Bu Blogda Ara

22 Ekim 2019 Salı

ALEVİLİKTE HAYVANLAR Kurt



ALEVİLİKTE HAYVANLAR


Uğurlu Hayanlar 

Bozkurt  


Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir rol oynamaktadır. Göktürk hükümdar sülalesi olan Aş na ailesinin atası şi bir kurttu. Göktürk hakanları atalarının hatırasına hürmeten otağl.arının önüne altın kurt başl ı tuğ dikiyorlardı. Böylece kurt başlı sancak, hakanlık alameti olmuştu(Kafesoğlu, 1984:316-317).

 Batı Türkistan' da oturan Wusunlar' da kurttan türeme efsanesi ve dişi kurt tarafından verilen süt ile beslenme inancı yaşıyordu. Aynı efsane Tabgaçlarda da vardı. Bu ülkede kurt dağları, . kurt nehirleri ve kurt dağına ait bir sunak bulunuyordu. Uygurların efsanesi bunların menşeini Kurda bağlıyordu. Türklerdeki ku~ efsanesi İslam ve Süryani kaynaklarda da akisler bulmuştu. Kaynaklarda Avrupa Hunlarından Kuzey Kurtları diye bahsedilmesi Bat ı Hunlar'ındaki kurt geleneğinin izleri olsa gerekir. Batı Bulgar Türklerinde kurt kelimesi özel ad olarak kullanılmıştır (a.g.e:317).

Etnoloji bilimine göre kurt motifi Türkler için tipiktir, yani başka kavimlerde görülmeyen bir etnolojik belirtidir. Eski Çin kaynaklarında bile Türk aslından olmayanlar için "kurttan türeyenler değildir" şeklinde ayırt edilmektedir (a.g.e:317)

 Türk destanlarında kurt, ayrıca yol gösteren, buhranl ı anlarda imdada yetişen bir varlıktır. Uygurların Kutludağ Efsanesinde. kurt, ülkeye bereket ve saadet getirdiğine inanılan kutlu bir hayvanın Çinlilere verilmesinden sonra, uğursuzluk çöken memleketin açlığa mahkum olması üzerine kendilerine yeni yurt arayan Uygurlar'a rehberlik etmişti (a.g.e:318).

En büyük ve en eski Türk destanı olarak eski Türk devlet gelenekleri ve sosyal davranışlarını yansıtan "Oğuz Kağan" destanında Bozkurt, semavi ışık ve geyik birarada görülmektedir. Oğuz, mücadele ettiği canavara karşı geyiği yem olarak kullanmış, gökten bir ışık demeti içinde inen kız ile evlenmiş ve yine gün ışığında peydahlanan Bozkurt öncülüğünde fütühatına çıkmıştır (a.g.e:319).

 Hala Türkler arasında söylenen masal ve halk hikayelerinde hem at, hem de kurtarıcı rehber vasıfları ile Bozkurt, bütün Türklerce kutlu sayılmış ve Türklüğün milli sembolü payesine yüksel miştir (a.g.e:320).

Aşin, Asena, Çine, Çene, Börte-çine(bozkurt, gökbörü) gibi adlar Eski Türklerin kurttan türediklerini anlatan destan ve efsanelerle ilgili isimlerdir. Ergenekon Destanında Türklerin kurdun kılavuzluğu ile kurtuldukları anlatılır. Oğuz Kağan'a savaş esnasında çadırına gelen gök yeleli bir kurt, geleceği müjdelemiştir. Dede korkut destanlarında kurda rastlamanın, kurt yüzü görmenin mübarek olduğu, uğur getirdiği anlatılır. Bütün .Sünni ve Alevi Türkmenler ve Yörükler, yolda kurda rastla- ·manın uğur getireceğine inanırlar (Eröz, 1990:411 ). Aleviler koyun sürüsüne saldıran kurt için "Hız ır geldi", diye sevinirler (Yörükan, 1998:216).

 Uygurlar'da Totem nancının oldukça fazla ldu ğunu görüyoruz. "Vei-Name Hunlar Tezkeresi"nde bir Hunlu kızla kurdun çiftleşmesinden an rıkut doğ muştur, denilmektedir. "Cu-Name Türkler Tezkiresi", Türklerin bayrağının altında renkli kurtbaşı vardır. Bu bayrak, Uygurların kurttan doğduğunu sembolize etmektedir. Dolay ıyla bu aslını unutmama anlamına g~lmektedir. "Yengi Name Türkler Tezrekeresi"nde sarayın kapısı önündeki ağaca altın renkli kurt başının resmi izi.imiş, bayrak as lmış, onlar doguya bakarak otururlar", Hakan tahta oturacağı vakit önce kurt başlı bayrağı selamlar, daha sonra oturur" denilmektedir. Erkekler kurt kemiğinden muska yapıp boyunlarına asarlar. Kadınlar doğum yapıktan sonra, çocuğu kurt derisi- _nin üzerine yatırırlar. Bu adetler eski kurt toteminin halk hayatındaki izleridir (Rahman, 1996:138-139). Alevller koyun sürüsüne sa dıran kurt için Hı zır geldi" diye sevinirler (Yörükan, 1998:216).

Romanya' daki Gagavuz ·Türkleri her sene kurt bayramı yaparlar. Hacı . Bektaş Velayetnamesi' nde Seyyid Cemal bir gün acaba Hünkar bize de bir yut gösterir mi? diye düşünüyordu. Hünkara bu malum oldu." malim, bizi varlık yurduna gönder, bir merkep al yola düş. Merkebini · nerede kurt yerse, orasını sana yurt verdik, oraya y~rleş" dedi (Eröz, 1990:413).

Pir Sultan Abdalın nefeslerinde kurdun anlamlı .bir yeri vardır (Eröz1990:413): 

İsmail'e binen koçun ata.sı Kurt donunda alıp giden kim· idi

Diğer bir nefesi: 

Ali bindi düldül ata
Can dayanmaz bu fırkata
 Bozkurt ile kıyamete
Kalan dünya değil misin?

Bazı dedelerin kurt soyundan ·geldiğine inanılır. Örneğin Alev! Dedesi Prof. Fuat Bozkurt'un soyu hakkında böyle bir söylence anlatılır. Buyrukta bir kızın ku~ donuna girmesi ve bir evliya· ile evlendirilmesinden bahsedilmektedir. Kurt özgürlüğün sembolüdür. Totem dönemini yaşayan Türklerin ongunu Bozkurttur. Türkler önce kurda taparlar sonra kurt soyundan geldiğine inanırlar. Göktürk destanına göre Türk soyunu büyük  bir kırımdan annesi Bozkurt olan bir prens kurtarır (Bozkurt, 1990:47, 146). Efsaneye göre Hunların bir kolu kurttan gebe kalan bir kadının soyundan gelmektedir (Eröz, 1990:411 ).

Edremit Kızılbaş Türkmenleri, kurda peygamber köpeği adını veriyorlar. Yine Silifke Tahtacıları kurdun aşık kemiğini bir yere asarlar ve bunun bütün dertlere deva olduğuna . inanırlar (a.g.e:414).

 Geyik:

Geyik Türk kültür hayatında önemli bir yer tutar. Hunlar'ın menşelerine dair efsanelerde geyiğe büyük yer verdikleri, arkeolojik kazılarda elde edilen geyik figürlerinden anlaşılmaktadır. Cengiz Han'ın ilk atasının Gök-kurt ile Kızıl(ak) geyik olduğu rivayet edilmektedir. Orhun abidelerinde Bilge Kağan, dağda yabani geyik gürlerse mateme gark olurum, demiştir. Geyik, Dede Korkut hikayelerinde de önemli bir yer tutar ve bazen yol gösterir bazen da insanları tuzağa düşürür (Aytaş,99/12:162),

 Hz Muhammed' in amcası· Hz.Hamza, Müslüman olmadan önce bir geyiği avlamak üzere onun peşine düşmüştü. O sırada geyik d,ile gelerek Hamzaya şunları söyer: " Hamza beni niçin takip ediyorsun? Sana evinde ağır iş var." Bunun üzerine Hamza geyiği avlamaktan vazgeçer ve evine döner ve müşriklerin Hz. Muhammed'i yaraladık arını görür ve bunu Hz. Muhammed'in mucizesi olarak kabul ederek Müslüman olur (a.g.e:163). Aleviler, Hz. Muhammed'in sevdiği bir hayvan olduğu için geyiği avlayarak öldürmezler (Yörükan, 1998:216)

Geyik, Alevilerde ulu kabul edildiği için avı günah sayılır ve uğursuzluk getireceğine inanılır. Orhan Gazi'nin çağdaşı Geyikli Baba tam bir geyik insandır. Geyikli Baba, Abdal Musa'ya geyik sütü içirerek onu geyik türü ile akraba yapar. Ünlü Alevi atası Dede Kargın geyik derisinden taç giyerdi(Bozkurt, 1990: 146).

Geyik motifi Türk tasavvuf edebiyatında da önemlidir. Kaygusuz Abdal bir geyiği yaralar ve yar~lı geyik bir kulübeye kaçar. Geyiği almak üzere kulübeye giren Kaygusuz Abdal geyik yerine Abdal Musa'yı gorur ve ondan geyiği ister. Abdal Musa ona geyik yerine vücuduna saplanmış olan oku gösterir. Gaybi böylece yaraladığının geyik donuna girmiş Abdal Musa olduğunu anlar ve hemen ona bağlanır (Aytaş,99/12:163).

Uygur halk hikayelerinde "Yeril taş'da dışlanan yetim kız ın kardeşi sihirli ~u içtiği için geyiğe dönüşür (Rahman, 1996:137). 

Geyik Alevilerde olduğu gibi Sünnilerde de makbul bir hay- . van olsa gerektir. Çünkü Denizli ili Çal ilçesi Hançalar kasabası Güney Mahalledeki Damardı Camisinin üst kattaki kadınlar bölümünün ön kısmında bir geyik boynuzu asılıdır. Çok eski tarihlere ait olan bu geyik boynuzu erkekler mahfilinden görülebilmektedir.

 At 

Alevilerin sevdiği ve Alevi ozan larının şiirlerinde sık sık bahsettiği hayvanlardan birisi de attır. Alevi semahlarından birisinin adı da Kırat Semahıdır. Türklerde at kutsald r. Oğuz Kağan destanında, Oğuzun at güttüğü ata binerek avlandığı anlatılmaktadır (Bozkurt., 1990:149).

Hun Türkleri, Tanju döneminde her yıl ayın ilk gününde "kurban taşı" üzerinde beyaz atlar kurban eder ve kurultay toplarlardı. Mete Gök ve yer tanrılarına(kutsal ruhlarına) atalarına, kurban keserlerdi. Sabahleyin Tanju çadırından çıkar, (Gün Ata)yı seyreder, akşamları ise Ay Ata şerefine buhurdanlıklar yaktırırdı (Kalafat, 1998:155).

 Şato Türk imparatorlukları da at kurban ederlerdi. M.S. 942 senesinde Şato imparatoru ölünce, imparatorun iki atını, ruhuna kurban kestiler. At, Şato Türklerinin yas törenlerinde · önemli rol oynuyordu. Onlar gök, toprak, Güneş ve Ay'a büyük kurbanlar vermişlerdi (Kalafat, 1998:158).
at, 1998:158). Göktürkler, beşinci ayda milli ve dini bayram.larını yaparken Tanrı'ya çok miktarda koyun ve at kurban eder, kımız içer, şarkı söylerdi (Kalafat, 1998:158).

 Eski Türkler, atı Göktanrı'ya kurban olarak kesiyorlardı. Göktürk döneminden itibaren Hakanların at, silah ve bazı aletlerle gömülüyorlardı (Kalafat, 1996:24,34). Bugün de Orta Asya'da yaşayan Türklerin hala at eti yediklerini biliyoruz. Türkler Anadolu'ya geldikten sonra bu adetten vazgeçmişler bugün Anadolu'da Tatarların dışİnda at yiyen hemen hiçbir Türk topluuğu yok gibidir.

Uygurların bazı boyları ata kutsal bir değer vererek atı savaş tanrısı olarak kabul etmişlerdir. Baykal Gölü çevresindeki kayaya pek çok atın resmi oyulmuştur. Cengiz Hanın savaşlarında ak bir at, savaş tanrısını temsilen ordunun önünde yürütülürdü ve ona kimse binmezdi. Sadece savaş bayrağı olarak atın eğerine üç küçük bayrak dikilirdi. İnançlara göre bu at savaş ilahının bineceği attır. Bu yüzden bu ak ata çok iyi bakılırdı. Gültekin dokuz defa çeşitli renkteki atlara binip savaşı kaybeder fakat en sonunda ak ata biner ve savaşı kazanır (Rahman, 1996:139-140).

 Eski Türkler, Kukunor Gölü yakınına kısır atlarını bırakırlar ve denizden çıkan bir deniz aygırı bu kısraklara aşar ve cins taylar doğardı. Dede Korkut'ta aynı şey anlatılır. stanbul İktis at Fakültesi odacısı Durmuş Yılz' a göre, Tokat'ın Reşadiye ilçesi Kabalı Köyünde gölden çıkan ayg ır, Hasan Paşa'nın kısra ına aşmıştır. Köyde buna inanılmaktadır (Eröz, 1990:416).

At kuyruğu kesme Türklerde duygulu bir Türk geleneğ i idi. Dede Kor.kut'un Beyrek hakkındaki hikayesinde Beyrek'in ölüm haberi gelince Ak-boz atının kuyruğunu kestiler deniliyor. Yiğidin atı, onun en yakın bir eşi gibi görülüyordu. Ölünün atının kuyruğunu kesme geleneğine dullama(tullamak) diyorlardı. Eri ölen at, erin karısı gibi dul kalmış oluyor ve bu, kuyruk kesme yoluyla semboleşt riliyordu. Nitekim, Alp Arslan Malazgirt Savaşı'ndan önçe şeh itli ğe hazırlandığı için atının kuyruğunu keserek atının dulluğunu da hazırlıyordu. Aynı şeyi askerler de yapıyor; savaştan önce, atların kuyruklarından kestikleri perçemleri, mızraklarının uçlarına asıyorlardı. Ölenlerin atlarının kuyruk veya yelelerinden alınan perçemler, bir ırı ğa bağlanarak, mezarl arının   üzerine dikiliyordu. Böylece kişiler ile devletin dileği ve andı, aynı amaca yönelmiş olüyordu. Oysa bu islamiyet'e aykırı bir gelenekti. Çağatay Türk kültür çevresinde "tul at" savaşa binmek için ha.zırlanan at demekti. Paz ırı k'ta Hun büyükleri ile birlikte gömülmüş. olan atların kuyrukları da birlikte kesilm ş oluyordu (Ögel Xl, 1991 :199).

Hz. Ali'nin Düldül isimli atı, Türk muhayyilesinde at sevgisi ile birleştirilmiş ve bir menk beye bürünmüştür (Eröz, 1990:416).

 Kuşlar
 Alevilikte turna ve güvercin ~utsal sayılır. İbni Fazlan Türkler'in turna kuşuna taptıklarını söyler (Eröz, 1990:407-408). Ha:cı Bektaş Veli, Horasan'dan Anadolu'ya güvercin donunda gelir. Güvercin de eski Türklerde uğurlu sayılan ve Tanrı görülen kuşlardandır (Bozkurt., 1990145-146).

Kaz
 Eski Türkler, yabani kazı uğurlu sayarlardı. Şaman davulunun derisi üzerine kırmızı · renkte kurbanlık at, kaz, kartal ve ata binmiş bir şaman resmidir. Altıncı gökte oturan Tanrı Bay Ülgen'e sunulan kurban töreninde kaz önemli rol oynar. Şöyle ki; bu törende şaman, içine ot doldurulmuş ve çadırın yanına yerleştirilmiş bir kaza binerek göklere yükselir ve "yüksel semaya ey kuş" diyerek uzun duasını okur ve arada kaz sesint taklit ederek gökyüzü seyahatine tamamlar ve kurbanlık hayvanın ruhunu oraya bırakarak döner. Ayrıca Kızılbaş Türkmenler, mezar taşlarına kaz ayağı resmi çizerler (Eröz, 1990:402-403).

Turna
 Şamanizm inancında şamanlar, bir kuş olup uçabilmektedir. Bu kuş, Alevi-Bektaşi folklorunda önemli bir rol oynar ve Hz. Ali'yi temsil eder. Yine Ahmet Yesevi, turnaya dönüşebilmektedir. 
(Melikoff, 1994:157).  

Başkurtların bir kısmı turna kuşuna tapıyorlardı. Aleviler turnayı uğurlu hayvan sayarlar ve saygı ile anarlar. Şah Hatai (turnaya vermiş sesini) diyerek, turna sesini Hz. Ali'nin sesi olarak kabul eder ve turnada ilahi bir cevher bulur. Pir Sultan da bir deyişinde şunları söyler (Eröz, 1990:409):

Yemen ellerinden beri gelirken

 Turnalar Ali'yi görmediniz mi? 

Hava üzerinde semah ederken

 Turnalar Ali'yi görmediniz mi? 

Pir Sultan bu deyişiyle Kur'an-ı Kerim'deki "Göklerde ve yerde bulunanlar ve dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? ... " Nur Suresi 4_1. ayetten haberi olduğunu göstermektedir. Turna Alevilerde hayırlı sayılan kuşlardandır (Yörükan, 1998:216).

 Güvercin 

Alevi inancına göre Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük'e güvercin donunda g~lmiştir. Denizli' deki Sarı kazak Abdal Sultan dergahı'na kendisinden sonra gelen postnişinin de.güvercin donunda dolaştığı söylenir. Onun için güvercin mübarek sayılmakta ve kafeste beslenmez ve onun özgürlüğüne engel olunmaması için serbest beslenir. Avlanmaz ve yenilmez. Eskiden Hacı Bektaş pir evinde de beslenirdi (Yörükan, 1998:216).

Horoz 

Alevilerde horoz önemli bir hayvandır. Diyebiliriz ki, hayvanlar içinde en makbul sayıladır. Horozun diğer adı Cebrail'dir. Hz. İbrahim, oğlu İsmail'i kurban etmek için bıçağı boynuna sürdüğünde, bıçak kesme- . di, fakat taşa çalclı, taş parça parça oldu. Bunun üzerine kızarak, "Ya ça.k niçin kesm iyorsun", dedi. çak dile gelerek "Al 1 ah tarafından İsmai I' i kesmemekle emrolundum", dedi. İşte o sırada Cebrail geldi ve bir koçu Hz. ibrahim'e getirdi. Cem törenlerinde horoz, Cebrail'i temsil ediyor ve kurbanın dar ~eydanına gelmekte olduğunu haber vermiş oluyor. Ayrıca AleVı inanç arına göre, Kur'an'daki ilk ayet (Oku) indirildiği zaman Cebrail, Hz. Muh.arnmed'e horoz şek inde göründü. Bundan do ayı bütün cem törenlerinde kurbandan önce cebrail(horoz) kesilir (Ars anoğ u,98/6:22). Pir Sultan Abdal ise arşta öten horozdan söz eder (Eröz, 1990:416). 

b) Uğursuz  hayvanlar 


Keklik

 Hz. Hüseyin şeh t ed il ğinde onun kanına bastığı için Alevilerce keklik uğu suz hayvanlardan sayılır ve bu yüzden sevilmez.(Bozkurt, 1990:152).Keklik Alevilerde müfsit bir hayvan sayılır (Yörükan, 1998:216).

Katır 
 Alevllerce katırı n Tanrı' nı n lanetli hayvanı olduğu için dölü madığın~ inanılır ve sevilmez (Bozkurt, 1990:153). Ayn ı inanç Sünnilerde de vardır ve makbul bir .hayvan sayılmaz.

Tavşan

Bu hayvan aslında eski bir Türk totemidir. Totemde sevilen ve saygı duyulan yönlere karş lık nefret edilen taraflar da vardır. Zamanla kötü taraf ağı r basmışt r. Oğuz destanlarında "altın gözlü tavşan"dan bahsedilir. Töz olarak kabul edilen tavşanın resmi Şaman davuluna çizilir. Tavşanın avlanması ancak sembolik olarak tıncı gök katında (ayda) olur · (Eröz, 1990:415).

 Orta Asya Şamanistleri Tavşana Koza derler ve onunla ilgil i onguna da "Kozan Töz" derler. Sibirya Şamanlarının inancında tavşan "Koşucu" olarak nitelendirilir (Kalafat, 1998:84).

Altaylılar, ayın altıncı gök katında ve güneşin ise yedinci gök katında bulunduğuna inanırlar ve dolunaya ibadet ederler. Tavşan aya ait semavi bir hayvandır. Ancak altıncı semada avlanmalıdır. Altay kamı bunu temsili olarak gösterir. Burada totem inancının etkisi açıkça görülür. Durkheim'in dediği gibi .totemlerde hem cezbedici hem de korkutucu ve nefret edici taraf bulunmaktadır. Çoğu hallerde ikincisi ağır basar (Eröz, 1990: 385-386).

 Erkeklere tavşan eti yedirilirse güçlenecekleri inancı Göktürkler'de egemendi. Anadolu pagan inançlarına göre tavşan Eros'la Afrodi'i biraraya getiren hayvandır. Tavşanın etinin kadının ten ve bedenine parlaklık ve güzellik verdiğine inanılmaktaydı. Bir söylentiye göre Yezid'in ruhu bir tavşanın bedeni:- ne girmiştir (Öktem, 1995:255).

Bilindiği Aleviler tavşan ~ti yemezler. Çubuk Yöresi Alevi Dedeleri ile yapılan görüşmelerde genellikle tavşanın geviş getirmediğini, tek tırnaklı olduğunu ve kadın gibi hayız gördüğünü, ayrıca başının kediye, kulaklarının eşeğe, ayakları köpeğe, burnu fareye, kuyruğu domuza benzediğini ve bu yüzden tavşan etini yemediklerini söylemişlerdir.

Tavşan bundan başka İranlı Şiiler, Ermeniler, Kırım Tatarları, Slavlar ve Bektaşi Arnavutlar tarafından yenilmemektedfr (Öktem, 1995:254).

Prof. Pertev Naili' Boratav (1994:56-57)'a göre, tavşanın uğursuz olduğu ve etinin yenilmemesi gerektiği konusundaki inançlar Sünniler arasında da yaygın bir şekilde bulunmakta ve hatta bu "Tavşanın kaçmasına baktım, etinden iğrendim" şeklinde ifade edilmiştir.

 ALEVİLİKTE DOGA KÜLTÜ


 Dağ


Kaşgarlı Mahmut'a göre eski Türkler tabiat olaylarına taparlardı. Türkler göğe Tanrı dedikleri gibi büyük bir dağ, büyük bir ağaç vb. gözlerine büyük görünen herşeye Tanrı derlerdi. Elbiruni Oğuz Türkleri'nin bir pınar yanındaki yere~ kayaya ve üzerindeki izlere secde ettiklerini yazar. Mani veya Buda dininde oldukları halde Dokuz Oğuzlar, ülkelerindeki büyük bir dağa taparlar ve dağa kurban keserterdi (İnan, 1976:183- 184).

Türkler, Müslüman olmadan önce mukaddes kabul edilen dağlara, yılın belirli zamanl arın- . da ziyaretler yapar, kurbanlar sunarlardı. Örneğin Göktürkler, her sene 5. ayın 10-20. günleri aras ında /1 Altın Dağa" çıkıp Tanrı'ya ibadet etmek suretiyle "Hac" ederlerdi (Dan şmend, 1978:79-82).

 Türkler; Ötüken, Tanrı, Uluğ dağlarını tanrılar dergahı diye kabul etmişlerdir. Bu kutsal dağlara olan inançtan dolayı Hun, Göktür, ~ygur Hakanları Ötüken Dağı'nı başkent yapm şlardır. Tian-Şan Dağı'na Tanrı Dağı denmesi·ne de, onun masmavi buzlarla kaplı tepelerinin Han Tanrı, . Matağ Ata isimleriyle anılması da, dağların kutsallaştırılması ile ilgili bir inançtır (Rahman, 1996:136-137).

Eski Oğuzlarda her boyun her oymağın kendine özgü kutsal dağı olduğu gibi boylardan kurulu büyük birliklerde de kendilerine ilişkin dağları vardı. Bu dağa kut dağ denirdi. Söz gelimi Gök Türk İmparatorluğunun kutsal dağı ve ormanı Ötüken dağı ve ormanıdır (Bird oğan, 1998:60)

Şamanlara göre tüm evren ruhlarla doludur. Dağlar, göller ve ırmaklar bu nedenle hep canlı varlıkl ardır. Bunu Anadolu'daki Türk .ve Kürt Alevilerinde de görüyor~z. Bütün Anado1 u' da dağ tepelerinde uluyol velilerinin yatırları vardır. Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde hıdırlık tepeleri bulunmaktadır (a.g.y:60).

 Dikkat çekecek şekilde büyümüş ve çatallaşm ş ağaçlar, yarlar ve taşlar arasından sızan sular ve membalar kutsaldır veya kutsal ruhların bulunduğu yerlerdir:Eski Türklerde dağların ve ağaçların kutsallığına, membalarda veya kaya diplerinde perilerin yaşadığına inanılmak~a idi. Türkmen Aleviler bu yüzden toprakların a çok bağlıdırlar: Çorak bir yere yerleşmiş bile olsalar o köyün bereketsiz toprağını kolay kolay terkedemezler. Çünkü bütün maneviyatları, geçm işleri , dağları, tepeleri ve yatırları ile oralara bağlanmış!ardır. (Yörükan, 1998:65). Gerçekten de Çubuk Yöresindeki Alevi köylerinin çoğunluğu da verimsiz topraklar üzerine kurulmuştur.

Günümüzde Adana' dan Ça:- nakkale'ye kadar uzanan şeritte yaşayan Tahtacı Türkmenler, Egede Edremit yakınlarındaki Kaz Dağlarını ağustos· ayının son haftası ile ekim başlarında kutsamaktadırlar. Bu kutsama bir çeşit hacdır. Dağın doruğuna yakın yerde Baba ve Sarıkız yatırlarının olduğu kabul edilmektedir (Birdoğan,1998:61).

 Yine Çubuk'ta bu Yöre Alevilerinin kutsal saydıkları Aydos Dağı vardır. Orta Asya' dan gelen Alevi Türkler, hayvanlarını otlatmak için ilk defa Aydost Dağı'na gelmişler ve orada konar-göçer şekilde yaşamışlardır (Kılıç,20.2.99). Bundan başka bu dağın eteklerinde bazı Alevi ulularının yatırları bulunmaktadır. Yine Çubuk Yöresi Alevi ulularından Seyyid Süleyman arkadaşı Sarısulu İbiş ile birlikte Kösrelik Köyü'ne gitmek üzere, bir kış günü yola çıkarlar ve yollarını şaşırarak Aydost Dağı'nın zirvesine çıkarlar ve bu dağa sitem eden bir deyiş söylemişlerdir (Avcı, 1987:221-222):

Yazın geldiğini nereden bileyim 

Karşı dağın karı eriyip gider

 Bir haber sorayım şu akan sudan 

O da bağrını yere sürüp gider.

 Sabah olup odalara ilişir

 Aşığın gözü sinemde alışır 

Duyar da eller hep bana gülüşür

 Hele vaktin gelsin zorun ne aydost 

Avırat koç yiğit meydanda gerek

 Kardeş ah ettikçe bölündü yürek 

Nisbet Mavıyanın sen bunu bırak 

Hele vaktin gelsin zorun ne Aydost

 Sen Süleyman' ın aız eyledik geldik 

Mehmetle tekkeye tecelli kıldık 

Biz "Kalü Bela' dan" eweli öldük 

Bizi öldürecek zorun ne Aydost. 

Rivayete göre onlara Allah tarafı_ndan rızk gönderilir. Sonra yola devam ederlerken Mehmet Tekkesi ile karşılaşırlar. Tekkenin yakınında bir köy vardır. Allah'a şükrederek köyün içine girerler.


 Su


"Oğuzname"de Oğuz Kağan'ın su tanrısının kızıyla evlenip doğan oğluna da "Deniz" adını verdiği söylenir. Uygur halk hikayelerinde yetim kızın su tan rı sının yard ım ıyla düşmanların elinden kurtulduğu yazılmaktad r (Rahman, 1996:137).


  Şamanist Türklerde yer-su kültü önemli bir role sahiptir. Eski
Türk inancına göre su kutsald r
ve sebepsiz yere kirleti lemez.
Alevilerde dağlardan, tepelerden, yarlardan ve taş ar arasından sızan sular kutsaldır ve buralarda kutsal ruhlar bulunmaktadır (Yörükan, 1998:292). 

Eskiden yağmurun yağmadığı zamanlarda Kamları n yada aşı marifetiyle istedikleri zaman yağmur yağdırd rı na inanılırı. Eski Türk inancına göre Kamlar bulutları hareket ettirmekte ve gökten kar sağmakta idiler. Kaşgarlı Mahmut Divan-Ü Lügat-it Türk'te yaz günü böyle bir olaya şahit ğu u kaydetmektedir (Kalafat, 1998:168):

 Orta Asya ve Sibirya'dan Anadolu'ya kadar köy ve kasabalara kadar yağmur duas ı inanc ı varlığın ı sürdürmektedir (Kalafat, 1998:168). Nitekim Çubuk Yöresi Alevilerinde de deqelerin yağmur yağdırdığına inanılır. Konu ile ilgili olarak Çubuğun Dalyasan 1$öyünden Cemal Gümüş üoğ u, 1954 yılında Dalyasan Köyü udut arı içinde bulunan Demirli Türbe'de yağmur duası yapıldığ ;ıı ve Kargın Köyü Kalender Veli Ocağı dedelerinden Boran Dede'nin dua yaparak yağmur yağdırdığını anlattı.

Ahmet Cevdet Paşa Kısas ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa (1981 :59) adlı eserinde şunları yazar: "Hz. Muhammed yedi yaşında iken dedesi Abdü'I Muttalip vefa~ etti, bunun üzerine Hz. Muhammed amcası Ebu Talib' in evine geldi. O sene Mekke'de çok büyük bir kuraklık oldu. Kureyş Kabilesi yağmur duasına gelmesi için Ebu Talib'e başvurdular. O Hz. Muhammed'in elinden tuttu ve O'nu Kabe'ye getirdi. Hz. Muhammed, parmağ ı göğe dırdığ ı gibi yağmur yağmaya başladı." Demek ki; Hz. Muhammed'in bu mucizesinin bir keramet olarak onun soyundan gelen dedelere geçtiğine inanılmaktadır.

Alevilerde su kutsal olduğu için ona tükürmek, işemek günah sayılır. Oğuzlar oldukça geç dönemlerde bile inançları doğrultusunda suya girmezlerdi. Çünkü su kutludur, arıdır. Bu yüzden yıkanarak kutlu olan suyu kirletmek büyük günahtır (Bozkurt:1990:135).

 Kazaklar, kadınları kısır olursa çölde tek başına bir ağaç, bir kuyu veya bir su yanında durup bir koyun keser ve gecelerler (Birdoğan, 1998/6:65)

Tahtacı Türkmenler her yıl 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan gecede gün ağarmadan kalkarak köy yakınındaki kutlu su saydıkları akarsuda yıkanırlar. Kadınlar başlarına bahar dalları takar ve gene topladıkları bu dallarla evlerinin kapısınİ süslerler. İnançlarına göre bu sular bir yılın yorgun luğunu ve kötülükleri giderecektir (Birdoğan, 1998/6:65).


Ağaç ve Orman Kültü 


İlkel mitolojide yeryüzü de bir Tanrı idi.. Onun her önemli yönü bir mabudun kontrolünde bulunuyordu. İnsanların olduğu  gibi ağaçların da ruhları vardı ve onları kesmek açıktan bircinayetti. Kuzey Amerika Kızılderilileri kendilerinin yenilmelerinin sebebini beyaz insanların ağaçları kesmelerine bağlıyorlardı. Çünkü onların ruhl arı kızıl insanı koruyordu (Durant, 1978:117). 

  Anadolu Alevilerinin eski dinleri olan Ari ve Asyatik dinlerden getirdikleri kutsallıklardan birisi de ağaç ve· orman kültüdür. Göktürk ve Uygurlarda Ötüken Ormanı'nın kutsal sayıldığını biliyoruz. Şamani Türklerin kutsal ağacı kayın ağacıdır. Çocuğu olmayan kadınlar bu ağac ın altında dua ederler. Evliya Çelebi, Kuzey Kafkasya'da ağaca tapan insanların bulunduğunu anlatır (Birdoğan, 1998/6:62).

Alevilikte dibinde evliya mezarı bulunduğuna inanılan ağaçlar, kutsal sayılmaktadır, bunlara çaputlar bağlanarak ondan dilekte bulunulur. Dilek evliyadan dilenir, ağaçtan topraktan değil (Er, 1996:46).

 ilkel insan kendisini çevreleyen bitki dünyasından bıçaklar, iğneler, şişler, maşa, kerpeten,ip, kumaş gibi yüzlerce alet yaptı. Hepsinin üstünde kendisine bir sopa yaptı. Bu alçakgönüllü bir icattı. Fakat bu değneğin kullanıldığı yerler öylesine çeşitli idi ki, insanoğlu meleklerin çubuğundan ve sopasınd an Musa'nın asasına, Romalı konsülün bastonuna, 'kahinlerin litiusuna, hakim ve kra ın çekicine kadar sopayı daima kudret ve otoritenin bir sembolü olarak gördü (Durant, 1978:34).

Cem törenlerinde Dedenin elinde Tuba ağacından yapılma üç boğumlu bir değnek bulunur. Bu değneğin kutsallığına inanılır. Değnek dede tarafından talibin omzuna vurularak "Allah, Muhammed, ya Ali" denilerek talip dualanır (Er, 1996:46). Şaman ayinlerinde kayın ağacının yeri büyüktür. Bu Alevilikteki Tuba ağacı gibi mistik ve dini bir rol oynar (Eröz, 1990:371 ).

 Her köyde bulunan ve erkan değneği denilen bu ağaç kutsal sayılır. Erkan titizlikle saklanır. Dileği olanlar onu ziyaret ederler. Bütün toplum görüldükten sonra erkan ortaya çıkarılır, su ile yıkanır, dede ile rehber erkanı tutar, bütün toplu luk erkanın altından geçer ve herkesin sırtına erkan sürülür (Bozkurt, 1990:141 ). Erkan değneğinin üç boğumlu olması üçleri( Allah, Muhammet, Ali) ifade eder. Törenlerde değneği öpüp, altından geçenlerin geçmişteki günahlarının affedil diğin e inanılır (Er, 1996:62):

Altından geçenler sıratı geçti

 Suyundan içenler Kevseri içti 

Didarı gördü, meydanı gördü

 Erkan elinden günah ı biçti. 

Dede Ahmet Kuzukıran'ın (18.3.98), açık aması na göre, erkan çubuğunun temeli, cennetteki Tuba ağacına dayanmaktadır. Bu, ırklar ceminde Peygamber'e Cebrail tarafından getirilen 12 tutam uzunluğunda bir çubuktur. Hz. Muhammed, Mirac'a çıktığı zaman, Allah kendisine "Sen bana sitem etme, Ben de sana zulmetmeyeyim" buyurdu. Bunun niş~nesi olarak erkan değneği, Hz. Muhammed'in omzuna vuruldu. Böylece Hz . . Muhammed, Allah'ın erkanından geçmiş oldu. İşte cem törenle~indeki erkan değneği uygulaması, buhu sembolize etmektedir.

 Tahtacılar ormanı adeta özür dileyerek keserler. Ağaç kesmeden önce törenler yapılır, kurbanlar kesilir ve bu topluca yenilir, ancak ondan sonra orman kesilebilir. Ayrıca Muharrem ayında ve Salı günleri orman kesilmez (Bozkurt, 1990:142).

Ağaç, Anadolu Alevilerinin yurtlarını bulmalarında ·onlara kılavuzluk etmiştir. Hoca Ahmet Yesevi, asasını Anadolu'ya atarak Hacı Bektaş Veli'yi Anadolu'ya göndermiştir (Birdoğan, 1998'6:63).

 Orta Asya' dan beri Türklerde ağaç kutsaldır ve ermişlerin yatırları genellikle ormanlık alanlarda bulunur. Bu sebeple Türklerdeki ağaç sevgisi ve ona bir kutsallık atfedilmesi, Türklerin aşadığı ülkelerde ağacın ve ormanın korunmasını sağlamıştır. Ancak İslamiyet tabiat kuvvetlerine tapınmaya ve putperest! iğe karşı olduğu için batıl itikatların yıkılması adını Anadolu'da ilk orman nizamnamesinin çıktığı 1869 tarihine kadar orman hiçbir yasaya bağlı olmaksızın . ferdin isteklerine göre gelişigüzel tahrip edilmiştir (Armağan, 1977:23) Görüldüğü gibi Türki :ye'de bu konu yanlış anlaşılıp yanlış uygulandığı için ormanlar korunma~ış yok edilmiştir. Hala yeşilin ve ormanın korunması konusunda yeterli bilincin bulunduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Meskenlerimizde çimenlerin eğitimli-eğitimsiz insanlar tarafından hiç rahatsız olunmadan çiğnendiğini ve ağaçların koparıldığına şahit oluyoruz. Üniversite kampüslerinde bile buna dikkat edilmediğini yö°neticiler tarafından ekilen çimlerin çok kısa bir sürede öğrenciler tarafından çiğnenerek tahrip edildiğini ve ağaçların yol tarafında bulunan yapraklarının hergün birer ikişer yine öğrenciler tarafından koparıldığına üzüntü ile şahit olmaktayız. Bu durum ülkemizde hala eğitimin, daha çok kafaya bilgilerin yığılması olarak görüldüğünü ve olumlu davranış değişikliği anlamında algılanmayıp üzerinde durulmadığını göstermektedir.

Oysa ağaçlar, bir ülkenin zenginlik kaynağıdır. Soluduğumuz havadan içtiğimiz suya, yazdığımız kurşun kalemden okuduğumuz kitaba, oturduğumuz masaya kadar· hemen her yerde ağacı goruruz. Ayrıca orman içinde çeşitli bitki ve hayvanları da barındırmaktadır. Ayrıca üzerinde oturduğumuz ve onda yetişen besinlerle beslendiğimiz toprağın korunması da yine orman ve yeşille mümkün olabilmektedir. Herkesin bildiği bir gerçek her yıl Kıbrıs büyüklüğündeki bir toprak parçası yağan yağmurlardan oluşan sellerle deniz ve göllere taşınmakta ve toprak yok olmaktadır. Bu konu, az sayıdaki aydının dışında çoğunluğu rahatsız edip düşündürmemektedir. Oysa Eski Türkler, kutsallık inancı il~ de olsa bu konuda bizden çok daha duyarlı ve bilinçli idiler. 

 Toprak Kültü

 Eski Türklerde yağız yer diye anılan toprak en son kutsanmaktadır. Şamanizmde dinsel törenlerde içilen içkilerin son damlası bu yağız yerin hakkıdır, diyerek toprağa dökülür. Yine günahkar ölülerin başı toprakla buluşmasın diye başları taş üzerine konulur. Tahtacı Türkmenlerde zina en büyük suç kabul edildiği için bu günahı işleyen kişilerin cesetleri toprağa gö- . müldüğünde başları dışarıda 
tutulur. Bu gibi kişileri idamla cezalandırdıklarında meyve vermeyen ağaca asarlar (Birdoğan, 1998/6:66). 

DİNSEL TÖREN VEYA AYİNLER (Cem) 


Törensiz hayat, manasız bir hayattır. Gelişmiş her kültürde doğum, ölüm, delikanlılık ve evlenme gibi hayıtın önemli olayları için tö'renler yapılır. Tören yapmak ruhsal bir ihtiyaçtır. Tören yalnızca önemli işler için değil, küçük ve günlük olaylar için de yapılır. Örneğin toplu olarak yenilen yemek veya ziyafet, tören haline sokulmuş demektir. Bu şekilde yalnız vücut değil aynı zamanda ruhlar da doyurulmuş olur (Tomlin, 1959:32). Katıldığımız iki cem töreninde şahit olduğumuz gibi, Alevi cem törenleri hem maddi hem de ruhsal doyumu esas almaktadır.

 Eski Türkler dinsel ve s.osyal sistemlerinin gereği olarak her vesile ile toplantılar, şölenler, toylar, ziyafetler düzenlerler; burada yer iç~r, eğlenir veya yas tutarlardı. Bu sosyal dayanışma ve kaynaşmanın vesilesi olurdu . Tarihin en eski devirlerinden günümüz Türkiyesi'ndeki cemlere kadar hep böyle olmuştur. Buralarda kesilen kurban ve yenilen yemekler yanında bol miktarda içki içilir ve raks(semah) edilirdi (Eröz, 1990:304).

Türk oplulukları doğum, sünnet, düğün, bahar bayramı, ölüm ve diğer sebeplerle kurban keserek aş veren, hayır ·yapan Türkler binlerce yıl önceden sosyal adaleti gerçekleştirmişlerdir. Böylece evinde fakirlikten dolayı yemek pişiremeyen kimseler her gün bir sofraya çağrılarak dayanışmacı bir toplumda yer aldıklarının farkına varırlardı. Bu İslamiyet'in yüksek prensipleri ile birleşince bu daha güçlü hale gelmiştir. Nitekim Kazakların Karnı acıkan karah eve koşar şeklinde bir atasözü vardır (Eröz, 1990:345)

 Cem:. toplanmak, topluluk, toplantı ve cemiyet anlamına gelir. Ayin ise Farsça bir kelime olup, adet, görenek, kanun, töre karşılığıdır. Aynı zamanda usul ve ibadet tarzı anlamına da gelir. Cem ayini ise toplantı töresi, cem adeti, cem töreni, biraraya gelme yolu anlamına gelir. Tasavvufta cem, yaratılmışları görmeyerek Hakkı görmek demektir (Eığlalı, 1996:236).
Prof. Niyazi Öktem (1995 : 243) 'e görecem, İslam'ın özüne uygundur. Hz. Muhammed zamanında cami sosyal, ekonomik konuların konuşulduğu yerlerdi. Camilerin ibadet ağırlı yerler olmaları Emevi Hanedanı dönemine rastlar.

 Eski Türklerde özellikle Şamanist dönemde kadınlı erkekli.dini toplantılar düzenlenir ve toplantıya katılanlar bir daire halinde yere otururdu. Kadın ve erkeklerin oturdukları yerler statü ve yaşlarına göre sıralanmakta idi (Çakıroğlu:1996:84).

Bu törenler Müslümanlıktan sonra da devam etmiştir. Aynı törenler Yesevilikte de vardı. Ahmet Yesevi'ye göre erkek ve kadın bir ehl-i Hak meclisinde bir arada zikir ve ibadete devam etseler bile, Hak Taala, onların kalplerindeki her türlü kin ve düşmanlığı yok etmeye muktedirdir (Köprülü, 1984:34). Babai ayaklanmasını gerçekleştiren Baba İlyas da Amasya'nın Çat köyünde kurduğu dergahında bu tür kadınlı erkekli törenleri devam ettirmiştir
 (Ocak, 1980:10).

Aleviler, cem usulüne ve diğer adetlerine görgü, sürek, yol adını verirler. Türk kültüründe de, yol, töre demektir (Eröz, 1990:99). Alevilerdeki cem töres·i bölgeden bölgeye ve hatta ocaktan ocağa değişlik göstermektedir. Bununfa ilgili olarak Aleviler, "yol bir sürek binbir" derler.

 İrene Melikoff (1994:126) 'a göre Cem ayini ile Şaman merasimleri arasında benzer noktalar bulunmaktadır. Bunlar, şarkılar ve oyunlar, alkol ve uyuşturucu kullanma, kurban kesme, kadınların törende bulunmaları, Şamanizm'deki Şamanlara karşılık Alevilerde dede bulunması v.s.dir.

Eski Türklerde Şamanlar hem hukuk hem de din adamıdırlar (Ankay, 1999:2). Dedelerinde hem din adamı ve hem de cemde talipleri yargılayan bir yargıç rolünü oynamaları buradan gelse gerektir. Fuat Bozkurt (1990:82-83)'a göre, cem törenleri toplumsal yargı, bir okul, bir tür eğl~nce, toy ve şölendir; yenilir, içilir, eğlenilir ve yas tutulur.

 Yavuz Selim'den sonra Osmanlılarda Aleviler zulüm ve kıyımlara uğradıkları için Osman1 ı kadılarına ve onların uyguladıkları hukuka olan inançlarını yitirmişler, kendi içlerine kapanarak sorunlarını kendi aralarında çözmek için bir takım mekanizmalar meydana getirmişlerdir (Selçuk,1991:261). Bugün de kırsal kesif11de yaşayan Aleviler, dedeler aracılığıyla sorunlarını kendi aralarında çözerler, bu yüzden mahkemeye intikal ettirilen olaylar son derece azdır.

Rıza Zelyut'a (1992:69) göre, İmam-ı Cafer Sadık döneminde Alevller özel ibadet toplantıları yapmaya başlad lar. İlk cemler bu toplantılar· olarak kabul edilebilir.

 Cem ayini Miraç olayından sonra kırklar meclisinde yaşanan olayların ve bu mecliste bulunan kişilerin sembolik olarak temsil edildiği bir ayin ve ·onun yeryüzündeki bir tekrarı ise bu hayatı ve o eyecanı yaşamaya vesile olacak her şeyi sırasıyla yapmak dini ibadetin bir gereği olacaktır. Ayinin yapıldığı kırklar meydanı Hz. Ali'yi yola girişi temsil ettiğine inanılan eşik olmak üzere bu mekanın bütünü kutsal sayılacak ve en azından saygıdeğer bulunacaktır. Böylece cem iman ile amelin, akide ile geleneksel merasimlerin meczedi'ldiği tam anlamıyla bütünleşmemiş bile olsa bir araya getirildiği bir tali-ayinler yumağı olarak karşımıza Çıkacaktır (Yörükan, 1998:131 ).

Bu törenlerde sadece ibadet değil aynı zamanda Alevilik eğitimi . de yapılmaktadır. Çünkü 1 bütün tasavvuf akımlarında olduğu gibi Alevllikte de amaç, insanları eğitmek, onları kötülüklerden uzaklaştırmak ve sonuçta olgun birer insan(insan-ı kamil) haline getirmektir.

 Cem toplantıları ocak ayının birinden mayıs ayı sonuna kadar yapılabilir. Cem toplantısının yapılabilmesi için dedenin köye geJmesi gerekir, aksi halde dedesiz cem toplantısı yapılamaz(Kuzukıran,23.4.98).

Cem törenlerine kadın erkek bütün erenler katılabilmektedir. Ancak musahibi olmayanlar, suçu olan insanlar, zina yapan, kız kaçıran, hırsızlık yapan, küs olan insanlar katılamaz, Rızalık ~lıp barıştığı takdirde ceme katılmaya hak kazanırlar. Peyik tarafından haberdar edilen halk, akşam bildirilen saatte 5-7 gibi Meydan Sofasına gelirler. Köyde farklı ocaklara bağlı taliplerin olması onların cem toplantılarına katılmalarına engel değildir. (Er, 1996:42). 

 Cem yapılan gecelerde oraya yeni ve temiz elbiselerle gidilir. Dedeler genellikle üç etekli entari giyerler. Nitekim Turfanida bulunan eserlerde görülen resimlerde Türklerin 13 asır önce üç etekli entari giydikleri görülmektedir. Kadmlarm da eski milli kıyafetleri ile gelmeleri şarttır ve buna uyulur (Yörükan, 1998:120).

 Çubuk Yöresi Aleviliğinde halen dedeler üç etekli entari giymiyorlar fakat dedelere mahsus özel kıyafetler bulunmakta ve fakat pek giyilmemektedir. Nitekim Karaağaç Köyündeki Muharrem Kurbanında Meydan Sofasında, Sırmalı yeşil cübbe ile yeşil bir kemerbest ve onun üzerinde püsküllü fes bir direkte asılmış olarak duruyordu. Resim çekmek istediğimizi söylediğimiz için dede Ahmet Kuzukır n ta afınd n giyilm iş, çekim bittikten sonra ıkarılıp duvara asılmı tır. Çubuk-Çit Köyü Abdullah mahallesindeki Dar Kurb nında ise orta yaşlı iki kadının Üzerlerinde üç etekli milli yafet bulunuyordu. 

Erkekler; üzerindeki saat, köstek, tütün tabakası gibi dünyevi eşyaların hepsini çıkarırlar. Kadınların saçları, ölü saçları gibi çözülür ve omuz üzerinden iki yana sarkıtılır. Çoraplar çıkarılır ve dedenin huzuruna yalınayak varılır. Cemden sonra erenler birbirlerine "mirac n kutlu olsun" derler. Cemdeki bu merasim kamın göklere yükselmesi ve orada Tanrı huzuruna varması, suç arı affettirmesi gibi bir şeydir (Yörükan, 1998:56).

 Başlangıçta cem törenlerine katılabilmek için musahipli olmak gerekirken, Yavuz Sultan Selim döneminden sonra gençlerin ve çocukların Alevi töresini öğrenebilmesi için onların da törenlere girebilmelerine müsaade edilmiştir. Bugünkü uygulama bu yöndedir. Ancak musahip kurbanına sadece musahipli· olan Aleviler katılabilmektedir. Musahibi olmayanlar katılsa bile musahip töreninin yapıldığı bölümde dışarı çıkarılırlar. Ayrıca Çubuk Yöresi Alevilerinde kurbanın yüreğini sadece musahipli olanlar yiyebilmektedir. Kendilerine verilse bile · musahipli olmayanlar bunu yememektedirler.

Dede Derviş Akın'a göre musahibi ol~ayan üç kişi ceme girse lokma helal değ ldir. Musahibi olmayan, bekar olan ve kazancı olmayan ceme giremez (Cem Vakfı, 2000:183).

 Tahtacılar cem ayinine girerken kabirlere rakı dökerler. Bir olay dolayısıyla bir adak adayacakları zaman kabirlere yarım okka rakı adarlar. Rakı eski Türklerde bütün kutsiyet ve önemini Alevilerde korumuş· ve bundan dolayı Alevilerin cem ayini bir rakı ayini muştur. Eski Türklerdeki milli av ve toy merasimleri yerine Alevilerde kurban merasimleri yapılır. Ayin süresince önce tekleme, , sonra çiftleme, daha sonra üçleme, beşleme ve yedileme şeklinde ayin boyunca rakı içilir. Cem törenlerinde eski Türklerde olduğu gibi dişi hayvan kurban edilmez (Yörüken, 1998:120). Gagavuzlar, mezarların üzerine çiçek ve çelenk koyup, su ve şarap dökerler (Erden ve Diğerleri, 1999:180).

Almanya'da yaşayan sosyolog ve eğitimci Cengiz Yiğit, Almanya' da dedelerin cem törenlerini kendisine göre yürüttüğ nü ve bu konuda birli in olmadı ndan yakınmaktadır. Ona göre cem ayininin nasıl yapıldığı yazılmalı böylece hem .vapılan cemlerde birlik sağlanmalı ve hem de talipler cemin nasıl yaPıldığını ve okunan uaları önceden öğrenmeli ve cemde dede okudukça bilmeli ve uygulayabilmelidir (Cem Vakfı, 2000 : 194).

 Tekke ve dergah rın kapatılmasından sonra genellikle Türkiye'deki Alevi gruplarından baıl arı bu yasağa uyarak cem törenlerini yapmamışlardır. 1959 yılın a Sün köylüleri, kendilerini saf ve temiz bulmayıp günahkar kabul ettikleri için tarikatın i~aplarını yerine getirmediklerini söy mi lerdir. Sivas'ın Divrii İlçesi Eğ isu (Anzahar) köyünde halen cem cemaat yapılmamaktadır. Erzincan- ağıştaş'ta 15-20 yıldır cem yapılmamaktadır. Aynı yerde Ağu çenli ve Ali Abbas ı dedeler bundan yaklaşık 40 sene önce bir evde misafir kalıyorlar ve her türlü ihtiyaçları karşılandığı halde ne dua ediyorlar ve ne cem yapıyorlar fakat taliplerden 300 lira para istiyorlar. Çoğu dedeler taliple evlendi ve evli kadın kaçırdılar böylece inanç ve itikat zayıfladı (Yaman, 1.2000:36-37). Bu sosyolojik anlamda bir toplumsal çözülme örn eğidir.

1999 ılı Haziran ayında Sivaslıların Zenger Paşa Kon~ğında yaptıkları ceme katıldık, fakat bu cemin çok kısa sü düğünü saz çalmakla başlayıp saz ça.lmakla bitirildiğini ve çoğu erkanın yerine getirilmediğine şahit olduk. Ayrıca cem bir iki saat içinde bitirilmiştir. Bu cemde bütün erkanın yerine getirilememiş olması Tekke ve zaviyelerin ka atılmas ından sonra Alevilerin bu yasağa uymaları sebebiyle uzun ıll ar cem ya pı lamadığından bazı erkanlar unutulmuş olabilir. Oysa Çubuk yöresi Alevileri Cem yapma yasağı na uymadıkları için cem geeneği aksamadan devam etm ş üzyıl ardan beri orijinal şekliyle bugüne kadar korunabil miştir. Çünkü Çubuk Yöresindeki cemler yaklaşık 1 O saat sürmektedir.

Cem törenlerine genellikle Alevi olmayanlar alınmamaktadır. Prof. Mehmet Eröz (1978:1) 'e göre Alevilerin bu kapalı cemaat hayatları, sır ve gizlilikleri tamamen Türk kültürü ile ilgili- . dir.

 Prof. Yörükan (1998:35) 'e göre Alevllikte akidelerin ve ayinlerin gizli tutulması onun resmileşmesini ve genelleşmesini en- . gellemiştir. Ona göre ayinlerin herkese açık yapılması bazı erkanın terkedilmesi zorunlu uğunu ortaya çıkaracaktır. Bununla ilgili olarak erkandan geçme ve sahip musahip olma erkanları kaldırıldığı zaman Alevilik ortadan kalkmış olur

Araştırmacı Dr. Ali Aktaş. (99/12:66) d.a konu ile ilgili şunları yazmıştır: "Cem törenlerine ister Sünni olsun isterse başka dinden birisi olsun dışarıdan birinin girmesi ve töreni izlemesi geçmişte ve günümüzde mümkün değ ldir, Sünnller, Alevllerin cem tören lerinde mumsöndü yaptıklarını iddia etmektedirler. Ulusal bütünlüğümüz açısından tehlikeler oluşturulan bu yanlış  inanış günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır."

Halbuki bu satırların yazarının Çubuk yöresinde katılmış olduğu iki cem töreninden birisi, 1998 yılında Gazi Üniversitesi, Türk ~ültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi'nin düzen ediği (Dr. Ali Aktaş'ın da katıldığı) sempozyumda bir bildiri olarak sun tılmuş ve sonradan basılan "Sempozyum Bildirileri" kitabında ilk bildiri olarak basılm ştır. Diğeri ise bu derginin YAZ)98/6 sayısında yayımlanmıştır. Araştırmacının bunla..; ra bakmadığı ve incelemediği . veya bunları yok farzettiği anlaşılmaktadır.

 Katılımsız gözlem tekniği ile incelenen bu cem törenlerinde ibadet ve zikirden başka bir şey yapılmadığını gördük. Zaten bunun böyle olduğunu biliyorduk fakat bunu belgelerle kan tlamak istedik. Ceme girmedeki esas amacımız, Sünni önyargılardan birisinin yıkılmasını amaçlamaktı. Bunu az çok başardığ mızı sanıyoruz. Nitekim ~dı geçen yazıları okuyan bazı Sünni aydın ve üniversite öğretim elemanlarının "cem törenlerinde ibadet yapıldığını bilmiyorduk/' dediklerine şahit olduk.

Gerçi, ikrarsız kabul edildiğimiz için ceme girişimiz bazı Alev! dostlarımız tarafından hoş karşılanmamış ve beni ceme kabul eden dede üzerine büyük baskılar yapılmıştır. Bu yüzden bazı dedeler, Abdal Musı1, Kızıldel i cemlerine götürmek istedikleri halde taliplerinden gelen baskılar yüzünden buna müsaade edememişlerdir.

 Kendisi Alevi olan Rıza Zelyut' a göre Aleviler kendilerini anlatmak istiyorlarsa mutlaka cemlerini Alevi olmayanlara da açmak zorundadırlar. Biz de bu kanaati paylaşıyoruz. Cem törenlerinin yasaklandığı ve bunun kontrolünün yapıldığı dönemlerde bunu anlayabiliyoruz fakat bugün böyle bir şey söz konusu değildir. Gizliliğin olduğu yerde ister istemez çeşitli asılsız s~ylentiler çıkacaktır. Bunu önlemenin yolu, açıklığı tercih etmektir. Gerçi her önüne geleni ceme kabul e~inler demiyoruz ama objektif araştırmacılara kapıyı kapatmalarının doğru olmadığını düşünüyoruz.
Belli başlı cem törenlerinin adları şöyledir: Abdal Musa Kurbanı, Birlik Kurbanı, Musahip Kurbanı, Kızıldeli Kurbanı, Dar Kurbanı'dır (Kuzukıran, 18.3.1998.).

 Şimdi bu kurbanlar veya cem törenleri hakkında kısa bilgi verelim.

Abdal Musa Kurbanı

Buna birlik kurbanı da denir. Her yıl ocak ayının birinden· itibaren kesilebilir. Bu, yıllık tarikat toplantılarının ilkidir ve bir bakıma bu, törenlerin başladığını gösterir. Köylüyü birliğe, beraberliğe davet anlamı taşır. Bu kurbanın masrafı, cem törenine katılanlardan eşit şekilde bölünerek karşılanır (Kuzukıran, 18.3.1998). 

Abdal Musa Kurbanı kesildiği yıl, köyde elem, keder, hastalık olmayıp ekin ve ürünün bol ve bereketli olacağına, çocuk doğarsa anne-babası ve büyüklerine saygılı olacağına inanılır (Yaman, 1994:218).

 Abdal Musa kurbanına Doğu Anadolu'da ve Erzurum çevresinde pek rastlanı:namaktadır. Orta Anadolu' da . ise genellikle görgü kurbanları bitince ortak bir Abdal Musa Kurbanı yaparak o devredeki hizmetler mühürlenmiş olur (Yörükan, 1998:331 ). Nevruz ve Hıdrellez ise Batı Anadolu Alevilerinin dinsel törenidir (Bozkurt, 1990:201 ).

Nevruz Kurbanı

 Çin tarihçileri, Hun Türklerinin 21 Mart tarihinde kırlara çıkıp yanlarında getirdikleri yiyecekleri yediklerini yazar. Bu gelene:k Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüştür. Orta Asya Türkleri 21 Martı Türklerin Erkenokondan çıkış bayramı olarak kutlamaktadırlar. 12 başlı Eski Türk Takviminin ilk günü, yani yılbaşı 21 Mart Nevruzdur (Tan, 200:99). 

Sultan Nevruz 21 Mart günü Alevilerin büyük bayramıdır. Ulu tanrı dünyayı bugün yaratmıştır. Ayrıca Hz.Ali'nin doğum günü, evlendiği gün, Hz. Yusuf kuyudan bugün ıktı , Hz. Muhammet Gadirihum'da Hz. Ali'yi bugünde vasi(önder) tayin etmiştir. Bugün şeker, şerbet ve çiçeklerle kutlanır ve yaşatılır (Yaman, 1994:22~ ).

 Nevruz Alevi-Bektaşi kültüründe Hz. Ali ve Hz. Hüseyin'in doğduğu ve Hz. Ali'nin Hz. Fatma ile evlendiği ve Halife olduğu gündür. stik al Savaşı sırasında 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldıktan sonra ilk nevruz 21 Mart 1921 tarihinde kutlandı. il. İnönü Muharebesi sı asında sönük geçen Nevruz kutlamaları Büyü~ Taarruza hazır­ ! ık yapıldığı günlerde 22 Mart 1922 tarihinde görkemli bir şekilde kutlandı. Bu şenlik erin çok canlı bir şekilde yapılab il mesi için bütün okullar haftalar öncesinden hazırlanmaya başad ılar ve bu şenlik Genelkurmay Başkanlığı'nın bulunduğu küçük tepenin altındaki çayırlı k alanda yapıldı (Tan,2000:101- 102). 

_İlkbaharda doğanın uyanması ile ilgili olarak kutlanan Nevruz bayramı Orta Asya ile r?n da oldukça yaygındır. Çok uzun bir geçmişe sahip olan bu geleneksel bayram Uygur tarihinde de önemli bir yer.tutar. Nevruz Uygurlarda çeşitli oyunları içeren bir tiyatro gibi sahnelenip kutlanmaktadır. Bu bayramda halk büyük bir coşku içinde Nevruz nameler söyleyip dans ederler. Müzik eşliğinde bir çok sanatsal gösteriler.yine bu bayramın vazgeçilmez etkinliklerindendir. At yarışı ve oğlak oyunu ile biniciler becerilerini sergilerler (Rahman, 1996:122-124).

Yukarıda konu edildiği gibi Nevruz Batı Anadolu Alevllerinin dinsel törenidir. Orta Anadolu Alevileri bugünde cem töreni yapmazlar. Nevruz Alevllerin en büyük bayramıdır. Bu günde çocuklar dağlardan nevruz ve sümbülleri toplar getirirler. Akşam cem yapılır. Cem evinin ortasına kazanla süt getirilir ve içine iki temiz saman çöpü atılır ve ağzı kapanır. İki saman çöpü birleşir bu, orada bulunanların gönül birliğini simgeler. Süt ve lokma dualanır; cemaata süt, sümbül ve lokma dağıtılır. Nevruzun önemi şuradan gelir (Atalay,2000:56):

 · Hz. Ali'nin doğum günüdür. 

Hz. Ali'nin Hz. Fatümatüz

Zehra ile evlendiği gündür. 

Güneşin Hanımel burcuna girdiği gündür. 

Eski göçebe Türklerin kışın sığındıkları yerlerden obalarına çıkmaları, yeni hayata kavuşmaları sebebiyle en sevinçli oldukları gündür.

Bu mutlu günde Aleviler cem yaparlar, lokma yerler, lokmalar yenir, ibadetler yapılır ve semahlar dönülür, sazlar çalınır ve Hz. Ali'nin mevlüdü okunur. Bu mevlütten çok kısa bir örnek alalım (a.g.y:56):

 Şah-ı MerdanMurteza dOğdu bugün 

Yüce, üstün şah Ali doğdu bugün 

Temiz soy nurundan geldi Kamile

 Çün Abu Talipten oldu hamile 

Öyle bir gün doğdu nur Nevruz idi 

Öyle ki bir yevmi nur Efruz idi 

Sayesinde Haydar'ın buldu hayat 

Şanlı şerefli gün gördü kainat

Kızıldeli Kurbanı 

Tarikatın mührü, yıllık tarikat törenlerinin bittiğini gösterir. Her zaman kesilebilir genellikle bu tören her yıl mayıs ayında yapılır (Kuzukıran,23.4.98).  

Musahip Kurbanı 

Musahip olmak isteyen iki aile kurban kesmek zorundadır. Bunun için de'deden gün alırlar ve kurbanı dedenin nezaretinde keserler. Ayrıca o gece cemdeki bütün masrafları bu iki aile çekerler.

Musahip kurbanında, bu kurbanı sadece musahipliler yiyebilir. Kurban parçalanırken eklem yerinden parçalanır ve bütün olarak pişirilir. Ayrı ca kurbanın kemikleri, derisi ve diğer artıkları toprağa gömülür.

 Çubuk'un Yukarı Emirler Köyü Cibali cağı taliplerinden Rıza Akdoğan (7.98) cem ayinini şöy e anlattı: Dede sağ köşede oturur, Dede vekili Baba sol köşede oturur. Cem evi kadın ve erkekler olmak üzere iki musfa1 ıdır. Gerek kadınlar ve gerekse erkekler kendi musfalarında yaş sırasına göre otururlar. Kapıcılar bütün köyü dolaşarak hastası ve küçük çocuğu vb. mazereti olanları tespit ederek bunları cem sah ibine haber verirler. Kapıcılar da eline, diline ve beline sahip olup tüm erenlerin (cemaatin) itimadını kazanm ış kimselerdir. Cem törenlerinde erenler bir şey yese içse dededen himmet alırlar, çünkü himmet iç. düzeni sağlar.

Bir kimse bu cem ayininde bulunabilmek için önce pirine   ikrar vermelidir. Yani ben bu cem ayinine ge eceği m, her ibadetinde bulunacağım, Allah' n emrine, Ehl i Beytin gidişatına uyacağ ma di l ile ikrar ve kalp ile tasdik ederim, diye dedeye ve erenlere söz verir. Cem eh li olabilmek için bir mümin mutlaka akranı birisiyle musahip olmak zorundadır. Çünkü bunun öncesi iki cihat-ı serveri Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin Gadiruhum'da ilan edilen kardeşliğine, ensarın muhacirlerle olan dünya ve ahiret kardeşi olmasına dayanır. Kardeşliğin önemi, öz kardeşi nden daha ileri olmas dır.

Kardeşlik olmanın en büyük önemi, Gadirihumdaki gibi çarşafa girmektir. Karde i ikte kesilen koç brahim lilul lah'ın kestiğ i koçu temsil etmektedir. Kardeşlik olunurken iki kardeş çarşafa yatar. Bunların bacıları ayak uçlarında dara(el bağlama) dururlar. Bunun an am ı cenaze namazı as ıl ayakta kılınıyorsa bunun gibi ayakta namaz ıl maktır. şte ölmeden ölmek, iki kardeşin kefen misali çarşafa girmesi, iki bacın ın da· cenaze namazını kılmas ını temsil etmesidir. Bunlar çarşafta yatarken Ayet'el Kürsü okunur ve kendine güvenen erenler, el bağlar iki dizlerinin üzerine otururlar. Bunun anlamı Kabe'de hacıların halka namazıdır. Tüm erenler bu iki hacının etrafında halka namazı kılarlar. Bunlar işte cem ayininde hacı sayılırlar. Çünkü akşamdan bu tarafa yapılan tüm işler ve hizmetler Kabe'yi ziyaret etmeyi temsi 1 ederler.

Hacılar, çarşaftan kalkınca Allah rızası için Ehli Beyt yüzü suyu hürmetine dualar edilir, erkandan geçilir. Bundan sonra bal şerbeti içilir, daha sonra Kırklar semahı dönülür. Bu semahta 60'ını geçmiş kadınlardan 6 kişi yer alır. Gözcü de bacılarla birlikte kırklar semahına katılır. Bu iki cihan Serveri Hz. Muhammed'in Mirac-ı Aladan gelirken kırklara uğrayıp onlarla hoş sefa muhabbet edip ibadetten sonra döndükleri kırklar semahını temsil eder. Ondan sonra kesilen koçun yüreği 4' e bölünür dede tarafından akşamki musahiplere yedirilir. Bu Hz. İbrahim'in kestiği koçun yüreğini temsil eder. Bu koçun karaciğeri ufak ufak parçalara bölünür  ve orada bulunan tüm musahiplere yedirilir. Bu, koçun yüreğinin yiyen 4 hacılara müsahip olduklarına şahitliğin simgesidir. Bundan sonra yemekler yenir, gülbank çekilir, cem ayini de o gün tamamlanmış olur. Cem esnasında Ankara' da bulunan bütün köylüler gelirler. Bu Cibali düzenidir, başka düzenler de olabilir.

Aşure(Muharrem) kurbanı

. Bu kurban tek başına kesilebileceği gibi bir köylünün hepsinin katıldığı birlik kurbanı şeklinde de kesilebilir. 
Muharrem ayının onundan sonra 6-30 Mayıs tarihlerinde kesilir. Tören Meydan Sofasında yapılabileceği gibi genellikle yeşillik bir alanda yapılır. Önce corba . icin . alınan kurbanlar tek- . birlenir. Aynı Meydan Sofasındaki gibi ortaya alınır. Dede: bu şahsı nice bilirsiniz, bunun kurbanı yenilebilir mi? diye sorar. Eğer kusuru yoksa "Allah işini rast getirsin, Allah kabul etsin" derlerse, o kişinin kusursuz ye salih bir ki~i olduğu anlaşılır ve hizmeti yerine getirilerek kurbanı kesilir (Kuzukıran, 23.4.1998).

 Koldan Kopan Kurbanı 

Gençleri ceme alıştırma, onları adab ve erkanı öğretme, tarikat idealini aşılamak için yapılır. Diğer ayinlere bekarların girmesi yasak olduğundan genç z ve delikanlılar ana ve babalarıy a birlikte bu çeme katılabilirler. Gençler bu cemde semah usulünü ve nefes söylemesini öğrenirler (Fığlalı, 1996:332). Çubuk yöresi Alevllerinde genç ve bekarlar halen cemlerin hemen hepsine girebilirler, ancak musahip ceminde tam bu törenin yapıldığı ırada gençler ve musahipli olmayanlar dışarı çıkarılır, dergahta sadece musahipli olanlar kalırlar.

Dar Kurbanı

Ölülerin canı için aş pişirmek,sebil yapıp su dağıtmak ve benzeri adetler daha önce yaşanmış
ve bütün Türklerin vicdanında sürüp gitmiş ve halen yaşanmakta olan şeylerdir. Bunlar Şamanlığın hem Alevi ve hem ·de Sünni Türkler üzerinde bıraktığı derin izlere birer örnektir (Y<?rükan, 1998:121 ). 

Bundan başka eski dinde ve gerekse Müslüman olduktan sonra olsun Hunlar ve Göktürkler'den başlamak üzere bütün Türkler, ölümün üçüncü, yedinci, kırkıncı günleri ile ıl mda aş verir, hayır yapar, kurban keser ve yas tutarlar. Kadınlar tırnaklarıyla yüzlerini kanatarak saçlarını yolarlardı (Eröz, 1990 : .340).
Uygurlarda da halen cenazenin üçüncü akş'amı poşkal (yağ da kızartılmış hamur) pide ve yemek hazırlanır, cami imamı, bölgenin ileri gelenleri ve cenazeyi yıkayan kişi er bu yemeğe davet edilir. Yedinci günde de cenazenin ailesi büyük bir hazırlık yapar, akraba, komşu ve tanıdıklar yemeğe davet edilir. Vefatın 40. Gününde de yine yedisi gibi yemek verilir ve ölen kişin n çocukları ve akrabaları birbirlerine kumaş hediye ederek yasın bitmesini dilerler. Vefatın birinci yıldönümünde de "Yıllık nezir'' verilir ve yedisinde haz rlanan . yemekler veril ir. Uygur Hotan bölgesinde ceset evden çıkarn:ıadan önce yemek(nezir) verilir. Bu nezire davet yap lmaz, ölüm haberini alan herkes başsağlığı dilemek için gelirler. Bu nezir için hazır lanmış yemeğe "ak aş" denir (Rahman, 1996:116). Bu uygulama bugün Çubuk Yöresi Alevilerinin 1-3-7-40 ve yıldönümünde yapılan törenlerin hemen hemen aynısıdır.

Çubuk Yöresi Alevlliğinde bir kişinin ölümünden sonra 6 defa kurban kesilir (Kuzukıran,23.4.98).

 Kişi öldüğü gün, cenaze yıkanmadan kurban kesilir, gömüldükten sonra cenaze törenine.katılanlar bunu yerler. Bir yakını ölen kişi üzüntülü olduğu için kurbanı kendisi değil onun bir yakını keser ve cenaze sahibinin bundan haberi bile olmaz. Akşam ise komşular evlerinde yemek hazırlar gelir ve cenaze sahibini teselli ederek yemeği cenaze evinde birlikte yerler.

Alev! olan Sün Köyünde bu uygulama yaklaşık 40 sene önce Aziz Dede tarafından "Acılı günde böyle bir adet olmaz'~ diyerek kaldırılmıştır (Erdentuğ, 1959:55). Böylece cenazenin birinci günü kesilen kabir kurbanı adeti terkedilmiş oluyordu.

 2. Üç gün sonra bir kurban daha kesilir, eş dost, komşu çağ rılır Kur'an okunur ve o da birlikte yenir. 

3. Yedi gün sonra yedi ekmeği verilir. Kurban kesilir, önce Kur'an okunur ve ev sahibi ile birlikte yenilir. 

4. Kırk gün sonra evde Yasin okunur ve bir kurban daha kesilir, Kuran okunur ve birlikte yenilir.

 5. Elliikinci gün cenazenin ek yerleri birbirinden ayrılır .. Bunun için o geceye ait olan Ayeti Kerimeler ve dualar okunur, Kurban kesilir ve birlikte yenilir.

 6. Bir de Dar Kurbanı kesilir.
Dar Kurbanı; aileden bir kişinin vefatı üzerine cenazenin 52. gecesinden sonra kesilir. Maddi durumu iyi olan aile, tek başına kendisi kesebildiği gibi, maddi durumu zayıf olan aileler birleşerek hepsi bir kurban da kes~­ bilirler. Bu kurbanın amacı, ölen musahipli kişinin hayatta iken birlikte olduğu kişilerle dedenin önderliğinde helalleştirilmesidir. Yani alacağı veya vereceği varsa bunları halletmek ve cemaatla helalleştirmektir (Kuzukıran, 18.3.98). Yalnız dar kurbanı sadece musahibi olan Alevller kesilir, musahibi olma yanlar için bu kurban kesilmez.

Tahtac larda bütün kurbanlarda kesilen hayvanlar erkek olmalıdır. Dişi kurban olmaz. Kurban olarak kesilen hayvanlar koyun ve horozdur. Keçi, öküz ve deveden kurban kesilmez (Yörükan, 1998:276). Çubuk ~ Yöresi Alevilerinde sığır da kurban olarak kesilebilir.

 Alevi inancına göre, kurbanların kesilebilmesi için mutlaka bir işaret vermeleri gerekir, aksi halde kesilmeleri doğru olmamaktadır. Dede Ahmet Kuzukıran'a göre kurbanlar, sekiz nişandan birisini vermektedirler. Bunlar: esneme, gevşeme, meleme, silkinme, işeme, pisleme, gezinme, kaşınma.

Kurban, uzun süre işaret vermezse bazı bölgelerde eşiğe niyaz edilip kurbanlar kesilmeye götürülüyor (Türkdoğan, _ 1995 : 79). Dede Kuzukıran bunu kabul etmiyor, mutlaka bir işaret verir diyor ve ilave ediyör: "Eğer kurban yere yatarsa o zaman sorun vardır, bu durumda hayvan kurban olarak kesilemez, kurban kesen kişinin evinde hayvan varsa, ağıla girildi

ğinde ilk rastlanan hayvan onun yerine kurban edilmek üzere Meydan Sofasına getirilir. Öteki hayvan ise ancak gelecek yı lın cem törenlerinde kurban edilebilir.

Aşure kurbanı, adak kurbanı Meydan Sofası dışında kesilebilir. Diğer kurbanlar Meydan Sofasında kesilmek zorundadır.

 Cem Törenlerinde 12 Erkan ve 17 Hizmet Sahipleri ve Görevleri (Arslanoğlu,98/6:15-17).

Cem törenleri sırasında görev alan 12 erkan ve 17 hizmet sahibinin görev adları ve yaptıkları hizmetler şöyle sıralanabilir:







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...