Bu Blogda Ara

1 Kasım 2019 Cuma

Avrupa Tarihinde Canavar İnancı




Avrupa Tarihinde Canavar İnancı

Bizde kendimiz dışındaki hemen hiçbir yer hakkında esaslı malumat sahibi olunmadığı sarahatle ortada olan bir noksanımızdır. Kendisine müthiş bir özentilik beslense ve köklerimize mugayir fikirler ile özümüze aykırı zihniyeti aynıyla burada yerleştirilmek istense, bunun için devasa bir gayret gösterilmiş olsa da, Avrupa da hiç şüphesiz doğru düzgün bilinmez. Ortada bir tane olsun İngiliz kralın/kraliçenin dönemine dair düzgün bir teze dahi rastlamak, Ortaçağ’da bir dönem pek ciddi bir güce erişmiş Danimarka hakkında biraz olsun vukufiyet sağlayacak sağlam bir çalışma görmek adeta imkânsızdır. Bu yazıda, bu durumun sebepleri ve bizde bıraktığı büyük boşluğu, yol açtığı birtakım sıkıntıları ele almayacağız lakin mevzubahis yaptığımız konu bunları belli bir seviyede okuyucuya izhar edecektir.
Avrupa tarihinde canavar inancı, takriben 2000 yıl kadar uzun bir süre içerisinde kendisini şüpheye mahal bırakmaz bir surette gösterir. Bunlar, katiyen sembolize etmek, bir şeyler anlatmak için gerçekte var olmadıkları bilindiği halde uydurulmuş şeyler değildir. Nitekim konuyla ilgili verdiği bir seminerde California Devlet Üniversitesinden Sanat tarihi Profesörü Asa Simon Mittman, hususen Anglo-Saksonları(İngilizlerin ataları) ele aldığı için onları vurgulayarak; onlar için kendilerinden olmayan “Diğerlerinin” bizim şimdi kullandığımız gibi mecazi manada değil, kelimenin tam manasıyla canavar olduklarını söyler (s.1). Ardından, şahsi tecrübeyle görmedikleri kesin olan bu hayali yaratıkların –ne türler olduğuna aşağıda temas edeceğiz- kaynağını sorgular ve cevabını Kitab-ı Mukaddes’te bulur. Devamla Mittman, şüphesiz o devir Hıristiyanlığa geçen Avrupalılar için en güvendikleri bir kaynak olan Kitab-ı Mukaddes’ten Eski Ahit, Yaratılış(Genesis) bölümünde(6:4) “devler o günlerde yeryüzündeydiler” mealinde bir ifade nakleder ve bu tip ifadelerin sebep olduğunu belirtir.
Konuyu Mitmann ile birlikte ele aldıkları makalesinde Illinois Devlet Üniversitesinden Susan M. Kim de, Ortaçağ’da İncil’in kelimesi kelimesine doğru anlaşıldığını, İncil esaslı dünya görüşünün canavarları anlamak için esas olduğunu belirtir(Mitmann, Kim; s.4). Makalede, verdiğimiz mezkur pasajdan maada, Numbers 13:33-4 ve Deuteronomy 3:11’den nakillerle de devlerden bahis ortaya konulur. Devler dışında ayrıca ejderha da yine burada kaynağını bulmaktadır. Kısacası, Kitab-ı Mukaddes birçok canavar bahsi içermekte ve dönem Hıristiyanları için de inanca kaynaklık teşkil etmektedir.
Peki, bizce muharref olan ve insanların katıp karıştırdığı şeyler olduğu şeksiz şüphesiz kabul edilen Kitab-ı Mukaddes ve ileride göstereceğimiz üzere birtakım kilise babalarında geçen canavarlar kaynağını nereden almıştır? İşte burada devreye Antik Yunan ve Roma giriyor.
Canavar İnancının Kaynakları: Antik Yunan ve Roma
Antik devirden başlayıp Kilise babalarından Augustinus’a kadar uzandığı doktora tezinde doğrudan canavar mefhum ve inancına odaklanan Wendy Reid Morgan bu noktada mühim malumat aktarmaktadır. O açıkça, antik dönemdekilerin canavar formülasyonlarının birçok noktada Ortaçağ ve ötesindekilerin “ilmine” alındığını ifade eder(s.19). Yunanlıların, Tanrıların birbirleriyle cinsi münasebetleri sonucu bazı canavarların doğduğu şeklinde saçtıkları hezeyanları soy ağacı tablosu ile ortaya koyar. Mesela Gaia, oğlu olan Ouranos ile ilişkiye girer ve böylece insan benzeri tanrılar denilen Titanlar doğar, onları ise tek gözlü canavarlar olan Cycloplar takip eder. Titanlardan sonra Yeryüzü(Earth) oğlu Pontos ile ilişkiye girer, bir deniz ilahı olan Phorkys ile deniz canavarı manasındaki Keto’yu üretmek için. Keto ve Phorkys’ten de yeni canavar nesiller çıkar. Bunlardan çıkan tanrı, canavar vs.nin de tablosunu vermiş Morgan. İçlerinde Hesperides Ejderhası ile Medusa da gözüküyor(s.72-74)…
Bunlardan maada yarı kadın yarı yılan görünümündeki Echidna gibi, Hades’in 50 kafalı köpeği Cerberus gibi, yılan kafalı Hydra ve ejderha Chimaera gibi muhtelif canavarlardan da bahis yapıldığı görülmektedir(s.75). Ayrıca devler de Antik Yunan’da zikredilir. Apollodorus bunların Tanrılarla savaşlarından bahseder(s.78). Ejderhanın da muhtelif format ve bahisleri bulunur. Mesela Hera ne insan ne tanrı bir şeye benzemeyen bir hilkat garibesi doğurur, onu ejderhaya çevirir, o da ölümlüleri avlar, ta ki Apollo tarafından öldürülünceye kadar(s.79-80). Hesiod’un bahsettiği bir başka canavar ise Typhos’tur, 100 kafalı ejderha formunda bir yılandır, ateşler saçar(s.81). Keza, Eurupides’in “dağların canavarı” olarak adlandırdığı Sphinx adlı, insan ses ve yüzüne sahip, yarı kadın, belden aşağısı aslan veya köpek olabilen bir başka canavar daha mevcuttur ve Pisander gibi antik Yunan’ın en eskilerinden biri, onların Etiyopya gibi en uzak bir yerde yaşadığını iddia eder. Bu canavarın bilmecesini cevaplayamayanı da yalayıp yuttuğu kaydedilir. Etiyopya dışında, Afrika çöllerinin, canavarlar için çok mümbit bir yer olduğu da ifade edilmektedir(s.200).
Hulasaten aktarmış olsak da bu kadarından dahi rahatça görüldüğü üzere Antik Yunan’da bir yığın canavardan bahis mevcuttur ve bu haliyle Paganizmden Hıristiyanlığa geçişte, yeni dinin mensuplarına büyük bir memba teşkil edebileceği ortadadır ve etmiştir de. Ki bize göre, paganizmin Hıristiyanlıktaki etkisi sevgililer günü veya yılbaşı meselesinden ziyade, en esaslı olarak canavar inancında kendisini gösterir.
Antik Yunan için şu da vurgulanmalı ki; canavarlarla alakalı meşhur isimlerin dahi tartışmaları gözükmektedir. Mesela bize Paralel Yaşamlar olarak tercüme edilen ve İskender’le Sezar’ı, yahut Marcus Antonius’u anlattığı eserleri bulunan Mestrius Plutarkhos, canavar figüründe, doğanın bütün yıkıcı güçlerinin bir sembolünü bulur(s.82). Aristo ise canavarlığın rastlantısal ihtimalden olamayacağını, organizmanın tevarüs ettiği amacı(telos) olan şekli elde etmede başarısızlıktan vücuda geleceğini ifade eder(s.101). Romalı Lucretius ise dünya genç ve cennet(heaven) yeni iken mitolojinin melezlerinin(insan ile muhtelif hayvanların yahut farklı hayvanların hususiyetlerinin bir canlıda ifade edildiği mahlûklar, yukarıda geçen yarı kadın yarı yılan gibi) doğmuş olabileceğini varsayar. Lakin centaurların(belden aşağısı at olan insanlar) hiç var olmadığını söyler(s.105-106). Buna mukabil Homer, centaurlardan bahseder. Diodorus’a göre bazı yazarlar ona farklı şekiller vermişlerdir(s.209-210). Ayrıca bunların tecavüzcü olmasından bahis yapılır(bkz. s.218 vd.).
Empedocles ise canavarlıkların esas sebebini çokluk veya eksikliğine bağlayarak menide görür. Lakin Empedocles’ten itibaren Democritus ve Hipokratikler gibi kimseler artık canavarvari doğumlardan, anne ve babaya yarı yarıya pay ayırdılar. Bu izah da 6.yüzyılda Amida’lı Aetius’un tıbbi koleksiyonuna “Canavarlar Nasıl Üretildi” bahsi ile girdi(s.144-145). Diodorus da bu meseleye kafayı daldırmış ve “her türden canavarın sıklıkla doğduğu doğru olmakla birlikte onlar gelişmezler ve tam olgunluğa ulaşabilmekten acizdirler” demiştir(s.152).
Canavarları ayrıca bazı anlatımlar için kullandıkları da görülüyor. Mesela Homer, yukarıda bahsi kısaca geçen cycloplardan(saykılop) bahseder. Bu tek gözlü canavarların dağlarda mağara oyuklarında yaşadığını, karıları ve çocukları olduğunu söyler(s.242). Plato da bunları, siyasi örgütlenmenin ilkel evresini örneklendirmek için kullanır(s.245). Homer’in bu anlatımını, İskit tarihinden esinlenerek yapmış olabileceği üstünde de duruyor araştırmacılar. Zira orada, tek gözlü olarak zikredilen Arismaspianlardan bahsedilmekteymiş(s.246).
Antik Yunan’da canavar bahsi gelince akla gelmesi gereken en önemli isimlerden biri, Tarihin Babası denilen Herodot’tur. Onun değeri sadece canavar ırklardan bahsetmesinden değildir, ayrıca 5.yüzyılda eksiksiz antropolojik bir tarih sunan tek kaynaktır, onun antropoloji ve coğrafya üzerine umumi yorumları bilahare canavarın etnografisini karakterize edecek taayyün etmiş özelliklerini gösterir(s.248). Ancak biz onu, hususi bir alt başlık açacağımız köpek kafalı adamlar bahsinde anlattıkları ile ele almayı, köpek kafalılar konusunun genişliğine istinaden daha muvafık gördük.
Bir diğer zikri mühim kişi ise, milattan önceki Hindistan tarihinin çok önemli bir kaynağı sayılan Megasthenes’tir. M.Ö. 4.yüzyılda Hindistan’a gelir, M.Ö.317-312 arası kaldığı da söylenmekte, M.Ö.303 sonrası gönderildiği de. Pataliputra’da Chandrgupta Maurya’nın sarayında yaşar. Kendisinin, İskender sonrası komutanlarının kendi aralarında çekişmeleri neticesi Seleukos’un kurduğu imparatorlukta onun tarafından elçi olarak yollandığı söylenmektedir(Jackson, c.1, s.246; c.2, s.138 vd.). İşte bu Megasthenes, Hindistan’da kulakları içerisinde uyuyan(bu ayaklarına kadar kulakları olan canavardan Ortaçağ kaynaklarında bahis çoktur), ağızları ve burunları olmayan, tek gözlü veya uzun bacaklı Hintli kabilelerden bahseder(Morgan, s.255). Megasthenes gibi, Hindistan’da bulunan ve burada canavar ırklardan bahseden, Avrupa tarihinde canavar inancı konusu açılınca başlarda zikredilen kaynaklardan biri de Ctesias’tır.
Yunan coğrafyacı, filozof ve tarihçi Strabo da, Megasthenes’ten iktibas ederek Hindistan’da canavar ırklar olduğunu söyler, bu canavar ırklarıyla alakalı kataloglama yapar(s.255).
Tüm bu zikredilenler içerisinde antik devirde, sonraki dönem canavar inancını etkileyenlerin başında sayılabilecek kişi ise Romalı Yaşlı Plinius’tur. Kendisi Pompei faciasında ölmüştür. Vakayı görüp kaydeden ve böylece öğrenmemizi sağlayan yeğeninin de adının Plinius olmasından dolayı böyle anılan Yaşlı Plinius, bir doğa tarihi eseri yazmış(Historia Naturalis) ve içinde bir sürü canavar türünden bahsetmiştir. Romilly Allen, ortaçağdaki tabiat üzerine incelemeler ve onun içinde yer alan canavarlarla onlara dair inancın, bir parça Kitab-ı Mukaddes’e istinat ederken bir parça da Plinius’un yazdıklarına dayandığını söyler(s.3). Canavarlar üzerine takriben 40 yıldır araştırma yapan ve bu sahanın en önde gelen uzmanlarından biri olan John Block Friedman da, Plinius ve Solinus’un yazdıklarıyla canavar dünyasını genişlettiklerini söyler. Ayrıca Friedman’ın dediği gibi, canavar konusu açılınca ismi öne çıkmış kaynaklardan biri olan Cantimpre’li Thomas gibi mehazlar da Plinius gibi kimselerden nakillerle canavarları mevzu edinir, bu inancın yayılması ve yerleşmesinde rol oynar(Friedman, Forward to Monsters, s.xxvii-xxix).
Görüldüğü ve görüleceği üzere antik devir, Hıristiyan Avrupa’daki canavar tasavvuruna, bunlara inanca zengin bir kaynak teşkil etmiş, gerek birtakım canavar türleri gerek bunların yaşadığına inanılan yerler ve gerekse kendilerine yüklenen mana zaman zaman aynıyla alınmıştır. Bize sadece felsefe, matematik gibi alanlarda ortaya koydukları ve kendilerinden sonra gelenlere yaptıkları hep “müspet” kaynaklık ile anlatılan Yunanlılar, sarahatle ortaya konduğu üzere, canavar inancına da böylece mesnet olagelmişlerdir.
Hıristiyan Avrupa’da Canavar
Köpek Kafalı Adamlar
Asırlarca inanılan ve bahsi çok geçen canavar ırkların en önde gelenlerinden biri şüphesiz köpek kafalı adamlardır. Konuyla ilgili hususi araştırma yapıp bir dergide yazısı yayınlanan Matt Salusbury, Libya’da köpek kafalı adam oymaları bulunduğunu ve bilinen en eski ifadelerinin bu olduğunu söyler. Bu oymaları çizen insanlarla ilgili malumat bulunmadığını, bunların maske olup olmadığının bilinmediğini de ekler. İlk yazılı olarak ifade eden ise, M.Ö. 450-420 arasında yazan Herodot’un yazdıklarıdır. Herodot Libya’da, köpek kafalı adamlar yaşadığını söyler. Ondan sonra ise Ctesias gelir. M.Ö. 4.yüzyılda Hindistan’da doktor olarak kalan Yunanlı yazar, Hindistan’da köpek kafalı adamlar bulunduğunu, bunların konuşamadığını, köpek gibi havladıklarını ve köpeklerden uzun dişleri bulunduğunu ifade eder. Ayrıca 120.000 kadar sayıları olduğunu ve çiğ et yiyerek beslendiklerini söyler. Bunun dışında o dönem, İskender’in Hindistan’da iken hocası Aristo’ya mektup yazıp onun da bu mektupta köpek kafalı adamlardan bahsettiği iddia edilmektedir.1
175-235 yılları arasında yaşayan Claudius Aelianus da Hindistan’da köpek kafalı, zararsız ve dürüst yaratıklar gördüğünü, çiğ et yediklerini söyler. Plinius da hemen hemen Ctesias ile aynı şekilde tanımlar köpek kafalıları. Salusbury ayrıca, Ortaçağ’da en ziyade dolaşımda olan eserlerden biri olduğunu söylediği Romance of Alexander’da da köpek kafalı adamlardan bahis olduğunu söyler. Bu eserde, İskender-i Kebir’in 40.000 kişilik bir köpek kafalı adam ordusuyla şiddetli bir harbe tutuştuğu, onlardan teslim aldıklarını ateşe verince diğerlerinin çılgın gibi havlayarak kaçıştığı ifade edilmektedir. Eser, İskender’in bu ve diğer yaratıkları Caucuses denilen bir dağın zirvesi ötesinde, dünyanın ucunda duvarla örerek kapattığını, bunların Deccal gelince Hıristiyanları süpürmek gayesiyle onun ordusuna iştirak etmek için beklediklerini ifade ile biter…
Hıristiyan Avrupa’daki canavar inancında önemli bir yeri olan Sevilla’lı Isidore da 7.yüzyılda yazdığı eserinde, köpek kafalı adamlardan bahseder. Fransisken rahip Juan de Pian de Cipriano da 1246’da “Büyük Moğol Hanının” sarayını ziyaret ettiğinde, köpek kafalı kimseler gördüğünü dermeyan eder. Esasen bu devirden sonra köpek kafalı adamlar olarak Moğollar, Türkler gibi doğudan gelen tehdit unsurları tanımlanır. 1493 tarihli Nuremberg Kroniği de bir harita içerir ve bu, köpek kafalı adamlar ihtiva eder.
825 yılı civarında Frenk din adamı Ratramnus da, köpek kafalı adamlar meselesini ele alır. Adem’in oğullarından olduklarını, zeka ve ruhları ile aklı başında varlıklar olduklarını ve ruhlarının kurtuluşa erebileceğini söyler.
Marco Polo dahi, isimsiz bir Hint adasından bahseder ve burada köpek kafalı adamlar yaşadığını söyler. Onların kendilerinden olmayanları yiyen acımasız bir ırk olduğunu da ifadelerine ekler. Odorico de Pordenone ise 1327’de, Nicuneman diye bir ada ismi verir ve burada kendisinin gördüğünü iddia etmemesine rağmen köpek kafalı insanlar yaşadığını öne sürer. Fransız Engizisyon Mahkemesi üyesi Pierre d’Ailley, Imago Mundi adlı 1410 tarihli eserinde, Hindistan’a köpek kafalı adamlar yerleştirir. Bunların köpek gibi havladıklarını söylemekten maada, bir başka köpek kafalı adam türünden bahseder ve onların tek gözlü olduklarını söyler. Kristof Kolomb’un elinde de bu kitabın bir nüshası bulunmaktadır ve kenarlarına not alıp, bu korkunç görünüşlü varlıkların insan mı yoksa canavar mı olduklarına karar vermenin çok zor olduğundan dem vurmaktadır… İşte Kolomb da böylece köpek kafalı adamlar bulmayı bekler yeni dünya keşfinde. Haiti’ye çıkar. 23 Kasım 1492 tarihli notlarında köpek kafalılarla ilgili görgü şahidi kaynaklar kaydeder ve kendisinin de tek gözlü adamlar ile insanları yiyen köpek burunlu adamlar olduğunu anladığını söyler. Salusbury, yerel dile dair bilgileri olmadığını hatırlatıp, muhtemelen rehberlerinin duydukları her ne ise Kolomb ve adamlarına öğrettiklerinin de o olduğunu ifade eder. 1519’da Meksika’ya seferinde Diego Velazquez de Cuellar da, burada dev kulaklı ve köpek suratlı kimseler olduğundan bahseder.
Matt Salusbury’nin, Avrupa’da bu inancı gösteren kaynaklardan iktibasları özetle böyle. Biz şimdi onun aktardıklarını yarıda bırakıp bu köpek kafalılardan bahseden kaynaklara biraz daha yoğunlaşalım.
Sadece köpek kafalılar konusunda değil, Avrupa’daki canavar inancı konusunda en başta zikredilmesi gereken kaynaklardan biri şüphesiz John Mandeville’in The Travels(Seyahatler) eseridir. Bu eser, Ortaçağ’ın en meşhur kitaplarından biridir. Avrupa’nın bütün büyük dillerine tercüme edilmiş, günümüze 250 kadar nüshası ulaşmıştır ki epey yüksek bir sayıdır.2 Burada Hıristiyan olmayan ve muhtelif canavar ırklarla ilgili gözlemlerini kaydeder(Andyshak, s.viii). Eseri üzerine yapılan bir tezde açıkça, Mandeville’in canavarlara sembolik mana vermediği, tam aksine onlara kendi benzersiz kültürleri içerisinde gerçek insanlar gibi davrandığı vurgulanır(s.36).
İşte bu Mandeville de, köpek kafalı adamları anlatmaktadır. Onların Natumeran denilen bir adada yaşadıklarını, zorlu savaşçılar olarak bilindiklerini ve akıllı olduklarını söyler. Sonra da onların öküze tapındığını belirtir. Krallarının müstesna bir dindarlığı haiz olduğunu da ekler. Yemeğe oturmadan evvel 300 tane dua yaparmış(s.52-54).
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\k-1.jpg      Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\k-2.jpg
   (Mandeville’in eserinden 2 resim. Soldakinde köpek kafalı adamlar öküze tapınırken çizilmiş. Sağda ise savaşırken gözüküyorlar. –Resimler Sarah Catherine Andyshak’in tezinden alınmıştır)
John Block Friedmann’da da bir ek bilgi buluruz ve 13.yüzyılda yaşayan Beauvais’li Vincent’in Speculum adlı ansiklopedisinde, Müslümanlar, Yahudiler, Moğollar ve Çinlilere yer verdiği gibi köpek kafalı adamlara da yer verdiğini öğreniriz(s.xxx). Ayrıca bir Ortaçağ tasvirinde, Kudüs’te toplanan milletlerin resmedildiği ve bunlardan İslami kıyafet içinde olanların köpek kafalı olarak gösterildiklerini de söylemektedir(Mittman, Kim, s.332-333).
Ayrıca Mappamundi olarak anılan Ortaçağ’ın en önde gelen bir harita türü içerisindeki muhtelif haritalarda da köpek kafalılar gösterilmektedir. Mittman ve Kim, bazılarında Etiyopyalıların böyle gösterildiklerini ifade eder(s.345).
11.yüzyılda Bremenli Adam da, kuzey coğrafyasının canavarlarla lebalep olduğunu kaydeder. Baltık denizi kıyılarında Amazonlar yaşadığını, bunların su yudumlamak suretiyle hamile kaldıklarını, eğer erkek doğururlarsa bunların köpek kafalı adamlara dönüştüklerini ve sesleri ile kelimelerinin havlama şeklinde olduğunu ifade eder. Keza İsveç’te de bunlardan ve bir gözleri alınlarında olanlardan(cycloplar) görüldüğünü iddia eder(Friedman, Encyclopedia of the Medieval Chronicle, s.1120). Avrupa tarihi en büyük hükümdarlarından biri sayılan Charlemagne’nın sarayında da o dönem Hıristiyan olmamış Norveçlilerin köpek görünümlü oldukları düşünülmüş.3
Eski Norveçce de öğrenerek eski İngiliz ve İskandinav kaynaklarını tarayarak tezini hazırlayan Alistair Mclennan, “Ortaçağda Avrupa’da canavarlara olan inanç, insanların canavarlara dönüşme ihtimalini onaylamada mutabık olmaya yol açtı/izin verdi” demekte ve köpek kafalı, insan yiyen bir canavarın da “bir mükemmellik örneğine” dönüşebileceğini söylemektedir, St.Christopher örneğini getirerek(s.6; birazdan bu köpek kafalı azize değineceğiz).
Avar ve Hun Türklerinin yerlerinden ettiği ve nihayetinde İtalya’ya yerleşen Lombardların tarihinde de, düşman tarafından kuşatıldıkları vakit, kamplarında köpek kafalı adamlar beklediği söylentisi yayarak düşmana korku saldıkları ve müstacelen ricat ettirmeye muvaffak oldukları belirtilmektedir(Crowther, s.26).
MacIsaac ise önemli bir vurguda daha bulunur ve St.Augustinus’un onları zikretmesi ile diğer canavarlarla birlikte 5.yüzyılda Hıristiyan ilminin bir parçası olduklarını söyler. O, Augustinus’un köpek kafalıları, Kabil’in lanetli ve Hz.Nuh’a itaat etmeyen kimselerin soyundan gelmiş kimseler olarak gördüğünü söyler. Wendy Reid Morgan da Augustinus’un, köpek kafalıların insan olup olmadığı meselesinde, onların havlıyor olup rasyonel bir konuşma yapmaktan aciz olmalarına bakarak insan olmadıklarına hükmettiğini söyler(s.298).
Çok önemli bir bilgi de şu ki; Matt Salusbury’nin çok kısaca temas ettiği Hıristiyan din adamı Ratramnus, esasen bu işi adeta küçük bir risalede ele almıştır. Bir talebesi Britanya’yı ziyaretinden evvel ona, “Köpek kafalılarla karşılaşırsam ne yapayım? Onlara vaaz edeyim mi? Bu suretle onların ruhlarını kurtarabilir miyim? Yahut onlara hayvanlar olarak mı bakayım ve haliyle vaaz etmeyeyim mi?” diye sorar. Ratramnus ona cevap yazıp bu konuyu bertafsil ele alır. “Evvela onlara Adem’in soyundan mı geldiklerini sor” der. Daha sonra ise onların köylerde yaşadıklarını, giysiler giydiklerini, tarım ile uğraştıklarını ve bilhassa köpekler olmak üzere kendi hayvanlarına sahip olduklarını belirtip, Kilisenin umumi olarak onları canavar sınıfına koymasına rağmen Adem’in soyundan geldiklerine hükmeder. Binaenaleyh vaftiz edilebilecekleri ve ruhlarının kurtarılabileceğini söyler. Hulasa, talebesine, köpek kafalı adamlara vaaz etmesi fetvası verir…4
Köpek Kafalı Aziz
Buraya kadar, en önde gelen din adamları arasında sayılan kimselerden, en meşhur seyyahlarına, konu uzmanı kimselerden tarihi kayıtlara kadar köpek kafalı adamlara olan inancı hiçbir şüpheye mahal bırakmadan gösteren nakiller, hatta teolojik tartışmalar naklettik ki bunlar birçok kimseye zannederiz şaşırtıcı gelecektir. Ancak ondan da şaşırtıcı olan bir inanç ise, asırlar boyunca Hıristiyanların, köpek kafalı bir azize sahip olduklarını söylemesidir. Herhangi bir kimse, aziz ilan ettikleri birine “köpek kafa” dese bu şüphesiz ağır hakaret addedilirdi. Velakin kendilerinin, köpek kafalıların içinden çıkma bir aziz sahibi olduklarını söyledikleri anlaşılıyor.
Bu aziz, St.Christopher’dır. Alman piskopos ve şair Speyer’li Walter, onu köpek kafalı türleri içerisinde bir dev olarak resmeder, insan eti yiyip havladığını söyler. Christopher’ın sonunda, İsa’nın çocuk hali ile karşılaştığı, pişman ve vaftiz olduğu söylenir.5 Miladın ilk yüzyıllarında efsanesi yayılır. Adı da İsa+taşıyan manasındaki kelimelerin bileştirilmesi ile oluşmuştur. Zira onu alıp bir nehirden karşıya geçirir. Hıristiyan olduktan sonra hayvani doğasından kurtulduğu, konuşma yeteneği kazandığı ve insanları tenassur ettirebilmek için vaaz ettiği, nihayetinde de bu sebeple öldürüldüğü söylenir, yani köpek kafalı “şehit” olur.6 Mittman ve Kim de, St.Christopher’ın Anglo-Saksonlarca köpek kafalı bir dev olarak bilindiğini vurgularlar(s.343).
Christopher’ın köpek kafalı olması ve bu suretle resmedilmesinin izahı, modern dönemlere yaklaştıkça gittikçe güçleşir. O kadar ki izah edilemez olmasından ötürü, bilhassa da Ortodoks Hıristiyanlığın bir figürü olması hasebiyle Moskova, 18.yüzyıllarda onun tasvirinin yayınını yasaklamıştır. Bu bilgiyi aktaran kimse de bir Ortodoks Hıristiyan olarak yıllarca Afrika’da kalmış, misyonerlik etmiş bir kimsedir ve 2 uzun yazıda meseleyi izaha gayret etmekte, bir sembol olarak yorumlanması gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. Velakin ikinci yazı sonunda esas itirazı tam olarak cevaplayamadığını itiraftan kendisini alamaz.7
Burada Matt Salusbury’ye bir geri dönüş yapalım. O, St.Christopher’ın esasen tek köpek kafalı aziz olmadığını söyler. Suriyeli St.Mercurius’un de tıpkı St.Christopher gibi Roma imparatoru tarafından “şehit edildiğini” ve onun, hıristiyanlaştırdığı iki tane köpek kafalı hizmetçisi olduğunu söyler.
Görüldüğü üzere köpek kafalı adam inancı çok kesif bir surette Avrupa tarihinde yer etmiştir. O kadar ki, bu kadar fazla ve muhtelif kaynak ile bu işin aktarıldığı bazı sitelerin yorumlarında, hakikaten bunların var olduğuna ancak nesillerinin tükenmesiyle yok olup gittiklerine inanan kimselere bile rastlamak mümkündür.
Salusbury, bu inancın bu kadar yayılmasına neyin sebep olabileceğini araştırırken kriptozooloji uzmanlarına istinaden, bazı nadir bulunan babun türlerinin kafasının köpek bedeninin ise insana benzediği bilgisi paylaşır ve hatta bunların Hindistan, Libya, Etiyopya gibi yerlerde de görülebildiğini söyler. Yani bu babunu yanlış yorumlayıp bir zincirleme kazaya sebebiyet verilmiş olabileceğini belirtir.8
Ancak burada şunu tekrar vurgulamak lazım gelir ki; kendisinden nakil yaptığımız Scott Nevins’in de ifade ettiği gibi, kilise babalarınca dahi hakkında yazılıp “inanılan” efsanevi yaratıklardan sadece biridir köpek kafalılar…
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\ka- 1 14.yy.jpg  (1397, Kievan Psalter’den köpek kafalı adamlar tasviri)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Ömer\BİLGİ\2HAber\Dünya\Vatikan\Tarih\Monster -St.Christopher.jpg    Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Ömer\BİLGİ\2HAber\Dünya\Vatikan\Tarih\Monster- -St.Christopher -Romalı bir savaşçı denir -Roma imparatorunu tenassur ettirmiş ve onun tarafından da öldürülmüş -O.Arts Journal.jpg   
(Köpek kafalı aziz Christopher’ın 2 farklı tasviri)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Ömer\BİLGİ\2HAber\Dünya\Vatikan\Tarih\Monster -9.yy.da kurulan Fransa'daki Vezelay Manastırında köpek kafalı adamlar.jpg
(9.yüzyılda kurulan Vezelay Manastırında gözüken köpek kafalılar. Bu manastıra Mary Magdalena’nın kutsal emanetleri getirildikten sonra hacı ziyaretleri yapmaya başlamıştır Hıristiyanlar. Ortaçağ’ın Avrupa’da önde gelen isimlerinden St.Bernard de Clairvaux, 2.Haçlı seferi vaazını bu manastırda yapmıştır. 3.Haçlı Seferi öncesi İngiliz kralı Aslan yürekli Richard ile Fransız kral Philippe Auguste da burada buluşmuşlardır)



Kafasız Adamlar, Deniz Kızları ve Diğerleri
Dana Morgan Oswald hazırladığı tezinde canavarları 3 sınıfa ayırır: Nakıs canavar(tek ayaklı Sciapodlar gibi), melez canavar(denizkızları, yarı insan yarı at centaur vs. gibi) ve aşırı canavar(devler gibi). Buna mukabil Ortaçağ’daki canavar ilmini toplayan ve bu alanın en temel kaynaklarından biri olan Liber Monstrorum(Canavar Kitabı) adlı eserde canavarların; canavar insanlar, canavar hayvanlar(beasts) ve canavar yılanlar(serpents) şeklinde üçe ayrıldığını belirtir(s.6,20)
Yukarıda zikrettiğimiz John Mandeville, canavar türlerini ele alırken behemehâl göz atılması lazım gelen bir kaynaktır. Oswald onun, 27 canavar verdiğini tebarüz ettirir(s.5-6). Tanımladıklarından biri ejderha kadındır. Gerçi o, bunu görmediğini itiraf etse de hakkında bilgi verir, dıştan ejderha, kalben ise insan ve asil olduğunu söyler, bir şövalyenin öpmesiyle normal hale dönebileceğini ve bazı şövalyelerle hikâyelerini anlatır(s.148-149).
Anlattığı bir başka canavar ise, sevdiği ölen bir gencin, kadının mezarına gidip ırzına geçmesi sonucu doğduğunu nakleder. 9 ay sonra kadının mezarına gitmesi gerektiğini, gitmezse tehlikeye gireceğini bildiren bir ses duyar, gidince kadının çok iğrenç bir kafa doğurduğunu görür. Ve ardından şehir batar. Metnin bir başka versiyonunda ise, bu kafanın gözlerle birlikte yanmakta olduğu ve şehri ateşe verip kül ederek yok ettiği ifade edilmektedir(s.158).
Karşılaştığını söylediği canavarlar içinde ise, yukarıda zikrettiğimiz köpek kafalı adamlardan maada, kafasız adamlar, tek gözü alnında olan cycloplar ve yüzleri sırtında olan insanlar gibi hilkat garibelerini zikreder(Andyshak, s.37). Cyclopların yamyam ırklardan olduğunu söyler. Kitapta, bir insan bacağını yerlerken de tasviri bulunur. Kafasız adamların ise çiğ balık eti yediğini söylüyor(s.38).
Filhakika kafasız adamlar da köpek kafalılar gibi sık karşılaşılan Avrupalının canavar tasavvurlarından biri. 12 Mayıs 2015’te meşhur İngiliz gazetesi Daily Mail de “Ortaçağ Britanyalıları kafasız adamlar ve köpek iblislere inanıyorlardı…” serlevhası ile Liverpool Üniversitesinden Dr.Damien Kempf ve Maria Gilbert adlı araştırmacıların hazırladığı kitabı haberleştirdi. Haberde, Ortaçağ’da canavarların gerçek olarak telakki edildiği hususen vurgulanmaktaydı ve inanılan bu birçok canavarın tasviri de verildi.9
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monsters gerçek olarak algılanıyordu Ortaçağda -1- Daily Mail.jpg (Haberde verilen bu resimde 2 tip kafasız adam gözüküyor)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monsters gerçek olarak algılanıyordu Ortaçağda -1- Daily Mail.jpg
(Aynı haberde aktarılan bu resim ise Ortaçağ’ın meşhur haritalarından, Psalter Dünya Haritasına ait. Daha önce yaptığımız nakillerde de kısaca gösterildiği üzere Avrupalılar, dünyanın ucunda varsaydığı ve kendilerine pek uzak bölgelerde bu mahlûkların yaşadığını söylemekteydiler. Bu haritada da canavarlar, dünyanın ucuna çizilmiş, içlerinde kafasız adamlar da gözüküyor)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monsters gerçek olarak algılanıyordu Ortaçağda -1- Daily Mail.jpg
(John Mandeville’in eserinden kafasız adamlar –Andyshak,s.75)

Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster -Tipik bir tanesi -BL.jpg  Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster -Tipik bir tanesi -BL.jpg
(Bu iki resim British Library’nin internet sitesinden alındı. Soldaki 1025-1050 arası hazırlanmış bir Anglo-Sakson eserinden. Sağdaki ise 1260 civarı İngiltere’de oluşturulmuş Rutland Psalter’den alınmıştır. Psalter; psalm, yani ilahilerden oluşan kitaplara denir. Psalter.org bunların İncil’in kalbinde bulunduğunu söyler. Bu nevi kitaplar Ortaçağ’da da meşhur ve pek çok idi)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster -Tipik bir tanesi -BL.jpg
(Şüphesiz günümüzde de Ortaçağ’da kafasız adamlar yaşadığına inananlar mevcuttur. Ancak onların kastettiklerinin bu olmadığı çok açık –Resim Mandeville’in eserinden alınmıştır –akt. Andyshak,s.75)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster -Tipik bir tanesi -BL.jpg  Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster -Tipik bir tanesi -BL.jpg
(Soldakiler, Mandeville’de gözüken Cycloplar. Biri insan bacağı yerken resmedilmiş, diğeri ise tenasül uzvu ile birlikte. Nitekim Dana Morgan Oswald mezkûr çalışmasının özet kısmında, Ortaçağ İngiliz literatürünün cinselleştirilmiş ve canavar bedenler ile lebalep olduğunu söyler. Birazdan temas edeceğimiz alanın mühim bir kaynağı Wonders of the East’te gösterilen 20 canavardan 7’sinde cinsel organ gösterildiği ancak 6’sının sonra silindiğini de ifade eder[s.15]. Zira o devir, bu görüntülerin bakanlara zarar vereceği düşünülürmüş. Nitekim bir sayfadan göz atan iblislerin de okuyucunun güvenliği için tehlikeli olduğu düşünülerek kendi çizdikleri iblislerin gözlerini de çıkarır atarlarmış resimden[s.43]. Sağdaki resim ise mezkûr tek ayaklı Sciapodlara ait. Bunların çok hızlı olduğu, ayrıca resimde görüldüğü gibi ayaklarıyla kendilerini güneşe karşı koruyarak yattıkları “bilgisi” de paylaşılmakta. Ayrıca Mandeville, Etiyopya’da yaşadıklarını söylüyor –Andyshak, s.41,75-77)
Devlerle devam edelim. Yukarıda Kitab-ı Mukaddes kaynaklı olduğunu ihdas ettiğimiz devlerin, köpek kafalı azizi izah için uğraştığını söylediğimiz kimsenin mezkûr yazısında, İncil ve Hıristiyan geleneğinde sıklıkla Kabil ve yamyam canavar barbarların soyundan olarak yorumlandığı ifade edilmektedir. Esasen tüm bu canavar ırkların, şeytani varlıkların Kabil’den geldiği ve devlerin de buna dahil olduğu meşhur İngiliz destanı Beowulf’ta da ifade edilmektedir(Oswald, s.93). Beowulf ve destan denilince kesinlikle günümüzdeki gibi algılanmamalıdır, tıpkı “canavar” ifadesinde olduğu gibi. Beowulf’un muasır okuyucuları için uzun bir geçmişi vardır(s.86). Nitekim Mittman de, Liber Monstrorum’un Beowulf ve Wonders of the East’teki canavarlarla bir bağ şekillendirdiğini söyler(Mittman, s.3). Liber Monstrorum’un ihtiva ettiği Hugilaicus adlı dev kral, Beowulf’un amcası Hygelac olarak da tanımlanabilmektedir(Mittman, Kim, s.340). Yani canavar ilmini ortaya koyan ve hakikaten olduğuna inanılan şeyleri yazan bir kitapta ifade edilen varlık, bu destanda yer almakta, bilimsel araştırmacılar eserler arasındaki bağı ortaya koymakta ve destanın günümüzdeki gibi algılanmadığını sarahatle ifade etmektedirler. İşte Beowulf’taki dev canavar Grendel de bu bağlamda göz önüne getirilmelidir. Zaten Beowulf’taki canavarların Eski Ahit’tekileri anımsattığına Mittman ve Kim de dikkat çeker(s.341).
Kabil’in, Hıristiyan düşüncesinde insanların dünyasına canavarları getirmekten sorumlu anahtar figürlerden biri olarak tanımlandığını, eski İngilizce ve İzlanda literatürünü inceleyerek tezini hazırlayan McLennan da ifade etmektedir(s.19). Ortaçağın pek çok Hıristiyan düşünürleri zaviyesinden, dünyada muhtelif canavarlara nüfus kazandıran insan üreticiyi tanımlama arayışında olan Hıristiyanlar için Kabil’in popüler bir tercih olduğunu da hususi olarak vurgular(s.46).
İşte ortaya çıkmalarından Kabil’in mesul tutulduğu bu devlerle ilgili en çarpıcı iddialardan birini 12.yüzyılda yaşayan Monmouth’lu Geoffrey öne sürer. Ona göre isimsiz bir Yunan kralının kızları sürgün edilmişlerdir. Yerleşim olmayan bir adaya koyulurlar. Burada şeytan onları ziyaret eder ve onlarla cinsel ilişkiye girer. Bunlardan da devler kabilesi ortaya çıkar. Ki bunlar 8 asır boyunca bölgeyi idare edeceklerdir. İşte Geoffrey burada vurucu bir şey söyler ve der ki; ortaya çıkan bu devler İngilizler için kurucu kimlik taşır(Oswald, s.15). Britanyalılar gelip yerleşmeden evvel buraya devlerin yerleştiği böylece tarih kitaplarına da girebilmiştir. Ona göre İngilizler ise, Brutus adlı bir kahramanlarının gelip devleri yenmesi ile burada ikamete başlamışlardır(Urban, s.6).
Bir Ortaçağ İngiliz metni olan Morthe Arthur’da da Mont St.Michel devinden bahsedilir. Bu dev, kadınların tecavüzcüsü, bebekleri yiyici ve kralları öldürücü bir canavardır(Oswald, s.184). Oswald bu devin hikayesi ve kral Arthur’un onu öldürmesini hulasaten ele alır. Devin, Britanya’nın ilk sakini olduğunu öne sürmesinin haricinde Monmouth’lu Geoffrey “Historia Regum Britanniae” adlı eserinde, onların ilk Brutus tarafından yenilmesinden maada bir de Arthur tarafından yenildiklerini kaydeder(s.200 vd).  
İzlanda canavarlarında da devler kötü gösterilir, insanlarla beslenirler(Mclennan, s.7). Snorri Sturlsson’un Gylfaginning adlı eserinde geniş manada devler ve melez canavarlardan bahis vardır. O kadar ki, burada Ymir adlı bir devin parçalanmış bedeninden insan dünyasının olduğu bir evren yaratılır(Mittman, Kim, s.333). Günümüzde Hollywood vasıtasıyla meşhur olan Thor ve Loki de Sturlsson’un eserinin karakterleridirler(s.342).
Mittman ve Kim için belki de en yaygın İncilsel canavarlar, devlerdir(s.335). John Block Friedman, devlerin olağanüstü, ucube varlıklar olarak düşünülmediklerini, bunun yerine, St.Isidore’a göre, tüm canavar ırkını teşekkül ettirdiklerinin kabul edildiğini söyler(Oswald, s.187). St.Augustinus da, Nuh tufanı öncesi pek çok devler çıktığında hiç şüphe olmadığını ifade eder. Hatta kendisi bir adamın azı dişini gördüğünü, çok büyük olduğunu, bunun bizim gibi insanların 100 dişine bedel geldiğini ve bir deve ait olduğuna inandığını söyler(Mittman, Kim, s.336).
Bu noktada çok enteresan bir inanç ve Hıristiyan teologların girdiği bir tartışmaya temas edelim. Wendy Reid Morgan mezkûr tezinde, insanların kızları tarafından Tanrı’nın meleklerinin baştan çıkarılması ve cinsel ilişki sonucu müteakiben dev ırkının doğması hikâyesinden bahseder. İbrani(Hebrew) inançta böyle olduğunu ve bunun kilise babalarından Lactantius’ta, Athenagoras’ta, Justin Martyr gibi yorumcularda böyle göründüğünü de ekler! Augustinus ise, böyle bir hareketle melezleşmenin fiziksel olarak olabilirliği konusunda şüphelidir. Gerçi iblislerle kadınların cinsel ilişki kurabileceğini söyler(s.303-304)… Aynı sayfada devamla Augustinus’un, “bazı insanlar rahatsız ediliyorlar, Tanrı’nın melekleri ile sevdikleri kadınların ilişkilerinden doğan zürriyetlerin dev oldukları söyleminden” mealinde bir ifadesini aktarır. Augustinus kabul etmese de, “bazı insanlar” demesi, bunu kabul edip inananlar olduğunu da göstermektedir… Morgan ayrıca, Yahudi ve erken dönem Kilise yazarlarının yorumlarında Devlerin, Tufandan da sorumlu tutulduklarını ifade eder. Keza Augustinus’a göre, Tufan ile kötülüklerinden yıkandıkları için sonrasında pek fazla dev gözükmediğini de ekler. Mahaza Augustinus, Tufan sonrası da devlerin olduğunu müdafaa etmiş(s.306-307).
Mittman ve Kim’e göre, en kayda değer Ortaçağ canavar toplamış eseri, Wonders of the East’tir(Doğunun Acibeleri/Olağanüstü[mahlûkları]). Onlar, Wonders’taki 21 canavarın, Liber Monstrorum’un günümüze ulaşan en eski nüshası addedilen 10.yüzyıl başlarındaki nüshasıyla örtüştüğünü ifade ederler. 10.yüzyılda uydurulduğu söylenen İskender’in Aristo’ya mektubundaki canavarlar da Liber ve Wonders’takilere çok benzerdir(s.337 vd). Mclennan da Wonders’ın, geç Anglo-Sakson İngiltere ve İzlanda’sında canlı olduğunu söyler. Hatta canavarlara inanç tamamıyla yayılmamışsa bile, Liber Monstrorum ve Wonders’ın Anglo-Saksonlar için canavarlardan derin bir büyülenme gösterdiğini de söyler(s.26). Günümüze ulaşan 3 farklı metinden mukayese ile Wonders’ı ele alan Oswald’a göre eser, canavarların çekici ve aynı zamanda tehlikeli bedenleri, büyüleyici yabancılıklarının tecrübesi hakkında bir kitaptır. Okuyucuya, Tanrı’nın yarattıklarının çeşitliliğini anlama izni verir(s.36-37).
Görüldüğü gibi eser pek müessir bir kitaptır. Burada bahis yapılan canavarlardan biri, tek kafada iki suratlı insanlardır. Gemiyle Hindistan’a gittikleri, orada çocuklarını dünyaya getirdikleri öne sürülür(s.43-44). Metinlerden birinde, kafasının arkasından 3. bir kulak çıkan mahlûktan bahsedilir(s.51).  Sakalı olan, göğüsleri olmayan, metne bakmadan sadece resme bakanların dişi olduğunu anlayamayacağı bir kadın canavardan da bahis yapar(s.56). Bahsettiği bir başka kadın canavar türü ise, deve ayaklı ve domuz dişli kadın canavardır. İskender’in bunları öldürdüğü dermeyan edilir(s.64 vd).
Sevilla’lı St.Isidore’un “İnsan ve Canavarlar Üzerine” başlığı açarak konuya dalmasına da mutlaka değinilmelidir. O, devlerin, köpek kafalıların, cyclopların ve diğer canavar ırkların esasen insan türü içinde muayyen canavar ırklardan olduğunu söyler. Köpek kafalıların Hindistan’da yaşadığını, kafasız adamların ise Libya’da doğduklarını söyler. Cyclope’lardan da bahseden Isidore, bunların da Hindistan’da doğduğunu ve vahşi olduklarını öne sürer. Yine Libya’da yaşadığını iddia ettiği, ayakları ters dönük, her bir ayağında 8 parmağı bulunan bir canavar türünü de dillendirir. St.Anthony’nin dillendirdiği omuzlarında boynuz bulunan keçi ayaklı bir canavarı da yazar. Ayrıca Panotii adlı, kulaklarının tüm bedenini kapladığı söylenen bir canavar öttürür. Uzak Doğuyu işaret ederek başka canavar türlerinden de bahseder. Böyle madde madde canavarları sayarak ilerledikten sonra 28.maddede, başka insan canavar türlerinden de bahsedildiğini, ancak onların gerçekte var olmadıkları ve hayali olduklarını, var olanların kendi yazdıklarından ibaret olduğunu belirtir(Brehaut, s.142 vd). Bu tarzda bir sunumun mesele üzerinde nasıl ciddi bir inanç taşıdıklarını göstermesi de şayan-ı dikkattir.
 Isidore’un pek çok canavarı kendisinden aktardığı ve etkilendiği, daha önce temas ettiğimiz Plinius’ta ve antik dönemde de evvelce gösterdiğimiz üzere, canavarların memleketi olarak doğu ülkelerinin gösterilmesi müşterek bir tavırdır. Mesela Plinius’un iddia ettiği bir başka tür, Hindistan’da Ganj nehri yanında ikamet eden, ağızları olmayan ve koklayarak yaşayan Astomi adlı bir millettir(Mittman, Kim, s.338).
Mittman ve Kim de doğuya yapılan bu vurgunun üzerinde dururlar. Orta Çağda birçok kültür ormanlarda, bataklıklarda, sadece şehirlerinden uzakta farklı türlerde canavarlar yaşadığına inanırken, Ortaçağ metinleri dikkatlerini kendilerine göre “yarı-mitsel” bölge olan doğuya odaklandırırlar. Ortaçağ’daki bu Doğu konsepti Doğu Asya’ya genişlemediyse de Yakın Doğu’ya uzanmıştır. Bu Doğu, sadece canavar coğrafyası olarak değil, aynı zamanda dünyanın sonu/en ucu olarak tanınmaktaydı. Mesafenin böyle uzak olması Mittman ve Kim’e göre, canavar kaynaklarını ilk el gözlemle “kirli çamaşırlarını” ortaya dökülmekten de muhafaza etmekteydi(s.335).
Kitab-ı Mukaddes kaynaklı ve Avrupa tarihi metinlerinde başta bu sebepten ötürü çok yaygın yer bulan bir diğer canavar ise, ejderhadır. Antik Yunan’da da gördüğümüz ejderha figürü, farklı kaynaklarda farklı şekillerde tasvir edilegelmiştir. Mesela Paul Acker, Norveçlilerde, İsveçlilerde, genel olarak Vikinglerde bunların farklı surette resmedildiklerini ifade eder.10 Ejderhalar, hazine istifleyen ve insan toplumundaki düşmanlarını yok eden bir doğaya sahip canavar olarak anlatılır(Hobbit filmindeki sunum esasen Ortaçağ papazlarına ait yani). İzlanda’nın Völsünga Destanında, Ejderha Fafnin, evvelde hırsızlık yapan ve istiflenmiş lanetli bir hazinenin üzerinde yatan adamdır, bu davranışlarından ötürü ejderhaya dönüşür(McLennan, s.13-14). Bodleian Bestiary’de –ki bestiary türü pek mühim ve canavar inancını gösteren en temel kaynaklardandır, ileride ele alacağız- ise tüm hayvanlar içinde en büyük yılan olarak tanımlanıyor, en ziyade tercih ettiği iklimin de Etiyopya ve Hindistan’ınki gibiler olduğu söyleniyor(Urban, s.67).
Misty Urban’ın kadın canavarlara odaklandığı tezinde ele aldığı bir Ortaçağ metni ise Medea adlı kadın canavarla ilgilidir. Yılan suretiyle tasvir edilen ve büyücülük yaptığı söylenen bu kadının, sevdiği adamın, bir kralın kızı olan başka bir kadınla evlenme niyetini duyunca 4 ejderha ile operasyon düzenleyip baskın yaptığı ve alevler saçarak aşık olduğu adam hariç herkesi öldürdüğü anlatılır(s.202-203).
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster- Ejderha- Azizlerin müşterek düşmanıydılar -En meşhuru St.George idi, o ejderha katletmekle meşhur idi.jpg
(British Library’nin internet sitesinde paylaştığı 1250-1300 arası oluşturulmuş dini bir külliyat olan Peraldus adlı eserin içinden bir ejderha resmi. Site resimle birlikte yaptığı açıklamada, ejderhaların azizlerin müşterek düşmanı olarak görüldüklerini, bu azizlerden belki de en meşhurunun St.George olduğunu söylemekte. O, ejderha katletmekle ünlü imiş… Nitekim Mittman ve Kim de, eski İngiliz literatüründe Aziz Margaret diye birinin meşhur olduğunu, bunun hücresinde bir ejderha ile dövüşüp haç işareti yapmak suretiyle onu infilak ettirdiğini naklederler[s.343])
Tabi bunlar, modern devre doğru sembolik mana yüklenilerek anlatılır olmuştur. Nitekim 1906’da basılan Yahudi ansiklopedisi Jewish Encyclopedia’da ejderhanın sembolik olduğu ve mitolojiden alınıp bazı şeyler anlatmada kullanıldığı vurgulanarak kısaca geçiştirilir(c.4, s.647-648).
Ejderhaların zikredildiği bir diğer kaynak ise, aynı zamanda Ortaçağ’daki canavar inancını gösteren en mühim kaynakları teşkil eden bestiary’lerdir. Bunlar, bir nevi hayvan ansiklopedisidir. İçlerinde bitki veya taş türünden bazı varlıklar da zaman zaman tanımlanırken görülür. Mevzu üzerine hususi ihtisas sahibi olan Romilly Allen bestiary denilen yazım türünün, hayvanların manevi manalarıyla bağlantılı olarak anlatıldığı bir tabiat tarihi olduğunu ifade eder. Ancak hemen ardından, tüm modern doğa tarihi eserlerinden de temelde ayrılık gösterdiğini ifade eder. Her şeyden evvel, Ortaçağ doğa bilimcisi önce teolog, sonra bilim adamıdır. Bu çok önemli vurgu ile canavar inancının arkasında ve ciddi surette yayılmasında Hıristiyan din adamlarının ne denli büyük rolü olduğunu anlamak kolaylaşır. Zira Allen’in de söylediği gibi bunlar, “şüphesiz” çok yaygın bir surette okunmaktaydılar ve zaten Ruhban sınıfı da hususen okunmasını tavsiye etmekteydi.
David Badke de, “Medieval Bestiary” adlı eserinde, Ortaçağ'ın dindarlığın yoğun olduğu bir zaman olduğunu ve Batı Hıristiyan dünyasında hayvan krallığı ve doğal dünyanın Tanrı tarafından insanlığın öğretimini temin için belirlendiğine inanılırdı, der. Hayvanların tesadüfi olmayan karakteristikleri olduğu, Tanrı tarafından onların, İncil'in öğretisini takviye ve uygun davranışa örneklik teşkil etmesi için o karakteristik hususiyetler ile yaratıldıkları ittihaz edilirdi. Bu sebeple, belli yaratıklar belli idealleri temsil ederdi. Mesela hayvanlar kralı olarak ifade edilen aslan, İsa'yı ve onun pozisyonunu temsil ederdi. Chicago Üniversitesi’nin internet sitesinde yayınladığı Encyclopedia Romana’da bulduğumuz ek bir bilgide ise, Physiologus adlı 2-4. yüzyıl arasında Yunanca yazılmış ve 700 yılı civarında Latinceye ve ardından birçok Avrupa diline tercüme edilmiş bir eserin bu yazım türüne kaynaklık teşkil ettiğini öğrenmekteyiz. Bu metnin İskenderiye'de yazıldığına inanılır, Kuzey Afrika'da yaşayan 40 kadar hayvan ve bunların hayali alışkanlık ile davranışlarını ihtiva eder. Her hayvan sembolik ve ahlaki bir yorumla ilişkilendirilir. Physiologus'un zamanında İncil'den sonra en ziyade kopyalanıp yayılan kitap olduğu söylenir.
Özetle, asırlar boyunca Avrupa’da belli ölçüde tabiat ve hayvanat gözlemlenmiş yahut birtakım kulaktan dolma hususiyetleri dikkate alınmış veya bazen vermek istedikleri mesaja göre özellikler atfedilmiş ve bunlar derlenerek evvela hayvanın doğal halleri, alışkanlıkları, yaşayışı özetle anlatılmış, sonra da yukarıda belirtildiği üzere bunların yaratılış gayesinin İncil mesajını tahkim etmek olduğu düşüncesinden hareketle bu tabii davranışları bazı ahlaki mesajlar ile özdeşleştirilip birleştirilerek okuyucuya sunulmuştur.
Bunların yazım şekli hakikaten enteresandır. Aslan, kartal gibi bildiğimiz hayvanları sırayla okuduktan sonra sayfayı bir çevirirsiniz ve karşınıza ejderha çıkar. Ejderha bestiary yazımında, her durumda kötü olanı kişiselleştirir. Onun fillerin ve panterlerin düşmanı olduğu ifade edilir. Buradaki panter ve fil aktarımı da calib-i dikkattir. Mesela Philippe de Thaun, panterin ılımlı ve iyi bir yaratılışta olduğunu söylüyor. Haklı olarak tüm hayvanlar tarafından sevildiğini iddia ediyor, ejderha hariç. Panterin ağladığını duyunca hayvanlar onun ağzından yayılan kokuyu takip ederek yakın yahut uzak olsun etrafında toplanmaya giderler, diyor. Sadece ondan nefret eden ejderha büyük korkuya kapılır ve ondan kaçarmış. Panter hakkında bu “bilgileri” verdikten sonra manevi manasına geliyorlar ve onun İsa’ya ejderhanın ise Şeytana işaret ettiğini vurguluyorlar.
Fil için söylenenler de enteresandır. Allen, Fil, “bizim İncilimizde” geçmez, Apokrif olan hariç, diyor. Normanlarda da geçmemiş. Ona göre en erken örneği 13.yüzyılda Exeter Katedralinde var. Bestiary’lere göre fil, eğer ejderha görürse, ayaklarıyla basarak onu öldürürmüş. Fil ile ejderha arası düşmanlık ise ilk defa Pliny tarafından zikredilmiş. Hatta Bestiary’lerdeki çizimlerde fil, bir adam dolusu kaleyi sırtlamış surette gösterilmiş.
Tabi her daim böyle hayali veya olağanüstü şeyler atfetmedikleri de anlaşılıyor. Mesela British Museum’da 13.yüzyıldan kalma bir Bestiary’de kartalın gagasının yaşı ilerledikçe eğrileşmesi ve bunu düzeltmek için taşa sürtmesi anlatılmış. Buradan verdikleri mesaj ise, insanın Hıristiyan olmadan evvel günahları ile tıpkı yaşlı kartal gibi olduğu, kiliseye giderek kendisini yenilediği şeklinde(Morris, s.26). Keza yılanın da deri değiştirmesi gözlemlenmiş ve onda da kendini yenileme vurgusu var. Bunla birlikte çıplak adam görünce kaçtığı giyinik görünce ise saldırdığı şeklinde acayip bir şeyden de bahsediliyor. Bunda verilen mesaj ise, yılanın hep giyinik adama saldırmaya hazır olması gibi şeytanın da hep günahkâra zarar vermeye hazır olması şeklinde(s.27-29). Burada karınca, geyik, tilki, güvercin gibi başka hayvanların da anlatıldığını ancak hakkında yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi yanlış bilgiler de verildiğini görürüz. Allen bu yanlışların, yanlış tercümeden, bir hayvanı diğeriyle karıştırmaktan yahut klasik kökenli olağanüstü yaratıklarla İncil’de zikredilen belirli hayvanları –ejderha, at gövdeli insan vs.- tanımlama isteğinden kaynaklandığını söyler.
İşte Bestiary’lerde anlatılan tabiattaki canlılardan biri de, Denizkızlarıdır. Allen’e göre içindeki yaratık sayısı 24 ila 40 arası değişen bestiary’lere denizkızı, insan başlı at(centaur) gibi mahlûklar tamamen klasik kaynaklardan alınıp Hıristiyan maksatlara adapte edilerek sokulmuştur. Jane Harrison, M.Ö. 5.yüzyıla tarihlenen ve British Museum’da bulunan bir vazodan bahseder. Antik Yunan’dan kalma bu vazoda denizkızı gözükmektedir(s.134). Ancak yarı kadın yarı kuş formatında. Zira hem onun hem Allen’in dediği gibi, eski devirde bunlar başta yarı balık değil, yarı kuş formatında, kuş ayaklarıyla ifade edilmekteymişler. Ortaçağda bazen kuş bazen ve ağırlıklı olarak balık formatı eklenmiş. Sonrasında ise balık formatı yerleşmiş. Allen, Denizkızlarının hikâyesinin Hıristiyan maksatlarına 3.yy. kadar erken bir zamanda adapte edildiğini söyler. Kuş ayaklı ve kanatlı formatının 10.yüzyılda Brüksel’de bir bestiary içinde bulunabildiğini de ifade eder ancak daha sonra balık bedenli olarak gösterim tercih ediliyor demekte.
Picardy bestiary’de 3 tür denizkızından bahsediliyor. 2 tanesi yarı kadın yarı balık, diğeri ise yarı kadın yarı kuş. Bunların vurucu özellikleri ise şu: 3 türün 3’ü de farklı müzikler söylüyor. Müzikleriyle denizcileri uyutuyor, onlar derin bir uyuklamaya daldıklarında denizkızları onları yakalayıp parçalara ayırıyor. Türün bütün yazımları 3 türden bahsetmese de hemen hepsi denizkızlarını işte böyle vahşi bir surette anlatır(Karayip Korsanlarında gördüğümüz senaryonun da böylece Ortaçağ papazlarına ait olduğu anlaşılabilir). Zikrettiğimiz 13.yüzyıldan kalma Bestiary’de de bunlar, göğüs ve bedende bakire genç kız, kalanında tam balık gibi olarak tarif edilir. Şarkılarla uyuttuktan sonra gemilerini batırdıkları söylenir. Ardından verilen mesaj ise; birçok insanın da denizkızları gibi adil konuşup yanlış davranmalarıdır(s.40). Bir başka bestiary’de ise, tehlikeli yerlerde bulundukları da ek bilgi olarak verilir ve onlardan ancak akıllı ve ihtiyatlı adamların nasıl kaçacaklarını bildikleri, umumiyetle de kalbi lekelenmemiş kimselerin kurtuldukları söylenir, bu “yarı insan yarı balık canavardan”(Shackford, s.107). Galler’de Aberystwyth Üniversitesinden Ortaçağ uzmanı Dr.Simon Rodway’in ortaya koyduğu bir çalışmada ise bir Ortaçağ İrlanda kaynağının, denizkızlarının da Kabil’in soyundan olduklarını söylediği ifade edilmekte.11
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster- Ortaçağ insanları için deniz tehlikeli ve bilinmeyen dünyadır -Deniz kızlarına karşı denizciler tetiktedir, sesleriyle ölümlerine cezbederler -D.Mail.jpg
(Yukarıda bahsettiğimiz Damien Kempf’in kitabını haberleştiren Daily Mail’in haberinde bu resim, “Ortaçağ insanları için deniz, her tür canavar mahlûkla dolu tehlikeli ve bilinmez bir dünyadır. Büyüleyici sesleriyle erkekleri ölümlerine çeken denizkızlarının baştan çıkartıcı cazibesine karşı denizciler tetikteydiler” notu düşülerek paylaşılmış)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Canavar\Bestiaries in Medieval'da geçiyor -Huntingdonshire’da Stow Longada denizkızı.jpg 
(Allen bunun, Huntingdonshire’da Stow Longa’da bir kilise kapısı üzerindeki denizkızı yontması olduğunu belirtir)
Bu noktada Avrupa’da çok popüler olmuş bir hikayeye, Melusine’e çok kısaca bakmak müfit olur. Aynı zamanda bir haçlı romanı olarak gösterilen(Urban, s.53) Melusine, Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin’de yendiği Kudüs kralı Guy de Lusignan’ın sonradan gidip Kıbrıs’ta kurduğu Lusignan hanedanından biriyle ilişkili olan Melusine adlı cumartesi günleri yarı yılana dönüşen bir kadının hikâyesini anlatır. Efendi kadının(mistress) yılan şekli alması Melusine’den evvel otorite kaynaklar olan, Gervase of Tilbury’nin Otia Imperialia’sında, Vincent of Beauvais’in Speculum Naturale’sinde, Walter Map’in De Nugis Curialium’unda da görülmüştür. Keza kilise mimarı ve yazma eserlerde de yılan kadının sıkça görüldüğü ifade edilir(s.63-65). Farklı yazma eserlerde farklı suretlerde tasvir edildiği görülen Melusine’in bir tasvir şekli de, iki kuyruklu denizkızıdır ki bu, meşhur Starbucks’ın logosu olmuştur.11
Bestiary’lere dönersek… Burada bahsedilen bir başka yaratık, unicorn denilen, at bedenli fil ayaklı keskin boynuzlu bir yaratıktır. Gerçi bu türün birçok yazım ve tasvirinde her yönüyle at bedenli olması ve sadece uzun, sivri bir boynuz sahibi olması öne çıkarılır. Avlanması mümkün olmayan, fil öldürecek kadar güçlü gösterilir. Sadece bakire bir kadın gördüğünde uysallaşıp ona teslim olurmuş…
Allen ayrıca, Phoenix denilen, Hindistan’dan gelen bir kuştan bahsediyor. 500 yıl yaşadığı zaman ölüyormuş. 6.yüzyıl mozaiklerinde bulunduğunu söyler. Bunlardan maada bestiary’ler, Hindistan çöllerinde yaşayan, alınlarında bir boynuz bulunan vahşi adamlardan bahsetmişler. Bunların çıplak olduğu, ancak bir aslanla savaşıp öldürürse onun derisini giydiği anlatılıyor. Bunlar Sagittarius dedikleri yaratıklarla harp içindedir. Sagittarius bestiary’lerde, yarı at yarı insan, elinde yay ve ok bulunan kimseler olarak resmedilir. Bu suretle Chartres Katedralinde görülebilir
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Canavar\Bestiaries in Medieval'da geçiyor -Chartres Katedralinde Sagittarius.jpg  (Allen’in bahsettiği, Chartres Katedralinde gözüken Sagittarius)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Ömer\BİLGİ\2HAber\Dünya\Vatikan\Tarih\Monster -Mandrake.jpg (Belirtildiği üzere bestiary’lerde sadece hayvani yaratıklardan değil, bitkilerden de bahis vardır. Bu gözüken, “Mandrake” adında bir bitki canavar. Kendisini Plinius, Dioscorides, Philippe de Taun, Guillaume le Clarc, Bartholomaeus Anglicus gibi 13 asırlık bir dönemi kapsayan ve uzun aralıklarla yaşayan farklı kimseler kaydetmektedirler. Bu bitkinin ağladığını duyan olursa delirir veya ölürmüş. Doğuda, cennete yakın bir yerde bulunduğu söyleniyor. 6 çeşit hastalığa da şifa olduğu belirtiliyor –bestiary.ca)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Monster- Ortaçağ insanları için deniz tehlikeli ve bilinmeyen dünyadır -Deniz kızlarına karşı denizciler tetiktedir, sesleriyle ölümlerine cezbederler -D.Mail.jpg   Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\2.jpg
(Resimleri John Block Friedman, 1493 tarihli Nuremberg Chronicle’dan aktarıyor –Encyclopedia of the Medieval Chronicle, s.1119)
Bahsi yapılan böyle acayip bir başka canavar ise, eski bir İngiliz şiiri Andreas’ta geçmekte. Burada Mermedonian denilen bir canavar gruptan bahsedilir. Bunların insanları çimenle otlayan sığırlara dönüştürüp sonra onları yalayıp yuttukları anlatılır. İnsanların bunlara karşı çözümlerinin ise, onları hıristiyanlaştırmak olduğu belirtilir. Burada canavarlık ve canavarca davranış, “kabul edilebilir” bir din ve toplum standartlarına adapte etmek suretiyle kesilmiştir(McLennan, s.16).
Kurt adamların da bu dönem ortaya atılan mahlûklardan biri olduğunu söyleyelim. 1515’te basılan William of Palermo adlı eserlerde adı geçen şahıs bir kurt adam olarak anlatılmış(Urban, s.49). 12 ile 13.yüzyıl arasında yaşayan Marie de France da, Bisclavret adlı eserinde aldatılmış bir kocanın, zani eşi tarafından büyüyle kurt adam formatına hapsedildiğini, sonra onun karısının burnunu yüzünden yırtıp attığını, bunun sonucu olarak da kadının neslinden birkaç jenerasyonun burunsuz olarak doğduğunu hikâye eder(Urban, s.219). Kurt adamlar, Alman, Fransız ve İskandinav hikâyelerinde çok görülmüştür.13

Deniz Canavarları
Canavarlar buraya kadar belli ölçüde gösterdiğimiz gibi sadece zikrettiğimiz metinlerde değil, Mittman ve Kim’in de ifade ettiği üzere, Lutrell Psalter gibi kutsal metinlerin kenarlarında, dünya haritalarının uçlarında, Sante-Madeleine ve Vezelay’ın baş kemerlerinde bulunabilir. Bazı Ortaçağ haritalarında isim ve anlatımları, bazılarında resimleri, bazılarında ise ikisi birden bulunur. Mesela bu haritalardan The Cotton Map'de, Etiyopyalılar köpek kafalı barbar millet olarak gösterilir
Haritalara canavarların yerleştirilmesi büyük bir ehemmiyeti haizdir. Londra Üniversitesinden Olivia Crowther, gerçek olmadığı bugün bizce kesin olan bu hayali figürlerin “canavar ırklar dünyanın çok uzaktaki köşelerinde yaşar” fikrinin ortasına yerleştiğini ve dolayısıyla açık bir şekilde, muasır haritacılıkta temsil edildiklerini vurgulayıp ileride değineceğimiz Hereford Haritasını ve mappamundi harita türünü misal getirir. Ardından çok önemli bir vurguda bulunup, Mappamundi’nin dünyanın gerçek bir temsili zannedildiğini ve binaenaleyh canavarların “varlığı inancına” doğrudan kaynak olduğunu söyler(s.27).
Haritalarda gösterilen canavarların kahir ekseriyeti ise denizlere aittir. Bu noktadan sonra aktaracağımız malumatın hemen tamamı, British Library’den mevzuyla alakalı bir kitabı basılan, yıllardır konu üzerine çalışan Chet Van Duzer’in 5 Eylül 2013’te Washington’da bulunan Library of Congress’te verdiği “Ortaçağ ve Rönesans Haritalarında Deniz Canavarları” serlevhalı sunumda geçen bilgilere istinat etmektedir.14
Duzer sunumunda Ortaçağ’da 3 ana harita türü olduğunu söyler: 1- Mappamundi(Dünya haritalarıdır) 2-Denizcilikle ilgili çizimleri ifade eden Nautical Charts 3-Ptolemy’nin Coğrafya Yazmaları
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\14- deniz tavuğu.jpg
(14.yüzyılda yapılmış Beatus haritasının üstünde Hz.Adem ve Hz.Havva çıplak bir surette çizilmişler... Haritanın en altında suyla gösterilen alanda da, Duzer’in “deniz tavuğu” dediği bu mahlûk var. O bunu söylediğinde arkadan kahkaha sesleri geliyor)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\14-15- Yunus Peygamber -2.jpg
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\14-15- Yunus Peygamber.jpg    Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\1.jpg

Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\21-Ejderha ile ahtapot.jpg   Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\25-İnsan suratlı Hint okyanusunda gemilere saldıran mahluk.jpg
(Soldaki resim, 1367’de hazırlanmış bir “Nautical Chart” türü haritaya ait. Burada devasa bir ahtapot ile bir ejderhanın Atlantik’te gemilere saldırdığı görülüyor. Sağdaki ise 1457 yılından anonim bir harita. Hint Okyanusunda olduğu söylenen “insan suratlı” bir canavar çizilmiş, bunun gemilere saldırdığı anlatılıyor.)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\25-Hint okyanusunda deniz iblisi.jpg     Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\27- 3 denizkızı.jpg
(Soldaki resim aynı anonim haritadan Hint okyanusunda bir “deniz iblisi”. Bu deniz iblisinin sahil kenarındaki kimselere saldırıp kaçtığı söylenmiş. Hatta 1438-52 arası Poggio Bracciolini tarafından yazılmış kitapta Duzer onun, bu deniz iblisine çok benzer bir canavar tanımladığını, deniz kıyısında bir kadına saldırdığını ve öldürülüp sergilendiğini söylediğini belirtiyor. Sağdaki resim ise The Catalan Estense adlı 1460 tarihli dünya haritasına ait. Burada Hint okyanusundan 3 tür denizkızı var. Metinde açıklama yapılıp, birinin yarı kadın yarı balık, ötekinin yarı kadın yarı kuş ve diğerinin yarı kadın yarı at olduğu söylemekteymiş. Duzer sunumunda pek çok farklı haritadan pek çok denizkızı örneği göstermekte)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\33- Olaus Magnustan.jpg Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\34- Olaus Magnus Trampet.jpg
(Yukarıdaki resimler Olaus Magnus’un 1539 tarihli Carta Marina’sına ait. Bunların altına not koyup, Hindistan’a gidenlerin, bu canavarların çizildiği kadar büyük olduğunu söylediklerini ifade etmiş. Dahası sağ taraftakileri de gösterdikten sonra Duzer, bunların trampet sesleri, ateş sesleri ile uzaklaştırılabildiğinin söylendiğini ifade ediyor. “Doğrudan üstlerine ateş etmek yerine, trampet sesi”. Dinleyiciler yine kahkahaya boğuluyor burada. Esasen sunum sırasında yer yer sunucunun bile kendini gülmekten alamadığı fark edilmekte ancak burada konan notta da görüldüğü üzere, bunlar bir dönem Avrupalılarının çok net bir inancı idi)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\35- Ziphius.jpg  Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\35- Deniz yılanı.jpg
(Bu 2 canavar da Olaus Magnus’ta geçiyor. Soldaki Ziphius adında acayip bir mahlûk. Görüldüğü gibi sağlı sollu kafa çıkartıp önüne geleni yiyor. Sağdaki ise devasa bir deniz yılanı, gemilere saldırıp adamları yediği ifade edilmekte. Olaus Magnus’ta geçen canavarlar sonrakileri de etkilemiş. Gerard Mercator 1541’de küre biçiminde bir dünya haritası yapıyor ki 16.yüzyılın en önemlilerinden biri olduğunu söylüyor Duzer. Burada gözüken deniz canavarı, Magnus’takiyle tıpatıp aynıdır.)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\39- Deniz ejderhası.jpgAçıklama: C:\Users\dell\Desktop\1.jpg
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\42- Deniz domuz köpeği.jpg   Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\25-Deniz domuzu.jpg
(Soldaki, Gastaldi’nin La descriptione dela Puglia’sından, 1567 tarihli. Bir deniz domuz-köpeği. Şahsen en komiğime gidenlerden biri. Nitekim Duzer’in dinleyicileri de kahkahalar atıyor. Sağdaki ise yukarıda zikrettiğimiz 1457 tarihli anonim haritada yer alan, Hint okyanusunda gösterilen bir deniz domuzu)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\20-Deniz aslanı deniz tavuğu yiyor.jpg  Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\47- Köpek kafalı su adamı.jpg
(Bu 2 resim 12.yüzyıldan. İsviçre Zilis’te St.Martin kilisesinin tavanından. Tavanda birçok canavar ve mahlûkat resmedilmiş. Soldakinde bir deniz aslanı bir deniz tavuğunu yiyor –dinleyiciler yine pek gülmekte-. Sağdakini ise Chet Van Duzer, favori canavarlarından biri olarak aktarıyor: Köpek kafalı su adamı, insan kurbanı ile birlikte… Gördüğünüz üzere köpek kafalılar su altında bile karşımıza çıkıyor)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\47.jpg  Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\1.jpg
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\44-Canavar balina.jpg
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\6- balina.jpg Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\1.jpg
Sunumda Duzer, esasen haritacıların bir kitapta gördüklerini, onu “doğru zannedip” sonra yazıp çizdiklerine aldıklarını söylüyor. Bize fantastik gözükeni onların doğru olarak düşündüklerini hususen vurguluyor. Verdiği önemli diğer bir bilgi ise, deniz seferleriyle ilgili teknoloji gelişince artık 17.yüzyıldan itibaren deniz canavarlarının haritalarda gitgide azalmaya başlaması. Teknoloji ve imkânları geliştikçe denizi daha iyi tanımaya başladıkları, tanıdıkça da canavarları eserlerinden çıkarttıkları anlaşılıyor ki bu, yaptıkları şeyin bir sembolden çok daha öte, bir inanç olduğunu sarahatle göstermektedir.
Kraken
Bütün bu deniz canavarları içerisinde bir tanesi var ki, asırlarca denizcileri korkuttu, Karayip Korsanları gibi filmlerle namını günümüze kadar ulaştırdı. Hakkında Rodrigo Salvador ile Barbara Tomotani’nin hususi makale yazdığı bu yaratık, Kraken’dir.
İlk denizciler için deniz ulaşılamaz diplerinde gizlenmiş canavarlar sürüsü saklardı. En cesur denizciler bile denizin dehşetine saygı gösterir, hikâyeler anlatırdı ki bunlar giderek efsaneleşti. İlk defa karşılaşılan bir hayvanın efsanevi olma potansiyeli vardı. Canavar addedilmesi için ise gemiye saldırması, insanlar öldürmesi de icap etmekteydi. Yüzyıllar içerisinde birçok deniz canavarı efsanesi doğdu ve unutuldu, çok azı günümüze ulaştı. Onlardan bir tanesi de, Kraken’dir. Kraken, muhtemelen “insanoğlu tarafından tasavvur edilen en büyük canavardır”(Salvador, Tomotani, s.972).
Norveç Kralı Sverre'nin 1180'deki bir elyazmasına göre Kraken, birçok deniz canavarından yalnızca biridir. 1250 tarihli Norveç Ansiklopedisi Konungs Skuggsja'da, Kraken kadar eski diğer 2 deniz canavarı Hafgufa ve Lyngbakr'ın davranışları anlatılır. Kraken ile birçok ortak özellik paylaşırlar. Ada yahut dağ gibi büyüktürler, gemilere ve tayfalarına saldırırlar. Fakat zamanla Kraken, halk hikâyelerinin en kuvvetli figürü oldu, ilk denizcilerin korkularını yansıttı. Diğer tüm deniz canavarlarını kendi gölgesi altına sürükledi. Bu diğer canavarlar içerisinde Bestiary’lerde de geçen, Aspidochelone adlı, deniz papazı da denilen bir canavar mevcut ki bu esasen balinanın başka bir betimlemesi olarak gözükmekte(s.972-973).
Salvador ve Tomotani, kaynaklarda Kraken’in boyunun birkaç kilometreye kadar ulaştığının söylendiğini ifade ediyorlar. 1752 gibi geç bir tarihte Piskopos Erik Pontoppidan The Natural History of Norway'de(Norveç’in Tabiat Tarihi) Kraken'i dünyanın en büyük hayvanı olarak tanımlar. Kitabın ismi bilimsel kökenli olduğu intibası uyandırsa da daha ziyade mitolojik bir kitaba dönmüştür. Denizden çıktığında yanlışlıkla bir dağ olduğu zannedilebilir, diyor piskopos Pontoppidan. Nidros Piskoposunun da hikâyesini anlatır ve onu ada zannedip yanlışlıkla üstüne yattığını ve yaratık uyandığında durumu fark ettiklerini söyler. Biyoloji tarihinin en önde gelen figürlerinden Linnaeus(1735) de, Kraken'den dikkatini çevirememiş. Linnaeus, 1746'da Fauna Svecica adlı eserinde Kraken'in Norveç denizinde yaşayan "müstesna bir canavar" olduğunu söyler ve kendisinin hiç görmediğini de itiraf eder. Daha sonra ise hayali bir canavarı bilimsel eserinde tanımladığı için pişman olur ve Systema Naturae'nin 1756 baskısında onu kaldırır(s.976).
Bu malumatı aktardıktan sonra Salvador ve Tomotani’nin makalelerinde yaptığı şey, esasen çizimi büyük bir mürekkep balığına benzeyen bu canavarın muhtemelen o dönemlerde, büyük bir mürekkep balığı gördükten sonra efsaneleştiren bir anlatım neticesi bu raddeye vardığını ortaya koyma gayretidir. Kendisinden pek çok nakil yaptığımız Chet Van Duzer’in de eserinde gösterme gayretinde olduğu şeyin bu olduğu ifade edilir: Devir insanlarının zihinlerinde canavarlaştırdıkları, hayal dünyalarında kendilerinden canavar ürettikleri pek çok yaratığın esasen gerçekten denizde görülmüş bir benzerinden türetilmiş olabileceği.
Ne şekilde olursa olsun, canavarlara inandıkları bir vakadır. Mittman ve Kim’in de vurguladığı gibi bunlar katiyen sadece mitolojik veya hayali diyerek kenara atılamaz, bunlarla gerçek varlıklarına inançları yansıtmışlardır(s.333). Sembol oldukları zaman bile canavarlar, dünyanın çeşitli yerlerinde bulunabilir gerçek yaratıklar olarak görüldüler(Andyshak, s.36). McLennan da, Hlegunnr adlı bir İzlanda destanındaki kadına uygun şekilde davranmayıp canavara dönme hikâyesine temasla, belki bir edebi icat olduğunu ancak cinsiyetten patlak verebilecek tehlikelerin olağanüstü bir örneği olarak hizmet ettiğini söyler(s.7). Yani aktarılan birtakım hikâyeler uydurma olsa ve –en azından bazıları olmak üzere- uyduran bilse bile, o devir insanında nasıl etki ettiği daha mühimdir. Netice itibariyle Crowther’ın da dediği gibi, kesinlikle bu yaratıklar, Ortaçağ insanının kimliğini şekillendirmesinde mühim bir rol oynadı(s.28). O kadar ki canavarlara inanç, Ortaçağ toplumunda suç için bile bir bahane olabildi. Etienne de Bourbon(ö.1261), gece bir kadının diğerine saldırdığını, sebep olarak da çocuğunun kanını emmek isteyen bir yaratık sandığını ileri sürdüğünü belirtir, kadın mazur görülür(s.30).

Hereford Mappamundi
Ortaçağ, canavar ve harita denince mutlaka temas edilmesi lazım gelen bir harita Hereford Mappamundi’dir. BBC’nin hakkında hazırladığı kısa bir videoda, hayatta kalan Ortaçağ mappamundileri içerisinde en büyüğü olarak ifade edilen bu harita sadece Ortaçağ haritaları içerisinde değil, aynı zamanda tarihteki en önemli haritalardan biri addedilmektedir. 420 kadar o günün şehri, üzerinde temsil edilmiştir. İncil’den 15 hikâye de burada gösterilmiştir(Nuh’un gemisi, Babil kulesi gibi). Ortaçağ Avrupasının inançlarını, bilgisini ve geleneklerini sunar.15
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Kafasız.jpg Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Köpek kafalı.jpg
(http://www.themappamundi.co.uk/ sitesinde harita çok güzel bir şekilde kullanıcılara açık. Nerede ne var dijital ortamda gösteriyor ve altlarında da açıklamalar yer alıyor. Üstteki resimlerden soldaki haritanın her zamanki gibi en uçlarında yer verilen kafasız adamlar ile köpek kafalı adamları gösteriyor. Sitede, Ortaçağ’da birçok seyyahın kafasız adamlardan bahsettiği, cengaver bir ırk olarak rapor edildiği, Büyük İskender’in de onlarla karşılaştığının düşünüldüğü, hatta Shakespeare’nin Othello’sunda bile onlardan bahis yapıldığı notu düşülmüş. Köpek kafalı adamlar hakkındaki hikâyelerin de çok fazla ve muhtelif olduğu, antik döneme kadar uzandığı, bazı Ortaçağ seyyah ve yazarlarının onları barbarlar olarak tanımladığı söyleniyor. Ayrıca bir Ortaçağ Galler efsanesinde, köpek kafalıların kurt adamlar olarak yorumlandığı da belirtilmiş.)
Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Sciapod.jpg  Açıklama: C:\Users\dell\Desktop\Unicorn.jpg
(Sciapodlar hakkında verdiğimiz bilginin aynısı geçmekte. Bu haritada, Hindistan’da ve yerleşim yapılan dünyanın en güney ucunda gösterilmişler. Sağdaki de yazdığımız gibi bir unicorn’dur)
Din Adamlarının Tartışmaları
Bu konuyla ilgili daha evvel gerek Isidore gerek Ratramnus’tan yeri geldiğinde bazı aktarımlarda bulunduysak da hususi bir bölümde temas edilmesi de iktiza eder.
4.yüzyılda yaşayan ve Kilise Babalarından sayılan St.Augustinus, De Civitate Dei contra paganos(Tanrı’nın Şehri paganlara karşı) adlı eserinde, 16.kitap 8.bölümde özel olarak canavar meselesini ele alır ve canavarların Adem’in soyundan olup olmadığı üzerinde durur. Her ne zaman Ortaçağ bilginleri canavarlar üzerinde çalışsalar, Augustinus’un nasihat kitabı De Civitate Dei’nin 16.kitabına yönelirler(Oswald, s.7). Mittman ve Kim de, Orta Çağ'da bazı en çok saygı duyulan alimler ve yorumcuların, bu tasvirleri/anlatımları işlediklerini vurgular ve en geniş çapta 2 alıntının St.Augustinus ve St.Isıdore’dan yapıldığını söylerler. 2 otorite de en azından canavarların gerçekliğinin olabilitesini iddia ederler. Augustinus, o canavarların Tanrı'nın gücünün ispatı/göstergesi olduğunu belirtir. Isidore ise o canavarların, doğruluktan, yoldan sapmaya karşı Tanrı'dan bir uyarı olduğunu söyler(s.337). 
Augustinus mezkur bölümde, köpek Kafalılar, Sciapodlar gibi birtakım canavar türlerini sıralar, hepsine inanmak zorunda olmadığımızı da ifade eder. Geride Sevilla’lı Isidore’da da birçok canavar sıraladıktan sonra, kendisinin aktardıkları hariç diğer söylenenlere inanılmaması vurgusunu görmüştük. Augustinus da anlatılan her canavara inanmadığını ifade eder ve tıpkı Isidore gibi insan soyundan geldiklerine kanaat getirir, var olanların Adem’den geldiğine hükmeder.
Ayrıca o, böyle yaratıkların ait olduğu kâinatın evrensel güzelliğinin takdirine mantığımızı bağlamaya yaradıklarını söyler. Ona göre Tanrı’nın kadir-i mutlaklığını gösterme potansiyelindedirler ve bunu ifade ederler(Urban, s.12,76; Andyshak, s.45).
Onun canavarlar hakkındaki yaklaşımını Wendy Reid Morgan pek dikkatli ve detaylıca ele alır. O, Augustinus’un etnik canavarlığı tartışacağı zaman Plinius’un çizgisini takip ettiğinin söylendiğini ve bunun doğru olabileceğini ifade eder(s.296). Opus Imperfectum Contra Julianum adlı eserinde ise Tanrı’nın biyolojik canavarların şekil vericisi olduğunu söylediğini aktarır. Aynı eserde o, şekil bozukluğu, günah yüzünden cezanın bir işareti olabilir, der. Günah işlemeyenin cennette iğrenç ve canavar gibi bedenleri olmadan bulunacağını söyler. Canavarca kusurların bu sefil hayata uygun olduğunu ifade eder(s.318-319). Contra Julianum Pelagianum adlı eserinde ise “iyi Tanrı’yı”, canavar doğumların da Tanrısı sayar(s.328). Onun yaklaşım ve bu gibi ifadelerini göz önünde bulunduran Morgan, yazılı kaynaklardaki belirli canavar ırkların tamamıyla asılsız oldukları fikrini onaylamasının mümkün olmadığını açıkça yazar(s.298).
Görüldüğü üzere, siyaset biliminden felsefeye bizde de adını sıkça işittirip okutturan Augustinus, canavar inancı taşımış ve daha evvel de ifade ettiğimiz üzere bunun Hıristiyan dünyasına yerleşmesinde ciddi rol oynamıştır.
Teolog-filozof bazı kimseler ise canavarları Tanrı’nın nizam verdiği doğal dünyanın bir parçası addedip, ilahi planın bir parçası oldukları teorisini teşekkül ettirdi(Urban, s.11).
Mamafih, Augustinus, Isidore, Ratramnus gibi kimselerde canavarları insan soyundan getirme, insanlık içinde alt bir türden sayma temayülü gözükse de, John Block Friedman umumi olarak canavar insanların tam manasıyla insan olarak telakki edilmediklerini ifade eder. Bunu aktardıktan sonra Ortaçağ’ın canavarların tasavvuru hakkındaki öğretisinin, Yunan ve Roma öğretisinden beri büyük ölçüde değişmeden kaldığını da ekler(Oswald, s.9, 144). Hâlbuki mesela Isidore’da, bu doğumların doğaya değil, “bilinen doğaya” karşı oldukları şeklinde bir yorum getirilerek daha toleranslı bir yaklaşım görülür(Brehut, s.141). Ayrıca ona göre bunlar, gelecek için birer ikaz mahiyetindedirler(Andyshak, s.36; Bu da yaygın bir görüştür bkz. Crowther, s.27).
Dominiken Piskopos Floransalı St.Antoninus(1389-1459), canavar ırkların kökenini Adem'den değil Tufan sonrası Nuh'tan aldıklarını söyler. Onun tarafından ortaya atılan ve konuyla ilgili yeni olan iddia ise, bir parça insan görünüşlerinin, Genesis Bölüm 11'te zikredilen Nemrud’un(Nimrod) Babil Kulesini inşası yüzünden bir ceza olduğunu iddia etmesidir. Giacomo Filippo Foresti da Bergamo da 1483'te Supplementum Supplementi Chronicarum eserinde farklı yerlerde Tanrı'nın birçok canavar yarattığını yazar. Ancak o, canavarları bir ceza olarak görmeyi reddeder ve Tanrı'nın "iyicil" planının işareti addeder. Geride zikrettiğimiz 1493'teki Nuremburg Chronicle'da da canavarlar Filippo gibi görülür. Onlar, kâinatın güzellik ve çeşitliliğinin görülmesi amacıyla yaratıldı, denir. Friedman, canavarlar üzerine teolojik açıklamaları ise bunlarda, insana günahlarından dolayı verilmiş bir ceza olarak görülebileceği söylendiğini belirterek özetler. (Friedman, Encyclopedia of the Medieval Chronicle, s.1120-21). Mevzu üzerinde ihtisas sahiplerinden Debra Higgs Strickland da, devrin din adamlarının ve haliyle genelin kabulüne göre canavar ırkların kötü biçimlenmelerini ahlaki noksanlıklarına borçlu olduklarını söyler, (Crowther, s.31). Bu ahlaki bozukluk üstünden yorumlama hayaletlerle bile günahlardan dolayı bir ceza tehdidini sembolize etmede kullanılmıştır. Onlar da Ortaçağ’ın, papazların efsanevi figürlerinden biridir. Orderic Vitalis'te bir rahip, bir papaz katilinin hayaletinin gözükmesini anlatır(s.32).
Ahlaki yorum dışında biyolojik, coğrafi yorumlar getirme çabası da görülmüştür. Nitekim geride Antik Yunan’dan buna misaller aktardık. Onlardan maada, mesela De Secretis Mulierum yazarı, canavarlar veya tabiatın arızaları belirli bir türün fertleridir ki vücutlarının muayyen bölümleri türlerin doğasının müşterek olan sınırlarının dışındadır, tanımlaması yapar. Bu eser biyolojik açıklama yapar ahlaki açıklama yerine, rahimde aşırı bolluk veya eksiklikten der(Urban, s.10). Ayesha Raza da, güneyde, dünyanın ucu denilen yerlerde görüldüğü söylenen bu canavarların aşırı sıcaklardan olduğu yorumu getirildiğini nakleder. Bu “ortaçağ inancının”, canavar bedenin aşırılık yahut noksanlığının, rahimde gelişememesinin bir sonucu olduğu görüşünün savunulduğunu dillendirir(s.49).
Hakikaten bu iklim üzerinden yorumlama pek yaygındır. Debra Higgs Strickland da, o devir anlayışına göre güneş yoğunluğunun sadece derinin siyah olmasından değil, aynı zamanda [fiziki] bozukluklardan, anormal uzunluklardan ve hatta ahlaki bozukluktan sorumlu olduğunu ifade eder(s.47). “Six-Age World History” kaynaklarında da canavarlar kuzey veya güney bölgelerinde aşırı sıcak veya aşırı soğukların sonucu olarak gösterilir. Benoit of Sainte Maure (1180 civarında) aşırı güney bölgelerin çok sıcakla yanmakta olduğunu ve bura insanlarının farklı türde olduklarını belirttikten sonra, siyah, çenesiz, büyük, boynuzlu, yere uzanacak kadar kıllı şeklinde onları tasvir eder, sarkan kulakları olduklarını da ekler. Bu söyledikleri kimseler Etiyopyalılardır ve canavar olarak tasvir edilmişlerdir(Friedman, Encyclopedia of the Medieval Chronicle, s.1120).
Bu da Hıristiyan Avrupa’ya antik devirden geçmiş bir şey olarak görülüyor. Mesela Martianus Capella, Plinius’tan pek ziyade etkilenmiş ve onun bahsettiği kafasız adamlar gibi birtakım canavarları aktarmıştır. Bunların Afrika’da yaşadığını söylerken, bu tip varlıkların Afrika’da çıkmasında güneşin etkisine vurgu yapar(Morgan, s.267). Morgan, iklimsel aşırılıkların [canavarların yaşadığı söylenilen] o bölgelerde ikamet edenlerin fiziki ve karakteristik hususiyetlerini etkilediği inancının yaygın olduğunu belirtir bu antik devirde(s.269). Plinius, iklimin sertliğinin kuzeylileri yavrulama noktasındaki sebatta daha azimli, tahammülkâr yapabileceğini konuşur. Buna mukabil, güneyli insanların daha yanık bir görüntüsü vardır, daha uzundurlar. Ancak güneşin bedenlerindeki nemi kurutmasından bacakları ince çarpıktır. Ayrıca Karakter olarak zeki ama istikrarsızdırlar, ateşli güneş gibi, ve ödlektirler, denmektedir. Vitruvius korkaklıklarını, kanlarının seyrekliği ile açıklamaya çalışır. Veya güneş, kuvvetlerini almaktadır. Posidonius da, Hindistanlıların aşırı sıcaklık ve kuraklıktan daha az kavruldukları için Etiyopyalı kardeşlerine nazaran daha iyi geliştiklerini, bunların Etiyopyalıları çarpıklaştırdığını söyler. İklimsel zaviyeden bakarak, merkezi yerler ve yerleşimciler doğal olarak üstün diye ifade ediliyor zira antik devirdekilere göre buralarda tüm unsurlar en iyi bir hale ve karışıma sahiptir. Bilhassa Anadolu’nun sahillerinin merkez bölgelerini örnek göstermişler(s.269-271).
Görüldüğü gibi antik devirde de, birtakım izahlarla kendilerini ve yerleşim yerlerini üstün görme, kendilerinden olmayanları ve bilhassa siyahileri bozuk görme suretinde bir zihniyet, Avrupa’da bulunmuştur.

Hıristiyan Olmayanlara Yakıştırmalar
 Geride birkaç örneğini verdiğimiz bu mesele de, söz konusu canavarlar olunca sık sık karşılaştığımız bir şey. Birtakım canavarların, Müslümanlar veya Yahudiler yahut Paganlardan olduğu vurgusu Ortaçağ Avrupasında pek çok kere yapılmış. Mesela 1262 tarihli bir Ermeni İncil’ini önde gelen bir ressam T’oros Roslin resimlendirmiş ve Friedman’a göre İslam ile İsmaili soyu temsil eden bir köpek kafalı figürü koymuştur. Aynı eserde, 1430 tarihli bir dünya haritasında Etiyopyalı Müslümanların da köpek kafalı olarak gösterildiğini söyler. Nitekim o, Ortaçağ’da Müslümanların sık sık köpek ırkından tanımlandığını da tebarüz ettirir. Kendi kutsal kitaplarının yorumundan, hem Müslümanlar hem de Yahudileri hayvanlar olarak resmettiklerini de ifadelerine ekler. Hatta Efendimiz’in(s.a.v.) papa seçilmediği için canı sıkılan, “sapkın” bir Hıristiyan, bir Roma kardinali olduğunun dahi yazılıp çizildiğini söyler(The Monstrous Races in Medieval Art and Thought, s.67). Nitekim Oswald da, Müslümanlara “kâfir köpekler” denmesinin Ortaçağ İngiliz literatüründe çokça bulunduğunu belirtiyor (s.225).
Mittman ve Kim de, erken Orta Çağ Hıristiyan literatürde, Yahudi ve Müslüman gibi diğer dinlerin, kültürlerin, tam olarak canavar diliyle işlendiğini ifade etmekteler(s.332).
Debra Higgs Strickland da, Yahudiler, Müslümanlar, Moğollar ve siyah Afrikalıların Hıristiyan çoğunluk tarafından hakikaten canavar sanıldıklarını ifade eder.16 McLennan da Ortaçağ Avrupasında sık sık Hıristiyan olmayanların canavar olarak gösterildiklerini söylemektedir(s.21).
Nitekim İngiliz literatüründe birtakım hikâyeler yazılmış, bunlarda Müslüman devlerden bahsedilmiş, bunlarla savaş ve öldürülmeleri, kiminin de tenassur ettirilmesi konu edilmiştir(bkz. Ayesha Raza).
British Library’nin internet sitesinde Alixe Bovey de Hıristiyanların, Yahudiler gibi, Müslümanlar gibi kendilerinden olmayanları canavar olarak gösterip, yamyamlıkla suçladıklarını söyler. Kendisi ayrıca bu yazıda, British Library’nin arşivinden birçok eserden resimler getirerek, sayfalardır zikrettiğimiz pek çok canavarı ve bunlara olan inancı sarahatle ortaya koyar.17

SONUÇ
Avrupa’da asırlarca varlığını gösteren bu canavar inancı hayretefza ve oldukça gülünç bir şey olarak gözükse de ilk başta, okuyucuya gülmekten öte bazı düşündürücü mesajlar da vermektedir.
Evvela; bu kadar hacâletâver(utanç verici) bir şey olmasına rağmen Avrupalı araştırmacılarda, sembolik mana yüklenmesini öne çıkarma, yahut bu suretle insanın ne olduğunu, kim olduğunu idrak etmeyi başardıklarını söyleyerek felsefi kazanım yükleme ve “hem iyi hem de kötü etkisi oldu” deme suretiyle meselenin rahatsız edici boyutunu tahfif etme gayreti görülmektedir. Hâlbuki bizde, emsaline rastlanmaz şan ve zaferlerle dolu bir tarihe rağmen başta Kemalist güruh olmak üzere bazı çevreler, bu tarihi karalama, redd-i miras yapmada pek gayretkeş olagelmişlerdir. Bir yanda canavarlara inanan ecdadını iyi bir şeyler yüklemeye çalışarak anan batılı, bir yanda her müspet manada bir dönem dünyanın zirvesine çıkmış Osmanlı ecdadını yerden yere vuran bizdeki kesan. Pek ibretamiz bir tablodur.
Saniyen; dinin hakikatini anlamadan İslam’ın temel birtakım emirlerini tatbike gayret edenlere “aşırı dinci” diyerek, “cumhuriyeti yıkacaklar, ortaçağ karanlığına götürecekler” ithamları savurup her tür hücumu müstahak görmüş zihniyet, Ortaçağ’da bu canavara inanan kafanın dini, İslam’ı doğru düzgün anlamadan ağır ithamlar ve iftiralarda bulunması ve hatta “aşırı canavar” türü içerisinde tasvir edegelmesi ile birlikte düşünülünce, esas “Ortaçağ karanlığına” kimin daha yakın olduğu ve kimin götürebileceği de daha iyi bir şekilde değerlendirilebilir. Ezberden ithamlar savurup durmadan evvel, Ortaçağ ne idi, karanlığı ne idi, din nedir; doğru düzgün öğrenmek lazım geldiği de mutlaka buradan çıkarılmalı.
Salisen; günümüzde “adamlar Marsa gidiyor biz ise şunla uğraşıyoruz” muhabbetinin bizde sık sık kendisini gösterdiği malumdur. Bu kadar canavar tasviri, dini tartışmaları vs.yi görünce insanın acaba o devirlerde Avrupalılardan da İslam dünyasındaki ilmî gayrete bakıp, “adamlar katarakta çözüm buluyor, cilt cilt tıp kitapları ortaya koyup alanda çığır açıyor, uzay üstüne çalışıyor, biz ise oturmuş köpek kafalı adamlara vaaz edilir mi, denizkızları Kabil’in soyundan mı geldi, canavarlar insan sınıfı içerisinde ve Adem’in soyundan mı addedilmelidir onu tartışıyoruz” diyen çıkmış mıdır diye sorası geliyor. Gel de burada “..İşte o günler! Biz, onları insanlar arasında dolaştırırız(tedavül ettiririz)…” mealindeki(Ebussuud Tefsiri, c.3, s.1036, Boğaziçi Yayınları) Al-i İmran 140.ayeti hatırlama…
Rabian; ki şahsen tüm yazı içerisinde en ziyade dikkat ve tefekkürle okunmasını arzulayacağım yer burasıdır. Bugün Avrupa’da Ortaçağ’ı kapatıp Yeniçağ’a geçmeyi sağlayan vaka olarak ifade edilen hadise, Fatih’in İstanbul’u fethi değil, Kolomb’un Amerika’yı –batılılar için- keşfidir. Kolomb’da bilinmeyen yerlere seyahat ve oraları keşif arzusunu ateşleyen ise, o gülünç canavarları anlatan, absürt hikaye ve figürleri hakikat gibi sunan eserlerin en önde gelenlerinden biri olan John Mandeville’in kitabıdır(Andyshak, s.1; Damien Kempf, Daily Mail’deki mezkur haber; Umberto Eco, s.577). Sadece Kolomb da arzuyu değil, umumi olarak seyahatlerin artması ve bunlara alakayı temin etti bu canavar eserleri ki, mevzubahis seyahatlerin Ortaçağ toplumunun gelişmesinde çok önemli bir unsur olduğu açıkça ifade edilir(Crowther, s.27). Yani buradan çıkarmamız gereken çok önemli 2 şey mevcut. Birincisi, memleketlerin gelişmelerinde kendi köklerine, kaynaklarına, gelenek ve kültürlerine bağlılığın mühim bir yeri olduğudur. Kafa, ruh, zihniyet vs. her şeyimizi atıp Batıyı her şeyiyle alalım diyen zihniyete mukabil, resmen canavarlardan bahseden eserlerine istinaden terakki imkânı bulmuş, o yolları açmış bu Batılı kimseler örneği pek ibretliktir. Adamlar canavar anlatan eserlerini atmayıp, bunlardan aldıkları ile gelişebilmişken, bizim asırlar ötesine hitap eden ulemamızın vücuda getirdiği emsalsiz külliyatı tahfif eden, umursamayan bir tavra girmemiz pek büyük bir kepazelik olur. Ve maalesef henüz bu fecaatten doğru düzgün yakamızı sıyırabilmiş değiliz.
İkincisi ise; şu batılı, canavara inanan ve bu inancı aşılayan “kâfir”, şöyle bir inanca rağmen pek büyük bir gayretle ciltler dolusu eserler meydana getirmiş, nice zorluk ve korku dolu yolculuklara çıkarak inancını yayma çabasına girmişken(Ratramnus ve talebesi örneğini hatırlayalım mesela), en güzide ve üstün bir inanca sahip Müslüman’ın, İslam’ı muzaffer kılmak, hakkı hakikati yaymak, batılın propaganda ve telkinatına darbe vurmak gibi bir işle alakadar olmaması, hatta böyle bir dert dahi göstermemesi, ne müthiş utanç verici ve gafilce bir tutumdur, onu da okuyucu iyice düşünsün. Bir seyyahın, talebenin papazdan alabildiğini, o papazlardan sonsuz kat üstün olan Efendimiz’den alamamak…
Hulasa, bu meseleyi sadece gülünecek bir şey olarak görmek yerine, kendi nefsimize de dâhil olmak üzere birtakım pek mühim mesajları ile ciddi bir şekilde okumak lazım gelir. Belki de canavarlar bu suretle bir fayda göstereceklerdir.



                                                           Ömer Ekrem Keçeci, 24.02.2017.














DİPNOTLAR
1) Tara Maclsaac, Dog-Headed Men: Truth Behind the Legend, Epoch Times, 31 Aralık 2014.
2) Dana Morgan Oswald ise 300 civarında el yazmasının hayatta kaldığını söyler bkz.s.134
3) “Cynocephali and the mythological dog-headed human”, www.ancient-origins.net, 17 Ocak 2015
4) Ratramnus’un mektubunun İngilizce tercümesi için: https://tr.scribd.com/document/244521560/Ratramnus-the-Dog-headed-People-Cynocephali#from_embed (Erişim: 24.01.2017, 16.59)
8)Fortean Times 286, Nisan, 2012. Yazıyı kendi sitesinden okumak için: http://mattsalusbury.blogspot.com.tr/2012/03/short-history-of-dog-headed-men.html
10) “What did Dragons look like fort he Vikings?”, Medievalists.net, 16 Haziran 2013.
11) “Leprechauns, mermaids, were the descendants of Cain, according to medieval Irish text”, Medievalists.net, 17 Mart 2011.
12) Logonun Ortaçağ’da resmedilmiş denizkızından geldiğini ortaya koyan ve logo sahibinin de bizatihi açıklamasının yer aldığı, Medievalists.net’te de kaynak olarak kullanılmış bir araştırma için bkz. https://www.deadprogrammer.com/starbucks-logo-mermaid
13) “The historical basis of Lycanthropism or: Where do werewolves come from?”, Medievalists.net, 24 Şubat 2013.
14) Sunum, Library of Congress’in youtube hesabından izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=iUvMr86UZq4&t=59s (Erişim tarihi: 23.02.2017, 17.36)
15) Liz Leafloor, “Hereford Mappa Mundi: Legendary Cities, Monstrous Races, and Curious Beasts in a Single World Map”, www.ancient-origins.net, 6 Mayıs 2015. (Erişim tarihi: 19.02.2017, 18.12)
16) Debra Higgs Strickland, “Monsters and Christian Enemies”, History Today, c.50, sayı: 2, Şubat 2000.

KAYNAKÇA
1) John Block Friedman, The Monstrous Races in Medieval Art and Thought, Syracuse University Press, 2000.
2) Ed. R.G.Dunphy, Encyclopedia of the Medieval Chronicle, John Block Friedman, “Monsters and Monstrous Races”, s.1117-1121, Brill, 2010.
3) Ashgate Research Companion, Monsters and Monstrous Races, John Block Friedman, Foreword.
4) Ed. Richard Morris, An Old English Miscellany Containing A Bestiary, Kentish Sermons, Proverbs of Alfred, Religious Poems of the Thirteenth Century, London, 1872.
5) Romilly Allen, Lecture VI: The Medieval Bestiaries from Early Christian Symbolism in Great Britain and Ireland Before the Thirteenth Century, Whiting & Co., London, 1887.
6) Ayesha Raza, Bodies, Saracen Giants and the Medieval Romance: Transgression, Difference and Assimilation, Montreal Üniversitesi, 2012.
7) Wendy Reid Morgan, Constructing the Monster: Notions of the Monstrous in Classical Antiquity, Doktora Tezi, Deakin Üniversitesi, 1984.
8) Sarah Catherine Andyshak, Figural and Discursive Depictions of the Other in the Travels of Sir John Mandeville, Florida Devlet Üniversitesi, 2009.
9) Asa Simon Mittman, Headless Men and Hungry Monsters, The Sarum Seminar, Stanford University, Mart 2003.
10) Asa Simon Mittman, Susan M. Kim, Monsters and Exotic in Early Medieval England, Literature Compass 6/2, 2009, s.332-348.
11) Eric S. Mukherjee, How Far From Jerusalem? Tropical Customs and The Question of Race in the Book of John Mandeville, California Institute of Technology, Kaliforniya, 2014.
12) Dana Morgan Oswald, Indecent Bodies: Gender and the Monstrous in Medieval English Literature, Doktora Tezi, Ohio Devlet Üniversitesi, 2005.
13) Ernest Brehaut, An Encyclopedist of the Dark Ages Isidore of Seville, Columbia University, 1912.
14) Rodrigo B. Salvador, Barbara M. Tomotani, The Kraken: When Myth Encounters Science, Historia, Ciencias, Saude-Manguinhos, Eylül 2014, c.21, sayı:3, s.971-994.
15) Martha Hale Shackford, Legends and Satires from Medieval Literature, Ginn and Company, 1913.
16) Alistair McLennan, Monstrosity in Old English and Old Icelandic Literature, Glasgow Üniversitesi, Eylül 2009.
17) Sean McLean, Monstrous Architecture and the Architect’s Monster: Discovering Meaning in Architecture Through Critical Engagement and Intellectual Discourse, Ryerson University, 2010.
18) Misty Rae Urban, Monstrous Women in Middle English Romance, Cornell University, Ağustos 2008.
19) Olivia Crowther, “The role of mythical and imaginary figures in the mental framework of medieval society”, Queen Mary c.1 sayı:1, Londra Üniversitesi, s.25-37.
20) Ed. Umberto Eco, Ortaçağ, c.2, 2.baskı, ter. Leyla Tonguç Basmacı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2014.
21) Ed. Abraham Valentine Williams Jackson, History of India, c.1, 1906.
22) Ed. Abraham Valentine Williams Jackson, History of India, c.2, 1906.
23) The Magazine of Art, Jane E. Harrison, “Myth of Odysseus and the Sirens”, London, 1887.
24) Jewish Encyclopedia, 1906. Online: http://www.jewishencyclopedia.com/
28) St.Augustinus, De Civitate Dei contra paganos, Catholic Encyclopedia. Online: www.newadvent.org
29) Joshua J. Mark, “Lombards”, Ancient History Encyclopedia, www.ancient.eu
30) www.bl.uk –(British Library Online)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bozkurt

  Sivas Cer Atelyesi’nde 1939 - 1953 yılları arasında demiryolu araçlarının sadece bakım ve onarımları yapılır. Kuruluşundan tam 14 yıl sonr...