Avrupa Tarihinde Canavar İnancı
Bizde kendimiz dışındaki hemen hiçbir yer hakkında esaslı
malumat sahibi olunmadığı sarahatle ortada olan bir noksanımızdır. Kendisine
müthiş bir özentilik beslense ve köklerimize mugayir fikirler ile özümüze
aykırı zihniyeti aynıyla burada yerleştirilmek istense, bunun için devasa bir
gayret gösterilmiş olsa da, Avrupa da hiç şüphesiz doğru düzgün bilinmez.
Ortada bir tane olsun İngiliz kralın/kraliçenin dönemine dair düzgün bir teze
dahi rastlamak, Ortaçağ’da bir dönem pek ciddi bir güce erişmiş Danimarka
hakkında biraz olsun vukufiyet sağlayacak sağlam bir çalışma görmek adeta
imkânsızdır. Bu yazıda, bu durumun sebepleri ve bizde bıraktığı büyük boşluğu,
yol açtığı birtakım sıkıntıları ele almayacağız lakin mevzubahis yaptığımız
konu bunları belli bir seviyede okuyucuya izhar edecektir.
Avrupa tarihinde canavar inancı, takriben 2000 yıl kadar
uzun bir süre içerisinde kendisini şüpheye mahal bırakmaz bir surette gösterir.
Bunlar, katiyen sembolize etmek, bir şeyler anlatmak için gerçekte var
olmadıkları bilindiği halde uydurulmuş şeyler değildir. Nitekim konuyla ilgili verdiği
bir seminerde California Devlet
Üniversitesinden Sanat tarihi Profesörü Asa Simon Mittman, hususen
Anglo-Saksonları(İngilizlerin ataları) ele aldığı için onları vurgulayarak;
onlar için kendilerinden olmayan “Diğerlerinin” bizim şimdi kullandığımız gibi
mecazi manada değil, kelimenin tam manasıyla canavar olduklarını söyler (s.1).
Ardından, şahsi tecrübeyle görmedikleri kesin olan bu hayali yaratıkların –ne
türler olduğuna aşağıda temas edeceğiz- kaynağını sorgular ve cevabını Kitab-ı Mukaddes’te bulur. Devamla
Mittman, şüphesiz o devir Hıristiyanlığa geçen Avrupalılar için en güvendikleri
bir kaynak olan Kitab-ı Mukaddes’ten Eski Ahit, Yaratılış(Genesis)
bölümünde(6:4) “devler o günlerde yeryüzündeydiler” mealinde bir ifade nakleder
ve bu tip ifadelerin sebep olduğunu belirtir.
Konuyu Mitmann
ile birlikte ele aldıkları makalesinde Illinois
Devlet Üniversitesinden Susan M. Kim
de, Ortaçağ’da İncil’in kelimesi kelimesine doğru anlaşıldığını, İncil esaslı
dünya görüşünün canavarları anlamak için esas olduğunu belirtir(Mitmann, Kim;
s.4). Makalede, verdiğimiz mezkur pasajdan maada, Numbers 13:33-4 ve
Deuteronomy 3:11’den nakillerle de devlerden bahis ortaya konulur. Devler
dışında ayrıca ejderha da yine burada kaynağını bulmaktadır. Kısacası, Kitab-ı
Mukaddes birçok canavar bahsi içermekte ve dönem Hıristiyanları için de inanca
kaynaklık teşkil etmektedir.
Peki, bizce muharref olan ve insanların katıp karıştırdığı
şeyler olduğu şeksiz şüphesiz kabul edilen Kitab-ı Mukaddes ve ileride
göstereceğimiz üzere birtakım kilise babalarında geçen canavarlar kaynağını
nereden almıştır? İşte burada devreye Antik Yunan ve Roma giriyor.
Canavar İnancının
Kaynakları: Antik Yunan ve Roma
Antik devirden başlayıp Kilise babalarından Augustinus’a kadar uzandığı doktora tezinde
doğrudan canavar mefhum ve inancına odaklanan Wendy Reid Morgan bu noktada mühim malumat aktarmaktadır. O açıkça,
antik dönemdekilerin canavar formülasyonlarının birçok noktada Ortaçağ ve
ötesindekilerin “ilmine” alındığını ifade eder(s.19). Yunanlıların, Tanrıların birbirleriyle
cinsi münasebetleri sonucu bazı canavarların doğduğu şeklinde saçtıkları
hezeyanları soy ağacı tablosu ile ortaya koyar. Mesela Gaia, oğlu olan Ouranos
ile ilişkiye girer ve böylece insan benzeri tanrılar denilen Titanlar doğar,
onları ise tek gözlü canavarlar olan Cycloplar
takip eder. Titanlardan sonra Yeryüzü(Earth) oğlu Pontos ile ilişkiye girer,
bir deniz ilahı olan Phorkys ile deniz
canavarı manasındaki Keto’yu
üretmek için. Keto ve Phorkys’ten de yeni canavar nesiller çıkar. Bunlardan
çıkan tanrı, canavar vs.nin de tablosunu vermiş Morgan. İçlerinde Hesperides Ejderhası ile Medusa da gözüküyor(s.72-74)…
Bunlardan maada yarı kadın yarı yılan görünümündeki Echidna
gibi, Hades’in 50 kafalı köpeği Cerberus gibi, yılan kafalı Hydra ve ejderha Chimaera gibi muhtelif canavarlardan da bahis yapıldığı
görülmektedir(s.75). Ayrıca devler
de Antik Yunan’da zikredilir. Apollodorus
bunların Tanrılarla savaşlarından bahseder(s.78). Ejderhanın da muhtelif format
ve bahisleri bulunur. Mesela Hera ne
insan ne tanrı bir şeye benzemeyen bir hilkat garibesi doğurur, onu ejderhaya
çevirir, o da ölümlüleri avlar, ta ki Apollo
tarafından öldürülünceye kadar(s.79-80). Hesiod’un
bahsettiği bir başka canavar ise Typhos’tur,
100 kafalı ejderha formunda bir yılandır, ateşler saçar(s.81). Keza, Eurupides’in “dağların canavarı” olarak
adlandırdığı Sphinx adlı, insan ses
ve yüzüne sahip, yarı kadın, belden aşağısı aslan veya köpek olabilen bir başka
canavar daha mevcuttur ve Pisander
gibi antik Yunan’ın en eskilerinden biri, onların Etiyopya gibi en uzak bir yerde yaşadığını iddia eder. Bu canavarın
bilmecesini cevaplayamayanı da yalayıp yuttuğu kaydedilir. Etiyopya dışında, Afrika çöllerinin, canavarlar için çok
mümbit bir yer olduğu da ifade edilmektedir(s.200).
Hulasaten aktarmış olsak da bu kadarından dahi rahatça
görüldüğü üzere Antik Yunan’da bir yığın canavardan bahis mevcuttur ve bu
haliyle Paganizmden Hıristiyanlığa geçişte, yeni dinin mensuplarına büyük bir
memba teşkil edebileceği ortadadır ve etmiştir de. Ki bize göre, paganizmin
Hıristiyanlıktaki etkisi sevgililer günü veya yılbaşı meselesinden ziyade, en
esaslı olarak canavar inancında kendisini gösterir.
Antik Yunan için şu da vurgulanmalı ki; canavarlarla alakalı
meşhur isimlerin dahi tartışmaları gözükmektedir. Mesela bize Paralel Yaşamlar
olarak tercüme edilen ve İskender’le Sezar’ı, yahut Marcus Antonius’u anlattığı
eserleri bulunan Mestrius Plutarkhos,
canavar figüründe, doğanın bütün yıkıcı güçlerinin bir sembolünü bulur(s.82). Aristo ise canavarlığın rastlantısal
ihtimalden olamayacağını, organizmanın tevarüs ettiği amacı(telos) olan şekli
elde etmede başarısızlıktan vücuda geleceğini ifade eder(s.101). Romalı Lucretius ise dünya genç ve
cennet(heaven) yeni iken mitolojinin melezlerinin(insan ile muhtelif
hayvanların yahut farklı hayvanların hususiyetlerinin bir canlıda ifade
edildiği mahlûklar, yukarıda geçen yarı kadın yarı yılan gibi) doğmuş
olabileceğini varsayar. Lakin centaurların(belden aşağısı at olan insanlar) hiç
var olmadığını söyler(s.105-106). Buna mukabil Homer, centaurlardan bahseder. Diodorus’a
göre bazı yazarlar ona farklı şekiller vermişlerdir(s.209-210). Ayrıca bunların
tecavüzcü olmasından bahis yapılır(bkz. s.218 vd.).
Empedocles ise
canavarlıkların esas sebebini çokluk veya eksikliğine bağlayarak menide görür. Lakin
Empedocles’ten itibaren Democritus ve Hipokratikler gibi kimseler artık
canavarvari doğumlardan, anne ve babaya yarı yarıya pay ayırdılar. Bu izah da
6.yüzyılda Amida’lı Aetius’un tıbbi
koleksiyonuna “Canavarlar Nasıl Üretildi”
bahsi ile girdi(s.144-145). Diodorus
da bu meseleye kafayı daldırmış ve “her türden canavarın sıklıkla doğduğu doğru
olmakla birlikte onlar gelişmezler ve tam olgunluğa ulaşabilmekten acizdirler”
demiştir(s.152).
Canavarları ayrıca bazı anlatımlar için kullandıkları da
görülüyor. Mesela Homer, yukarıda
bahsi kısaca geçen cycloplardan(saykılop) bahseder. Bu tek gözlü canavarların
dağlarda mağara oyuklarında yaşadığını, karıları ve çocukları olduğunu
söyler(s.242). Plato da bunları,
siyasi örgütlenmenin ilkel evresini örneklendirmek için kullanır(s.245).
Homer’in bu anlatımını, İskit tarihinden esinlenerek yapmış olabileceği üstünde
de duruyor araştırmacılar. Zira orada, tek gözlü olarak zikredilen Arismaspianlardan
bahsedilmekteymiş(s.246).
Antik Yunan’da canavar bahsi gelince akla gelmesi gereken en
önemli isimlerden biri, Tarihin Babası denilen Herodot’tur. Onun değeri sadece canavar ırklardan bahsetmesinden
değildir, ayrıca 5.yüzyılda eksiksiz antropolojik bir tarih sunan tek
kaynaktır, onun antropoloji ve coğrafya üzerine umumi yorumları bilahare
canavarın etnografisini karakterize edecek taayyün etmiş özelliklerini
gösterir(s.248). Ancak biz onu, hususi bir alt başlık açacağımız köpek kafalı adamlar bahsinde
anlattıkları ile ele almayı, köpek kafalılar konusunun genişliğine istinaden
daha muvafık gördük.
Bir diğer zikri mühim kişi ise, milattan önceki Hindistan
tarihinin çok önemli bir kaynağı sayılan Megasthenes’tir.
M.Ö. 4.yüzyılda Hindistan’a gelir, M.Ö.317-312 arası kaldığı da söylenmekte,
M.Ö.303 sonrası gönderildiği de. Pataliputra’da Chandrgupta Maurya’nın sarayında yaşar. Kendisinin, İskender
sonrası komutanlarının kendi aralarında çekişmeleri neticesi Seleukos’un kurduğu imparatorlukta onun
tarafından elçi olarak yollandığı söylenmektedir(Jackson, c.1, s.246; c.2,
s.138 vd.). İşte bu Megasthenes, Hindistan’da kulakları içerisinde uyuyan(bu
ayaklarına kadar kulakları olan canavardan Ortaçağ kaynaklarında bahis çoktur),
ağızları ve burunları olmayan, tek gözlü veya uzun bacaklı Hintli kabilelerden
bahseder(Morgan, s.255). Megasthenes gibi, Hindistan’da bulunan ve burada
canavar ırklardan bahseden, Avrupa tarihinde canavar inancı konusu açılınca
başlarda zikredilen kaynaklardan biri de Ctesias’tır.
Yunan coğrafyacı, filozof ve tarihçi Strabo da, Megasthenes’ten iktibas ederek Hindistan’da canavar
ırklar olduğunu söyler, bu canavar ırklarıyla alakalı kataloglama yapar(s.255).
Tüm bu zikredilenler içerisinde antik devirde, sonraki dönem
canavar inancını etkileyenlerin başında sayılabilecek kişi ise Romalı Yaşlı Plinius’tur. Kendisi Pompei
faciasında ölmüştür. Vakayı görüp kaydeden ve böylece öğrenmemizi sağlayan
yeğeninin de adının Plinius olmasından dolayı böyle anılan Yaşlı Plinius, bir
doğa tarihi eseri yazmış(Historia Naturalis) ve içinde bir sürü canavar
türünden bahsetmiştir. Romilly Allen,
ortaçağdaki tabiat üzerine incelemeler ve onun içinde yer alan canavarlarla
onlara dair inancın, bir parça Kitab-ı Mukaddes’e istinat ederken bir parça da
Plinius’un yazdıklarına dayandığını söyler(s.3). Canavarlar üzerine takriben 40
yıldır araştırma yapan ve bu sahanın en önde gelen uzmanlarından biri olan John Block Friedman da, Plinius ve
Solinus’un yazdıklarıyla canavar dünyasını genişlettiklerini söyler. Ayrıca
Friedman’ın dediği gibi, canavar konusu açılınca ismi öne çıkmış kaynaklardan
biri olan Cantimpre’li Thomas gibi
mehazlar da Plinius gibi kimselerden nakillerle canavarları mevzu edinir, bu
inancın yayılması ve yerleşmesinde rol oynar(Friedman, Forward to Monsters, s.xxvii-xxix).
Görüldüğü ve görüleceği üzere antik devir, Hıristiyan
Avrupa’daki canavar tasavvuruna, bunlara inanca zengin bir kaynak teşkil etmiş,
gerek birtakım canavar türleri gerek bunların yaşadığına inanılan yerler ve
gerekse kendilerine yüklenen mana zaman zaman aynıyla alınmıştır. Bize sadece
felsefe, matematik gibi alanlarda ortaya koydukları ve kendilerinden sonra
gelenlere yaptıkları hep “müspet” kaynaklık ile anlatılan Yunanlılar, sarahatle
ortaya konduğu üzere, canavar inancına da böylece mesnet olagelmişlerdir.
Hıristiyan Avrupa’da
Canavar
Köpek Kafalı Adamlar
Asırlarca inanılan ve bahsi çok geçen canavar ırkların en
önde gelenlerinden biri şüphesiz köpek kafalı adamlardır. Konuyla ilgili hususi
araştırma yapıp bir dergide yazısı yayınlanan Matt Salusbury, Libya’da köpek kafalı adam oymaları bulunduğunu ve
bilinen en eski ifadelerinin bu olduğunu söyler. Bu oymaları çizen insanlarla
ilgili malumat bulunmadığını, bunların maske olup olmadığının bilinmediğini de
ekler. İlk yazılı olarak ifade eden ise, M.Ö. 450-420 arasında yazan Herodot’un yazdıklarıdır. Herodot
Libya’da, köpek kafalı adamlar yaşadığını söyler. Ondan sonra ise Ctesias gelir. M.Ö. 4.yüzyılda
Hindistan’da doktor olarak kalan Yunanlı yazar, Hindistan’da köpek kafalı adamlar bulunduğunu, bunların
konuşamadığını, köpek gibi havladıklarını ve köpeklerden uzun dişleri bulunduğunu
ifade eder. Ayrıca 120.000 kadar sayıları olduğunu ve çiğ et yiyerek
beslendiklerini söyler. Bunun dışında o dönem, İskender’in Hindistan’da iken hocası Aristo’ya mektup yazıp onun da bu mektupta köpek kafalı adamlardan
bahsettiği iddia edilmektedir.1
175-235 yılları arasında yaşayan Claudius Aelianus da Hindistan’da köpek
kafalı, zararsız ve dürüst yaratıklar gördüğünü, çiğ et yediklerini söyler. Plinius da hemen hemen Ctesias ile aynı şekilde tanımlar köpek
kafalıları. Salusbury ayrıca, Ortaçağ’da en ziyade dolaşımda olan eserlerden
biri olduğunu söylediği Romance of
Alexander’da da köpek kafalı adamlardan bahis olduğunu söyler. Bu eserde,
İskender-i Kebir’in 40.000 kişilik bir köpek kafalı adam ordusuyla şiddetli bir
harbe tutuştuğu, onlardan teslim aldıklarını ateşe verince diğerlerinin çılgın
gibi havlayarak kaçıştığı ifade edilmektedir. Eser, İskender’in bu ve diğer
yaratıkları Caucuses denilen bir dağın zirvesi ötesinde, dünyanın ucunda
duvarla örerek kapattığını, bunların Deccal gelince Hıristiyanları süpürmek
gayesiyle onun ordusuna iştirak etmek için beklediklerini ifade ile biter…
Hıristiyan Avrupa’daki canavar inancında önemli bir yeri
olan Sevilla’lı Isidore da 7.yüzyılda yazdığı eserinde, köpek kafalı adamlardan
bahseder. Fransisken rahip Juan de Pian
de Cipriano da 1246’da “Büyük Moğol Hanının” sarayını ziyaret ettiğinde,
köpek kafalı kimseler gördüğünü dermeyan eder. Esasen bu devirden sonra köpek
kafalı adamlar olarak Moğollar, Türkler gibi doğudan gelen tehdit unsurları
tanımlanır. 1493 tarihli Nuremberg Kroniği de bir harita içerir ve bu, köpek
kafalı adamlar ihtiva eder.
825 yılı civarında Frenk din adamı Ratramnus da, köpek kafalı adamlar meselesini ele alır. Adem’in
oğullarından olduklarını, zeka ve ruhları ile aklı başında varlıklar
olduklarını ve ruhlarının kurtuluşa erebileceğini söyler.
Marco Polo dahi,
isimsiz bir Hint adasından bahseder
ve burada köpek kafalı adamlar yaşadığını söyler. Onların kendilerinden
olmayanları yiyen acımasız bir ırk olduğunu da ifadelerine ekler. Odorico de Pordenone ise 1327’de, Nicuneman diye bir ada ismi
verir ve burada kendisinin gördüğünü iddia etmemesine rağmen köpek kafalı
insanlar yaşadığını öne sürer. Fransız Engizisyon Mahkemesi üyesi Pierre d’Ailley, Imago Mundi adlı 1410 tarihli eserinde, Hindistan’a
köpek kafalı adamlar yerleştirir. Bunların köpek gibi havladıklarını
söylemekten maada, bir başka köpek kafalı adam türünden bahseder ve onların tek
gözlü olduklarını söyler. Kristof
Kolomb’un elinde de bu kitabın bir nüshası bulunmaktadır ve kenarlarına not
alıp, bu korkunç görünüşlü varlıkların insan mı yoksa canavar mı olduklarına
karar vermenin çok zor olduğundan dem vurmaktadır… İşte Kolomb da böylece köpek kafalı adamlar bulmayı bekler yeni dünya
keşfinde. Haiti’ye çıkar. 23 Kasım 1492 tarihli notlarında köpek kafalılarla
ilgili görgü şahidi kaynaklar kaydeder ve kendisinin de tek gözlü adamlar ile
insanları yiyen köpek burunlu adamlar olduğunu anladığını söyler. Salusbury,
yerel dile dair bilgileri olmadığını hatırlatıp, muhtemelen rehberlerinin
duydukları her ne ise Kolomb ve adamlarına öğrettiklerinin de o olduğunu ifade
eder. 1519’da Meksika’ya seferinde Diego Velazquez de Cuellar da, burada
dev kulaklı ve köpek suratlı kimseler olduğundan bahseder.
Matt Salusbury’nin, Avrupa’da bu inancı gösteren
kaynaklardan iktibasları özetle böyle. Biz şimdi onun aktardıklarını yarıda
bırakıp bu köpek kafalılardan bahseden kaynaklara biraz daha yoğunlaşalım.
Sadece köpek kafalılar konusunda değil, Avrupa’daki canavar
inancı konusunda en başta zikredilmesi gereken kaynaklardan biri şüphesiz John Mandeville’in The Travels(Seyahatler) eseridir. Bu eser, Ortaçağ’ın en meşhur
kitaplarından biridir. Avrupa’nın bütün büyük dillerine tercüme edilmiş,
günümüze 250 kadar nüshası ulaşmıştır ki epey yüksek bir sayıdır.2
Burada Hıristiyan olmayan ve muhtelif canavar ırklarla ilgili gözlemlerini
kaydeder(Andyshak, s.viii). Eseri üzerine yapılan bir tezde açıkça,
Mandeville’in canavarlara sembolik mana vermediği, tam aksine onlara kendi
benzersiz kültürleri içerisinde gerçek insanlar gibi davrandığı
vurgulanır(s.36).
İşte bu Mandeville de, köpek kafalı adamları anlatmaktadır.
Onların Natumeran denilen bir adada yaşadıklarını, zorlu savaşçılar olarak
bilindiklerini ve akıllı olduklarını söyler. Sonra da onların öküze tapındığını
belirtir. Krallarının müstesna bir dindarlığı haiz olduğunu da ekler. Yemeğe
oturmadan evvel 300 tane dua yaparmış(s.52-54).
(Mandeville’in eserinden 2 resim. Soldakinde
köpek kafalı adamlar öküze tapınırken çizilmiş. Sağda ise savaşırken
gözüküyorlar. –Resimler Sarah Catherine Andyshak’in tezinden alınmıştır)
John Block Friedmann’da da bir ek bilgi buluruz ve 13.yüzyılda yaşayan Beauvais’li Vincent’in Speculum adlı
ansiklopedisinde, Müslümanlar, Yahudiler, Moğollar ve Çinlilere yer verdiği
gibi köpek kafalı adamlara da yer verdiğini öğreniriz(s.xxx). Ayrıca bir
Ortaçağ tasvirinde, Kudüs’te toplanan milletlerin resmedildiği ve bunlardan
İslami kıyafet içinde olanların köpek kafalı olarak gösterildiklerini de
söylemektedir(Mittman, Kim, s.332-333).
Ayrıca Mappamundi olarak anılan Ortaçağ’ın en önde gelen bir
harita türü içerisindeki muhtelif haritalarda da köpek kafalılar
gösterilmektedir. Mittman ve Kim, bazılarında Etiyopyalıların böyle
gösterildiklerini ifade eder(s.345).
11.yüzyılda Bremenli
Adam da, kuzey coğrafyasının canavarlarla lebalep olduğunu kaydeder. Baltık
denizi kıyılarında Amazonlar yaşadığını, bunların su yudumlamak suretiyle hamile
kaldıklarını, eğer erkek doğururlarsa bunların köpek kafalı adamlara
dönüştüklerini ve sesleri ile kelimelerinin havlama şeklinde olduğunu ifade
eder. Keza İsveç’te de bunlardan ve bir gözleri alınlarında
olanlardan(cycloplar) görüldüğünü iddia eder(Friedman, Encyclopedia of the
Medieval Chronicle, s.1120). Avrupa tarihi en büyük hükümdarlarından biri
sayılan Charlemagne’nın sarayında da o dönem Hıristiyan olmamış Norveçlilerin
köpek görünümlü oldukları düşünülmüş.3
Eski Norveçce de öğrenerek eski İngiliz ve İskandinav
kaynaklarını tarayarak tezini hazırlayan Alistair
Mclennan, “Ortaçağda Avrupa’da canavarlara olan inanç, insanların
canavarlara dönüşme ihtimalini onaylamada mutabık olmaya yol açtı/izin verdi”
demekte ve köpek kafalı, insan yiyen bir canavarın da “bir mükemmellik
örneğine” dönüşebileceğini söylemektedir, St.Christopher örneğini
getirerek(s.6; birazdan bu köpek kafalı azize değineceğiz).
Avar ve Hun Türklerinin yerlerinden ettiği ve nihayetinde
İtalya’ya yerleşen Lombardların tarihinde de, düşman tarafından kuşatıldıkları
vakit, kamplarında köpek kafalı adamlar beklediği söylentisi yayarak düşmana
korku saldıkları ve müstacelen ricat ettirmeye muvaffak oldukları
belirtilmektedir(Crowther, s.26).
MacIsaac ise önemli bir vurguda daha bulunur ve St.Augustinus’un onları zikretmesi ile
diğer canavarlarla birlikte 5.yüzyılda Hıristiyan ilminin bir parçası
olduklarını söyler. O, Augustinus’un
köpek kafalıları, Kabil’in lanetli ve Hz.Nuh’a itaat etmeyen kimselerin
soyundan gelmiş kimseler olarak gördüğünü söyler. Wendy Reid Morgan da Augustinus’un, köpek kafalıların insan
olup olmadığı meselesinde, onların havlıyor olup rasyonel bir konuşma yapmaktan
aciz olmalarına bakarak insan olmadıklarına hükmettiğini söyler(s.298).
Çok önemli bir bilgi de şu ki; Matt Salusbury’nin çok kısaca
temas ettiği Hıristiyan din adamı Ratramnus,
esasen bu işi adeta küçük bir risalede ele almıştır. Bir talebesi Britanya’yı
ziyaretinden evvel ona, “Köpek kafalılarla karşılaşırsam ne yapayım? Onlara
vaaz edeyim mi? Bu suretle onların ruhlarını kurtarabilir miyim? Yahut onlara
hayvanlar olarak mı bakayım ve haliyle vaaz etmeyeyim mi?” diye sorar.
Ratramnus ona cevap yazıp bu konuyu bertafsil ele alır. “Evvela onlara Adem’in
soyundan mı geldiklerini sor” der. Daha sonra ise onların köylerde
yaşadıklarını, giysiler giydiklerini, tarım ile uğraştıklarını ve bilhassa
köpekler olmak üzere kendi hayvanlarına sahip olduklarını belirtip, Kilisenin
umumi olarak onları canavar sınıfına koymasına rağmen Adem’in soyundan
geldiklerine hükmeder. Binaenaleyh vaftiz edilebilecekleri ve ruhlarının
kurtarılabileceğini söyler. Hulasa, talebesine, köpek kafalı adamlara vaaz
etmesi fetvası verir…4
Köpek Kafalı Aziz
Buraya kadar, en önde gelen din adamları arasında sayılan
kimselerden, en meşhur seyyahlarına, konu uzmanı kimselerden tarihi kayıtlara
kadar köpek kafalı adamlara olan inancı hiçbir şüpheye mahal bırakmadan
gösteren nakiller, hatta teolojik tartışmalar naklettik ki bunlar birçok
kimseye zannederiz şaşırtıcı gelecektir. Ancak ondan da şaşırtıcı olan bir
inanç ise, asırlar boyunca Hıristiyanların, köpek kafalı bir azize sahip
olduklarını söylemesidir. Herhangi bir kimse, aziz ilan ettikleri birine “köpek
kafa” dese bu şüphesiz ağır hakaret addedilirdi. Velakin kendilerinin, köpek
kafalıların içinden çıkma bir aziz sahibi olduklarını söyledikleri anlaşılıyor.
Bu aziz, St.Christopher’dır.
Alman piskopos ve şair Speyer’li Walter,
onu köpek kafalı türleri içerisinde bir dev olarak resmeder, insan eti yiyip
havladığını söyler. Christopher’ın sonunda, İsa’nın çocuk hali ile
karşılaştığı, pişman ve vaftiz olduğu söylenir.5 Miladın ilk
yüzyıllarında efsanesi yayılır. Adı da İsa+taşıyan manasındaki kelimelerin
bileştirilmesi ile oluşmuştur. Zira onu alıp bir nehirden karşıya geçirir. Hıristiyan
olduktan sonra hayvani doğasından kurtulduğu, konuşma yeteneği kazandığı ve
insanları tenassur ettirebilmek için vaaz ettiği, nihayetinde de bu sebeple
öldürüldüğü söylenir, yani köpek kafalı “şehit” olur.6 Mittman ve
Kim de, St.Christopher’ın Anglo-Saksonlarca köpek kafalı bir dev olarak
bilindiğini vurgularlar(s.343).
Christopher’ın köpek kafalı olması ve bu suretle
resmedilmesinin izahı, modern dönemlere yaklaştıkça gittikçe güçleşir. O kadar
ki izah edilemez olmasından ötürü, bilhassa da Ortodoks Hıristiyanlığın bir
figürü olması hasebiyle Moskova, 18.yüzyıllarda onun tasvirinin yayınını
yasaklamıştır. Bu bilgiyi aktaran kimse de bir Ortodoks Hıristiyan olarak
yıllarca Afrika’da kalmış, misyonerlik etmiş bir kimsedir ve 2 uzun yazıda
meseleyi izaha gayret etmekte, bir sembol olarak yorumlanması gerektiğini
anlatmaya çalışmaktadır. Velakin ikinci yazı sonunda esas itirazı tam olarak
cevaplayamadığını itiraftan kendisini alamaz.7
Burada Matt Salusbury’ye bir geri dönüş yapalım. O,
St.Christopher’ın esasen tek köpek kafalı aziz olmadığını söyler. Suriyeli
St.Mercurius’un de tıpkı St.Christopher gibi Roma imparatoru tarafından “şehit
edildiğini” ve onun, hıristiyanlaştırdığı iki tane köpek kafalı hizmetçisi
olduğunu söyler.
Görüldüğü üzere köpek kafalı adam inancı çok kesif bir
surette Avrupa tarihinde yer etmiştir. O kadar ki, bu kadar fazla ve muhtelif
kaynak ile bu işin aktarıldığı bazı sitelerin yorumlarında, hakikaten bunların
var olduğuna ancak nesillerinin tükenmesiyle yok olup gittiklerine inanan kimselere
bile rastlamak mümkündür.
Salusbury, bu inancın bu kadar yayılmasına neyin sebep
olabileceğini araştırırken kriptozooloji uzmanlarına istinaden, bazı nadir
bulunan babun türlerinin kafasının köpek bedeninin ise insana benzediği bilgisi
paylaşır ve hatta bunların Hindistan, Libya, Etiyopya gibi yerlerde de
görülebildiğini söyler. Yani bu babunu yanlış yorumlayıp bir zincirleme kazaya
sebebiyet verilmiş olabileceğini belirtir.8
Ancak burada şunu tekrar vurgulamak lazım gelir ki;
kendisinden nakil yaptığımız Scott Nevins’in de ifade ettiği gibi, kilise
babalarınca dahi hakkında yazılıp “inanılan” efsanevi yaratıklardan sadece
biridir köpek kafalılar…
(1397,
Kievan Psalter’den köpek kafalı adamlar tasviri)
(Köpek kafalı aziz
Christopher’ın 2 farklı tasviri)
(9.yüzyılda kurulan Vezelay Manastırında gözüken köpek
kafalılar. Bu manastıra Mary Magdalena’nın kutsal emanetleri getirildikten
sonra hacı ziyaretleri yapmaya başlamıştır Hıristiyanlar. Ortaçağ’ın Avrupa’da
önde gelen isimlerinden St.Bernard de Clairvaux, 2.Haçlı seferi vaazını bu
manastırda yapmıştır. 3.Haçlı Seferi öncesi İngiliz kralı Aslan yürekli Richard
ile Fransız kral Philippe Auguste da burada buluşmuşlardır)
Kafasız Adamlar,
Deniz Kızları ve Diğerleri
Dana Morgan Oswald
hazırladığı tezinde canavarları 3 sınıfa ayırır: Nakıs canavar(tek ayaklı
Sciapodlar gibi), melez canavar(denizkızları, yarı insan yarı at centaur vs.
gibi) ve aşırı canavar(devler gibi). Buna mukabil Ortaçağ’daki canavar ilmini
toplayan ve bu alanın en temel kaynaklarından biri olan Liber
Monstrorum(Canavar Kitabı) adlı eserde canavarların; canavar insanlar, canavar
hayvanlar(beasts) ve canavar yılanlar(serpents) şeklinde üçe ayrıldığını
belirtir(s.6,20)
Yukarıda zikrettiğimiz John Mandeville, canavar türlerini
ele alırken behemehâl göz atılması lazım gelen bir kaynaktır. Oswald onun, 27
canavar verdiğini tebarüz ettirir(s.5-6). Tanımladıklarından biri ejderha
kadındır. Gerçi o, bunu görmediğini itiraf etse de hakkında bilgi verir, dıştan
ejderha, kalben ise insan ve asil olduğunu söyler, bir şövalyenin öpmesiyle
normal hale dönebileceğini ve bazı şövalyelerle hikâyelerini anlatır(s.148-149).
Anlattığı bir başka canavar ise, sevdiği ölen bir gencin,
kadının mezarına gidip ırzına geçmesi sonucu doğduğunu nakleder. 9 ay sonra
kadının mezarına gitmesi gerektiğini, gitmezse tehlikeye gireceğini bildiren
bir ses duyar, gidince kadının çok iğrenç bir kafa doğurduğunu görür. Ve
ardından şehir batar. Metnin bir başka versiyonunda ise, bu kafanın gözlerle
birlikte yanmakta olduğu ve şehri ateşe verip kül ederek yok ettiği ifade
edilmektedir(s.158).
Karşılaştığını söylediği canavarlar içinde ise, yukarıda
zikrettiğimiz köpek kafalı adamlardan maada, kafasız adamlar, tek gözü alnında
olan cycloplar ve yüzleri sırtında olan insanlar gibi hilkat garibelerini
zikreder(Andyshak, s.37). Cyclopların yamyam ırklardan olduğunu söyler.
Kitapta, bir insan bacağını yerlerken de tasviri bulunur. Kafasız adamların ise
çiğ balık eti yediğini söylüyor(s.38).
Filhakika kafasız adamlar da köpek kafalılar gibi sık
karşılaşılan Avrupalının canavar tasavvurlarından biri. 12 Mayıs 2015’te meşhur
İngiliz gazetesi Daily Mail de “Ortaçağ Britanyalıları kafasız adamlar ve köpek
iblislere inanıyorlardı…” serlevhası ile Liverpool Üniversitesinden Dr.Damien Kempf ve Maria Gilbert adlı araştırmacıların hazırladığı kitabı
haberleştirdi. Haberde, Ortaçağ’da canavarların gerçek olarak telakki edildiği
hususen vurgulanmaktaydı ve inanılan bu birçok canavarın tasviri de verildi.9
(Haberde
verilen bu resimde 2 tip kafasız adam gözüküyor)
(Aynı haberde
aktarılan bu resim ise Ortaçağ’ın meşhur haritalarından, Psalter Dünya Haritasına ait. Daha önce yaptığımız nakillerde de
kısaca gösterildiği üzere Avrupalılar, dünyanın ucunda varsaydığı ve
kendilerine pek uzak bölgelerde bu mahlûkların yaşadığını söylemekteydiler. Bu
haritada da canavarlar, dünyanın ucuna çizilmiş, içlerinde kafasız adamlar da
gözüküyor)
(John Mandeville’in
eserinden kafasız adamlar –Andyshak,s.75)
(Bu iki resim British Library’nin internet sitesinden
alındı. Soldaki 1025-1050 arası hazırlanmış bir Anglo-Sakson eserinden. Sağdaki
ise 1260 civarı İngiltere’de oluşturulmuş Rutland
Psalter’den alınmıştır. Psalter; psalm, yani ilahilerden oluşan kitaplara
denir. Psalter.org bunların İncil’in kalbinde bulunduğunu söyler. Bu nevi
kitaplar Ortaçağ’da da meşhur ve pek çok idi)
(Şüphesiz günümüzde de
Ortaçağ’da kafasız adamlar yaşadığına inananlar mevcuttur. Ancak onların
kastettiklerinin bu olmadığı çok açık –Resim Mandeville’in eserinden alınmıştır
–akt. Andyshak,s.75)
(Soldakiler,
Mandeville’de gözüken Cycloplar.
Biri insan bacağı yerken resmedilmiş, diğeri ise tenasül uzvu ile birlikte. Nitekim
Dana Morgan Oswald mezkûr çalışmasının özet kısmında, Ortaçağ İngiliz
literatürünün cinselleştirilmiş ve canavar bedenler ile lebalep olduğunu
söyler. Birazdan temas edeceğimiz alanın mühim bir kaynağı Wonders of the East’te gösterilen 20 canavardan 7’sinde cinsel
organ gösterildiği ancak 6’sının sonra silindiğini de ifade eder[s.15]. Zira o
devir, bu görüntülerin bakanlara zarar vereceği düşünülürmüş. Nitekim bir
sayfadan göz atan iblislerin de okuyucunun güvenliği için tehlikeli olduğu
düşünülerek kendi çizdikleri iblislerin gözlerini de çıkarır atarlarmış
resimden[s.43]. Sağdaki resim ise mezkûr tek ayaklı Sciapodlara ait. Bunların çok hızlı olduğu, ayrıca resimde
görüldüğü gibi ayaklarıyla kendilerini güneşe karşı koruyarak yattıkları
“bilgisi” de paylaşılmakta. Ayrıca Mandeville, Etiyopya’da yaşadıklarını söylüyor –Andyshak, s.41,75-77)
Devlerle devam edelim. Yukarıda Kitab-ı Mukaddes kaynaklı
olduğunu ihdas ettiğimiz devlerin, köpek kafalı azizi izah için uğraştığını
söylediğimiz kimsenin mezkûr yazısında, İncil ve Hıristiyan geleneğinde
sıklıkla Kabil ve yamyam canavar
barbarların soyundan olarak yorumlandığı ifade edilmektedir. Esasen tüm bu
canavar ırkların, şeytani varlıkların Kabil’den geldiği ve devlerin de buna
dahil olduğu meşhur İngiliz destanı Beowulf’ta
da ifade edilmektedir(Oswald, s.93). Beowulf ve destan denilince kesinlikle
günümüzdeki gibi algılanmamalıdır, tıpkı “canavar” ifadesinde olduğu gibi.
Beowulf’un muasır okuyucuları için uzun bir geçmişi vardır(s.86). Nitekim Mittman de, Liber Monstrorum’un Beowulf
ve Wonders of the East’teki
canavarlarla bir bağ şekillendirdiğini söyler(Mittman, s.3). Liber Monstrorum’un ihtiva ettiği
Hugilaicus adlı dev kral, Beowulf’un
amcası Hygelac olarak da tanımlanabilmektedir(Mittman, Kim, s.340). Yani
canavar ilmini ortaya koyan ve hakikaten olduğuna inanılan şeyleri yazan bir
kitapta ifade edilen varlık, bu destanda yer almakta, bilimsel araştırmacılar
eserler arasındaki bağı ortaya koymakta ve destanın günümüzdeki gibi
algılanmadığını sarahatle ifade etmektedirler. İşte Beowulf’taki dev canavar Grendel
de bu bağlamda göz önüne getirilmelidir. Zaten Beowulf’taki canavarların Eski Ahit’tekileri
anımsattığına Mittman ve Kim de dikkat çeker(s.341).
Kabil’in,
Hıristiyan düşüncesinde insanların dünyasına canavarları getirmekten sorumlu
anahtar figürlerden biri olarak tanımlandığını, eski İngilizce ve İzlanda
literatürünü inceleyerek tezini hazırlayan McLennan
da ifade etmektedir(s.19). Ortaçağın pek çok Hıristiyan düşünürleri
zaviyesinden, dünyada muhtelif canavarlara nüfus kazandıran insan üreticiyi
tanımlama arayışında olan Hıristiyanlar için Kabil’in popüler bir tercih
olduğunu da hususi olarak vurgular(s.46).
İşte ortaya çıkmalarından Kabil’in mesul tutulduğu bu
devlerle ilgili en çarpıcı iddialardan birini 12.yüzyılda yaşayan Monmouth’lu Geoffrey öne sürer. Ona
göre isimsiz bir Yunan kralının kızları sürgün edilmişlerdir. Yerleşim olmayan
bir adaya koyulurlar. Burada şeytan onları ziyaret eder ve onlarla cinsel
ilişkiye girer. Bunlardan da devler kabilesi ortaya çıkar. Ki bunlar 8 asır
boyunca bölgeyi idare edeceklerdir. İşte Geoffrey burada vurucu bir şey söyler
ve der ki; ortaya çıkan bu devler İngilizler için kurucu kimlik taşır(Oswald,
s.15). Britanyalılar gelip yerleşmeden evvel buraya devlerin yerleştiği böylece
tarih kitaplarına da girebilmiştir. Ona göre İngilizler ise, Brutus adlı bir
kahramanlarının gelip devleri yenmesi ile burada ikamete başlamışlardır(Urban,
s.6).
Bir Ortaçağ İngiliz metni olan Morthe Arthur’da da Mont
St.Michel devinden bahsedilir. Bu dev, kadınların tecavüzcüsü, bebekleri
yiyici ve kralları öldürücü bir canavardır(Oswald, s.184). Oswald bu devin
hikayesi ve kral Arthur’un onu öldürmesini hulasaten ele alır. Devin,
Britanya’nın ilk sakini olduğunu öne sürmesinin haricinde Monmouth’lu Geoffrey “Historia Regum Britanniae” adlı eserinde,
onların ilk Brutus tarafından yenilmesinden maada bir de Arthur tarafından
yenildiklerini kaydeder(s.200 vd).
İzlanda canavarlarında da devler kötü gösterilir, insanlarla
beslenirler(Mclennan, s.7). Snorri
Sturlsson’un Gylfaginning adlı eserinde geniş manada devler ve melez
canavarlardan bahis vardır. O kadar ki, burada Ymir adlı bir devin parçalanmış
bedeninden insan dünyasının olduğu bir evren yaratılır(Mittman, Kim, s.333). Günümüzde
Hollywood vasıtasıyla meşhur olan Thor
ve Loki de Sturlsson’un eserinin
karakterleridirler(s.342).
Mittman ve Kim için belki de en yaygın İncilsel canavarlar,
devlerdir(s.335). John Block Friedman, devlerin olağanüstü, ucube varlıklar
olarak düşünülmediklerini, bunun yerine, St.Isidore’a
göre, tüm canavar ırkını teşekkül ettirdiklerinin kabul edildiğini
söyler(Oswald, s.187). St.Augustinus
da, Nuh tufanı öncesi pek çok devler çıktığında hiç şüphe olmadığını ifade eder.
Hatta kendisi bir adamın azı dişini gördüğünü, çok büyük olduğunu, bunun bizim
gibi insanların 100 dişine bedel geldiğini ve bir deve ait olduğuna inandığını
söyler(Mittman, Kim, s.336).
Bu noktada çok enteresan bir inanç ve Hıristiyan teologların
girdiği bir tartışmaya temas edelim. Wendy
Reid Morgan mezkûr tezinde, insanların kızları tarafından Tanrı’nın
meleklerinin baştan çıkarılması ve cinsel ilişki sonucu müteakiben dev ırkının
doğması hikâyesinden bahseder. İbrani(Hebrew) inançta böyle olduğunu ve bunun
kilise babalarından Lactantius’ta,
Athenagoras’ta, Justin Martyr gibi yorumcularda böyle göründüğünü de ekler! Augustinus ise, böyle bir hareketle melezleşmenin
fiziksel olarak olabilirliği konusunda şüphelidir. Gerçi iblislerle kadınların
cinsel ilişki kurabileceğini söyler(s.303-304)… Aynı sayfada devamla Augustinus’un, “bazı insanlar rahatsız
ediliyorlar, Tanrı’nın melekleri ile sevdikleri kadınların ilişkilerinden doğan
zürriyetlerin dev oldukları söyleminden” mealinde bir ifadesini aktarır.
Augustinus kabul etmese de, “bazı insanlar” demesi, bunu kabul edip inananlar
olduğunu da göstermektedir… Morgan ayrıca, Yahudi ve erken dönem Kilise yazarlarının
yorumlarında Devlerin, Tufandan da sorumlu tutulduklarını ifade eder. Keza Augustinus’a göre, Tufan ile
kötülüklerinden yıkandıkları için sonrasında pek fazla dev gözükmediğini de
ekler. Mahaza Augustinus, Tufan
sonrası da devlerin olduğunu müdafaa etmiş(s.306-307).
Mittman ve Kim’e göre, en kayda değer Ortaçağ canavar
toplamış eseri, Wonders of the East’tir(Doğunun
Acibeleri/Olağanüstü[mahlûkları]). Onlar, Wonders’taki 21 canavarın, Liber
Monstrorum’un günümüze ulaşan en eski nüshası addedilen 10.yüzyıl başlarındaki
nüshasıyla örtüştüğünü ifade ederler. 10.yüzyılda uydurulduğu söylenen
İskender’in Aristo’ya mektubundaki canavarlar da Liber ve Wonders’takilere çok
benzerdir(s.337 vd). Mclennan da
Wonders’ın, geç Anglo-Sakson İngiltere ve İzlanda’sında canlı olduğunu söyler.
Hatta canavarlara inanç tamamıyla yayılmamışsa bile, Liber Monstrorum ve
Wonders’ın Anglo-Saksonlar için canavarlardan derin bir büyülenme gösterdiğini
de söyler(s.26). Günümüze ulaşan 3 farklı metinden mukayese ile Wonders’ı ele
alan Oswald’a göre eser, canavarların
çekici ve aynı zamanda tehlikeli bedenleri, büyüleyici yabancılıklarının
tecrübesi hakkında bir kitaptır. Okuyucuya, Tanrı’nın yarattıklarının
çeşitliliğini anlama izni verir(s.36-37).
Görüldüğü gibi eser pek müessir bir kitaptır. Burada bahis
yapılan canavarlardan biri, tek kafada iki suratlı insanlardır. Gemiyle Hindistan’a gittikleri, orada
çocuklarını dünyaya getirdikleri öne sürülür(s.43-44). Metinlerden birinde,
kafasının arkasından 3. bir kulak çıkan mahlûktan bahsedilir(s.51). Sakalı olan, göğüsleri olmayan, metne bakmadan
sadece resme bakanların dişi olduğunu anlayamayacağı bir kadın canavardan da
bahis yapar(s.56). Bahsettiği bir başka kadın canavar türü ise, deve ayaklı ve
domuz dişli kadın canavardır. İskender’in bunları öldürdüğü dermeyan
edilir(s.64 vd).
Sevilla’lı
St.Isidore’un “İnsan ve Canavarlar Üzerine” başlığı açarak konuya dalmasına
da mutlaka değinilmelidir. O, devlerin, köpek kafalıların, cyclopların ve diğer
canavar ırkların esasen insan türü içinde muayyen canavar ırklardan olduğunu
söyler. Köpek kafalıların Hindistan’da
yaşadığını, kafasız adamların ise Libya’da
doğduklarını söyler. Cyclope’lardan da bahseden Isidore, bunların da Hindistan’da
doğduğunu ve vahşi olduklarını öne sürer. Yine Libya’da yaşadığını iddia ettiği, ayakları ters dönük, her bir
ayağında 8 parmağı bulunan bir canavar türünü de dillendirir. St.Anthony’nin
dillendirdiği omuzlarında boynuz bulunan keçi ayaklı bir canavarı da yazar.
Ayrıca Panotii adlı, kulaklarının
tüm bedenini kapladığı söylenen bir canavar öttürür. Uzak Doğuyu işaret ederek
başka canavar türlerinden de bahseder. Böyle madde madde canavarları sayarak
ilerledikten sonra 28.maddede, başka insan canavar türlerinden de
bahsedildiğini, ancak onların gerçekte var olmadıkları ve hayali olduklarını,
var olanların kendi yazdıklarından ibaret olduğunu belirtir(Brehaut, s.142 vd).
Bu tarzda bir sunumun mesele üzerinde nasıl ciddi bir inanç taşıdıklarını
göstermesi de şayan-ı dikkattir.
Isidore’un pek çok canavarı kendisinden aktardığı ve etkilendiği,
daha önce temas ettiğimiz Plinius’ta
ve antik dönemde de evvelce gösterdiğimiz üzere, canavarların memleketi olarak doğu ülkelerinin gösterilmesi müşterek
bir tavırdır. Mesela Plinius’un
iddia ettiği bir başka tür, Hindistan’da Ganj nehri yanında ikamet eden,
ağızları olmayan ve koklayarak yaşayan Astomi adlı bir millettir(Mittman, Kim,
s.338).
Mittman ve Kim de doğuya yapılan bu vurgunun üzerinde
dururlar. Orta Çağda birçok kültür ormanlarda, bataklıklarda, sadece
şehirlerinden uzakta farklı türlerde canavarlar yaşadığına inanırken, Ortaçağ
metinleri dikkatlerini kendilerine göre “yarı-mitsel” bölge olan doğuya
odaklandırırlar. Ortaçağ’daki bu Doğu konsepti Doğu Asya’ya genişlemediyse de
Yakın Doğu’ya uzanmıştır. Bu Doğu, sadece canavar coğrafyası olarak değil, aynı
zamanda dünyanın sonu/en ucu olarak tanınmaktaydı. Mesafenin böyle uzak olması
Mittman ve Kim’e göre, canavar kaynaklarını ilk el gözlemle “kirli
çamaşırlarını” ortaya dökülmekten de muhafaza etmekteydi(s.335).
Kitab-ı Mukaddes kaynaklı ve Avrupa tarihi metinlerinde
başta bu sebepten ötürü çok yaygın yer bulan bir diğer canavar ise, ejderhadır. Antik Yunan’da da
gördüğümüz ejderha figürü, farklı kaynaklarda farklı şekillerde tasvir edilegelmiştir.
Mesela Paul Acker, Norveçlilerde, İsveçlilerde, genel olarak Vikinglerde
bunların farklı surette resmedildiklerini ifade eder.10 Ejderhalar,
hazine istifleyen ve insan toplumundaki düşmanlarını yok eden bir doğaya sahip
canavar olarak anlatılır(Hobbit filmindeki sunum esasen Ortaçağ papazlarına ait
yani). İzlanda’nın Völsünga Destanında, Ejderha Fafnin, evvelde hırsızlık yapan
ve istiflenmiş lanetli bir hazinenin üzerinde yatan adamdır, bu
davranışlarından ötürü ejderhaya dönüşür(McLennan, s.13-14). Bodleian Bestiary’de –ki bestiary türü
pek mühim ve canavar inancını gösteren en temel kaynaklardandır, ileride ele
alacağız- ise tüm hayvanlar içinde en büyük yılan olarak tanımlanıyor, en
ziyade tercih ettiği iklimin de Etiyopya
ve Hindistan’ınki gibiler olduğu
söyleniyor(Urban, s.67).
Misty Urban’ın
kadın canavarlara odaklandığı tezinde ele aldığı bir Ortaçağ metni ise Medea adlı kadın canavarla ilgilidir.
Yılan suretiyle tasvir edilen ve büyücülük yaptığı söylenen bu kadının, sevdiği
adamın, bir kralın kızı olan başka bir kadınla evlenme niyetini duyunca 4
ejderha ile operasyon düzenleyip baskın yaptığı ve alevler saçarak aşık olduğu
adam hariç herkesi öldürdüğü anlatılır(s.202-203).
(British Library’nin internet sitesinde paylaştığı 1250-1300 arası
oluşturulmuş dini bir külliyat olan Peraldus adlı eserin içinden bir ejderha
resmi. Site resimle birlikte yaptığı açıklamada, ejderhaların azizlerin
müşterek düşmanı olarak görüldüklerini, bu azizlerden belki de en meşhurunun
St.George olduğunu söylemekte. O, ejderha katletmekle ünlü imiş… Nitekim
Mittman ve Kim de, eski İngiliz literatüründe Aziz Margaret diye birinin meşhur
olduğunu, bunun hücresinde bir ejderha ile dövüşüp haç işareti yapmak suretiyle
onu infilak ettirdiğini naklederler[s.343])
Tabi bunlar, modern devre doğru sembolik mana yüklenilerek
anlatılır olmuştur. Nitekim 1906’da basılan Yahudi ansiklopedisi Jewish
Encyclopedia’da ejderhanın sembolik olduğu ve mitolojiden alınıp bazı şeyler
anlatmada kullanıldığı vurgulanarak kısaca geçiştirilir(c.4, s.647-648).
Ejderhaların zikredildiği bir diğer kaynak ise, aynı zamanda
Ortaçağ’daki canavar inancını gösteren en mühim kaynakları teşkil eden
bestiary’lerdir. Bunlar, bir nevi hayvan ansiklopedisidir. İçlerinde bitki veya
taş türünden bazı varlıklar da zaman zaman tanımlanırken görülür. Mevzu üzerine
hususi ihtisas sahibi olan Romilly Allen
bestiary denilen yazım türünün, hayvanların manevi manalarıyla bağlantılı
olarak anlatıldığı bir tabiat tarihi olduğunu ifade eder. Ancak hemen ardından,
tüm modern doğa tarihi eserlerinden de temelde ayrılık gösterdiğini ifade eder.
Her şeyden evvel, Ortaçağ doğa bilimcisi önce teolog, sonra bilim adamıdır. Bu
çok önemli vurgu ile canavar inancının arkasında ve ciddi surette yayılmasında
Hıristiyan din adamlarının ne denli büyük rolü olduğunu anlamak kolaylaşır.
Zira Allen’in de söylediği gibi
bunlar, “şüphesiz” çok yaygın bir surette okunmaktaydılar ve zaten Ruhban
sınıfı da hususen okunmasını tavsiye etmekteydi.
David Badke de, “Medieval Bestiary” adlı eserinde,
Ortaçağ'ın dindarlığın yoğun olduğu bir zaman olduğunu ve Batı Hıristiyan
dünyasında hayvan krallığı ve doğal dünyanın Tanrı tarafından insanlığın
öğretimini temin için belirlendiğine inanılırdı, der. Hayvanların tesadüfi
olmayan karakteristikleri olduğu, Tanrı tarafından onların, İncil'in öğretisini
takviye ve uygun davranışa örneklik teşkil etmesi için o karakteristik
hususiyetler ile yaratıldıkları ittihaz edilirdi. Bu sebeple, belli yaratıklar
belli idealleri temsil ederdi. Mesela hayvanlar kralı olarak ifade edilen aslan,
İsa'yı ve onun pozisyonunu temsil ederdi. Chicago Üniversitesi’nin internet
sitesinde yayınladığı Encyclopedia Romana’da bulduğumuz ek bir bilgide ise, Physiologus adlı 2-4. yüzyıl arasında
Yunanca yazılmış ve 700 yılı civarında Latinceye ve ardından birçok Avrupa
diline tercüme edilmiş bir eserin bu yazım türüne kaynaklık teşkil ettiğini
öğrenmekteyiz. Bu metnin İskenderiye'de yazıldığına inanılır, Kuzey Afrika'da
yaşayan 40 kadar hayvan ve bunların hayali alışkanlık ile davranışlarını ihtiva
eder. Her hayvan sembolik ve ahlaki bir yorumla ilişkilendirilir. Physiologus'un
zamanında İncil'den sonra en ziyade kopyalanıp yayılan kitap olduğu söylenir.
Özetle, asırlar boyunca Avrupa’da belli ölçüde tabiat ve
hayvanat gözlemlenmiş yahut birtakım kulaktan dolma hususiyetleri dikkate
alınmış veya bazen vermek istedikleri mesaja göre özellikler atfedilmiş ve
bunlar derlenerek evvela hayvanın doğal halleri, alışkanlıkları, yaşayışı
özetle anlatılmış, sonra da yukarıda belirtildiği üzere bunların yaratılış
gayesinin İncil mesajını tahkim etmek olduğu düşüncesinden hareketle bu tabii
davranışları bazı ahlaki mesajlar ile özdeşleştirilip birleştirilerek okuyucuya
sunulmuştur.
Bunların yazım şekli hakikaten enteresandır. Aslan, kartal
gibi bildiğimiz hayvanları sırayla okuduktan sonra sayfayı bir çevirirsiniz ve
karşınıza ejderha çıkar. Ejderha bestiary yazımında, her durumda kötü olanı
kişiselleştirir. Onun fillerin ve panterlerin düşmanı olduğu ifade edilir.
Buradaki panter ve fil aktarımı da calib-i dikkattir. Mesela Philippe de Thaun, panterin ılımlı ve
iyi bir yaratılışta olduğunu söylüyor. Haklı olarak tüm hayvanlar tarafından
sevildiğini iddia ediyor, ejderha hariç. Panterin ağladığını duyunca hayvanlar
onun ağzından yayılan kokuyu takip ederek yakın yahut uzak olsun etrafında
toplanmaya giderler, diyor. Sadece ondan nefret eden ejderha büyük korkuya
kapılır ve ondan kaçarmış. Panter hakkında bu “bilgileri” verdikten sonra
manevi manasına geliyorlar ve onun İsa’ya ejderhanın ise Şeytana işaret
ettiğini vurguluyorlar.
Fil için söylenenler de enteresandır. Allen, Fil, “bizim
İncilimizde” geçmez, Apokrif olan hariç, diyor. Normanlarda da geçmemiş. Ona
göre en erken örneği 13.yüzyılda Exeter Katedralinde var. Bestiary’lere göre
fil, eğer ejderha görürse, ayaklarıyla basarak onu öldürürmüş. Fil ile ejderha
arası düşmanlık ise ilk defa Pliny
tarafından zikredilmiş. Hatta Bestiary’lerdeki çizimlerde fil, bir adam dolusu
kaleyi sırtlamış surette gösterilmiş.
Tabi her daim böyle hayali veya olağanüstü şeyler
atfetmedikleri de anlaşılıyor. Mesela British Museum’da 13.yüzyıldan kalma bir
Bestiary’de kartalın gagasının yaşı ilerledikçe eğrileşmesi ve bunu düzeltmek
için taşa sürtmesi anlatılmış. Buradan verdikleri mesaj ise, insanın Hıristiyan
olmadan evvel günahları ile tıpkı yaşlı kartal gibi olduğu, kiliseye giderek
kendisini yenilediği şeklinde(Morris, s.26). Keza yılanın da deri değiştirmesi
gözlemlenmiş ve onda da kendini yenileme vurgusu var. Bunla birlikte çıplak
adam görünce kaçtığı giyinik görünce ise saldırdığı şeklinde acayip bir şeyden
de bahsediliyor. Bunda verilen mesaj ise, yılanın hep giyinik adama saldırmaya
hazır olması gibi şeytanın da hep günahkâra zarar vermeye hazır olması şeklinde(s.27-29).
Burada karınca, geyik, tilki, güvercin gibi başka hayvanların da anlatıldığını
ancak hakkında yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi yanlış bilgiler de
verildiğini görürüz. Allen bu yanlışların, yanlış tercümeden, bir hayvanı
diğeriyle karıştırmaktan yahut klasik kökenli olağanüstü yaratıklarla İncil’de
zikredilen belirli hayvanları –ejderha, at gövdeli insan vs.- tanımlama
isteğinden kaynaklandığını söyler.
İşte Bestiary’lerde anlatılan tabiattaki canlılardan biri de,
Denizkızlarıdır. Allen’e göre
içindeki yaratık sayısı 24 ila 40 arası değişen bestiary’lere denizkızı, insan
başlı at(centaur) gibi mahlûklar tamamen klasik kaynaklardan alınıp Hıristiyan
maksatlara adapte edilerek sokulmuştur. Jane
Harrison, M.Ö. 5.yüzyıla tarihlenen ve
British Museum’da bulunan bir vazodan bahseder. Antik Yunan’dan kalma bu
vazoda denizkızı gözükmektedir(s.134). Ancak yarı kadın yarı kuş formatında.
Zira hem onun hem Allen’in dediği gibi, eski devirde bunlar başta yarı balık
değil, yarı kuş formatında, kuş ayaklarıyla ifade edilmekteymişler. Ortaçağda
bazen kuş bazen ve ağırlıklı olarak balık formatı eklenmiş. Sonrasında ise
balık formatı yerleşmiş. Allen, Denizkızlarının hikâyesinin Hıristiyan
maksatlarına 3.yy. kadar erken bir zamanda adapte edildiğini söyler. Kuş ayaklı
ve kanatlı formatının 10.yüzyılda Brüksel’de bir bestiary içinde
bulunabildiğini de ifade eder ancak daha sonra balık bedenli olarak gösterim
tercih ediliyor demekte.
Picardy bestiary’de
3 tür denizkızından bahsediliyor. 2 tanesi yarı kadın yarı balık, diğeri ise
yarı kadın yarı kuş. Bunların vurucu özellikleri ise şu: 3 türün 3’ü de farklı
müzikler söylüyor. Müzikleriyle denizcileri uyutuyor, onlar derin bir
uyuklamaya daldıklarında denizkızları onları yakalayıp parçalara ayırıyor.
Türün bütün yazımları 3 türden bahsetmese de hemen hepsi denizkızlarını işte
böyle vahşi bir surette anlatır(Karayip Korsanlarında gördüğümüz senaryonun da
böylece Ortaçağ papazlarına ait olduğu anlaşılabilir). Zikrettiğimiz
13.yüzyıldan kalma Bestiary’de de bunlar, göğüs ve bedende bakire genç kız,
kalanında tam balık gibi olarak tarif edilir. Şarkılarla uyuttuktan sonra
gemilerini batırdıkları söylenir. Ardından verilen mesaj ise; birçok insanın da
denizkızları gibi adil konuşup yanlış davranmalarıdır(s.40). Bir başka
bestiary’de ise, tehlikeli yerlerde bulundukları da ek bilgi olarak verilir ve
onlardan ancak akıllı ve ihtiyatlı adamların nasıl kaçacaklarını bildikleri, umumiyetle
de kalbi lekelenmemiş kimselerin kurtuldukları söylenir, bu “yarı insan yarı
balık canavardan”(Shackford, s.107). Galler’de Aberystwyth Üniversitesinden
Ortaçağ uzmanı Dr.Simon Rodway’in ortaya koyduğu bir çalışmada ise bir Ortaçağ
İrlanda kaynağının, denizkızlarının da Kabil’in soyundan olduklarını söylediği
ifade edilmekte.11
(Yukarıda
bahsettiğimiz Damien Kempf’in kitabını haberleştiren Daily Mail’in haberinde bu
resim, “Ortaçağ insanları için deniz, her tür canavar mahlûkla dolu tehlikeli
ve bilinmez bir dünyadır. Büyüleyici sesleriyle erkekleri ölümlerine çeken
denizkızlarının baştan çıkartıcı cazibesine karşı denizciler tetikteydiler”
notu düşülerek paylaşılmış)
(Allen bunun, Huntingdonshire’da
Stow Longa’da bir kilise kapısı üzerindeki denizkızı yontması olduğunu
belirtir)
Bu noktada Avrupa’da çok popüler olmuş bir hikayeye, Melusine’e çok kısaca bakmak müfit
olur. Aynı zamanda bir haçlı romanı olarak gösterilen(Urban, s.53) Melusine, Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin’de yendiği Kudüs kralı Guy de Lusignan’ın sonradan gidip
Kıbrıs’ta kurduğu Lusignan
hanedanından biriyle ilişkili olan Melusine adlı cumartesi günleri yarı yılana
dönüşen bir kadının hikâyesini anlatır. Efendi kadının(mistress) yılan şekli
alması Melusine’den evvel otorite kaynaklar olan, Gervase of Tilbury’nin Otia Imperialia’sında, Vincent of Beauvais’in Speculum Naturale’sinde, Walter Map’in De Nugis Curialium’unda
da görülmüştür. Keza kilise mimarı ve yazma eserlerde de yılan kadının sıkça
görüldüğü ifade edilir(s.63-65). Farklı yazma eserlerde farklı suretlerde
tasvir edildiği görülen Melusine’in bir tasvir şekli de, iki kuyruklu
denizkızıdır ki bu, meşhur Starbucks’ın
logosu olmuştur.11
Bestiary’lere dönersek… Burada bahsedilen bir başka yaratık,
unicorn denilen, at bedenli fil ayaklı keskin boynuzlu bir yaratıktır. Gerçi bu
türün birçok yazım ve tasvirinde her yönüyle at bedenli olması ve sadece uzun,
sivri bir boynuz sahibi olması öne çıkarılır. Avlanması mümkün olmayan, fil
öldürecek kadar güçlü gösterilir. Sadece bakire bir kadın gördüğünde uysallaşıp
ona teslim olurmuş…
Allen ayrıca, Phoenix denilen, Hindistan’dan gelen bir
kuştan bahsediyor. 500 yıl yaşadığı zaman ölüyormuş. 6.yüzyıl mozaiklerinde
bulunduğunu söyler. Bunlardan maada bestiary’ler, Hindistan çöllerinde yaşayan,
alınlarında bir boynuz bulunan vahşi adamlardan bahsetmişler. Bunların çıplak
olduğu, ancak bir aslanla savaşıp öldürürse onun derisini giydiği anlatılıyor.
Bunlar Sagittarius dedikleri yaratıklarla harp içindedir. Sagittarius
bestiary’lerde, yarı at yarı insan, elinde yay ve ok bulunan kimseler olarak
resmedilir. Bu suretle Chartres
Katedralinde görülebilir
(Allen’in bahsettiği, Chartres
Katedralinde gözüken Sagittarius)
(Belirtildiği
üzere bestiary’lerde sadece hayvani yaratıklardan değil, bitkilerden de bahis
vardır. Bu gözüken, “Mandrake” adında bir bitki canavar. Kendisini Plinius, Dioscorides,
Philippe de Taun, Guillaume le Clarc, Bartholomaeus Anglicus gibi 13 asırlık
bir dönemi kapsayan ve uzun aralıklarla yaşayan farklı kimseler
kaydetmektedirler. Bu bitkinin ağladığını duyan olursa delirir veya ölürmüş.
Doğuda, cennete yakın bir yerde bulunduğu söyleniyor. 6 çeşit hastalığa da şifa
olduğu belirtiliyor –bestiary.ca)
(Resimleri John Block
Friedman, 1493 tarihli Nuremberg Chronicle’dan aktarıyor –Encyclopedia of the
Medieval Chronicle, s.1119)
Bahsi yapılan böyle acayip bir başka canavar ise, eski bir
İngiliz şiiri Andreas’ta geçmekte. Burada Mermedonian denilen bir canavar
gruptan bahsedilir. Bunların insanları çimenle otlayan sığırlara dönüştürüp
sonra onları yalayıp yuttukları anlatılır. İnsanların bunlara karşı çözümlerinin
ise, onları hıristiyanlaştırmak olduğu belirtilir. Burada canavarlık ve
canavarca davranış, “kabul edilebilir” bir din ve toplum standartlarına adapte
etmek suretiyle kesilmiştir(McLennan, s.16).
Kurt adamların da
bu dönem ortaya atılan mahlûklardan biri olduğunu söyleyelim. 1515’te basılan William of Palermo adlı eserlerde adı
geçen şahıs bir kurt adam olarak anlatılmış(Urban, s.49). 12 ile 13.yüzyıl
arasında yaşayan Marie de France da,
Bisclavret adlı eserinde aldatılmış
bir kocanın, zani eşi tarafından büyüyle kurt adam formatına hapsedildiğini,
sonra onun karısının burnunu yüzünden yırtıp attığını, bunun sonucu olarak da
kadının neslinden birkaç jenerasyonun burunsuz olarak doğduğunu hikâye
eder(Urban, s.219). Kurt adamlar, Alman, Fransız ve İskandinav hikâyelerinde
çok görülmüştür.13
Deniz Canavarları
Canavarlar buraya kadar belli ölçüde gösterdiğimiz gibi
sadece zikrettiğimiz metinlerde değil, Mittman ve Kim’in de ifade ettiği üzere,
Lutrell Psalter gibi kutsal
metinlerin kenarlarında, dünya haritalarının uçlarında, Sante-Madeleine ve Vezelay’ın
baş kemerlerinde bulunabilir. Bazı Ortaçağ haritalarında isim ve anlatımları,
bazılarında resimleri, bazılarında ise ikisi birden bulunur. Mesela bu haritalardan
The Cotton Map'de, Etiyopyalılar köpek kafalı barbar
millet olarak gösterilir
Haritalara canavarların yerleştirilmesi büyük bir ehemmiyeti
haizdir. Londra Üniversitesinden
Olivia Crowther, gerçek olmadığı bugün bizce kesin olan bu hayali figürlerin “canavar
ırklar dünyanın çok uzaktaki köşelerinde yaşar” fikrinin ortasına yerleştiğini
ve dolayısıyla açık bir şekilde, muasır haritacılıkta temsil edildiklerini
vurgulayıp ileride değineceğimiz Hereford
Haritasını ve mappamundi harita türünü misal getirir. Ardından çok önemli
bir vurguda bulunup, Mappamundi’nin dünyanın gerçek bir temsili zannedildiğini
ve binaenaleyh canavarların “varlığı inancına” doğrudan kaynak olduğunu
söyler(s.27).
Haritalarda gösterilen canavarların kahir ekseriyeti ise
denizlere aittir. Bu noktadan sonra aktaracağımız malumatın hemen tamamı, British Library’den mevzuyla alakalı
bir kitabı basılan, yıllardır konu üzerine çalışan Chet Van Duzer’in 5 Eylül 2013’te Washington’da bulunan Library of
Congress’te verdiği “Ortaçağ ve Rönesans Haritalarında Deniz Canavarları”
serlevhalı sunumda geçen bilgilere istinat etmektedir.14
Duzer sunumunda Ortaçağ’da 3 ana harita türü olduğunu
söyler: 1- Mappamundi(Dünya haritalarıdır) 2-Denizcilikle ilgili çizimleri
ifade eden Nautical Charts 3-Ptolemy’nin Coğrafya Yazmaları
(14.yüzyılda yapılmış
Beatus haritasının üstünde Hz.Adem ve Hz.Havva çıplak bir surette çizilmişler...
Haritanın en altında suyla gösterilen alanda da, Duzer’in “deniz tavuğu” dediği
bu mahlûk var. O bunu söylediğinde arkadan kahkaha sesleri geliyor)
(Soldaki resim,
1367’de hazırlanmış bir “Nautical Chart” türü haritaya ait. Burada devasa bir
ahtapot ile bir ejderhanın Atlantik’te gemilere saldırdığı görülüyor. Sağdaki
ise 1457 yılından anonim bir harita. Hint Okyanusunda olduğu söylenen “insan
suratlı” bir canavar çizilmiş, bunun gemilere saldırdığı anlatılıyor.)
(Soldaki resim aynı
anonim haritadan Hint okyanusunda bir “deniz iblisi”. Bu deniz iblisinin sahil
kenarındaki kimselere saldırıp kaçtığı söylenmiş. Hatta 1438-52 arası Poggio
Bracciolini tarafından yazılmış kitapta Duzer onun, bu deniz iblisine çok
benzer bir canavar tanımladığını, deniz kıyısında bir kadına saldırdığını ve
öldürülüp sergilendiğini söylediğini belirtiyor. Sağdaki resim ise The Catalan Estense adlı 1460 tarihli
dünya haritasına ait. Burada Hint okyanusundan 3 tür denizkızı var. Metinde
açıklama yapılıp, birinin yarı kadın yarı balık, ötekinin yarı kadın yarı kuş
ve diğerinin yarı kadın yarı at olduğu söylemekteymiş. Duzer sunumunda pek çok
farklı haritadan pek çok denizkızı örneği göstermekte)
(Yukarıdaki resimler Olaus Magnus’un 1539 tarihli Carta Marina’sına ait. Bunların altına
not koyup, Hindistan’a gidenlerin, bu canavarların çizildiği kadar büyük
olduğunu söylediklerini ifade etmiş. Dahası sağ taraftakileri de gösterdikten
sonra Duzer, bunların trampet sesleri, ateş sesleri ile uzaklaştırılabildiğinin
söylendiğini ifade ediyor. “Doğrudan üstlerine ateş etmek yerine, trampet
sesi”. Dinleyiciler yine kahkahaya boğuluyor burada. Esasen sunum sırasında yer
yer sunucunun bile kendini gülmekten alamadığı fark edilmekte ancak burada
konan notta da görüldüğü üzere, bunlar bir dönem Avrupalılarının çok net bir
inancı idi)
(Bu 2 canavar da Olaus
Magnus’ta geçiyor. Soldaki Ziphius adında acayip bir mahlûk. Görüldüğü gibi
sağlı sollu kafa çıkartıp önüne geleni yiyor. Sağdaki ise devasa bir deniz
yılanı, gemilere saldırıp adamları yediği ifade edilmekte. Olaus Magnus’ta
geçen canavarlar sonrakileri de etkilemiş. Gerard
Mercator 1541’de küre biçiminde bir dünya haritası yapıyor ki 16.yüzyılın
en önemlilerinden biri olduğunu söylüyor Duzer. Burada gözüken deniz canavarı,
Magnus’takiyle tıpatıp aynıdır.)
(Soldaki, Gastaldi’nin La descriptione dela
Puglia’sından, 1567 tarihli. Bir deniz domuz-köpeği. Şahsen en komiğime
gidenlerden biri. Nitekim Duzer’in dinleyicileri de kahkahalar atıyor. Sağdaki
ise yukarıda zikrettiğimiz 1457 tarihli anonim haritada yer alan, Hint
okyanusunda gösterilen bir deniz domuzu)
(Bu 2 resim
12.yüzyıldan. İsviçre Zilis’te St.Martin
kilisesinin tavanından. Tavanda
birçok canavar ve mahlûkat resmedilmiş. Soldakinde bir deniz aslanı bir deniz
tavuğunu yiyor –dinleyiciler yine pek gülmekte-. Sağdakini ise Chet Van Duzer,
favori canavarlarından biri olarak aktarıyor: Köpek kafalı su adamı, insan kurbanı
ile birlikte… Gördüğünüz üzere köpek kafalılar su altında bile karşımıza
çıkıyor)
Sunumda Duzer, esasen haritacıların bir kitapta
gördüklerini, onu “doğru zannedip” sonra yazıp çizdiklerine aldıklarını
söylüyor. Bize fantastik gözükeni onların doğru olarak düşündüklerini hususen
vurguluyor. Verdiği önemli diğer bir bilgi ise, deniz seferleriyle ilgili
teknoloji gelişince artık 17.yüzyıldan itibaren deniz canavarlarının
haritalarda gitgide azalmaya başlaması. Teknoloji ve imkânları geliştikçe
denizi daha iyi tanımaya başladıkları, tanıdıkça da canavarları eserlerinden
çıkarttıkları anlaşılıyor ki bu, yaptıkları şeyin bir sembolden çok daha öte,
bir inanç olduğunu sarahatle göstermektedir.
Kraken
Bütün bu deniz canavarları içerisinde bir tanesi var ki,
asırlarca denizcileri korkuttu, Karayip
Korsanları gibi filmlerle namını günümüze kadar ulaştırdı. Hakkında Rodrigo Salvador ile Barbara Tomotani’nin hususi makale
yazdığı bu yaratık, Kraken’dir.
İlk denizciler için deniz ulaşılamaz diplerinde gizlenmiş
canavarlar sürüsü saklardı. En cesur denizciler bile denizin dehşetine saygı
gösterir, hikâyeler anlatırdı ki bunlar giderek efsaneleşti. İlk defa
karşılaşılan bir hayvanın efsanevi olma potansiyeli vardı. Canavar addedilmesi
için ise gemiye saldırması, insanlar öldürmesi de icap etmekteydi. Yüzyıllar
içerisinde birçok deniz canavarı efsanesi doğdu ve unutuldu, çok azı günümüze
ulaştı. Onlardan bir tanesi de, Kraken’dir. Kraken, muhtemelen “insanoğlu
tarafından tasavvur edilen en büyük canavardır”(Salvador, Tomotani, s.972).
Norveç Kralı
Sverre'nin 1180'deki bir elyazmasına göre Kraken, birçok deniz canavarından
yalnızca biridir. 1250 tarihli Norveç Ansiklopedisi Konungs Skuggsja'da, Kraken
kadar eski diğer 2 deniz canavarı Hafgufa ve Lyngbakr'ın davranışları anlatılır.
Kraken ile birçok ortak özellik paylaşırlar. Ada yahut dağ gibi büyüktürler,
gemilere ve tayfalarına saldırırlar. Fakat zamanla Kraken, halk hikâyelerinin
en kuvvetli figürü oldu, ilk denizcilerin korkularını yansıttı. Diğer tüm deniz
canavarlarını kendi gölgesi altına sürükledi. Bu diğer canavarlar içerisinde
Bestiary’lerde de geçen, Aspidochelone adlı, deniz papazı da denilen bir
canavar mevcut ki bu esasen balinanın başka bir betimlemesi olarak
gözükmekte(s.972-973).
Salvador ve Tomotani, kaynaklarda Kraken’in boyunun birkaç
kilometreye kadar ulaştığının söylendiğini ifade ediyorlar. 1752 gibi geç bir
tarihte Piskopos Erik Pontoppidan
The Natural History of Norway'de(Norveç’in Tabiat Tarihi) Kraken'i dünyanın en
büyük hayvanı olarak tanımlar. Kitabın ismi bilimsel kökenli olduğu intibası
uyandırsa da daha ziyade mitolojik bir kitaba dönmüştür. Denizden çıktığında
yanlışlıkla bir dağ olduğu zannedilebilir, diyor piskopos Pontoppidan. Nidros
Piskoposunun da hikâyesini anlatır ve onu ada zannedip yanlışlıkla üstüne
yattığını ve yaratık uyandığında durumu fark ettiklerini söyler. Biyoloji
tarihinin en önde gelen figürlerinden Linnaeus(1735)
de, Kraken'den dikkatini çevirememiş. Linnaeus, 1746'da Fauna Svecica adlı
eserinde Kraken'in Norveç denizinde yaşayan "müstesna bir canavar"
olduğunu söyler ve kendisinin hiç görmediğini de itiraf eder. Daha sonra ise
hayali bir canavarı bilimsel eserinde tanımladığı için pişman olur ve Systema
Naturae'nin 1756 baskısında onu kaldırır(s.976).
Bu malumatı aktardıktan sonra Salvador ve Tomotani’nin
makalelerinde yaptığı şey, esasen çizimi büyük bir mürekkep balığına benzeyen
bu canavarın muhtemelen o dönemlerde, büyük bir mürekkep balığı gördükten sonra
efsaneleştiren bir anlatım neticesi bu raddeye vardığını ortaya koyma
gayretidir. Kendisinden pek çok nakil yaptığımız Chet Van Duzer’in de eserinde
gösterme gayretinde olduğu şeyin bu olduğu ifade edilir: Devir insanlarının
zihinlerinde canavarlaştırdıkları, hayal dünyalarında kendilerinden canavar
ürettikleri pek çok yaratığın esasen gerçekten denizde görülmüş bir benzerinden
türetilmiş olabileceği.
Ne şekilde olursa olsun, canavarlara inandıkları bir
vakadır. Mittman ve Kim’in de vurguladığı gibi bunlar katiyen sadece mitolojik
veya hayali diyerek kenara atılamaz, bunlarla gerçek varlıklarına inançları
yansıtmışlardır(s.333). Sembol oldukları zaman bile canavarlar, dünyanın
çeşitli yerlerinde bulunabilir gerçek yaratıklar olarak görüldüler(Andyshak,
s.36). McLennan da, Hlegunnr adlı bir İzlanda destanındaki kadına uygun şekilde
davranmayıp canavara dönme hikâyesine temasla, belki bir edebi icat olduğunu
ancak cinsiyetten patlak verebilecek tehlikelerin olağanüstü bir örneği olarak
hizmet ettiğini söyler(s.7). Yani aktarılan birtakım hikâyeler uydurma olsa ve
–en azından bazıları olmak üzere- uyduran bilse bile, o devir insanında nasıl
etki ettiği daha mühimdir. Netice itibariyle Crowther’ın da dediği gibi, kesinlikle
bu yaratıklar, Ortaçağ insanının kimliğini şekillendirmesinde mühim bir rol
oynadı(s.28). O kadar ki canavarlara inanç, Ortaçağ toplumunda suç için bile
bir bahane olabildi. Etienne de Bourbon(ö.1261), gece bir kadının diğerine
saldırdığını, sebep olarak da çocuğunun kanını emmek isteyen bir yaratık
sandığını ileri sürdüğünü belirtir, kadın mazur görülür(s.30).
Hereford Mappamundi
Ortaçağ, canavar ve harita denince mutlaka temas edilmesi
lazım gelen bir harita Hereford Mappamundi’dir. BBC’nin hakkında hazırladığı
kısa bir videoda, hayatta kalan Ortaçağ mappamundileri içerisinde en büyüğü
olarak ifade edilen bu harita sadece Ortaçağ haritaları içerisinde değil, aynı
zamanda tarihteki en önemli haritalardan biri addedilmektedir. 420 kadar o
günün şehri, üzerinde temsil edilmiştir. İncil’den 15 hikâye de burada
gösterilmiştir(Nuh’un gemisi, Babil kulesi gibi). Ortaçağ Avrupasının inançlarını,
bilgisini ve geleneklerini sunar.15
(http://www.themappamundi.co.uk/ sitesinde harita çok güzel bir şekilde
kullanıcılara açık. Nerede ne var dijital ortamda gösteriyor ve altlarında da
açıklamalar yer alıyor. Üstteki resimlerden soldaki haritanın her zamanki gibi
en uçlarında yer verilen kafasız adamlar ile köpek kafalı adamları gösteriyor.
Sitede, Ortaçağ’da birçok seyyahın kafasız adamlardan bahsettiği, cengaver bir
ırk olarak rapor edildiği, Büyük İskender’in de onlarla karşılaştığının
düşünüldüğü, hatta Shakespeare’nin Othello’sunda bile onlardan bahis yapıldığı
notu düşülmüş. Köpek kafalı adamlar hakkındaki hikâyelerin de çok fazla ve
muhtelif olduğu, antik döneme kadar uzandığı, bazı Ortaçağ seyyah ve
yazarlarının onları barbarlar olarak tanımladığı söyleniyor. Ayrıca bir Ortaçağ
Galler efsanesinde, köpek kafalıların kurt adamlar olarak yorumlandığı da
belirtilmiş.)
(Sciapodlar hakkında verdiğimiz
bilginin aynısı geçmekte. Bu haritada, Hindistan’da
ve yerleşim yapılan dünyanın en güney ucunda gösterilmişler. Sağdaki de
yazdığımız gibi bir unicorn’dur)
Din Adamlarının
Tartışmaları
Bu konuyla ilgili daha evvel gerek Isidore gerek
Ratramnus’tan yeri geldiğinde bazı aktarımlarda bulunduysak da hususi bir
bölümde temas edilmesi de iktiza eder.
4.yüzyılda yaşayan ve Kilise Babalarından sayılan St.Augustinus, De Civitate Dei contra paganos(Tanrı’nın Şehri paganlara karşı)
adlı eserinde, 16.kitap 8.bölümde özel olarak canavar meselesini ele alır ve
canavarların Adem’in soyundan olup olmadığı üzerinde durur. Her ne zaman
Ortaçağ bilginleri canavarlar üzerinde çalışsalar, Augustinus’un nasihat kitabı
De Civitate Dei’nin 16.kitabına
yönelirler(Oswald, s.7). Mittman ve Kim de, Orta Çağ'da bazı en çok saygı
duyulan alimler ve yorumcuların, bu tasvirleri/anlatımları işlediklerini
vurgular ve en geniş çapta 2 alıntının St.Augustinus
ve St.Isıdore’dan yapıldığını
söylerler. 2 otorite de en azından canavarların gerçekliğinin olabilitesini
iddia ederler. Augustinus, o canavarların Tanrı'nın gücünün ispatı/göstergesi olduğunu
belirtir. Isidore ise o canavarların, doğruluktan, yoldan sapmaya karşı Tanrı'dan
bir uyarı olduğunu söyler(s.337).
Augustinus mezkur bölümde, köpek Kafalılar, Sciapodlar gibi
birtakım canavar türlerini sıralar, hepsine inanmak zorunda olmadığımızı da
ifade eder. Geride Sevilla’lı Isidore’da da birçok canavar sıraladıktan sonra, kendisinin
aktardıkları hariç diğer söylenenlere inanılmaması vurgusunu görmüştük. Augustinus
da anlatılan her canavara inanmadığını ifade eder ve tıpkı Isidore gibi insan
soyundan geldiklerine kanaat getirir, var olanların Adem’den geldiğine
hükmeder.
Ayrıca o, böyle yaratıkların ait olduğu kâinatın evrensel
güzelliğinin takdirine mantığımızı bağlamaya yaradıklarını söyler. Ona göre
Tanrı’nın kadir-i mutlaklığını gösterme potansiyelindedirler ve bunu ifade
ederler(Urban, s.12,76; Andyshak, s.45).
Onun canavarlar hakkındaki yaklaşımını Wendy Reid Morgan pek
dikkatli ve detaylıca ele alır. O, Augustinus’un
etnik canavarlığı tartışacağı zaman Plinius’un
çizgisini takip ettiğinin söylendiğini ve bunun doğru olabileceğini ifade
eder(s.296). Opus Imperfectum Contra
Julianum adlı eserinde ise Tanrı’nın biyolojik canavarların şekil vericisi
olduğunu söylediğini aktarır. Aynı eserde o, şekil bozukluğu, günah yüzünden
cezanın bir işareti olabilir, der. Günah işlemeyenin cennette iğrenç ve canavar
gibi bedenleri olmadan bulunacağını söyler. Canavarca kusurların bu sefil
hayata uygun olduğunu ifade eder(s.318-319). Contra Julianum Pelagianum adlı eserinde ise “iyi Tanrı’yı”,
canavar doğumların da Tanrısı sayar(s.328). Onun yaklaşım ve bu gibi
ifadelerini göz önünde bulunduran Morgan, yazılı kaynaklardaki belirli canavar
ırkların tamamıyla asılsız oldukları fikrini onaylamasının mümkün olmadığını
açıkça yazar(s.298).
Görüldüğü üzere, siyaset biliminden felsefeye bizde de adını
sıkça işittirip okutturan Augustinus,
canavar inancı taşımış ve daha evvel de ifade ettiğimiz üzere bunun Hıristiyan
dünyasına yerleşmesinde ciddi rol oynamıştır.
Teolog-filozof bazı kimseler ise canavarları Tanrı’nın nizam
verdiği doğal dünyanın bir parçası addedip, ilahi planın bir parçası oldukları
teorisini teşekkül ettirdi(Urban, s.11).
Mamafih, Augustinus, Isidore, Ratramnus gibi kimselerde
canavarları insan soyundan getirme, insanlık içinde alt bir türden sayma
temayülü gözükse de, John Block Friedman
umumi olarak canavar insanların tam manasıyla insan olarak telakki
edilmediklerini ifade eder. Bunu aktardıktan sonra Ortaçağ’ın canavarların
tasavvuru hakkındaki öğretisinin, Yunan ve Roma öğretisinden beri büyük ölçüde
değişmeden kaldığını da ekler(Oswald, s.9, 144). Hâlbuki mesela Isidore’da, bu
doğumların doğaya değil, “bilinen doğaya” karşı oldukları şeklinde bir yorum
getirilerek daha toleranslı bir yaklaşım görülür(Brehut, s.141). Ayrıca ona
göre bunlar, gelecek için birer ikaz mahiyetindedirler(Andyshak, s.36; Bu da
yaygın bir görüştür bkz. Crowther, s.27).
Dominiken Piskopos Floransalı
St.Antoninus(1389-1459), canavar ırkların kökenini Adem'den değil Tufan
sonrası Nuh'tan aldıklarını söyler. Onun tarafından ortaya atılan ve konuyla
ilgili yeni olan iddia ise, bir parça insan görünüşlerinin, Genesis Bölüm 11'te
zikredilen Nemrud’un(Nimrod) Babil Kulesini inşası yüzünden bir ceza olduğunu
iddia etmesidir. Giacomo Filippo Foresti
da Bergamo da 1483'te Supplementum
Supplementi Chronicarum eserinde farklı yerlerde Tanrı'nın birçok canavar
yarattığını yazar. Ancak o, canavarları bir ceza olarak görmeyi reddeder ve
Tanrı'nın "iyicil" planının işareti addeder. Geride zikrettiğimiz 1493'teki
Nuremburg Chronicle'da da canavarlar
Filippo gibi görülür. Onlar, kâinatın güzellik ve çeşitliliğinin görülmesi
amacıyla yaratıldı, denir. Friedman, canavarlar üzerine teolojik açıklamaları
ise bunlarda, insana günahlarından dolayı verilmiş bir ceza olarak görülebileceği
söylendiğini belirterek özetler. (Friedman, Encyclopedia of the Medieval
Chronicle, s.1120-21). Mevzu üzerinde ihtisas sahiplerinden Debra Higgs Strickland da, devrin din
adamlarının ve haliyle genelin kabulüne göre canavar ırkların kötü biçimlenmelerini
ahlaki noksanlıklarına borçlu olduklarını söyler, (Crowther, s.31). Bu ahlaki
bozukluk üstünden yorumlama hayaletlerle bile günahlardan dolayı bir ceza tehdidini
sembolize etmede kullanılmıştır. Onlar da Ortaçağ’ın, papazların efsanevi
figürlerinden biridir. Orderic Vitalis'te
bir rahip, bir papaz katilinin hayaletinin gözükmesini anlatır(s.32).
Ahlaki yorum dışında biyolojik, coğrafi yorumlar getirme
çabası da görülmüştür. Nitekim geride Antik Yunan’dan buna misaller aktardık. Onlardan
maada, mesela De Secretis Mulierum
yazarı, canavarlar veya tabiatın arızaları belirli bir türün fertleridir ki
vücutlarının muayyen bölümleri türlerin doğasının müşterek olan sınırlarının
dışındadır, tanımlaması yapar. Bu eser biyolojik açıklama yapar ahlaki açıklama
yerine, rahimde aşırı bolluk veya eksiklikten der(Urban, s.10). Ayesha Raza da, güneyde, dünyanın ucu
denilen yerlerde görüldüğü söylenen bu canavarların aşırı sıcaklardan olduğu
yorumu getirildiğini nakleder. Bu “ortaçağ inancının”, canavar bedenin aşırılık
yahut noksanlığının, rahimde gelişememesinin bir sonucu olduğu görüşünün
savunulduğunu dillendirir(s.49).
Hakikaten bu iklim üzerinden yorumlama pek yaygındır. Debra Higgs Strickland da, o devir
anlayışına göre güneş yoğunluğunun sadece derinin siyah olmasından değil, aynı
zamanda [fiziki] bozukluklardan, anormal uzunluklardan ve hatta ahlaki
bozukluktan sorumlu olduğunu ifade eder(s.47). “Six-Age World History”
kaynaklarında da canavarlar kuzey veya güney bölgelerinde aşırı sıcak veya
aşırı soğukların sonucu olarak gösterilir. Benoit
of Sainte Maure (1180 civarında) aşırı güney bölgelerin çok sıcakla
yanmakta olduğunu ve bura insanlarının farklı türde olduklarını belirttikten
sonra, siyah, çenesiz, büyük, boynuzlu, yere uzanacak kadar kıllı şeklinde
onları tasvir eder, sarkan kulakları olduklarını da ekler. Bu söyledikleri
kimseler Etiyopyalılardır ve canavar
olarak tasvir edilmişlerdir(Friedman, Encyclopedia of the Medieval Chronicle,
s.1120).
Bu da Hıristiyan Avrupa’ya antik devirden geçmiş bir şey
olarak görülüyor. Mesela Martianus
Capella, Plinius’tan pek ziyade
etkilenmiş ve onun bahsettiği kafasız adamlar gibi birtakım canavarları
aktarmıştır. Bunların Afrika’da
yaşadığını söylerken, bu tip varlıkların Afrika’da çıkmasında güneşin etkisine
vurgu yapar(Morgan, s.267). Morgan, iklimsel aşırılıkların [canavarların
yaşadığı söylenilen] o bölgelerde ikamet edenlerin fiziki ve karakteristik
hususiyetlerini etkilediği inancının yaygın olduğunu belirtir bu antik devirde(s.269).
Plinius, iklimin sertliğinin kuzeylileri
yavrulama noktasındaki sebatta daha azimli, tahammülkâr yapabileceğini konuşur.
Buna mukabil, güneyli insanların daha yanık bir görüntüsü vardır, daha
uzundurlar. Ancak güneşin bedenlerindeki nemi kurutmasından bacakları ince
çarpıktır. Ayrıca Karakter olarak zeki ama istikrarsızdırlar, ateşli güneş
gibi, ve ödlektirler, denmektedir. Vitruvius
korkaklıklarını, kanlarının seyrekliği ile açıklamaya çalışır. Veya güneş,
kuvvetlerini almaktadır. Posidonius
da, Hindistanlıların aşırı sıcaklık
ve kuraklıktan daha az kavruldukları için Etiyopyalı
kardeşlerine nazaran daha iyi geliştiklerini, bunların Etiyopyalıları çarpıklaştırdığını söyler. İklimsel zaviyeden
bakarak, merkezi yerler ve yerleşimciler doğal olarak üstün diye ifade ediliyor
zira antik devirdekilere göre buralarda tüm unsurlar en iyi bir hale ve
karışıma sahiptir. Bilhassa Anadolu’nun
sahillerinin merkez bölgelerini örnek göstermişler(s.269-271).
Görüldüğü gibi antik devirde de, birtakım izahlarla
kendilerini ve yerleşim yerlerini üstün görme, kendilerinden olmayanları ve
bilhassa siyahileri bozuk görme suretinde bir zihniyet, Avrupa’da bulunmuştur.
Hıristiyan
Olmayanlara Yakıştırmalar
Geride birkaç
örneğini verdiğimiz bu mesele de, söz konusu canavarlar olunca sık sık
karşılaştığımız bir şey. Birtakım canavarların, Müslümanlar veya Yahudiler
yahut Paganlardan olduğu vurgusu Ortaçağ Avrupasında pek çok kere yapılmış.
Mesela 1262 tarihli bir Ermeni İncil’ini önde gelen bir
ressam T’oros Roslin resimlendirmiş
ve Friedman’a göre İslam ile İsmaili
soyu temsil eden bir köpek kafalı figürü koymuştur. Aynı eserde, 1430 tarihli bir dünya haritasında Etiyopyalı Müslümanların da köpek
kafalı olarak gösterildiğini söyler. Nitekim o, Ortaçağ’da Müslümanların sık
sık köpek ırkından tanımlandığını da tebarüz ettirir. Kendi kutsal kitaplarının
yorumundan, hem Müslümanlar hem de Yahudileri hayvanlar olarak resmettiklerini
de ifadelerine ekler. Hatta Efendimiz’in(s.a.v.) papa seçilmediği için canı
sıkılan, “sapkın” bir Hıristiyan, bir Roma kardinali olduğunun dahi yazılıp
çizildiğini söyler(The Monstrous Races in Medieval Art and Thought, s.67). Nitekim
Oswald da, Müslümanlara “kâfir köpekler” denmesinin Ortaçağ İngiliz literatüründe
çokça bulunduğunu belirtiyor (s.225).
Mittman ve Kim de, erken Orta Çağ Hıristiyan literatürde,
Yahudi ve Müslüman gibi diğer dinlerin, kültürlerin, tam olarak canavar diliyle
işlendiğini ifade etmekteler(s.332).
Debra Higgs
Strickland da, Yahudiler, Müslümanlar, Moğollar ve siyah Afrikalıların
Hıristiyan çoğunluk tarafından hakikaten canavar sanıldıklarını ifade eder.16
McLennan da Ortaçağ Avrupasında sık
sık Hıristiyan olmayanların canavar olarak gösterildiklerini
söylemektedir(s.21).
Nitekim İngiliz literatüründe birtakım hikâyeler yazılmış,
bunlarda Müslüman devlerden bahsedilmiş, bunlarla savaş ve öldürülmeleri,
kiminin de tenassur ettirilmesi konu edilmiştir(bkz. Ayesha Raza).
British Library’nin
internet sitesinde Alixe Bovey de Hıristiyanların,
Yahudiler gibi, Müslümanlar gibi kendilerinden olmayanları canavar olarak
gösterip, yamyamlıkla suçladıklarını söyler. Kendisi ayrıca bu yazıda, British
Library’nin arşivinden birçok eserden resimler getirerek, sayfalardır
zikrettiğimiz pek çok canavarı ve bunlara olan inancı sarahatle ortaya koyar.17
SONUÇ
Avrupa’da asırlarca varlığını gösteren bu canavar inancı
hayretefza ve oldukça gülünç bir şey olarak gözükse de ilk başta, okuyucuya
gülmekten öte bazı düşündürücü mesajlar da vermektedir.
Evvela; bu kadar hacâletâver(utanç verici) bir şey olmasına
rağmen Avrupalı araştırmacılarda, sembolik mana yüklenmesini öne çıkarma, yahut
bu suretle insanın ne olduğunu, kim olduğunu idrak etmeyi başardıklarını
söyleyerek felsefi kazanım yükleme ve “hem iyi hem de kötü etkisi oldu” deme
suretiyle meselenin rahatsız edici boyutunu tahfif etme gayreti görülmektedir. Hâlbuki
bizde, emsaline rastlanmaz şan ve zaferlerle dolu bir tarihe rağmen başta
Kemalist güruh olmak üzere bazı çevreler, bu tarihi karalama, redd-i miras
yapmada pek gayretkeş olagelmişlerdir. Bir yanda canavarlara inanan ecdadını
iyi bir şeyler yüklemeye çalışarak anan batılı, bir yanda her müspet manada bir
dönem dünyanın zirvesine çıkmış Osmanlı ecdadını yerden yere vuran bizdeki kesan.
Pek ibretamiz bir tablodur.
Saniyen; dinin hakikatini anlamadan İslam’ın temel birtakım
emirlerini tatbike gayret edenlere “aşırı dinci” diyerek, “cumhuriyeti
yıkacaklar, ortaçağ karanlığına götürecekler” ithamları savurup her tür hücumu
müstahak görmüş zihniyet, Ortaçağ’da bu canavara inanan kafanın dini, İslam’ı
doğru düzgün anlamadan ağır ithamlar ve iftiralarda bulunması ve hatta “aşırı
canavar” türü içerisinde tasvir edegelmesi ile birlikte düşünülünce, esas
“Ortaçağ karanlığına” kimin daha yakın olduğu ve kimin götürebileceği de daha
iyi bir şekilde değerlendirilebilir. Ezberden ithamlar savurup durmadan evvel,
Ortaçağ ne idi, karanlığı ne idi, din nedir; doğru düzgün öğrenmek lazım
geldiği de mutlaka buradan çıkarılmalı.
Salisen; günümüzde “adamlar Marsa gidiyor biz ise şunla
uğraşıyoruz” muhabbetinin bizde sık sık kendisini gösterdiği malumdur. Bu kadar
canavar tasviri, dini tartışmaları vs.yi görünce insanın acaba o devirlerde Avrupalılardan
da İslam dünyasındaki ilmî gayrete bakıp, “adamlar katarakta çözüm buluyor,
cilt cilt tıp kitapları ortaya koyup alanda çığır açıyor, uzay üstüne
çalışıyor, biz ise oturmuş köpek kafalı adamlara vaaz edilir mi, denizkızları
Kabil’in soyundan mı geldi, canavarlar insan sınıfı içerisinde ve Adem’in
soyundan mı addedilmelidir onu tartışıyoruz” diyen çıkmış mıdır diye sorası
geliyor. Gel de burada “..İşte o günler! Biz, onları insanlar arasında
dolaştırırız(tedavül ettiririz)…” mealindeki(Ebussuud Tefsiri, c.3, s.1036,
Boğaziçi Yayınları) Al-i İmran 140.ayeti hatırlama…
Rabian; ki şahsen tüm yazı içerisinde en ziyade dikkat ve
tefekkürle okunmasını arzulayacağım yer burasıdır. Bugün Avrupa’da Ortaçağ’ı
kapatıp Yeniçağ’a geçmeyi sağlayan vaka olarak ifade edilen hadise, Fatih’in
İstanbul’u fethi değil, Kolomb’un Amerika’yı –batılılar için- keşfidir.
Kolomb’da bilinmeyen yerlere seyahat ve oraları keşif arzusunu ateşleyen ise, o
gülünç canavarları anlatan, absürt hikaye ve figürleri hakikat gibi sunan
eserlerin en önde gelenlerinden biri olan John Mandeville’in
kitabıdır(Andyshak, s.1; Damien Kempf, Daily Mail’deki mezkur haber; Umberto
Eco, s.577). Sadece Kolomb da arzuyu değil, umumi olarak seyahatlerin artması
ve bunlara alakayı temin etti bu canavar eserleri ki, mevzubahis seyahatlerin
Ortaçağ toplumunun gelişmesinde çok önemli bir unsur olduğu açıkça ifade
edilir(Crowther, s.27). Yani buradan çıkarmamız gereken çok önemli 2 şey
mevcut. Birincisi, memleketlerin gelişmelerinde kendi köklerine, kaynaklarına,
gelenek ve kültürlerine bağlılığın mühim bir yeri olduğudur. Kafa, ruh,
zihniyet vs. her şeyimizi atıp Batıyı her şeyiyle alalım diyen zihniyete
mukabil, resmen canavarlardan bahseden eserlerine istinaden terakki imkânı
bulmuş, o yolları açmış bu Batılı kimseler örneği pek ibretliktir. Adamlar
canavar anlatan eserlerini atmayıp, bunlardan aldıkları ile gelişebilmişken,
bizim asırlar ötesine hitap eden ulemamızın vücuda getirdiği emsalsiz külliyatı
tahfif eden, umursamayan bir tavra girmemiz pek büyük bir kepazelik olur. Ve
maalesef henüz bu fecaatten doğru düzgün yakamızı sıyırabilmiş değiliz.
İkincisi ise; şu batılı, canavara inanan ve bu inancı
aşılayan “kâfir”, şöyle bir inanca rağmen pek büyük bir gayretle ciltler dolusu
eserler meydana getirmiş, nice zorluk ve korku dolu yolculuklara çıkarak
inancını yayma çabasına girmişken(Ratramnus ve talebesi örneğini hatırlayalım
mesela), en güzide ve üstün bir inanca sahip Müslüman’ın, İslam’ı muzaffer
kılmak, hakkı hakikati yaymak, batılın propaganda ve telkinatına darbe vurmak
gibi bir işle alakadar olmaması, hatta böyle bir dert dahi göstermemesi, ne
müthiş utanç verici ve gafilce bir tutumdur, onu da okuyucu iyice düşünsün. Bir
seyyahın, talebenin papazdan alabildiğini, o papazlardan sonsuz kat üstün olan
Efendimiz’den alamamak…
Hulasa, bu meseleyi sadece gülünecek bir şey olarak görmek
yerine, kendi nefsimize de dâhil olmak üzere birtakım pek mühim mesajları ile
ciddi bir şekilde okumak lazım gelir. Belki de canavarlar bu suretle bir fayda
göstereceklerdir.
Ömer
Ekrem Keçeci, 24.02.2017.
DİPNOTLAR
1) Tara Maclsaac, Dog-Headed Men: Truth Behind the Legend,
Epoch Times, 31 Aralık 2014.
2) Dana Morgan Oswald ise 300 civarında el yazmasının hayatta
kaldığını söyler bkz.s.134
3) “Cynocephali and the mythological dog-headed human”, www.ancient-origins.net, 17 Ocak 2015
4) Ratramnus’un mektubunun İngilizce tercümesi için: https://tr.scribd.com/document/244521560/Ratramnus-the-Dog-headed-People-Cynocephali#from_embed
(Erişim: 24.01.2017, 16.59)
5) https://scottnevinssuicide.wordpress.com/2015/03/10/cynocephali-in-the-ancient-christian-tradition/
(Erişim: 24.01.2017, 15.45)
7)1.yazı için: http://www.orthodoxartsjournal.org/the-icon-of-st-christopher/
; 2.yazı için: http://www.orthodoxartsjournal.org/the-dog-headed-icon-of-st-christopher-pt-2-encountering-saint-christopher/
8)Fortean Times 286, Nisan, 2012. Yazıyı kendi sitesinden
okumak için: http://mattsalusbury.blogspot.com.tr/2012/03/short-history-of-dog-headed-men.html
10) “What did Dragons look like fort he Vikings?”,
Medievalists.net, 16 Haziran 2013.
11) “Leprechauns, mermaids, were the descendants of Cain,
according to medieval Irish text”, Medievalists.net, 17 Mart 2011.
12) Logonun Ortaçağ’da resmedilmiş denizkızından geldiğini
ortaya koyan ve logo sahibinin de bizatihi açıklamasının yer aldığı,
Medievalists.net’te de kaynak olarak kullanılmış bir araştırma için bkz. https://www.deadprogrammer.com/starbucks-logo-mermaid
13) “The historical basis of Lycanthropism or: Where do
werewolves come from?”, Medievalists.net, 24 Şubat 2013.
14) Sunum, Library of Congress’in youtube hesabından
izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=iUvMr86UZq4&t=59s
(Erişim tarihi: 23.02.2017, 17.36)
15) Liz Leafloor, “Hereford Mappa Mundi: Legendary Cities,
Monstrous Races, and Curious Beasts in a Single World Map”, www.ancient-origins.net, 6 Mayıs
2015. (Erişim tarihi: 19.02.2017, 18.12)
16) Debra Higgs Strickland, “Monsters and Christian
Enemies”, History Today, c.50, sayı: 2, Şubat 2000.
17) https://www.bl.uk/the-middle-ages/articles/medieval-monsters-from-the-mystical-to-the-demonic
(Erişim tarihi: 23.01.2017, 17.25)
KAYNAKÇA
1) John Block Friedman, The Monstrous Races in Medieval Art
and Thought, Syracuse University Press, 2000.
2) Ed. R.G.Dunphy, Encyclopedia of the Medieval Chronicle,
John Block Friedman, “Monsters and Monstrous Races”, s.1117-1121, Brill, 2010.
3) Ashgate Research Companion, Monsters and Monstrous Races,
John Block Friedman, Foreword.
4) Ed. Richard Morris, An Old English Miscellany Containing
A Bestiary, Kentish Sermons, Proverbs of Alfred, Religious Poems of the
Thirteenth Century, London, 1872.
5) Romilly Allen, Lecture VI: The Medieval Bestiaries from
Early Christian Symbolism in Great Britain and Ireland Before the Thirteenth
Century, Whiting & Co., London, 1887.
6) Ayesha Raza, Bodies, Saracen Giants and the Medieval
Romance: Transgression, Difference and Assimilation, Montreal Üniversitesi,
2012.
7) Wendy Reid Morgan, Constructing the Monster: Notions of
the Monstrous in Classical Antiquity, Doktora Tezi, Deakin Üniversitesi, 1984.
8) Sarah Catherine Andyshak, Figural and Discursive
Depictions of the Other in the Travels of Sir John Mandeville, Florida Devlet
Üniversitesi, 2009.
9) Asa Simon Mittman, Headless Men and Hungry Monsters, The
Sarum Seminar, Stanford University, Mart 2003.
10) Asa Simon Mittman, Susan M. Kim, Monsters and Exotic in
Early Medieval England, Literature Compass 6/2, 2009, s.332-348.
11) Eric S. Mukherjee, How Far From Jerusalem? Tropical
Customs and The Question of Race in the Book of John Mandeville, California
Institute of Technology, Kaliforniya, 2014.
12) Dana Morgan Oswald, Indecent Bodies: Gender and the
Monstrous in Medieval English Literature, Doktora Tezi, Ohio Devlet Üniversitesi,
2005.
13) Ernest Brehaut, An Encyclopedist of the Dark Ages
Isidore of Seville, Columbia University, 1912.
14) Rodrigo B. Salvador, Barbara M. Tomotani, The Kraken:
When Myth Encounters Science, Historia, Ciencias, Saude-Manguinhos, Eylül 2014,
c.21, sayı:3, s.971-994.
15) Martha Hale Shackford, Legends and Satires from Medieval
Literature, Ginn and Company, 1913.
16) Alistair McLennan, Monstrosity in Old English and Old
Icelandic Literature, Glasgow Üniversitesi, Eylül 2009.
17) Sean McLean, Monstrous Architecture and the Architect’s
Monster: Discovering Meaning in Architecture Through Critical Engagement and
Intellectual Discourse, Ryerson University, 2010.
18) Misty Rae Urban, Monstrous Women in Middle English
Romance, Cornell University, Ağustos 2008.
19) Olivia Crowther, “The role of mythical and imaginary
figures in the mental framework of medieval society”, Queen Mary c.1 sayı:1,
Londra Üniversitesi, s.25-37.
20) Ed. Umberto Eco, Ortaçağ, c.2, 2.baskı, ter. Leyla
Tonguç Basmacı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2014.
21) Ed. Abraham Valentine Williams Jackson, History of
India, c.1, 1906.
22) Ed. Abraham Valentine Williams Jackson, History of
India, c.2, 1906.
23) The Magazine of Art, Jane E. Harrison, “Myth of Odysseus
and the Sirens”, London, 1887.
24) Jewish Encyclopedia, 1906. Online: http://www.jewishencyclopedia.com/
27) www.bestiary.ca
28) St.Augustinus, De Civitate Dei contra paganos, Catholic
Encyclopedia. Online: www.newadvent.org
29) Joshua J. Mark, “Lombards”, Ancient History
Encyclopedia, www.ancient.eu
30) www.bl.uk –(British
Library Online)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder