ALEVİLİKTE HAYVANLAR
Uğurlu Hayanlar
Bozkurt
Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir rol oynamaktadır. Göktürk hükümdar sülalesi olan Aş
na ailesinin atası şi bir kurttu.
Göktürk hakanları atalarının hatırasına hürmeten otağl.arının
önüne altın kurt başl ı tuğ dikiyorlardı. Böylece kurt başlı sancak, hakanlık alameti olmuştu(Kafesoğlu, 1984:316-317).
Batı Türkistan' da oturan Wusunlar' da kurttan türeme efsanesi ve dişi kurt tarafından verilen süt ile beslenme inancı yaşıyordu. Aynı efsane Tabgaçlarda
da vardı. Bu ülkede kurt dağları,
. kurt nehirleri ve kurt dağına ait
bir sunak bulunuyordu. Uygurların efsanesi bunların menşeini
Kurda bağlıyordu. Türklerdeki
ku~ efsanesi İslam ve Süryani
kaynaklarda da akisler bulmuştu. Kaynaklarda Avrupa Hunlarından Kuzey Kurtları diye bahsedilmesi Bat ı Hunlar'ındaki
kurt geleneğinin izleri olsa gerekir. Batı Bulgar Türklerinde kurt
kelimesi özel ad olarak kullanılmıştır (a.g.e:317).
Etnoloji bilimine göre kurt
motifi Türkler için tipiktir, yani
başka kavimlerde görülmeyen
bir etnolojik belirtidir. Eski Çin
kaynaklarında bile Türk aslından olmayanlar için "kurttan türeyenler değildir" şeklinde ayırt
edilmektedir (a.g.e:317)
Türk destanlarında kurt, ayrıca yol gösteren, buhranl ı anlarda imdada yetişen bir varlıktır.
Uygurların Kutludağ Efsanesinde. kurt, ülkeye bereket ve saadet getirdiğine inanılan kutlu
bir hayvanın Çinlilere verilmesinden sonra, uğursuzluk çöken
memleketin açlığa mahkum olması üzerine kendilerine yeni
yurt arayan Uygurlar'a rehberlik
etmişti (a.g.e:318).
En büyük ve en eski Türk destanı olarak eski Türk devlet gelenekleri ve sosyal davranışlarını yansıtan "Oğuz Kağan" destanında Bozkurt, semavi ışık ve
geyik birarada görülmektedir.
Oğuz, mücadele ettiği canavara
karşı geyiği yem olarak kullanmış, gökten bir ışık demeti içinde inen kız ile evlenmiş ve yine
gün ışığında peydahlanan Bozkurt öncülüğünde fütühatına
çıkmıştır (a.g.e:319).
Hala Türkler arasında söylenen masal ve halk hikayelerinde
hem at, hem de kurtarıcı rehber
vasıfları ile Bozkurt, bütün Türklerce kutlu sayılmış ve Türklüğün milli sembolü payesine
yüksel miştir (a.g.e:320).
Aşin, Asena, Çine, Çene, Börte-çine(bozkurt, gökbörü) gibi
adlar Eski Türklerin kurttan türediklerini anlatan destan ve efsanelerle ilgili isimlerdir. Ergenekon Destanında Türklerin kurdun kılavuzluğu ile kurtuldukları anlatılır. Oğuz Kağan'a savaş
esnasında çadırına gelen gök
yeleli bir kurt, geleceği müjdelemiştir. Dede korkut destanlarında kurda rastlamanın, kurt
yüzü görmenin mübarek olduğu, uğur getirdiği anlatılır. Bütün .Sünni ve Alevi Türkmenler
ve Yörükler, yolda kurda rastla-
·manın uğur getireceğine inanırlar (Eröz, 1990:411 ). Aleviler koyun sürüsüne saldıran kurt için
"Hız ır geldi", diye sevinirler
(Yörükan, 1998:216).
Uygurlar'da Totem nancının
oldukça fazla ldu ğunu görüyoruz. "Vei-Name Hunlar Tezkeresi"nde bir Hunlu kızla kurdun
çiftleşmesinden an rıkut doğ muştur, denilmektedir. "Cu-Name Türkler Tezkiresi", Türklerin
bayrağının altında renkli kurtbaşı vardır. Bu bayrak, Uygurların
kurttan doğduğunu sembolize
etmektedir. Dolay ıyla bu aslını
unutmama anlamına g~lmektedir. "Yengi Name Türkler Tezrekeresi"nde sarayın kapısı önündeki ağaca altın renkli kurt başının resmi izi.imiş, bayrak as lmış, onlar doguya bakarak otururlar", Hakan tahta oturacağı
vakit önce kurt başlı bayrağı selamlar, daha sonra oturur" denilmektedir. Erkekler kurt kemiğinden muska yapıp boyunlarına asarlar. Kadınlar doğum yapıktan sonra, çocuğu kurt derisi-
_nin üzerine yatırırlar. Bu adetler
eski kurt toteminin halk hayatındaki izleridir (Rahman,
1996:138-139). Alevller koyun
sürüsüne sa dıran kurt için Hı
zır geldi" diye sevinirler (Yörükan, 1998:216).
Romanya' daki Gagavuz ·Türkleri her sene kurt bayramı yaparlar. Hacı . Bektaş Velayetnamesi' nde Seyyid Cemal bir gün
acaba Hünkar bize de bir yut
gösterir mi? diye düşünüyordu.
Hünkara bu malum oldu." malim, bizi varlık yurduna gönder, bir merkep al yola düş.
Merkebini · nerede kurt yerse,
orasını sana yurt verdik, oraya
y~rleş" dedi (Eröz, 1990:413).
Pir Sultan Abdalın nefeslerinde kurdun anlamlı .bir yeri vardır (Eröz1990:413):
İsmail'e binen koçun ata.sı
Kurt donunda alıp giden kim·
idi
Ali bindi düldül ata
Can dayanmaz bu fırkata
Bozkurt ile kıyamete
Kalan dünya değil misin?
Bazı dedelerin kurt soyundan ·geldiğine inanılır. Örneğin Alev! Dedesi Prof. Fuat Bozkurt'un soyu hakkında böyle bir söylence anlatılır. Buyrukta bir kızın ku~ donuna girmesi ve bir evliya· ile evlendirilmesinden bahsedilmektedir. Kurt özgürlüğün sembolüdür. Totem dönemini yaşayan Türklerin ongunu Bozkurttur. Türkler önce kurda taparlar sonra kurt soyundan geldiğine inanırlar. Göktürk destanına göre Türk soyunu büyük bir kırımdan annesi Bozkurt olan bir prens kurtarır (Bozkurt, 1990:47, 146). Efsaneye göre Hunların bir kolu kurttan gebe kalan bir kadının soyundan gelmektedir (Eröz, 1990:411 ).
Edremit Kızılbaş Türkmenleri, kurda peygamber köpeği adını veriyorlar. Yine Silifke Tahtacıları kurdun aşık kemiğini bir yere asarlar ve bunun bütün dertlere deva olduğuna . inanırlar (a.g.e:414).
Geyik:
Geyik Türk kültür hayatında
önemli bir yer tutar. Hunlar'ın
menşelerine dair efsanelerde
geyiğe büyük yer verdikleri, arkeolojik kazılarda elde edilen
geyik figürlerinden anlaşılmaktadır. Cengiz Han'ın ilk atasının
Gök-kurt ile Kızıl(ak) geyik olduğu rivayet edilmektedir. Orhun abidelerinde Bilge Kağan,
dağda yabani geyik gürlerse
mateme gark olurum, demiştir.
Geyik, Dede Korkut hikayelerinde de önemli bir yer tutar ve
bazen yol gösterir bazen da insanları tuzağa düşürür
(Aytaş,99/12:162),
Hz Muhammed' in amcası· Hz.Hamza, Müslüman olmadan
önce bir geyiği avlamak üzere
onun peşine düşmüştü. O sırada
geyik d,ile gelerek Hamzaya
şunları söyer: " Hamza beni niçin takip ediyorsun? Sana evinde ağır iş var." Bunun üzerine
Hamza geyiği avlamaktan vazgeçer ve evine döner ve müşriklerin Hz. Muhammed'i yaraladık arını görür ve bunu Hz. Muhammed'in mucizesi olarak kabul ederek Müslüman olur
(a.g.e:163). Aleviler, Hz. Muhammed'in sevdiği bir hayvan
olduğu için geyiği avlayarak öldürmezler (Yörükan, 1998:216)
Geyik, Alevilerde ulu kabul
edildiği için avı günah sayılır ve
uğursuzluk getireceğine inanılır.
Orhan Gazi'nin çağdaşı Geyikli
Baba tam bir geyik insandır. Geyikli Baba, Abdal Musa'ya geyik
sütü içirerek onu geyik türü ile
akraba yapar. Ünlü Alevi atası
Dede Kargın geyik derisinden
taç giyerdi(Bozkurt, 1990: 146).
Geyik motifi Türk tasavvuf
edebiyatında da önemlidir. Kaygusuz Abdal bir geyiği yaralar
ve yar~lı geyik bir kulübeye kaçar. Geyiği almak üzere kulübeye giren Kaygusuz Abdal geyik yerine Abdal Musa'yı gorur ve
ondan geyiği ister. Abdal Musa
ona geyik yerine vücuduna saplanmış olan oku gösterir. Gaybi
böylece yaraladığının geyik donuna girmiş Abdal Musa olduğunu anlar ve hemen ona bağlanır (Aytaş,99/12:163).
Uygur halk hikayelerinde "Yeril taş'da dışlanan yetim kız ın
kardeşi sihirli ~u içtiği için geyiğe dönüşür
(Rahman, 1996:137).
Geyik Alevilerde olduğu gibi
Sünnilerde de makbul bir hay-
. van olsa gerektir. Çünkü Denizli ili Çal ilçesi Hançalar kasabası Güney Mahalledeki Damardı
Camisinin üst kattaki kadınlar
bölümünün ön kısmında bir geyik boynuzu asılıdır. Çok eski
tarihlere ait olan bu geyik boynuzu erkekler mahfilinden görülebilmektedir.
At
Alevilerin sevdiği ve Alevi
ozan larının şiirlerinde sık sık
bahsettiği hayvanlardan birisi
de attır. Alevi semahlarından birisinin adı da Kırat Semahıdır.
Türklerde at kutsald r. Oğuz Kağan destanında, Oğuzun at güttüğü ata binerek avlandığı anlatılmaktadır
(Bozkurt., 1990:149).
Hun Türkleri, Tanju döneminde her yıl ayın ilk gününde
"kurban taşı" üzerinde beyaz atlar kurban eder ve kurultay toplarlardı. Mete Gök ve yer tanrılarına(kutsal ruhlarına) atalarına, kurban keserlerdi. Sabahleyin Tanju çadırından çıkar, (Gün
Ata)yı seyreder, akşamları ise Ay
Ata şerefine buhurdanlıklar yaktırırdı (Kalafat, 1998:155).
Şato Türk imparatorlukları da
at kurban ederlerdi. M.S. 942
senesinde Şato imparatoru
ölünce, imparatorun iki atını,
ruhuna kurban kestiler. At, Şato
Türklerinin yas törenlerinde
· önemli rol oynuyordu. Onlar
gök, toprak, Güneş ve Ay'a büyük kurbanlar vermişlerdi (Kalafat, 1998:158).
at, 1998:158).
Göktürkler, beşinci ayda milli
ve dini bayram.larını yaparken
Tanrı'ya çok miktarda koyun ve
at kurban eder, kımız içer, şarkı
söylerdi (Kalafat, 1998:158).
Eski Türkler, atı Göktanrı'ya
kurban olarak kesiyorlardı.
Göktürk döneminden itibaren Hakanların at, silah ve bazı
aletlerle gömülüyorlardı (Kalafat, 1996:24,34). Bugün de Orta
Asya'da yaşayan Türklerin hala
at eti yediklerini biliyoruz. Türkler Anadolu'ya geldikten sonra
bu adetten vazgeçmişler bugün
Anadolu'da Tatarların dışİnda at
yiyen hemen hiçbir Türk topluuğu yok gibidir.
Uygurların bazı boyları ata
kutsal bir değer vererek atı savaş
tanrısı olarak kabul etmişlerdir.
Baykal Gölü çevresindeki kayaya pek çok atın resmi oyulmuştur. Cengiz Hanın savaşlarında
ak bir at, savaş tanrısını temsilen ordunun önünde yürütülürdü ve ona kimse binmezdi. Sadece savaş bayrağı olarak atın
eğerine üç küçük bayrak dikilirdi. İnançlara göre bu at savaş
ilahının bineceği attır. Bu yüzden bu ak ata çok iyi bakılırdı.
Gültekin dokuz defa çeşitli
renkteki atlara binip savaşı kaybeder fakat en sonunda ak ata
biner ve savaşı kazanır (Rahman, 1996:139-140).
Eski Türkler, Kukunor Gölü
yakınına kısır atlarını bırakırlar
ve denizden çıkan bir deniz aygırı bu kısraklara aşar ve cins taylar doğardı. Dede Korkut'ta
aynı şey anlatılır. stanbul İktis at
Fakültesi odacısı Durmuş Yılz' a göre, Tokat'ın Reşadiye ilçesi Kabalı Köyünde gölden çıkan ayg ır, Hasan Paşa'nın kısra
ına aşmıştır. Köyde buna inanılmaktadır (Eröz, 1990:416).
At kuyruğu kesme Türklerde
duygulu bir Türk geleneğ i idi.
Dede Kor.kut'un Beyrek hakkındaki hikayesinde Beyrek'in
ölüm haberi gelince Ak-boz atının kuyruğunu kestiler deniliyor. Yiğidin atı, onun en yakın
bir eşi gibi görülüyordu. Ölünün atının kuyruğunu kesme geleneğine dullama(tullamak) diyorlardı. Eri ölen at, erin karısı
gibi dul kalmış oluyor ve bu,
kuyruk kesme yoluyla semboleşt riliyordu. Nitekim, Alp Arslan Malazgirt Savaşı'ndan önçe
şeh itli ğe hazırlandığı için atının
kuyruğunu keserek atının dulluğunu da hazırlıyordu. Aynı şeyi
askerler de yapıyor; savaştan
önce, atların kuyruklarından
kestikleri perçemleri, mızraklarının uçlarına asıyorlardı. Ölenlerin atlarının kuyruk veya yelelerinden alınan perçemler, bir
ırı ğa bağlanarak, mezarl arının üzerine dikiliyordu. Böylece kişiler ile devletin dileği ve andı,
aynı amaca yönelmiş olüyordu.
Oysa bu islamiyet'e aykırı bir
gelenekti. Çağatay Türk kültür
çevresinde "tul at" savaşa binmek için ha.zırlanan at demekti.
Paz ırı k'ta Hun büyükleri ile birlikte gömülmüş. olan atların
kuyrukları da birlikte kesilm ş
oluyordu (Ögel Xl, 1991 :199).
Hz. Ali'nin Düldül isimli atı,
Türk muhayyilesinde at sevgisi
ile birleştirilmiş ve bir menk beye bürünmüştür
(Eröz, 1990:416).
Kuşlar
Alevilikte turna ve güvercin
~utsal sayılır. İbni Fazlan Türkler'in turna kuşuna taptıklarını
söyler (Eröz, 1990:407-408).
Ha:cı Bektaş Veli, Horasan'dan
Anadolu'ya güvercin donunda
gelir. Güvercin de eski Türklerde uğurlu sayılan ve Tanrı görülen kuşlardandır
(Bozkurt., 1990145-146).
Kaz
Eski Türkler, yabani kazı uğurlu sayarlardı. Şaman davulunun
derisi üzerine kırmızı · renkte
kurbanlık at, kaz, kartal ve ata binmiş bir şaman resmidir. Altıncı gökte oturan Tanrı Bay Ülgen'e sunulan kurban töreninde
kaz önemli rol oynar. Şöyle ki;
bu törende şaman, içine ot doldurulmuş ve çadırın yanına yerleştirilmiş bir kaza binerek göklere yükselir ve "yüksel semaya
ey kuş" diyerek uzun duasını
okur ve arada kaz sesint taklit
ederek gökyüzü seyahatine tamamlar ve kurbanlık hayvanın
ruhunu oraya bırakarak döner.
Ayrıca Kızılbaş Türkmenler, mezar taşlarına kaz ayağı resmi çizerler (Eröz, 1990:402-403).
Turna
Şamanizm inancında şamanlar, bir kuş olup uçabilmektedir.
Bu kuş, Alevi-Bektaşi folklorunda önemli bir rol oynar ve Hz.
Ali'yi temsil eder. Yine Ahmet
Yesevi, turnaya dönüşebilmektedir.
(Melikoff, 1994:157).
Başkurtların bir kısmı turna
kuşuna tapıyorlardı. Aleviler
turnayı uğurlu hayvan sayarlar
ve saygı ile anarlar. Şah Hatai
(turnaya vermiş sesini) diyerek,
turna sesini Hz. Ali'nin sesi olarak kabul eder ve turnada ilahi
bir cevher bulur. Pir Sultan da bir deyişinde şunları söyler
(Eröz, 1990:409):
Yemen ellerinden beri gelirken
Turnalar Ali'yi görmediniz mi?
Hava üzerinde semah ederken
Turnalar Ali'yi görmediniz mi?
Pir Sultan bu deyişiyle Kur'an-ı
Kerim'deki "Göklerde ve yerde
bulunanlar ve dizi dizi kuşların
Allah'ı tesbih ettiklerini görmez
misin? ... " Nur Suresi 4_1. ayetten
haberi olduğunu göstermektedir. Turna Alevilerde hayırlı sayılan kuşlardandır
(Yörükan, 1998:216).
Güvercin
Alevi inancına göre Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük'e güvercin donunda g~lmiştir. Denizli' deki Sarı kazak Abdal Sultan dergahı'na kendisinden sonra gelen postnişinin de.güvercin
donunda dolaştığı söylenir.
Onun için güvercin mübarek
sayılmakta ve kafeste beslenmez ve onun özgürlüğüne engel
olunmaması için serbest beslenir. Avlanmaz ve yenilmez. Eskiden Hacı Bektaş pir evinde de
beslenirdi (Yörükan, 1998:216).
Horoz
Alevilerde horoz önemli bir
hayvandır. Diyebiliriz ki, hayvanlar içinde en makbul sayıladır. Horozun diğer adı Cebrail'dir. Hz. İbrahim, oğlu İsmail'i
kurban etmek için bıçağı boynuna sürdüğünde, bıçak kesme-
. di, fakat taşa çalclı, taş parça
parça oldu. Bunun üzerine kızarak, "Ya ça.k niçin kesm iyorsun", dedi. çak dile gelerek
"Al 1 ah tarafından İsmai I' i kesmemekle emrolundum", dedi.
İşte o sırada Cebrail geldi ve bir
koçu Hz. ibrahim'e getirdi. Cem
törenlerinde horoz, Cebrail'i
temsil ediyor ve kurbanın dar
~eydanına gelmekte olduğunu
haber vermiş oluyor. Ayrıca AleVı inanç arına göre, Kur'an'daki
ilk ayet (Oku) indirildiği zaman
Cebrail, Hz. Muh.arnmed'e horoz şek inde göründü. Bundan
do ayı bütün cem törenlerinde
kurbandan önce cebrail(horoz)
kesilir (Ars anoğ u,98/6:22). Pir
Sultan Abdal ise arşta öten horozdan söz eder
(Eröz, 1990:416).
b) Uğursuz hayvanlar
Keklik
Hz. Hüseyin şeh t ed il ğinde
onun kanına bastığı için Alevilerce keklik uğu suz hayvanlardan sayılır ve bu yüzden sevilmez.(Bozkurt, 1990:152).Keklik
Alevilerde müfsit bir hayvan sayılır (Yörükan, 1998:216).
Katır
Alevllerce katırı n Tanrı' nı n lanetli hayvanı olduğu için dölü
madığın~ inanılır ve sevilmez
(Bozkurt, 1990:153). Ayn ı inanç
Sünnilerde de vardır ve makbul
bir .hayvan sayılmaz.
Tavşan
Bu hayvan aslında eski bir
Türk totemidir. Totemde sevilen
ve saygı duyulan yönlere karş
lık nefret edilen taraflar da vardır. Zamanla kötü taraf ağı r basmışt r. Oğuz destanlarında "altın gözlü tavşan"dan bahsedilir.
Töz olarak kabul edilen tavşanın resmi Şaman davuluna çizilir. Tavşanın avlanması ancak
sembolik olarak tıncı gök katında (ayda) olur ·
(Eröz, 1990:415).
Orta Asya Şamanistleri Tavşana Koza derler ve onunla ilgil i
onguna da "Kozan Töz" derler.
Sibirya Şamanlarının inancında
tavşan "Koşucu" olarak nitelendirilir (Kalafat, 1998:84).
Altaylılar, ayın altıncı gök katında ve güneşin ise yedinci gök
katında bulunduğuna inanırlar
ve dolunaya ibadet ederler. Tavşan aya ait semavi bir hayvandır. Ancak altıncı semada avlanmalıdır. Altay kamı bunu temsili olarak gösterir. Burada totem
inancının etkisi açıkça görülür.
Durkheim'in dediği gibi .totemlerde hem cezbedici hem de
korkutucu ve nefret edici taraf
bulunmaktadır. Çoğu hallerde
ikincisi ağır basar
(Eröz, 1990: 385-386).
Erkeklere tavşan eti yedirilirse
güçlenecekleri inancı Göktürkler'de egemendi. Anadolu pagan inançlarına göre tavşan
Eros'la Afrodi'i biraraya getiren
hayvandır. Tavşanın etinin kadının ten ve bedenine parlaklık ve
güzellik verdiğine inanılmaktaydı. Bir söylentiye göre Yezid'in ruhu bir tavşanın bedeni:-
ne girmiştir (Öktem, 1995:255).
Bilindiği Aleviler tavşan ~ti
yemezler. Çubuk Yöresi Alevi
Dedeleri ile yapılan görüşmelerde genellikle tavşanın geviş
getirmediğini, tek tırnaklı olduğunu ve kadın gibi hayız gördüğünü, ayrıca başının kediye, kulaklarının eşeğe, ayakları köpeğe, burnu fareye, kuyruğu domuza benzediğini ve bu yüzden
tavşan etini yemediklerini söylemişlerdir.
Tavşan bundan başka İranlı
Şiiler, Ermeniler, Kırım Tatarları,
Slavlar ve Bektaşi Arnavutlar tarafından yenilmemektedfr
(Öktem, 1995:254).
Prof. Pertev Naili' Boratav
(1994:56-57)'a göre, tavşanın
uğursuz olduğu ve etinin yenilmemesi gerektiği konusundaki
inançlar Sünniler arasında da
yaygın bir şekilde bulunmakta
ve hatta bu "Tavşanın kaçmasına baktım, etinden iğrendim"
şeklinde ifade edilmiştir.
ALEVİLİKTE DOGA KÜLTÜ
Dağ
Kaşgarlı Mahmut'a göre eski
Türkler tabiat olaylarına taparlardı. Türkler göğe Tanrı dedikleri gibi büyük bir dağ, büyük
bir ağaç vb. gözlerine büyük
görünen herşeye Tanrı derlerdi.
Elbiruni Oğuz Türkleri'nin bir
pınar yanındaki yere~ kayaya ve
üzerindeki izlere secde ettiklerini yazar. Mani veya Buda dininde oldukları halde Dokuz
Oğuzlar, ülkelerindeki büyük
bir dağa taparlar ve dağa kurban keserterdi (İnan, 1976:183-
184).
Türkler, Müslüman olmadan
önce mukaddes kabul edilen
dağlara, yılın belirli zamanl arın-
. da ziyaretler yapar, kurbanlar
sunarlardı. Örneğin Göktürkler,
her sene 5. ayın 10-20. günleri
aras ında /1 Altın Dağa" çıkıp
Tanrı'ya ibadet etmek suretiyle
"Hac" ederlerdi (Dan şmend,
1978:79-82).
Türkler; Ötüken, Tanrı, Uluğ
dağlarını tanrılar dergahı diye
kabul etmişlerdir. Bu kutsal dağlara olan inançtan dolayı Hun,
Göktür, ~ygur Hakanları Ötüken Dağı'nı başkent yapm şlardır. Tian-Şan Dağı'na Tanrı Dağı
denmesi·ne de, onun masmavi
buzlarla kaplı tepelerinin Han
Tanrı, . Matağ Ata isimleriyle
anılması da, dağların kutsallaştırılması ile ilgili bir inançtır (Rahman, 1996:136-137).
Eski Oğuzlarda her boyun her
oymağın kendine özgü kutsal
dağı olduğu gibi boylardan kurulu büyük birliklerde de kendilerine ilişkin dağları vardı. Bu dağa kut dağ denirdi. Söz gelimi
Gök Türk İmparatorluğunun
kutsal dağı ve ormanı Ötüken
dağı ve ormanıdır (Bird oğan,
1998:60)
Şamanlara göre tüm evren
ruhlarla doludur. Dağlar, göller
ve ırmaklar bu nedenle hep
canlı varlıkl ardır. Bunu Anadolu'daki Türk .ve Kürt Alevilerinde de görüyor~z. Bütün Anado1 u' da dağ tepelerinde uluyol velilerinin yatırları vardır. Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde hıdırlık tepeleri bulunmaktadır (a.g.y:60).
Dikkat çekecek şekilde büyümüş ve çatallaşm ş ağaçlar, yarlar ve taşlar arasından sızan sular ve membalar kutsaldır veya
kutsal ruhların bulunduğu yerlerdir:Eski Türklerde dağların ve
ağaçların kutsallığına, membalarda veya kaya diplerinde perilerin yaşadığına inanılmak~a idi.
Türkmen Aleviler bu yüzden
toprakların a çok bağlıdırlar: Çorak bir yere yerleşmiş bile olsalar o köyün bereketsiz toprağını
kolay kolay terkedemezler.
Çünkü bütün maneviyatları,
geçm işleri , dağları, tepeleri ve
yatırları ile oralara bağlanmış!ardır. (Yörükan, 1998:65). Gerçekten de Çubuk Yöresindeki
Alevi köylerinin çoğunluğu da
verimsiz topraklar üzerine kurulmuştur.
Günümüzde Adana' dan Ça:-
nakkale'ye kadar uzanan şeritte
yaşayan Tahtacı Türkmenler,
Egede Edremit yakınlarındaki
Kaz Dağlarını ağustos· ayının
son haftası ile ekim başlarında
kutsamaktadırlar. Bu kutsama
bir çeşit hacdır. Dağın doruğuna
yakın yerde Baba ve Sarıkız yatırlarının olduğu kabul edilmektedir (Birdoğan,1998:61).
Yine Çubuk'ta bu Yöre Alevilerinin kutsal saydıkları Aydos
Dağı vardır. Orta Asya' dan gelen Alevi Türkler, hayvanlarını
otlatmak için ilk defa Aydost
Dağı'na gelmişler ve orada konar-göçer şekilde yaşamışlardır
(Kılıç,20.2.99). Bundan başka
bu dağın eteklerinde bazı Alevi
ulularının yatırları bulunmaktadır. Yine Çubuk Yöresi Alevi
ulularından Seyyid Süleyman
arkadaşı Sarısulu İbiş ile birlikte
Kösrelik Köyü'ne gitmek üzere,
bir kış günü yola çıkarlar ve yollarını şaşırarak Aydost Dağı'nın zirvesine çıkarlar ve bu dağa sitem eden bir deyiş söylemişlerdir (Avcı, 1987:221-222):
Yazın geldiğini nereden bileyim
Karşı dağın karı eriyip gider
Bir haber sorayım şu akan sudan
O da bağrını yere sürüp gider.
Sabah olup odalara ilişir
Aşığın gözü sinemde alışır
Duyar da eller hep bana gülüşür
Hele vaktin gelsin zorun ne aydost
Avırat koç yiğit meydanda gerek
Kardeş ah ettikçe bölündü yürek
Nisbet Mavıyanın sen bunu bırak
Hele vaktin gelsin zorun ne Aydost
Sen Süleyman' ın aız eyledik geldik
Mehmetle tekkeye tecelli kıldık
Biz "Kalü Bela' dan" eweli öldük
Bizi öldürecek zorun ne Aydost.
Rivayete göre onlara Allah tarafı_ndan rızk gönderilir. Sonra
yola devam ederlerken Mehmet
Tekkesi ile karşılaşırlar. Tekkenin yakınında bir köy vardır. Allah'a şükrederek köyün içine girerler.
Su
"Oğuzname"de Oğuz Kağan'ın su tanrısının kızıyla evlenip doğan oğluna da "Deniz"
adını verdiği söylenir. Uygur
halk hikayelerinde yetim kızın
su tan rı sının yard ım ıyla düşmanların elinden kurtulduğu
yazılmaktad r
(Rahman, 1996:137).
Şamanist Türklerde yer-su kültü önemli bir role sahiptir. Eski
Türk inancına göre su kutsald r
ve sebepsiz yere kirleti lemez.
Alevilerde dağlardan, tepelerden, yarlardan ve taş ar arasından sızan sular kutsaldır ve buralarda kutsal ruhlar bulunmaktadır (Yörükan, 1998:292).
Eskiden yağmurun yağmadığı
zamanlarda Kamları n yada aşı
marifetiyle istedikleri zaman
yağmur yağdırd rı na inanılırı. Eski Türk inancına göre
Kamlar bulutları hareket ettirmekte ve gökten kar sağmakta
idiler. Kaşgarlı Mahmut Divan-Ü
Lügat-it Türk'te yaz günü böyle
bir olaya şahit ğu u kaydetmektedir (Kalafat, 1998:168):
Orta Asya ve Sibirya'dan Anadolu'ya kadar köy ve kasabalara kadar yağmur duas ı inanc ı varlığın ı sürdürmektedir (Kalafat, 1998:168). Nitekim Çubuk
Yöresi Alevilerinde de deqelerin
yağmur yağdırdığına inanılır.
Konu ile ilgili olarak Çubuğun
Dalyasan 1$öyünden Cemal Gümüş üoğ u, 1954 yılında Dalyasan Köyü udut arı içinde bulunan Demirli Türbe'de yağmur
duası yapıldığ ;ıı ve Kargın Köyü Kalender Veli Ocağı dedelerinden Boran Dede'nin dua yaparak yağmur yağdırdığını anlattı.
Ahmet Cevdet Paşa Kısas ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
(1981 :59) adlı eserinde şunları
yazar: "Hz. Muhammed yedi
yaşında iken dedesi Abdü'I
Muttalip vefa~ etti, bunun üzerine Hz. Muhammed amcası Ebu
Talib' in evine geldi. O sene
Mekke'de çok büyük bir kuraklık oldu. Kureyş Kabilesi yağmur
duasına gelmesi için Ebu Talib'e
başvurdular. O Hz. Muhammed'in elinden tuttu ve O'nu
Kabe'ye getirdi. Hz. Muhammed, parmağ ı göğe dırdığ ı
gibi yağmur yağmaya başladı."
Demek ki; Hz. Muhammed'in
bu mucizesinin bir keramet olarak onun soyundan gelen dedelere geçtiğine inanılmaktadır.
Alevilerde su kutsal olduğu
için ona tükürmek, işemek günah sayılır. Oğuzlar oldukça
geç dönemlerde bile inançları
doğrultusunda suya girmezlerdi. Çünkü su kutludur, arıdır. Bu
yüzden yıkanarak kutlu olan suyu kirletmek büyük günahtır
(Bozkurt:1990:135).
Kazaklar, kadınları kısır olursa
çölde tek başına bir ağaç, bir
kuyu veya bir su yanında durup
bir koyun keser ve gecelerler
(Birdoğan, 1998/6:65)
Tahtacı Türkmenler her yıl 5
Mayısı 6 Mayısa bağlayan gecede gün ağarmadan kalkarak köy
yakınındaki kutlu su saydıkları
akarsuda yıkanırlar. Kadınlar
başlarına bahar dalları takar ve
gene topladıkları bu dallarla evlerinin kapısınİ süslerler. İnançlarına göre bu sular bir yılın yorgun luğunu ve kötülükleri giderecektir (Birdoğan, 1998/6:65).
Ağaç ve Orman Kültü
İlkel mitolojide yeryüzü de bir
Tanrı idi.. Onun her önemli yönü bir mabudun kontrolünde
bulunuyordu. İnsanların olduğu gibi ağaçların da ruhları vardı
ve onları kesmek açıktan bircinayetti. Kuzey Amerika Kızılderilileri kendilerinin yenilmelerinin sebebini beyaz insanların
ağaçları kesmelerine bağlıyorlardı. Çünkü onların ruhl arı kızıl
insanı koruyordu (Durant,
1978:117).
Anadolu Alevilerinin eski dinleri olan Ari ve Asyatik dinlerden getirdikleri kutsallıklardan
birisi de ağaç ve· orman kültüdür. Göktürk ve Uygurlarda
Ötüken Ormanı'nın kutsal sayıldığını biliyoruz. Şamani Türklerin kutsal ağacı kayın ağacıdır.
Çocuğu olmayan kadınlar bu
ağac ın altında dua ederler. Evliya Çelebi, Kuzey Kafkasya'da
ağaca tapan insanların bulunduğunu anlatır
(Birdoğan, 1998/6:62).
Alevilikte dibinde evliya mezarı bulunduğuna inanılan
ağaçlar, kutsal sayılmaktadır,
bunlara çaputlar bağlanarak ondan dilekte bulunulur. Dilek evliyadan dilenir, ağaçtan topraktan değil (Er, 1996:46).
ilkel insan kendisini çevreleyen bitki dünyasından bıçaklar,
iğneler, şişler, maşa, kerpeten,ip, kumaş gibi yüzlerce alet
yaptı. Hepsinin üstünde kendisine bir sopa yaptı. Bu alçakgönüllü bir icattı. Fakat bu değneğin kullanıldığı yerler öylesine
çeşitli idi ki, insanoğlu meleklerin çubuğundan ve sopasınd an
Musa'nın asasına, Romalı konsülün bastonuna, 'kahinlerin litiusuna, hakim ve kra ın çekicine
kadar sopayı daima kudret ve
otoritenin bir sembolü olarak
gördü (Durant, 1978:34).
Cem törenlerinde Dedenin
elinde Tuba ağacından yapılma
üç boğumlu bir değnek bulunur.
Bu değneğin kutsallığına inanılır. Değnek dede tarafından talibin omzuna vurularak "Allah,
Muhammed, ya Ali" denilerek
talip dualanır (Er, 1996:46). Şaman ayinlerinde kayın ağacının
yeri büyüktür. Bu Alevilikteki
Tuba ağacı gibi mistik ve dini
bir rol oynar (Eröz, 1990:371 ).
Her köyde bulunan ve erkan
değneği denilen bu ağaç kutsal
sayılır. Erkan titizlikle saklanır.
Dileği olanlar onu ziyaret ederler. Bütün toplum görüldükten
sonra erkan ortaya çıkarılır, su
ile yıkanır, dede ile rehber erkanı tutar, bütün toplu luk erkanın altından geçer ve herkesin sırtına erkan sürülür (Bozkurt, 1990:141 ). Erkan değneğinin üç boğumlu olması üçleri(
Allah, Muhammet, Ali) ifade
eder. Törenlerde değneği öpüp,
altından geçenlerin geçmişteki
günahlarının affedil diğin e inanılır (Er, 1996:62):
Altından geçenler sıratı geçti
Suyundan içenler Kevseri içti
Didarı gördü, meydanı gördü
Erkan elinden günah ı biçti.
Dede Ahmet Kuzukıran'ın
(18.3.98), açık aması na göre,
erkan çubuğunun temeli, cennetteki Tuba ağacına dayanmaktadır. Bu, ırklar ceminde
Peygamber'e Cebrail tarafından
getirilen 12 tutam uzunluğunda
bir çubuktur. Hz. Muhammed,
Mirac'a çıktığı zaman, Allah
kendisine "Sen bana sitem etme, Ben de sana zulmetmeyeyim" buyurdu. Bunun niş~nesi
olarak erkan değneği, Hz. Muhammed'in omzuna vuruldu.
Böylece Hz . . Muhammed, Allah'ın erkanından geçmiş oldu.
İşte cem törenle~indeki erkan
değneği uygulaması, buhu sembolize etmektedir.
Tahtacılar ormanı adeta özür
dileyerek keserler. Ağaç kesmeden önce törenler yapılır, kurbanlar kesilir ve bu topluca yenilir, ancak ondan sonra orman
kesilebilir. Ayrıca Muharrem
ayında ve Salı günleri orman
kesilmez (Bozkurt, 1990:142).
Ağaç, Anadolu Alevilerinin
yurtlarını bulmalarında ·onlara
kılavuzluk etmiştir. Hoca Ahmet
Yesevi, asasını Anadolu'ya atarak Hacı Bektaş Veli'yi Anadolu'ya göndermiştir
(Birdoğan, 1998'6:63).
Orta Asya' dan beri Türklerde
ağaç kutsaldır ve ermişlerin yatırları genellikle ormanlık alanlarda bulunur. Bu sebeple Türklerdeki ağaç sevgisi ve ona bir
kutsallık atfedilmesi, Türklerin
aşadığı ülkelerde ağacın ve ormanın korunmasını sağlamıştır.
Ancak İslamiyet tabiat kuvvetlerine tapınmaya ve putperest! iğe
karşı olduğu için batıl itikatların
yıkılması adını Anadolu'da ilk
orman nizamnamesinin çıktığı
1869 tarihine kadar orman hiçbir yasaya bağlı olmaksızın . ferdin isteklerine göre gelişigüzel
tahrip edilmiştir (Armağan,
1977:23) Görüldüğü gibi Türki :ye'de bu konu yanlış anlaşılıp
yanlış uygulandığı için ormanlar korunma~ış yok edilmiştir.
Hala yeşilin ve ormanın korunması konusunda yeterli bilincin
bulunduğunu söyleyemeyiz.
Çünkü Meskenlerimizde çimenlerin eğitimli-eğitimsiz insanlar
tarafından hiç rahatsız olunmadan çiğnendiğini ve ağaçların
koparıldığına şahit oluyoruz.
Üniversite kampüslerinde bile
buna dikkat edilmediğini yö°neticiler tarafından ekilen çimlerin
çok kısa bir sürede öğrenciler
tarafından çiğnenerek tahrip
edildiğini ve ağaçların yol tarafında bulunan yapraklarının
hergün birer ikişer yine öğrenciler tarafından koparıldığına
üzüntü ile şahit olmaktayız. Bu
durum ülkemizde hala eğitimin,
daha çok kafaya bilgilerin yığılması olarak görüldüğünü ve
olumlu davranış değişikliği anlamında algılanmayıp üzerinde
durulmadığını göstermektedir.
Oysa ağaçlar, bir ülkenin zenginlik kaynağıdır. Soluduğumuz
havadan içtiğimiz suya, yazdığımız kurşun kalemden okuduğumuz kitaba, oturduğumuz
masaya kadar· hemen her yerde ağacı goruruz. Ayrıca orman
içinde çeşitli bitki ve hayvanları
da barındırmaktadır. Ayrıca üzerinde oturduğumuz ve onda yetişen besinlerle beslendiğimiz
toprağın korunması da yine orman ve yeşille mümkün olabilmektedir. Herkesin bildiği bir
gerçek her yıl Kıbrıs büyüklüğündeki bir toprak parçası yağan yağmurlardan oluşan sellerle deniz ve göllere taşınmakta
ve toprak yok olmaktadır. Bu
konu, az sayıdaki aydının dışında çoğunluğu rahatsız edip düşündürmemektedir. Oysa Eski
Türkler, kutsallık inancı il~ de
olsa bu konuda bizden çok daha duyarlı ve bilinçli idiler.
Toprak Kültü
Eski Türklerde yağız yer diye
anılan toprak en son kutsanmaktadır. Şamanizmde dinsel
törenlerde içilen içkilerin son
damlası bu yağız yerin hakkıdır,
diyerek toprağa dökülür. Yine
günahkar ölülerin başı toprakla
buluşmasın diye başları taş üzerine konulur. Tahtacı Türkmenlerde zina en büyük suç kabul
edildiği için bu günahı işleyen
kişilerin cesetleri toprağa gö-
. müldüğünde başları dışarıda
tutulur. Bu gibi kişileri idamla cezalandırdıklarında meyve vermeyen ağaca asarlar (Birdoğan,
1998/6:66).
DİNSEL TÖREN VEYA AYİNLER (Cem)
Törensiz hayat, manasız bir
hayattır. Gelişmiş her kültürde
doğum, ölüm, delikanlılık ve
evlenme gibi hayıtın önemli
olayları için tö'renler yapılır. Tören yapmak ruhsal bir ihtiyaçtır.
Tören yalnızca önemli işler için
değil, küçük ve günlük olaylar
için de yapılır. Örneğin toplu
olarak yenilen yemek veya ziyafet, tören haline sokulmuş demektir. Bu şekilde yalnız vücut
değil aynı zamanda ruhlar da
doyurulmuş olur (Tomlin,
1959:32). Katıldığımız iki cem
töreninde şahit olduğumuz gibi,
Alevi cem törenleri hem maddi
hem de ruhsal doyumu esas almaktadır.
Eski Türkler dinsel ve s.osyal
sistemlerinin gereği olarak her
vesile ile toplantılar, şölenler,
toylar, ziyafetler düzenlerler;
burada yer iç~r, eğlenir veya yas
tutarlardı. Bu sosyal dayanışma
ve kaynaşmanın vesilesi olurdu .
Tarihin en eski devirlerinden günümüz Türkiyesi'ndeki cemlere kadar hep böyle olmuştur.
Buralarda kesilen kurban ve yenilen yemekler yanında bol
miktarda içki içilir ve raks(semah) edilirdi (Eröz, 1990:304).
Türk oplulukları doğum, sünnet, düğün, bahar bayramı,
ölüm ve diğer sebeplerle kurban
keserek aş veren, hayır ·yapan
Türkler binlerce yıl önceden
sosyal adaleti gerçekleştirmişlerdir. Böylece evinde fakirlikten dolayı yemek pişiremeyen
kimseler her gün bir sofraya
çağrılarak dayanışmacı bir toplumda yer aldıklarının farkına
varırlardı. Bu İslamiyet'in yüksek prensipleri ile birleşince bu
daha güçlü hale gelmiştir. Nitekim Kazakların Karnı acıkan karah eve koşar şeklinde bir atasözü vardır (Eröz, 1990:345)
Cem:. toplanmak, topluluk,
toplantı ve cemiyet anlamına
gelir. Ayin ise Farsça bir kelime
olup, adet, görenek, kanun, töre
karşılığıdır. Aynı zamanda usul
ve ibadet tarzı anlamına da gelir. Cem ayini ise toplantı töresi,
cem adeti, cem töreni, biraraya
gelme yolu anlamına gelir. Tasavvufta cem, yaratılmışları görmeyerek Hakkı görmek demektir (Eığlalı, 1996:236).
Prof. Niyazi Öktem (1995 :
243) 'e görecem, İslam'ın özüne uygundur. Hz. Muhammed
zamanında cami sosyal, ekonomik konuların konuşulduğu yerlerdi. Camilerin ibadet ağırlı
yerler olmaları Emevi Hanedanı
dönemine rastlar.
Eski Türklerde özellikle Şamanist dönemde kadınlı erkekli.dini toplantılar düzenlenir ve toplantıya katılanlar bir daire halinde yere otururdu. Kadın ve erkeklerin oturdukları yerler statü
ve yaşlarına göre sıralanmakta
idi (Çakıroğlu:1996:84).
Bu törenler Müslümanlıktan
sonra da devam etmiştir. Aynı
törenler Yesevilikte de vardı.
Ahmet Yesevi'ye göre erkek ve
kadın bir ehl-i Hak meclisinde
bir arada zikir ve ibadete devam
etseler bile, Hak Taala, onların
kalplerindeki her türlü kin ve
düşmanlığı yok etmeye muktedirdir (Köprülü, 1984:34). Babai
ayaklanmasını gerçekleştiren
Baba İlyas da Amasya'nın Çat
köyünde kurduğu dergahında
bu tür kadınlı erkekli törenleri
devam ettirmiştir
(Ocak, 1980:10).
Aleviler, cem usulüne ve diğer
adetlerine görgü, sürek, yol adını verirler. Türk kültüründe de,
yol, töre demektir (Eröz,
1990:99). Alevilerdeki cem töres·i bölgeden bölgeye ve hatta
ocaktan ocağa değişlik göstermektedir. Bununfa ilgili olarak
Aleviler, "yol bir sürek binbir"
derler.
İrene Melikoff (1994:126) 'a
göre Cem ayini ile Şaman merasimleri arasında benzer noktalar
bulunmaktadır. Bunlar, şarkılar
ve oyunlar, alkol ve uyuşturucu
kullanma, kurban kesme, kadınların törende bulunmaları, Şamanizm'deki Şamanlara karşılık
Alevilerde dede bulunması
v.s.dir.
Eski Türklerde Şamanlar hem
hukuk hem de din adamıdırlar
(Ankay, 1999:2). Dedelerinde
hem din adamı ve hem de cemde talipleri yargılayan bir yargıç
rolünü oynamaları buradan gelse gerektir. Fuat Bozkurt
(1990:82-83)'a göre, cem törenleri toplumsal yargı, bir okul, bir
tür eğl~nce, toy ve şölendir; yenilir, içilir, eğlenilir ve yas tutulur.
Yavuz Selim'den sonra Osmanlılarda Aleviler zulüm ve kıyımlara uğradıkları için Osman1 ı kadılarına ve onların uyguladıkları hukuka olan inançlarını
yitirmişler, kendi içlerine kapanarak sorunlarını kendi aralarında çözmek için bir takım mekanizmalar meydana getirmişlerdir (Selçuk,1991:261). Bugün
de kırsal kesif11de yaşayan Aleviler, dedeler aracılığıyla sorunlarını kendi aralarında çözerler,
bu yüzden mahkemeye intikal
ettirilen olaylar son derece azdır.
Rıza Zelyut'a (1992:69) göre,
İmam-ı Cafer Sadık döneminde
Alevller özel ibadet toplantıları
yapmaya başlad lar. İlk cemler
bu toplantılar· olarak kabul edilebilir.
Cem ayini Miraç olayından
sonra kırklar meclisinde yaşanan olayların ve bu mecliste bulunan kişilerin sembolik olarak
temsil edildiği bir ayin ve ·onun
yeryüzündeki bir tekrarı ise bu
hayatı ve o eyecanı yaşamaya
vesile olacak her şeyi sırasıyla
yapmak dini ibadetin bir gereği
olacaktır. Ayinin yapıldığı kırklar meydanı Hz. Ali'yi yola girişi temsil ettiğine inanılan eşik
olmak üzere bu mekanın bütünü kutsal sayılacak ve en azından saygıdeğer bulunacaktır.
Böylece cem iman ile amelin,
akide ile geleneksel merasimlerin meczedi'ldiği tam anlamıyla
bütünleşmemiş bile olsa bir araya getirildiği bir tali-ayinler yumağı olarak karşımıza Çıkacaktır (Yörükan, 1998:131 ).
Bu törenlerde sadece ibadet
değil aynı zamanda Alevilik eğitimi . de yapılmaktadır. Çünkü 1
bütün tasavvuf akımlarında olduğu gibi Alevllikte de amaç,
insanları eğitmek, onları kötülüklerden uzaklaştırmak ve sonuçta olgun birer insan(insan-ı
kamil) haline getirmektir.
Cem toplantıları ocak ayının
birinden mayıs ayı sonuna kadar yapılabilir. Cem toplantısının yapılabilmesi için dedenin
köye geJmesi gerekir, aksi halde
dedesiz cem toplantısı yapılamaz(Kuzukıran,23.4.98).
Cem törenlerine kadın erkek
bütün erenler katılabilmektedir.
Ancak musahibi olmayanlar, suçu olan insanlar, zina yapan, kız
kaçıran, hırsızlık yapan, küs
olan insanlar katılamaz, Rızalık ~lıp barıştığı takdirde ceme katılmaya hak kazanırlar. Peyik tarafından haberdar edilen halk,
akşam bildirilen saatte 5-7 gibi
Meydan Sofasına gelirler. Köyde
farklı ocaklara bağlı taliplerin
olması onların cem toplantılarına katılmalarına engel değildir.
(Er, 1996:42).
Cem yapılan gecelerde oraya
yeni ve temiz elbiselerle gidilir.
Dedeler genellikle üç etekli entari giyerler. Nitekim Turfanida
bulunan eserlerde görülen resimlerde Türklerin 13 asır önce
üç etekli entari giydikleri görülmektedir. Kadmlarm da eski
milli kıyafetleri ile gelmeleri
şarttır ve buna uyulur (Yörükan, 1998:120).
Çubuk Yöresi Aleviliğinde halen dedeler üç etekli entari giymiyorlar fakat dedelere mahsus
özel kıyafetler bulunmakta ve
fakat pek giyilmemektedir. Nitekim Karaağaç Köyündeki Muharrem Kurbanında Meydan
Sofasında, Sırmalı yeşil cübbe
ile yeşil bir kemerbest ve onun
üzerinde püsküllü fes bir direkte asılmış olarak duruyordu.
Resim çekmek istediğimizi söylediğimiz için dede Ahmet Kuzukır n ta afınd n giyilm iş, çekim bittikten sonra ıkarılıp duvara asılmı tır. Çubuk-Çit Köyü
Abdullah mahallesindeki Dar
Kurb nında ise orta yaşlı iki kadının Üzerlerinde üç etekli milli
yafet bulunuyordu.
Erkekler; üzerindeki saat, köstek, tütün tabakası gibi dünyevi
eşyaların hepsini çıkarırlar. Kadınların saçları, ölü saçları gibi
çözülür ve omuz üzerinden iki
yana sarkıtılır. Çoraplar çıkarılır
ve dedenin huzuruna yalınayak
varılır. Cemden sonra erenler
birbirlerine "mirac n kutlu olsun" derler. Cemdeki bu merasim kamın göklere yükselmesi
ve orada Tanrı huzuruna varması, suç arı affettirmesi gibi bir
şeydir (Yörükan, 1998:56).
Başlangıçta cem törenlerine
katılabilmek için musahipli olmak gerekirken, Yavuz Sultan
Selim döneminden sonra gençlerin ve çocukların Alevi töresini öğrenebilmesi için onların da
törenlere girebilmelerine müsaade edilmiştir. Bugünkü uygulama bu yöndedir. Ancak musahip kurbanına sadece musahipli·
olan Aleviler katılabilmektedir.
Musahibi olmayanlar katılsa bile musahip töreninin yapıldığı bölümde dışarı çıkarılırlar. Ayrıca Çubuk Yöresi Alevilerinde
kurbanın yüreğini sadece musahipli olanlar yiyebilmektedir.
Kendilerine verilse bile · musahipli olmayanlar bunu yememektedirler.
Dede Derviş Akın'a göre musahibi ol~ayan üç kişi ceme
girse lokma helal değ ldir. Musahibi olmayan, bekar olan ve
kazancı olmayan ceme giremez
(Cem Vakfı, 2000:183).
Tahtacılar cem ayinine girerken kabirlere rakı dökerler. Bir
olay dolayısıyla bir adak adayacakları zaman kabirlere yarım
okka rakı adarlar. Rakı eski
Türklerde bütün kutsiyet ve
önemini Alevilerde korumuş· ve
bundan dolayı Alevilerin cem
ayini bir rakı ayini muştur. Eski Türklerdeki milli av ve toy
merasimleri yerine Alevilerde
kurban merasimleri yapılır. Ayin
süresince önce tekleme, , sonra
çiftleme, daha sonra üçleme,
beşleme ve yedileme şeklinde
ayin boyunca rakı içilir. Cem törenlerinde eski Türklerde olduğu gibi dişi hayvan kurban edilmez (Yörüken, 1998:120). Gagavuzlar, mezarların üzerine çiçek ve çelenk koyup, su ve şarap dökerler (Erden ve Diğerleri,
1999:180).
Almanya'da yaşayan sosyolog
ve eğitimci Cengiz Yiğit, Almanya' da dedelerin cem törenlerini
kendisine göre yürüttüğ nü ve
bu konuda birli in olmadı ndan yakınmaktadır. Ona göre
cem ayininin nasıl yapıldığı yazılmalı böylece hem .vapılan
cemlerde birlik sağlanmalı ve
hem de talipler cemin nasıl yaPıldığını ve okunan uaları önceden öğrenmeli ve cemde dede okudukça bilmeli ve uygulayabilmelidir (Cem Vakfı, 2000 :
194).
Tekke ve dergah rın kapatılmasından sonra genellikle Türkiye'deki Alevi gruplarından baıl arı bu yasağa uyarak cem törenlerini yapmamışlardır. 1959
yılın a Sün köylüleri, kendilerini saf ve temiz bulmayıp günahkar kabul ettikleri için tarikatın
i~aplarını yerine getirmediklerini söy mi lerdir. Sivas'ın Divrii İlçesi Eğ isu (Anzahar) köyünde halen cem cemaat yapılmamaktadır. Erzincan- ağıştaş'ta
15-20 yıldır cem yapılmamaktadır. Aynı yerde Ağu çenli ve Ali
Abbas ı dedeler bundan yaklaşık 40 sene önce bir evde misafir kalıyorlar ve her türlü ihtiyaçları karşılandığı halde ne dua
ediyorlar ve ne cem yapıyorlar
fakat taliplerden 300 lira para
istiyorlar. Çoğu dedeler taliple
evlendi ve evli kadın kaçırdılar
böylece inanç ve itikat zayıfladı
(Yaman, 1.2000:36-37). Bu sosyolojik anlamda bir toplumsal
çözülme örn eğidir.
1999 ılı Haziran ayında Sivaslıların Zenger Paşa Kon~ğında yaptıkları ceme katıldık, fakat bu cemin çok kısa sü düğünü saz çalmakla başlayıp saz
ça.lmakla bitirildiğini ve çoğu
erkanın yerine getirilmediğine
şahit olduk. Ayrıca cem bir iki
saat içinde bitirilmiştir. Bu cemde bütün erkanın yerine getirilememiş olması Tekke ve zaviyelerin ka atılmas ından sonra
Alevilerin bu yasağa uymaları
sebebiyle uzun ıll ar cem ya pı
lamadığından bazı erkanlar
unutulmuş olabilir. Oysa Çubuk
yöresi Alevileri Cem yapma yasağı na uymadıkları için cem geeneği aksamadan devam etm ş
üzyıl ardan beri orijinal şekliyle bugüne kadar korunabil miştir. Çünkü Çubuk Yöresindeki cemler yaklaşık 1 O saat sürmektedir.
Cem törenlerine genellikle
Alevi olmayanlar alınmamaktadır. Prof. Mehmet Eröz (1978:1)
'e göre Alevilerin bu kapalı cemaat hayatları, sır ve gizlilikleri
tamamen Türk kültürü ile ilgili-
. dir.
Prof. Yörükan (1998:35) 'e göre Alevllikte akidelerin ve ayinlerin gizli tutulması onun resmileşmesini ve genelleşmesini en-
. gellemiştir. Ona göre ayinlerin
herkese açık yapılması bazı erkanın terkedilmesi zorunlu uğunu ortaya çıkaracaktır. Bununla
ilgili olarak erkandan geçme ve
sahip musahip olma erkanları
kaldırıldığı zaman Alevilik ortadan kalkmış olur
Araştırmacı Dr. Ali Aktaş.
(99/12:66) d.a konu ile ilgili şunları yazmıştır: "Cem törenlerine
ister Sünni olsun isterse başka
dinden birisi olsun dışarıdan birinin girmesi ve töreni izlemesi
geçmişte ve günümüzde mümkün değ ldir, Sünnller, Alevllerin
cem tören lerinde mumsöndü
yaptıklarını iddia etmektedirler.
Ulusal bütünlüğümüz açısından
tehlikeler oluşturulan bu yanlış inanış günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır."
Halbuki bu satırların yazarının Çubuk yöresinde katılmış
olduğu iki cem töreninden birisi, 1998 yılında Gazi Üniversitesi, Türk ~ültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi'nin
düzen ediği (Dr. Ali Aktaş'ın da
katıldığı) sempozyumda bir bildiri olarak sun tılmuş ve sonradan basılan "Sempozyum Bildirileri" kitabında ilk bildiri olarak
basılm ştır. Diğeri ise bu derginin YAZ)98/6 sayısında yayımlanmıştır. Araştırmacının bunla..;
ra bakmadığı ve incelemediği
. veya bunları yok farzettiği anlaşılmaktadır.
Katılımsız gözlem tekniği ile
incelenen bu cem törenlerinde
ibadet ve zikirden başka bir şey
yapılmadığını gördük. Zaten
bunun böyle olduğunu biliyorduk fakat bunu belgelerle kan tlamak istedik. Ceme girmedeki
esas amacımız, Sünni önyargılardan birisinin yıkılmasını
amaçlamaktı. Bunu az çok başardığ mızı sanıyoruz. Nitekim
~dı geçen yazıları okuyan bazı
Sünni aydın ve üniversite öğretim elemanlarının "cem törenlerinde ibadet yapıldığını bilmiyorduk/' dediklerine şahit olduk.
Gerçi, ikrarsız kabul edildiğimiz için ceme girişimiz bazı
Alev! dostlarımız tarafından hoş
karşılanmamış ve beni ceme kabul eden dede üzerine büyük
baskılar yapılmıştır. Bu yüzden
bazı dedeler, Abdal Musı1, Kızıldel i cemlerine götürmek istedikleri halde taliplerinden gelen
baskılar yüzünden buna müsaade edememişlerdir.
Kendisi Alevi olan Rıza Zelyut' a göre Aleviler kendilerini
anlatmak istiyorlarsa mutlaka
cemlerini Alevi olmayanlara da
açmak zorundadırlar. Biz de bu
kanaati paylaşıyoruz. Cem törenlerinin yasaklandığı ve bunun kontrolünün yapıldığı dönemlerde bunu anlayabiliyoruz
fakat bugün böyle bir şey söz
konusu değildir. Gizliliğin olduğu yerde ister istemez çeşitli
asılsız s~ylentiler çıkacaktır. Bunu önlemenin yolu, açıklığı tercih etmektir. Gerçi her önüne
geleni ceme kabul e~inler demiyoruz ama objektif araştırmacılara kapıyı kapatmalarının
doğru olmadığını düşünüyoruz.
Belli başlı cem törenlerinin
adları şöyledir: Abdal Musa
Kurbanı, Birlik Kurbanı, Musahip Kurbanı, Kızıldeli Kurbanı,
Dar Kurbanı'dır (Kuzukıran,
18.3.1998.).
Şimdi bu kurbanlar veya cem
törenleri hakkında kısa bilgi verelim.
Abdal Musa Kurbanı
Buna birlik kurbanı da denir.
Her yıl ocak ayının birinden· itibaren kesilebilir. Bu, yıllık tarikat toplantılarının ilkidir ve bir
bakıma bu, törenlerin başladığını gösterir. Köylüyü birliğe, beraberliğe davet anlamı taşır. Bu
kurbanın masrafı, cem törenine
katılanlardan eşit şekilde bölünerek karşılanır (Kuzukıran,
18.3.1998).
Abdal Musa Kurbanı kesildiği
yıl, köyde elem, keder, hastalık
olmayıp ekin ve ürünün bol ve
bereketli olacağına, çocuk doğarsa anne-babası ve büyüklerine saygılı olacağına inanılır (Yaman, 1994:218).
Abdal Musa kurbanına Doğu
Anadolu'da ve Erzurum çevresinde pek rastlanı:namaktadır.
Orta Anadolu' da . ise genellikle görgü kurbanları bitince ortak
bir Abdal Musa Kurbanı yaparak o devredeki hizmetler mühürlenmiş olur (Yörükan, 1998:331 ). Nevruz ve Hıdrellez ise Batı Anadolu Alevilerinin dinsel törenidir (Bozkurt, 1990:201 ).
Nevruz Kurbanı
Çin tarihçileri, Hun Türklerinin 21 Mart tarihinde kırlara çıkıp yanlarında getirdikleri yiyecekleri yediklerini yazar. Bu gelene:k Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüştür. Orta Asya
Türkleri 21 Martı Türklerin Erkenokondan çıkış bayramı olarak
kutlamaktadırlar. 12 başlı Eski
Türk Takviminin ilk günü, yani
yılbaşı 21 Mart Nevruzdur (Tan,
200:99).
Sultan Nevruz 21 Mart günü
Alevilerin büyük bayramıdır.
Ulu tanrı dünyayı bugün yaratmıştır. Ayrıca Hz.Ali'nin doğum
günü, evlendiği gün, Hz. Yusuf
kuyudan bugün ıktı , Hz. Muhammet Gadirihum'da Hz.
Ali'yi bugünde vasi(önder) tayin
etmiştir. Bugün şeker, şerbet ve
çiçeklerle kutlanır ve yaşatılır
(Yaman, 1994:22~ ).
Nevruz Alevi-Bektaşi kültüründe Hz. Ali ve Hz. Hüseyin'in
doğduğu ve Hz. Ali'nin Hz. Fatma ile evlendiği ve Halife olduğu gündür. stik al Savaşı sırasında 23 Nisan 1920 tarihinde
TBMM açıldıktan sonra ilk nevruz 21 Mart 1921 tarihinde kutlandı. il. İnönü Muharebesi sı asında sönük geçen Nevruz kutlamaları Büyü~ Taarruza hazır
! ık yapıldığı günlerde 22 Mart
1922 tarihinde görkemli bir şekilde kutlandı. Bu şenlik erin
çok canlı bir şekilde yapılab il
mesi için bütün okullar haftalar
öncesinden hazırlanmaya başad ılar ve bu şenlik Genelkurmay Başkanlığı'nın bulunduğu
küçük tepenin altındaki çayırlı k
alanda yapıldı (Tan,2000:101-
102).
_İlkbaharda doğanın uyanması
ile ilgili olarak kutlanan Nevruz
bayramı Orta Asya ile r?n da
oldukça yaygındır. Çok uzun bir
geçmişe sahip olan bu geleneksel bayram Uygur tarihinde de
önemli bir yer.tutar. Nevruz Uygurlarda çeşitli oyunları içeren
bir tiyatro gibi sahnelenip kutlanmaktadır. Bu bayramda halk
büyük bir coşku içinde Nevruz nameler söyleyip dans ederler.
Müzik eşliğinde bir çok sanatsal
gösteriler.yine bu bayramın vazgeçilmez etkinliklerindendir. At
yarışı ve oğlak oyunu ile biniciler becerilerini sergilerler (Rahman, 1996:122-124).
Yukarıda konu edildiği gibi
Nevruz Batı Anadolu Alevllerinin dinsel törenidir. Orta Anadolu Alevileri bugünde cem töreni yapmazlar. Nevruz Alevllerin en büyük bayramıdır. Bu
günde çocuklar dağlardan nevruz ve sümbülleri toplar getirirler. Akşam cem yapılır. Cem evinin ortasına kazanla süt getirilir
ve içine iki temiz saman çöpü
atılır ve ağzı kapanır. İki saman
çöpü birleşir bu, orada bulunanların gönül birliğini simgeler. Süt ve lokma dualanır; cemaata süt, sümbül ve lokma dağıtılır. Nevruzun önemi şuradan
gelir (Atalay,2000:56):
· Hz. Ali'nin doğum günüdür.
Hz. Ali'nin Hz. Fatümatüz
Zehra ile evlendiği gündür.
Güneşin Hanımel burcuna
girdiği gündür.
Eski göçebe Türklerin kışın sığındıkları yerlerden obalarına çıkmaları, yeni hayata kavuşmaları sebebiyle en sevinçli oldukları gündür.
Bu mutlu günde Aleviler cem
yaparlar, lokma yerler, lokmalar
yenir, ibadetler yapılır ve semahlar dönülür, sazlar çalınır
ve Hz. Ali'nin mevlüdü okunur.
Bu mevlütten çok kısa bir örnek
alalım (a.g.y:56):
Şah-ı MerdanMurteza dOğdu bugün
Yüce, üstün şah Ali doğdu bugün
Temiz soy nurundan geldi Kamile
Çün Abu Talipten oldu hamile
Öyle bir gün doğdu nur Nevruz idi
Öyle ki bir yevmi nur Efruz idi
Sayesinde Haydar'ın buldu hayat
Şanlı şerefli gün gördü kainat
Kızıldeli Kurbanı
Tarikatın mührü, yıllık tarikat
törenlerinin bittiğini gösterir.
Her zaman kesilebilir genellikle
bu tören her yıl mayıs ayında
yapılır (Kuzukıran,23.4.98).
Musahip Kurbanı
Musahip olmak isteyen iki aile kurban kesmek zorundadır.
Bunun için de'deden gün alırlar
ve kurbanı dedenin nezaretinde keserler. Ayrıca o gece cemdeki
bütün masrafları bu iki aile çekerler.
Musahip kurbanında, bu kurbanı sadece musahipliler yiyebilir. Kurban parçalanırken eklem yerinden parçalanır ve bütün olarak pişirilir. Ayrı ca kurbanın kemikleri, derisi ve diğer artıkları toprağa gömülür.
Çubuk'un Yukarı Emirler Köyü
Cibali cağı taliplerinden Rıza
Akdoğan (7.98) cem ayinini
şöy e anlattı: Dede sağ köşede
oturur, Dede vekili Baba sol köşede oturur. Cem evi kadın ve
erkekler olmak üzere iki musfa1 ıdır. Gerek kadınlar ve gerekse
erkekler kendi musfalarında yaş
sırasına göre otururlar. Kapıcılar
bütün köyü dolaşarak hastası ve
küçük çocuğu vb. mazereti
olanları tespit ederek bunları
cem sah ibine haber verirler. Kapıcılar da eline, diline ve beline
sahip olup tüm erenlerin (cemaatin) itimadını kazanm ış kimselerdir. Cem törenlerinde erenler
bir şey yese içse dededen himmet alırlar, çünkü himmet iç. düzeni sağlar.
Bir kimse bu cem ayininde
bulunabilmek için önce pirine ikrar vermelidir. Yani ben bu
cem ayinine ge eceği m, her ibadetinde bulunacağım, Allah' n
emrine, Ehl i Beytin gidişatına
uyacağ ma di l ile ikrar ve kalp
ile tasdik ederim, diye dedeye
ve erenlere söz verir. Cem eh li
olabilmek için bir mümin mutlaka akranı birisiyle musahip olmak zorundadır. Çünkü bunun
öncesi iki cihat-ı serveri Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin Gadiruhum'da ilan edilen kardeşliğine,
ensarın muhacirlerle olan dünya ve ahiret kardeşi olmasına
dayanır. Kardeşliğin önemi, öz
kardeşi nden daha ileri olmas
dır.
Kardeşlik olmanın en büyük
önemi, Gadirihumdaki gibi çarşafa girmektir. Karde i ikte kesilen koç brahim lilul lah'ın
kestiğ i koçu temsil etmektedir.
Kardeşlik olunurken iki kardeş
çarşafa yatar. Bunların bacıları
ayak uçlarında dara(el bağlama)
dururlar. Bunun an am ı cenaze
namazı as ıl ayakta kılınıyorsa
bunun gibi ayakta namaz ıl
maktır. şte ölmeden ölmek, iki
kardeşin kefen misali çarşafa
girmesi, iki bacın ın da· cenaze
namazını kılmas ını temsil etmesidir. Bunlar çarşafta yatarken
Ayet'el Kürsü okunur ve kendine güvenen erenler, el bağlar iki
dizlerinin üzerine otururlar. Bunun anlamı Kabe'de hacıların
halka namazıdır. Tüm erenler
bu iki hacının etrafında halka
namazı kılarlar. Bunlar işte cem
ayininde hacı sayılırlar. Çünkü
akşamdan bu tarafa yapılan tüm
işler ve hizmetler Kabe'yi ziyaret etmeyi temsi 1 ederler.
Hacılar, çarşaftan kalkınca Allah rızası için Ehli Beyt yüzü suyu hürmetine dualar edilir, erkandan geçilir. Bundan sonra
bal şerbeti içilir, daha sonra
Kırklar semahı dönülür. Bu semahta 60'ını geçmiş kadınlardan 6 kişi yer alır. Gözcü de bacılarla birlikte kırklar semahına
katılır. Bu iki cihan Serveri Hz.
Muhammed'in Mirac-ı Aladan
gelirken kırklara uğrayıp onlarla
hoş sefa muhabbet edip ibadetten sonra döndükleri kırklar semahını temsil eder. Ondan sonra kesilen koçun yüreği 4' e bölünür dede tarafından akşamki
musahiplere yedirilir. Bu Hz. İbrahim'in kestiği koçun yüreğini
temsil eder. Bu koçun karaciğeri ufak ufak parçalara bölünür ve orada bulunan tüm musahiplere yedirilir. Bu, koçun yüreğinin yiyen 4 hacılara müsahip
olduklarına şahitliğin simgesidir. Bundan sonra yemekler yenir, gülbank çekilir, cem ayini
de o gün tamamlanmış olur.
Cem esnasında Ankara' da bulunan bütün köylüler gelirler. Bu
Cibali düzenidir, başka düzenler de olabilir.
Aşure(Muharrem) kurbanı
.
Bu kurban tek başına kesilebileceği gibi bir köylünün hepsinin katıldığı birlik kurbanı şeklinde de kesilebilir.
Muharrem ayının onundan
sonra 6-30 Mayıs tarihlerinde
kesilir. Tören Meydan Sofasında
yapılabileceği gibi genellikle
yeşillik bir alanda yapılır. Önce
corba . icin . alınan kurbanlar tek- .
birlenir. Aynı Meydan Sofasındaki gibi ortaya alınır. Dede: bu
şahsı nice bilirsiniz, bunun kurbanı yenilebilir mi? diye sorar.
Eğer kusuru yoksa "Allah işini
rast getirsin, Allah kabul etsin"
derlerse, o kişinin kusursuz ye
salih bir ki~i olduğu anlaşılır ve
hizmeti yerine getirilerek kurbanı kesilir
(Kuzukıran, 23.4.1998).
Koldan Kopan Kurbanı
Gençleri ceme alıştırma, onları adab ve erkanı öğretme, tarikat idealini aşılamak için yapılır. Diğer ayinlere bekarların girmesi yasak olduğundan genç
z ve delikanlılar ana ve babalarıy a birlikte bu çeme katılabilirler. Gençler bu cemde semah
usulünü ve nefes söylemesini
öğrenirler (Fığlalı, 1996:332).
Çubuk yöresi Alevllerinde genç
ve bekarlar halen cemlerin hemen hepsine girebilirler, ancak
musahip ceminde tam bu törenin yapıldığı ırada gençler ve
musahipli olmayanlar dışarı çıkarılır, dergahta sadece musahipli olanlar kalırlar.
Dar Kurbanı
Ölülerin canı için aş pişirmek,sebil yapıp su dağıtmak ve benzeri adetler daha önce yaşanmış
ve bütün Türklerin vicdanında sürüp gitmiş ve halen yaşanmakta olan şeylerdir. Bunlar Şamanlığın hem Alevi ve hem ·de Sünni Türkler üzerinde bıraktığı derin izlere birer örnektir (Y<?rükan, 1998:121 ).
Bundan başka eski dinde ve
gerekse Müslüman olduktan sonra olsun Hunlar ve Göktürkler'den başlamak üzere bütün
Türkler, ölümün üçüncü, yedinci, kırkıncı günleri ile ıl mda aş
verir, hayır yapar, kurban keser
ve yas tutarlar. Kadınlar tırnaklarıyla yüzlerini kanatarak saçlarını yolarlardı
(Eröz, 1990 : .340).
Uygurlarda da halen cenazenin üçüncü akş'amı poşkal (yağ
da kızartılmış hamur) pide ve
yemek hazırlanır, cami imamı,
bölgenin ileri gelenleri ve cenazeyi yıkayan kişi er bu yemeğe davet edilir. Yedinci günde
de cenazenin ailesi büyük bir
hazırlık yapar, akraba, komşu
ve tanıdıklar yemeğe davet edilir. Vefatın 40. Gününde de yine
yedisi gibi yemek verilir ve ölen
kişin n çocukları ve akrabaları
birbirlerine kumaş hediye ederek yasın bitmesini dilerler. Vefatın birinci yıldönümünde de
"Yıllık nezir'' verilir ve yedisinde haz rlanan . yemekler veril ir.
Uygur Hotan bölgesinde ceset
evden çıkarn:ıadan önce yemek(nezir) verilir. Bu nezire davet yap lmaz, ölüm haberini
alan herkes başsağlığı dilemek
için gelirler. Bu nezir için hazır lanmış yemeğe "ak aş" denir
(Rahman, 1996:116). Bu uygulama bugün Çubuk Yöresi Alevilerinin 1-3-7-40 ve yıldönümünde yapılan törenlerin hemen hemen aynısıdır.
Çubuk Yöresi Alevlliğinde bir
kişinin ölümünden sonra 6 defa
kurban kesilir
(Kuzukıran,23.4.98).
Kişi öldüğü gün, cenaze yıkanmadan kurban kesilir, gömüldükten sonra cenaze törenine.katılanlar bunu yerler. Bir yakını ölen kişi üzüntülü olduğu
için kurbanı kendisi değil onun
bir yakını keser ve cenaze sahibinin bundan haberi bile olmaz.
Akşam ise komşular evlerinde
yemek hazırlar gelir ve cenaze
sahibini teselli ederek yemeği
cenaze evinde birlikte yerler.
Alev! olan Sün Köyünde bu
uygulama yaklaşık 40 sene önce Aziz Dede tarafından "Acılı
günde böyle bir adet olmaz'~ diyerek kaldırılmıştır (Erdentuğ, 1959:55). Böylece cenazenin birinci günü kesilen kabir
kurbanı adeti terkedilmiş oluyordu.
2. Üç gün sonra bir kurban
daha kesilir, eş dost, komşu çağ rılır Kur'an okunur ve o da birlikte yenir.
3. Yedi gün sonra yedi ekmeği
verilir. Kurban kesilir, önce
Kur'an okunur ve ev sahibi ile
birlikte yenilir.
4. Kırk gün sonra evde Yasin
okunur ve bir kurban daha kesilir, Kuran okunur ve birlikte yenilir.
5. Elliikinci gün cenazenin ek
yerleri birbirinden ayrılır .. Bunun için o geceye ait olan Ayeti Kerimeler ve dualar okunur,
Kurban kesilir ve birlikte yenilir.
6. Bir de Dar Kurbanı kesilir.
Dar Kurbanı; aileden bir kişinin vefatı üzerine cenazenin 52.
gecesinden sonra kesilir. Maddi
durumu iyi olan aile, tek başına
kendisi kesebildiği gibi, maddi
durumu zayıf olan aileler birleşerek hepsi bir kurban da kes~
bilirler. Bu kurbanın amacı,
ölen musahipli kişinin hayatta
iken birlikte olduğu kişilerle dedenin önderliğinde helalleştirilmesidir. Yani alacağı veya vereceği varsa bunları halletmek ve
cemaatla helalleştirmektir (Kuzukıran, 18.3.98). Yalnız dar
kurbanı sadece musahibi olan
Alevller kesilir, musahibi olma yanlar için bu kurban kesilmez.
Tahtac larda bütün kurbanlarda kesilen hayvanlar erkek olmalıdır. Dişi kurban olmaz. Kurban olarak kesilen hayvanlar
koyun ve horozdur. Keçi, öküz
ve deveden kurban kesilmez
(Yörükan, 1998:276). Çubuk ~
Yöresi Alevilerinde sığır da kurban olarak kesilebilir.
Alevi inancına göre, kurbanların kesilebilmesi için mutlaka
bir işaret vermeleri gerekir, aksi
halde kesilmeleri doğru olmamaktadır. Dede Ahmet Kuzukıran'a göre kurbanlar, sekiz nişandan birisini vermektedirler.
Bunlar: esneme, gevşeme, meleme, silkinme, işeme, pisleme,
gezinme, kaşınma.
Kurban, uzun süre işaret vermezse bazı bölgelerde eşiğe niyaz edilip kurbanlar kesilmeye
götürülüyor (Türkdoğan, _ 1995 :
79). Dede Kuzukıran bunu kabul etmiyor, mutlaka bir işaret
verir diyor ve ilave ediyör:
"Eğer kurban yere yatarsa o zaman sorun vardır, bu durumda
hayvan kurban olarak kesilemez, kurban kesen kişinin evinde hayvan varsa, ağıla girildi
ğinde ilk rastlanan hayvan onun
yerine kurban edilmek üzere
Meydan Sofasına getirilir. Öteki
hayvan ise ancak gelecek yı lın
cem törenlerinde kurban edilebilir.
Aşure kurbanı, adak kurbanı
Meydan Sofası dışında kesilebilir. Diğer kurbanlar Meydan Sofasında kesilmek zorundadır.
Cem Törenlerinde 12 Erkan
ve 17 Hizmet Sahipleri ve Görevleri (Arslanoğlu,98/6:15-17).
Cem törenleri sırasında görev
alan 12 erkan ve 17 hizmet sahibinin görev adları ve yaptıkları hizmetler şöyle sıralanabilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder