve Coğrafi Kökenleri” adlı kitabında belirtiği
gibi Türkmen Erenleri adını mensup oldukları aşiretlerden alır.Beğdilli
Söylencesi’ne göre 1691’deki sürgün ve kırım sonrası kurtlar tarafından bir
dağdaki mağarada beslenen üçüzlerden Cerit, Boynuinceli ve Karacakurt adında üç
aşiret türüyor. Ama biz biliyoruz ki Cerit, Boynuinceli ve Karacakurtlar üç
ayrı aşiret. Ve 18. Y.y. dan önce de Anadolu’da bu aşiretler yaşıyordu.Hem
kaplıcanın hem de Kalender Baba adına yapılan tekkenin Karakurt adı ile
anılması bu bölgedeki kurt motifli söylencenin kaynağının Karakurt ya da
Karacakurt adı ile anılan Türkmen Aşireti olduğunu ve bu aşiretin 17. y.y. Beğdilli
( Cerit, Boynuinceli, Karacakurt) Türeyiş Söylencesi’nin aksine Selçuklu
zamanından beri bu bölgede olduğunu gösterir.Bu durum Gök-Türk’ün A-çina yani
Asil Kurt Kabilesi için de geçerli olmalı.. Gök-Türk veya diğer Türeyiş
Söylencelerinde anlatılan kişiler ve kişilerden gelen soylar ve dişi veya erkek
kurt motifleri sadece simgeseldir. Çin Arşivindeki bilgilerin aksine A-çinalar,
adlarını söylencede geçen katliam ve bir dağ vadisine kaçıp, türemeye
başladıktan sonra ataları olan dişi-kurdu unutmamak için sonradan almış
olamazlar aksine zaten katliamdan kurtulan kabilelerden birinin adı A-çina
olduğu için türeyiş söylencelerinde dişi kurt motifi kullanmış olmalılar tıpkı
Beğdilli Söylencesi’nde olduğu gibi...
7-)
A-ÇİNA HANLARININ HALKI “ TÜRKLER”Çinliler, A-çina Hanlarının halkına ise “
T’u-kue” ( T’u-chüe) diyordu. Gumulev bu adın açıklamasını doğru bir biçimde P.
Peliot’un’un çözdüğünü yapıtında belirtir. Buna göre:T’u-kue( T’u-chüe) :
Türküt : Türk-ü-t: Türkler“T” Moğolca çoğul ekidir. T = ler / larYazar eski
Türkçe’de bilinen tüm siyasi sözcüklerin Siyenpice( Sibir) olduğunu söyler.
Bunun da Türk Dili’ne başka dillerin de etki ettiğine dair kanıt olarak
bakar.A-çina Kabilesi’nin de, kabileler arası ordu, diplomasi ve pazar dili (
ortak dil-lingua franca) olan Siyenpice bildiğini, bu nedenle muhtemelen A-çina
Hanlarının başlangıçta çift dilli olduğunu söyler. Daha sonra A-çinalar, Altay
eteklerindeki Hun Türkleri ile karışmıştır.Ama Liu Mau- Tsai kitabının 13 nolu
dipnotunda Bbodberg makalesinden bahseder ve bu makaleye göre “ T’u-chueh
sözcüğünün T’u-küeüz sözcüğüne karşılık geldiği ve bunun gerçek Türkçe çoğul
eki olduğu iddia edilir.”Anladığım kadarı ile P.Peliot’un Türküt olarak okuduğu
T’u-kue( T’u-chüe) sözcüğü Bbodberg makalesine göre;” T’u-küeüz yani Türküz
olarak okunmalıdır” deniyor.Tıpkı Oğuz ( Ok-u-z: Oklar), sözcüğünde olduğu gibi
burada da Türküz ( Türk-ü-z:Türkler) sözcüğünün esas alınması gerektiği
belirtilmiş.Her iki halde de A-çinaların “Türk” kabile adını kullandığı ve Türk
adını, devlet kurduklarında devlete Gök-Türk adını vererek de sahip çıkmaya
devam ettiklerini görüyoruz.Bir ilginç nokta ise Uygur Göç Söylencesi ile
benzerliktir:“...Tulga ve Selenga ırmaklarının birleştiği yerde, Hulin Dağı
vardır. Ve bu dağda kutsal bir kayın ağacı. Ağacın üzerine birgün ilahi bir
ışık iner. Ağacın gövdesi 9 ay 10 gün şişkin kalır ve bu süre sonunda beş çocuk
doğar, halk büyütür ve daha sonra çocuklardan en küçüğü olan Buğu, kağan
yapılır...”M.S. 386- 581 tarihli Gök-Türk Söylencesi’nin ikinci anlatımında da
en küçük çocuk olan A-şina kağan olmuştu.Buradaki ilginç nokta Gök-Türk
Söylencelerindeki “Tolga’ya benzeyen dağ ve bu nedenle Türk adının alınması”
anlatımı ile Uygur Göç Söylencesi’nde iki nehirden birinin adının “Tulga”
olması. Tolga/ Tulga, miğfer demektir.Yine Çin arşivlerinde Töleslere dair kurt
söylencesinde ki Uygurların Türeyiş Söylencesi olarak adlandırılıyor, Kurt ve
Dokuz simgeleri vardır:“Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı.
Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeple
ülkesinin kuzey tarafında kişi ayağı değmeyen bir dağın tepesine iki güzel
kızını Tanrılarla evlenmek üzere yerleştirdi.Bir süre sonra bir kurt tepen
etrafında gözüktü.Kızlardan küçük olanı bu durumu görünce kardeşine ‘ İşte bu
kurdu, ikimizden birinin evlenmesi için Tanrı gönderdi2 dedi ve kurdun yanına
doğru gitti. Kardeşi gitme dedi ise de onu dinlemedi. Tepeden inerek kurtla
evlendi. Bu evlenmeden birçok çocuk doğdu. Bunlara Tokuz Oguz-On Uygur (Dokuz
Oğuz-On Uygur) denildi. Bu çocukların sesi, Bozkurt sesine benzerdi. Çocuklar,
birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar. Ve Tölesler, bu kız ile kurdun
soyundan türediler...Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu
evlenmeden doğan Dokuz Oğuzlar ve On-Uygurların sesi kurt sesine
benzerdi.”Dikkat ettiyseniz önceki söylencelerde küçük oğul kağan olurken bu
kez de küçük kız kardeşin soyundan kurt soylu Tölesler türüyorlar.Bu yazının
kaynaklar kısmında geçen kitabında Divitçioğlu, “ Bir Kıpçak Bey’inin gece
dışarıya çıkıp, uluduğunu buna karşılık ise kurtların yanıt verdiğini, ardından
Kıpçak Bey’inin bu ulumaları hayra yorumlayarak, ertesi gün ki savaşın iyi
geçeceğine inandığı” yazar.Daha sonra göreceğiniz 13. y.y. Meşhed yazmasındali
Türeyiş Söylencesi’nde de “ Gök yeleli kurdun getirdiği yeşil gözlü kız ile
evlenen çocuğun soyundan gelen en büyük iki oymağın başında Töles Türeyiş
Söylencesi’nde geçen On Uygurlara benzer biçimde Uygur Han’ın olduğu anlatılır.
8-
)YÜZÜKLERİN EFENDİSİ ÜÇLEMESİ VE TÜRK SÖYLENCESİBurada biraz magazine kaçıp,
konuyu farklı bir yere getirmek istiyorum. Belki Yüzüklerin Efendisi Üçlemesini
seyredenler fark etmiştir. Yüzüklerin Efendisi’nde Gök-Türk Türeyiş
Söylencesi’nde olduğu gibi düşman kavimlere karşı bir dağ-kaleye sığınılmıştı;
bir dağa dayalı kalenin adı Miğferdibi Kalesi idi. Eğer bu kalenin adı
İngilizce’den birebir aynı çevrildi ise ki ben öyle biliyorum ( Helm-‘s deep/
helm: miğfer) ,bu durumda ilginç bir benzerlik ortaya çıkar.Burada bir alıntı
yapalım:“Kin-şan Dağı ( Altay Dağı), bir miğfere benziyordu, onlarda miğfere
T’u-küe dedikleri için, kendilerine T’u-kü adını koydular...” ”Tolkien burada
söylencedeki” Altay Dağı ve bu dağın miğfere benzemesi” özelliklerini kendi
yapıtında kullanmış.Tolkien’in söylenceler üzerinde hakimiyeti olduğunu ve
Yüzüklerin Efendisi kitap dizilerini çıkarırken de bu birikiminden
faydalandığını biliyoruz. Belli ki, Yüzüklerin Efendisi’ndeki “Miğferdibi
Kalesi “, Gök-Türk Söylencesi’nden esinlenmedir.
9-
) KURT SİMGECİLİĞİGök-Türk Türeyiş Söylenceleri’nde:a-) M.S.386-581 Kaydı:İlk
anlatım:Yok edilen bir halk - ayakları kesik çocuk( erkek-ata), bataklık- dişi
kurt-et -mağara - dağlarla çevrili ova- dişi kurttan doğan 10 çocuk- A-çina (
Kurt) kabilesi- Miğfer/Türkİkinci anlatım:Dişi kurttan doğmuş ( babanın adı
söylencede geçmiyor)-18 kardeş (A-pang-pu ve 17 kardeşi) – 18 kardeşin uzuvları
eksik - yok edilen halk- “İ-çi-na-tu’nun dört oğlundan gelen soyu ve
A-pang-pu’nun soyu”- İ’çi-na-Tu’nun bir oğlunun kuğu olması diğerinin ateşi
bularak Türk adı alması – Türklerden 10 karılı No-tu-lu Şad – No-tu-lu Şad’ın
gayrimeşru eşi A-şina ve sonradan kağan seçilen oğlu A-hien Şadb-) Sui Dönemi (
M.S. 581-617) Kaydı:İlk Anlatım:Yok edilen halk, Miğfer-Türk – A-çinaİkinci
Anlatım:Yok edilen halk- elleri ve ayakları kesik çocuk- bataklık- dişi kurt-
et- mağara-vadi- dişi kurttandoğan on çocuk- A-çina- kurt başlı bayrak- A-hien
Şad ile mağaradan çıkışc-) 13. y.y. Meşhed Yazması:Düşman tarafından yok edilen
halk - Gök yeleli kurt- çocuk – mağara- ova- kurdun getirdiği yeşil gözlü kız-
Türklerd-) Ergenekon(13.yy):Düşman tarafından yenilen halk- iki erkek ve
eşleri- Ergene-kon(Sarp-dağ geçidi)- demir dağ- demirci- bozkurt adlı kağan-
geçitten çıkış-moğollare-) Beğdilli Kurt Söylencesi ( 17.yy.)Osmanlı
paşalarınca katledilen ve sürgün edilen halk- anne ( Beğdilli boyunun öldürülen
eşi)- üçüz- mağara – kurt( dişi?)- yiyecek- karaca-kurt adlı çocuk ve onun
soyundan kabile adı-Bu tespitlerden sonra kurt simgeciliğine geçebiliriz.MS
386-581 kaydındaki ilk anlatımda Bakıcı(Et ile besleme ), Eş ( ilişkiye girme),
Anne (doğan 10 çocuğu emzirme/ annelik etme )- dişi kurtİkinci anlatımda Eş
(adı geçmeyen ilk ata ile ilişkiye girme),Annelik (18 kardeşin annesi)-dişi
kurtSui Dönemi ( M.S. 581-617) Kaydı ikinci anlatımında 386-581 ilk anlatımının
aynısı13. y.y. Meşhed Yazmasında Kurtarıcı( savaş alanından kaçırma), Bakıcı (
Besleme), Kurtulan çocuğa eş getiren- erkek kurt(Meşhed yazmasında diğerlerinin
aksine katliamdan kurtulan çocuk, gök yeleli kurt tarafından mağaraya
getiriliyor, diğer benzer anlatımlarda ise katliamdan kurtulan çocuk büyüyor
ama sonradan düşmanlar yerini bulunca sadece hamile olan dişi kurt kaçıp,
mağaraya sığınabiliyor. Ve bu mağarada Meşhed yazmasının aksine savaştan
kurtulan çocuğun çocukları çoğalıyor. )Beğdilli Kurt Söylencesi’ndeBakıcı (
üçüzleri besliyor)- erkek kurt ( dişi olduğu belirtilmemiş sadece kurt
denmiş.)Söylenceyi oluşturanlar, başlarından geçen büyük yıkımlardan sonraki
güçlenip, çoğalma dönemlerini “ erkek kurt, dişi kurt veya sadece kurt adlı
kağan veya kabile “ simgelerini kullanarak söylenceleştirmişler.Aslında eğer
bir söylencede sadece kurt adlı bir kağan veya kabile adı geçiyor ise muhakak
ki o söylencenin ilk halinde kurt simgeciliği ya gök yeleli kurt ya da dişi
kurt olarak kullanılmış olmalı. Bunu şu ana kadar gördüğümüz söylencelerde de
açık biçimde görüyoruz. Bu söylencelerden en başta verdiğim ilk anlatımda ki
“dişi kurt simgesi ” zamanla bazı değişikanlatımlılarda sadece kurt adlı kağan
veya kabile olarak kalmış.
10-)
KURT İLE ELİK KEÇİSİŞimdi önce İÖ 125. Yüzyıla gidip, Vusunların söylencesine
bakacağız, ardından da Osmanlı dönemi Karadeniz’ine döneceğiz.
“Wu-sun
kralı Yueh-chihler tarafından öldürüldüğü günlerde veliaht K’un-mo yeni
doğmuştu. Bu hayhuy içinde veliahtın bakıcısı onu kaptığı gibi uzaklara
kaçırdı. Ancak bakıcı yiyecek ve içecek bulmak için oradan ayrılmak zorunda
kaldı. Döndüğünde, bir dişi kurdun çocuğu emzirdiğini ve bir kuzgunun da ona et
yedirdiğini gördü. Çocuğun doğa üstü olduğuna inan bakıcısı, küçüğü Hun
Şanyu’suna götürdü. Onu çok seven Şanyu, onu eğitti ve büyüttü, bir süre sonra
da onu ülkesine geri gönderdi..”(9)Ekler kısmına tamamını eklediğim Elik(
Yaban) Keçisi Söylencesi’nde ise “ yaylaya giden bir ailenin 9 oğlundan bir
haftalık bebek olanını, yol üzerinde ormanda bir ağaç kovuğunabırakırlar. O Yıl
yaylada salgın olur, yanlarına aldıkları 8 oğul vefat eder. Yol dönüşünde
üzüntü ile ağaç kovuğuna bıraktıkları bebeğe bakmaya giderler. O sırada bebeğin
olduğu ağaçtan büyükçe bir kuş havalanır. Çocuğu kuşun yediğini sanırlar ama
kovuğun yanına geldiklerinde çocuklarının gayet sağlıklı olduklarını ve başında
da bir elik keçisinin beklediğini görürler. Çocuğu alıp, köye dönerler. Yol
boyunca keçi de feryat ede ede peşlerinde gelir. Bunun üzerine aile, çocuğu
beşiğe koyup, bir dağa çıkarırlar ve keçi gelip, çocuğu emzirir, bu durum çocuk
büyüyene kadar sürer ve sonra keçi kaybolur. Dağın da adı Beşikdağı kalır,
eteğinde kurulan ilçe de Beşikdüzü ( Trabzon) diye anılır.”Gökçeköy ve Durak
Köyü’ndeki elik keçi söylencelerinde Beşik yer adlarının geçmesi, her iki
söylencenin anlatıldığı sülaleler veya köylerin Beşikli Oymağı’ndan olduğunu
gösterir. Beşikli oymağı kendi doğuşları ile ilgili olarak bu tür bir söylence
yaratmışlar.Beşikli oymağının söylencesinde bir elik keçisi ve kuş var,
Vusunlar da( Usunlar) da bir kurt ve kuzgun kuşu var. Bu da Vusunlar ile
Beşikli Oymağı arasında bir bağ olduğunu düşündürüyor.Öte yandan Oğuz Kağan
Söylencesi’nde Oğuz Kağan’ın askerlerinden/ komutanlarından biri savaşta
ölünce, o sırada gebe olan dul eşi bir ağacın kovuğunda doğurur, bunu haber
alan Oğuz Han, çocuğu evlat edinir ve Kıpçak adını verir. Bu söylence Kıpçak
Türklerinin türeyişi ile ilgilidir.Elik Keçi Söylencesi’nde hem Vusun hem
Kıpçak çizgileri yer almakta.
Anlaşılan
bozkırlarda yüzlerce yıl at koşturup, sonrasında Karadeniz’in yeşilliğinde
yayla yaşamına başlayınca bozkırın kurdunun yerini ormanların yaban keçisi
almış olmalı. Diğer olasılık ise elik keçisinin de Orta Asya’ndan bir
ongun(totem) olarak getirilmiş olduğudur:
“...Dağ
keçisi, geyik ve maral gibi hayvanlar, bir zamanlar yüksek yaylalarda
Sayan-Altay boyları arasında oldukça yaygın totemlerdi...” (10)
Sıgun
Geyik: R. Arat da, Kutadgu Bilig’in 111. beytindeki sıgun’a “dağ keçisi”
demiştir. G. Clauson ise sıgun kelimesini “maral geyiği” olarak tercüme etmiş
ve Arapçasını el-ayyil olarak göstermiş. Araştırmamızın neticesinde, Türk
metinlerinde sıgun’a verilen önem sonucunda, sıgun’un asıl hükümdar ongunu
olduğu kanaatine varacağımızı şimdiden belirtelim. Yine de Türk metinlerinde
genel anlamda kullanılan sıgun geyik tabirini tercih edeceğiz. Böylece geyik ve
dağ keçisi cinslerini bir arada anmak istemekteyiz.”“Dağ tekesi ve geyik
motifleri, milattan önceki binyılda, Avrasya’da yaşayan bütün göçebe boyların
başlıca ongunlarındandı.” “…sıgun geyik cinsi, Türklerde ölümsüzlüğün
simgesiydi.”(11)
11-)
DİŞİ KURT, TÜRKLER VE ETRÜSKLER
“...Bir
efsaneye göre Roma kenti MÖ 753’te Romus ve Romulus tarafından kurulmuştur. Bu
efsaneye göre Romulus Roma’nın kurucusu, Romus ise onun ikiz kardeşidir.Eski
İtalyan kentlerinden Alba Longa’nın Numitor adında bir kralı vardır. Numitor’un
tahtına göz diken kardeşi Amulius onu devirir ve tahtını güvenceye almak için,
Numitor’un kızı Rhea Silvia’ya hiç evlenmeyeceğine ilişkin yemin ettirir.
Evlenirse, doğacak çocukları tahta sahip çıkacağından korkmaktadır. Oysa savaş
tanrısı Mars, Rhea’ya aşık olur. Rhea’nın Mars’tan ikiz oğulları dünyaya gelir.
Rhea’nın
oğullarının büyüyüp kendisini tahtından edecekleri kaygısıyla, Amulius
bebekleri bir sandığın içinde Tiber Irmağı’na attırır. Taşan ırmağın suları
alçalınca ikizlerin içinde bulunduğu sandık kıyıya vurur. Onları bulan dişi
kurt, sütüyle besleyerek büyütür. Kurt gibi, Mars’ın kutsal saydığı
hayvanlardan olan ağaçkakan da çocuklara yiyecek taşır.Daha sonra ikizleri
bulan kralın çobanı Faustulus onları karısına götürür. Çobanla karısı Romus ve
Romulus adlarını verdikleri çocukları öz çocuklarıymış gibi büyütürler...” (12)
Burada
önce Etrüsk Söylencesi’ndeki kurt söylencesi ile sepet söylencesini ayırmak
gerekiyor: Hz. Musa, Hititlerin Neşa Kraliçesi ve Sargon Kralı’nın
söylencelerinde geçen “ sepetle nehre bırakılan çocuklar” motifi bu söylencede
de gözükmekte. Öyleyse bu söylenceye bir de “ sepet, nehir ve çoban” motifleri
olmadan bakalım:
“
Devrik kralın kızı, Savaş Tanrısı Mars’tan gebe kalır, düşmandan ( devrik
kralın kardeşi) kaçırılır ve dişi kurt ve ağaçkakan tarafından beslenir.”
Savaş
Tanrısı Mars’tan gebe kalmasını iki türlü yorumlayabiliriz: birincisi yerel
başka bir simgenin dişi kurt söylencesine katılması, ikincisi ise Savaş Tanrısı
Mars ile simgelenen bir olayın olması yani savaşta kocasını kaybetmesi nedeni
ile çocuklarının babasız kalması...
Şimdi
söylencedeki “ sepet ile nehre bırakılan çocuk” motifini ayırdığımızda söylence
bizim açımızdan daha açık bir hale geldi.
“
dişi kurt ve kuş(ağaçkakan-kuzgun)” simgeleri ile Vusun Söylencesi’ne“ dişi
hayvan ( kurt/keçi) – kuş ( büyük kuş- ağaçkakan) simgeleri ile Elik Keçi
Söylencesi’ne“ dişi kurt ve ikizler ( Romus-Romulus)/ üçüzler ( Cerit,
Karacakurt, Boynuinceli) ile Beğdilli Söylencesi’ne benziyor.
Etrüsklerde
türeyiş söylencesi sadece “ devrik kral Numinator’un soyu” ile ilgili iken
Gök-Türkler de ise katledilen Gök-Türklerin atalarının soyundan gelen Açinalar
ile ilgilidir. Her iki söylencede de Dişi Kurt soyun devamını sağlamaktadır.
Hatırlarsanız
Beğdilli Söylencesi’nde öldürülen Beğdilli Bey’in dul eşi de üçüz doğurduğunda
dağda bir kurt besliyordu. Etrüsklerde de ise Savaş Tanrısı Mars’tan gebe kalan
devrik kralın kızı Rhea ikiz doğuruyor ve sandıkla nehre bırakıldıktan sonra
kıyıya vurdukları yerde bir dişi kurtça emziriliyordu.
Etrüskler
ile Türkler’in aynı dişi- kurt simgesini türeyiş söylencelerinde benzer biçimde
kullandığı konusunda şüphe yok, sadece Etrüskler bulunduğu coğrafyadaki diğer
simgeleri de kullanarak, kendilerine göre farklı unsurlar da içeren türeyiş
söylencelerini oluşturmuşlar.
Buna
göre Etrüskler ile Türkler arasında bir bağ olması gerekiyor çünkü Etrüskler de
tıpkı Türkler gibi bir ailenin veya halkın türeyişi ile ilgili bir söylencede “
dişi kurt” kullanmaktadırlar.
12-)
SONUÇ VE MANKURT SÖYLENCESİ
Ergene-kon
Söylencesi, Cengiz Han’ın etkisi ile Moğol kültürüne uyarlanmış Gök-Türk
Türeyiş Söylencesi’nin yeni ve değişik bir anlatımıdır. Söylencedeki “ Kurt ve
Demircilik” simgeleri Türklerin tarihine uygundur.
Ezoterik
açıdan ise Demirciler kutsal sayılır ve uygarlık kurucular olarak anılır.
Gök-Türk Söylencesi’nde, Ergene-kon anlatımındakinin aksine bir kişi değil tüm
topluluk demirci idi.Söylencedeki Demir Dağ ise tabi ki simgeseldi; demirci
olan bir halkın birlik beraberlik içinde tüm zorlukları yenmesi anlatılıyordu.
Türklerin
“ kurdunun” ezoterik bir simge olup, olmadığı konusunu ise diğer kaynakları da
inceledikten sonra bir başka yazıda incelemeyi tasarlıyorum...
Öte
yandan yazıyı yazarken internette onlarca yazı okudum; “Ergene-kon adı ile
bilinen Gök-Türk Söylencesi’nin Moğolların olduğunu, Türklükle alakası
olmadığını, Kurt simgesinin Türklerle ilgisi olmadığı, Etrüskler ile Türkler
arasında bağ kurmanın saçma olduğunu” iddia eden onlarca garip yazı. Sanki Türk
tarihi karşılarına bir insan olarak çıkmışta linç etmeye çalışıyorlar...
Onları
yani kendi tarihlerini küçümseyenleri ise Türk Söylenceleri “Man-kurt” olarak
tanımlar. Yakınlarda kaybettiğimiz ünlü Türk yazar Cengiz Aytmatov, “ Gün olur
asre bedel” adlı yapıtında Mankurt SöyleNcesi’ne yer vermiş ve bu söylence
Türkiye’de de duyulmuştu. Bilmeyen varsa Man-kurt Söylencesi’ni, yazar Arslan
Bulut’un bir makalesindeki özet yazıyla anlatarak yazımızı sonlandıralım:
"Çok
eski dönemlerde Kırgızların ve diğer Türk boylarının komşusu olan Juan Juanlar
tutsak aldıkları savaş esirlerinin saçlarını usturayla kazıdıktan sonra
kafalarına yaş deve derisinden bir başlık geçirip çöle salarlar. Çöl sıcağında
geçen süre içinde kuruyan deve derisi tutsağın kafasını mengene misali sıkar.
Korkunç
acılar verir. Saçlar kuruyan deve derisinden başlığın etkisiyle kafatasına
doğru gelişir. Tutsakların bir çoğu korkunç acılara ve kızgın çöle dayanamaz,
ölürler.
Yaşayanlar
ise bilinçlerini kaybederler. Hafızaları sıfırlanır silinir. Geçmişlerini,
ailesini, obasını ulusal köklerini unutur, benliklerini kaybederler. Bu, kafası
boş, bedenleri sağlam tutsaklar efendilerine köle itaatiyle bağlanırlar. En
ağır işlerde çalıştırılırlar. Deve çobanı olurlar. Onlar artık birer Mankurt
olmuştur.
Kırgızlar
arasında bir ermiş olarak kabul edilen Nayman Ana, eski çağlarda oğlu tutsak
düşen, Mankurtlaşan bir kadındır. Nayman Ana, uzun bir arayıştan sonra tutsak
oğlunun izini bulur. Çölde ona geçmişini hatırlatmaya çalışır. Ana sıcaklığını
kullanarak kendine gelmesi için çabalar. Ne yapsa boşunadır. Çünkü Mankurtluğun
dönüşü mümkün değildir. Mankurt oğlu sonunda anasını oklar, öldürür.
Nayman
Ana'nın defnedildiği yer tüm Kırgızlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul
edilir. Efsanesi de kuşaktan kuşağa günümüze ulaşır."
(Dikkat
ettiyseniz Gök-Türk Söylencesi’nde olduğu gibi Mankurt Söylencesinde de
Ju-janlar (Cücenler var. )
EKLER:
1-)
GÖK-TÜRK SÖYLENCESİ -1-Kuzey- Wei ( 386- 534), Batı Wei ( 535-556) ve Kuzey Çov
döneminde ( 556-581) T’küe’ler. (13)
Bir
diğer efsaneye göre T’u-küe’lerin ataları, Hiung-nu’ların kuzeyinde bulunan So
Devleti’nden( 20) gelmektedir. Kabilenin şefi, on yedi erkek kardeşi olan (21)
A-pang-pu’ydu; bir dişi kurt tarafından dünyaya gelen erkek kardeşlerden
birinin adı ıçi-ni-şi-tu’dur. Kardeşlerin hepsi, A-pang-pu ile erkek
kardeşleri, uzuvları eksik dünyaya gelmişlerdi, bu yüzden sonunda devletleri (
başkaları tarafından ) saldırıya uğrayarak yıkıldı, yok edildi. Fakat bir peri,
ıçi-ni-şi-tu’ya dokunarak, onu öyle bir yetenekle donattı ki, yağmurlar
yağdırabiliyor, rüzgarlar estirebiliyordu. İki kadınla evlendi.Rivayete göre
kadınlardan biri yaz tanrısının diğeri ise kış tanrısının kızıydı. İçlerinden
biri dört oğlan çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlardan biri beyaz bir kuğuya
dönüştü. Diğeri A-fu (22) ile Kien (23) Nehri arasında kalan topraklarda bir
devlet kurdu. Devlete K’i-ku (24) denildi. Üçüncü oğlu Ç’u-çe(25) nehri
kıyısında hüküm sürmekteydi, dördüncüsüyse Tsiensse-ç’u-çe-şi Dağı’nın( 26)
yamacında yaşıyordu. Bu oğlan dört çocuktan en büyüğüydü. Bu dağın tepesinde
A-pang-pu Kabilesi’nin başka kolları da yaşıyordu.Oralarda hava çok soğuk
olduğundan, oğlanların en büyüğü, kabile insanlarının ısınmaları ve hayatta
kalmaları için ateş yakıyordu. Böylece hayatta kalmayı başardılar ve en büyük
oğlanı reis tayin ederek, O’na T’u-küe adını verdiler.No-tu-lu Şad’ın (29) on
karısı vardı, oğulları annelerinin soyadını almışlardı. A-şi-na, gayrimeşru
ilişki kurduğu metresinden olma oğluydu. No-tu-lu’nun ölümünden sonra anneler,
oğullarından birini onun yerine seçeceklerdi. Kadınlar karar vermek üzere bir
ağacın altında toplandılar, aralarındaki anlaşmaya göre,ağaçta, kim en yükseğe
sıçrayabilirse, o erkek çocuk, kabilesinin reisi olacaktı. A-şi’na’nın oğlu
gerçi içlerinde en küçüğüydü ama en yükseğe o sıçradı. Böylece diğer çocuklar
onu reis ilan ettiler. Oğlan kendisine A-hien Şad adını verdi...”Kaynak: Çin
Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri –( Sayfa 14-16)- Liu Mau Tsai Selenge Yay. –
İst-20062-) GÖK-TÜRK SÖYLENCESİ -2-
SUİ
DÖNEMİNDE ( 581-617) T’U-KUE’LER - Sui-Şu’daki (84, 1a-6b) Kuzey ( ya da Doğu)
T’u-küe’ler ( Türkler218) hakkındaki rapor.T’u-küe’lerin ataları
P’ing-Lianglarla ( 219) karışan Hu Barbarlardı.(220) Soy isimleri A-şi-na idi.
Geç Wei döneminin ( Kuzey Wei) İmp. Tai-wu-ti, T’u-küe’leri yok edince (
439)(222) A-şi-nalar 500 aileyle birlikte Ju-ju’lara kaçıp, sığındılar.
Kuşaklar boyu Kin-şan ( Altay) dağlarının eteklerinde yaşayarak demircilikle
uğraştılar. Kin-şan ( Altay) dağı miğfere benziyordu; bölgede yaşayanlar bir
miğfere T’u-küe adını verince, kendilerine bu adı verdiler.Bir diğer rivayete
göre, bu insanların ataları Batı Denizi’nin üst bölgesine hükmediyorlardı.
Sonra bir komşu ülke onları yok etti. Kadın, erkek yaşlı genç kimsenin gözünün
yaşına bakılmaksızın hepsi öldürüldü, geriye sadece bir çocuk kaldı, onu
öldürmeye yürekleri el vermedi. Ama yine de çocuğun kolları ile bacaklarını
keserek, onu kocaman bir bataklığın içine attılar. Bataklıkta dişi bir kurt
yaşıyordu, ona her gün et getirmeye başladı. Çocuk bu etleri yiyerek, hayatta
kalmayı başardı. Sonra dişi kurtla ilişkiye girip, onu hamile bıraktı. Bunun
üzerine komşu devletin reisi bir elçi gönderip, çocuğu öldürmek istedi. Dişi
kurt çocuğun yanında olduğu için, elçi kurdu da öldürmeyi denedi. Ama birden
sanki dişi kurdun içine bir ruh girmişti ve kurt, kendisini Batı Denizi’nin
doğusunda buldu. Orada Kao-ç’ang’ın ( Turfan) , kuzey batısındaki bir dağda
mola verdi. Dağın eteklerinde bir mağara vardı. Dişi kurt mağaraya girince
karşısına bir vadi çıktı, 200 li’yi aşan bir alanı kaplayan vadi çimle
örtülüydü. Dişi kurt daha sonra burada on oğlan çocuk dünyaya getirdi.
İçlerinin birinin soy ismi A-şi-na idi. Aralarında en akıllısı da oydu, bu
yüzden onların reisi oldu. Soylarını unutmak istemediklerini göstermek amacıyla
da, çadırın önüne üzerinde kurt kafası bulunan bir bayrak astı.A-hien-Şe ( Şad)
adında bir adam kabilesini mağaradan dışarıya çıkardı. ( Adamları) kuşaktan
kuşağa Ju-Ju’lara tımarları olarak hizmet ettiler. Ta-ye-hu ( Büyük Yabgu)
döneminde kabileleri giderek daha da güçlendi. Kuzey Wei’lerin sonlarına doğru
devleti İ-li Kağan ( = T’u-men) yönetti, askerleri ile T’ie-le’ye saldırarak,
onları büyük yenilgiye uğrattı. 50 binin üzerinde aileyi de tebaasına aldı.
Sonra da Ju-Ju’ların hükümdarına bir evlilik teklifinde bulundu, ama hükümdar
buna müthiş etkilenerek, ona hakaret etmesi için bir elçisini görevlendirdi.
İ-i Kağan elçiyi öldürdü ve adamlarının başıina geçip, Ju-ju’lara saldırarak,
onları mahvetti. Ölümünden sonra yerine küçük kardeşi İ-li Kağan (223) geçti. O
da Ju-ju’ları yenilgiye uğrattı. Sonra da hastalanıp, öldü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder